Veled-i Zina
Birinci Körfez Savaşı sonrasında ABDnin Kuzey Irakta kukla bir Kürt devleti kurmak istediğini ve bunun da Türkiyenin ulusal bütünlüğü için bir tehdit oluşturduğunu söyleyenler, 90′lı yıllarda genellikle Sevr-fobik olarak adlandırılırdı.Ukalalığın eşlik ettiği alaycı bir karşı çıkışla, ABDnin böyle bir tercihte bulunarak Türkiyeyi karşısına almasının hiçbir mantıksal açıklaması olmadığı ileri sürülür, ABDnin bu niyetini ifade eden resmi ya da gayri resmi açıklamalar gülerek görmezlikten gelinirdi. Oysa bugün Sevr-fobik kelimesini artık kimse dile getiremiyor. Çünkü Kuzey Irakta AB-D emperyalizminin desteğine ve korumasına sahip kukla bir devletin varlığı, tasarım aşamasını çoktan aşmış, yaşama geçmiştir.
Oysa ABDnin kukla Kürt devleti planı, deyim yerindeyse bir anlamda bağıra bağıra yaşama geçirildi. Her şey, herkesin gözü önünde gerçekleşirken, Türkiyede gerçekler gözlerden saklandı, görmezden gelindi, yaşananlara dikkat çekenler köyün delisi muamelesi gördü.
Bugün terör ve ABDnin Kuzey Iraktaki Kürt gruplar aracılığıyla PKKya verdiği destek ekseninde Türkiye yeniden kukla devlet projesi ile karşı karşıyadır. CHP Genel Başkanı Deniz Baykalın Kuzey Iraka yönelik sözde açılımları ile bu kukla devlet projesi, bu sefer başka bir kanaldan ve daha ılımlı bir süreçle Türkiyeye kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Baykalın bölgeye yönelik Kürtçe yayın, Kuzey Iraklı gençlerin Türkiye üniversitelerinde okutulması, Iraka düzenli su verilmesi ve yeni sınır kapılarının açılması gibi unsurlardan oluşan açılımları ve bu şekilde bölge halkının Türkiyeye sempati duyarak terör örgütü PKKya destek vermeyeceği beklentisi, aslında son 17 yıldır gerçekleştirilmeye çalışılan kukla devlet projesine teslimiyetten başka bir anlam ifade etmemektedir. Baykalın, Türkiyenin Kuzey Irakta yaşayan Kürtlere yönelik kucaklayıcı bir politika sürdürmesi talebi, aslında ABDnin kukla Kürdistan projesini kucaklamanın ilk adımıdır.
Türkiyenin ayrılıkçı-terörist örgüt PKK ile mücadele için Kuzey Iraka girmesine karşı çıkan, PKKya karşı kılını kıpırdatmayan, bir anlamda fiili olarak PKKya kol kanat geren ve onunla örtük bir işbirliği içinde olan ABDnin, öte yandan Kuzey Irakta Kürt aşiretleri tarafından kurulmakta olan Amerikan yapımı kukla devletin Türkiye tarafından tanınması ve bu yapı ile ilişki kurulmasını istediği bilinen bir gerçektir. Bugün artık açıkça ortaya çıkmıştır ki, ABDnin, Kuzey Iraktaki oluşuma Türkiye tarafından karşı çıkılmaması yönündeki talebi, Kuzey Irakta kurulacak bağımsız bir Kürt devletinin ilk adımını oluşturmaktadır. İşte bu nedenle KDP lideri Mesut Barzani bölge ülkelerinin bağımsız bir Kürdistana alışması gerektiğini (Cumhuriyet, 27.2.2007) söyleyebilmektedir. Barzaninin hayalinin temelini oluşturan, ABDnin bu hedefidir.
Bu çerçevede, normal koşullarda Kuzey Irakta bir Kürt devletinin yaşama şansının olmadığı iddia edilebilir ki, bu görüş çok yanlış değildir. Gerçekten de Irakın ve bölgenin kaotik yapısı; İran, Suriye, Türkiye ve Arap dünyasının muhalefeti, Kuzey Iraktaki kukla devletin sadece ABDye dayanarak varlığını sürdürmesini mümkün kılmamaktadır. Diğer bir ifadeyle denizlere açılımı olmayan; Türkiye, Suriye ve İran tarafından kuşatılmış bir Kürt devleti yaşayamaz.
O zaman yapılması gereken ilk iş, bu devletçiğin bir mandater güç tarafından palazlandırılması, kendi ayakları üzerinde durabileceği güne kadar korunup kollanmasıdır. Bu işi ABD yapabilir ve zaten fiili olarak da yapmaktadır. Ama oluşturulması planlanan bu kukla devletin kalıcı bir yapıya ve istikrara kavuşması, Irakın bugünkü kaotik ortamı içinde gerçekleşemez. Diğer bir ifadeyle ABD, bu mandaterlik işlevi ile fiilen ve sürekli olarak ilgilenemez. Ayrıca böyle bir oluşumun hayata geçmesi için Türkiye, Suriye ve İranın coğrafi kuşatmasının da kırılması gerekir. Bu bağlamda Türkiye, hem bu istikrarı sağlayabilecek hem de bu coğrafi kuşatılmışlığın kırılmasını mümkün kılacak bir güç olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiyenin terör sorununun da, geçici bir dönem, bu şekilde kontrol altına alınabileceği yanılsamasının çekiciliği, Türkiyeyi bu mandaterlik görevine ikna etmede olumlu bir rol oynamaktadır. Sonuçta planlanan, Türkiyenin Kuzey Irak ile kuracağı bir federasyon ya da konfederasyon çerçevesinde Kürt devletinin koruma altına alınmasıdır. Kürt federe birimi, Türkiyenin güneydoğu bölgesi ile Kuzey Iraktan oluşacaktır. Bu şekilde hem ayrılıkçı PKK ve yasal uzantılarının 1999′dan sonra dönemsel olarak gerçekleştirmeyi hedefledikleri Kürt kimliğinin anayasal olarak tanınması, anadilde eğitim, genel af ve Kürtlere yerel özerklik gibi amaçlarının gerçekleştirilmesi, hem de Kuzey Irakın dünyaya açılımı ve buradaki kukla devletin palazlandırılması mümkün olacaktır. Ama Türkiye de bu yapının içerdiği riskler nedeniyle, artık ABDnin bölge politikalarıyla daha uyumlu bir pozisyon benimsemek, ABD ile aynı paralelde hareket etmek zorunda kalacaktır. Aksi takdirde örneğin Musulu alıp büyüyen (!) Türkiye, Diyarbakırı verip küçülmek tehlikesi ile yüz yüze olacaktır. Böylece, Kürtlerin kendi ayakları üzerinde duracak güce ve siyasi olgunluğa erişeceği güne kadar, Türkiye de kontrol altında tutulabilecektir.
İşte bu nedenle Celal Talabani ve Mesut Barzaninin partilerinin resmi internet sitelerinde Türkiyenin bazı güneydoğu illeri sözde Kürdistanın bir parçası olarak gösterilmektedir. (Cumhuriyet, 28.2.2007) Kuzey Iraktaki aşiret reislerinden Irak Kürdistan Demokrat Partisi (IKDP) lideri Mesut Barzani, Türkiye, İran ve Suriyedeki Kürtlerle ilgili projelerimiz yok. Onlar, projelerini kendileri hazırlayacak şeklinde konuşarak, Türkiyenin Kürt kökenli vatandaşları hakkında şu görüşleri savunmaktadır: Onlar kendi kaderlerini kendileri belirleyecekler. Türkiyede bu Kürt sorunu için hiçbir askeri çözüm yolu yoktur. Siyasi ve barışçıl bir çözümün yolu üretilmeli. (Milliyet, 1.3.2007) Barzani, benzer bir söylemi 8 Mayıs 2007 tarihinde Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesinde yaptığı konuşmada da yinelemiştir. (Cumhuriyet, 9.5.2007) Kuzey Iraktaki bir aşiret reisinin Türkiyenin bir iç sorunu için çözüm önerisinde bulunması, diğer bir ifadeyle Türkiyenin iç işlerine müdahale etmeye yeltenmesinin nedeni, açıktır ki, ABDden ve onun bölgeye yönelik planlarından aldığı cesaret ve güçtür.
ABDnin kukla devlet projesinin Irakın işgalinden sonra ortaya çıkmış, istikrarsız yapının ve koşulların dayattığı bir zorlama olduğu söylenemez. Sürecin en azından 1990′ların başına uzanan bir tarihi vardır.
ABD Savunma Bakanlığı, Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığından, içeriden bilgi (inside information) alabilmesi ile tanınan, özellikle de Pentagon kaynaklı haberleri ile ünlenen William Safire, New York Times gazetesinde 1.Kasım 1990 tarihinde yayınlanan makalesinde, Türkiyenin eski modele dayanan dünyadaki yerinin çöktüğüne ve geleceğin içe doğru çöken Sovyetler Birliği ve Küçük Asya cephesinde değil, patlamaya hazır Irak ve Ortadoğu cephesinde olduğuna dikkat çekiyor ve şunları söylüyordu:
2 Ağustosta başlamış olan savaş sona erdiğinde saldırganı cezalandırmak için sınırlar yeniden çizilecektir. Petrol yatakları; bağımsız Kürdistan, bize destek çıkan Türkiye, özgür Irak ve fedakârlıkta bulunan diğer ülkeler arasında bölüşülmelidir.
Diğer bir ifadeyle, daha Büyük Ortadoğu Projesinin adının bile zikredilmediği bir dönemde sınırların yeniden çizileceğinin dillendirilmesi ve bir bağımsız Kürdistandan bahsedilmesi, ABDnin bölgeye yönelik bugünkü açılımlarının hayli gerilere uzanan bir tarihi olduğunu göstermektedir.
Dahası bu saptamalar sadece gazete makalelerinde ifade edilmekle de sınırlı kalmamıştır. 1985- 1989 yılları arasında ABDnin Araştırma ve Haber Almadan Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı olan ve 1989- 1991 yılları arasında ABD Ankara Büyükelçisi olarak görev yapan ve 90′lı yılların sonunda da Carnegie Vakfı Başkanlığını yürüten Morton Abramowitzin söyledikleri ise, bölgeye yönelik Amerikan politikasını resmi bir ağızdan dile getirmesi bakımından daha da çarpıcıdır. Abramowitze göre etnik kökenin güçlü bir siyasal etken olduğu günümüzde, Kürt sorunu kişiler ötesi güçlere ve kendi haline bırakılamaz. (Bkz. Morton Abramowitz, Dateline Turkey: Turkey After Özal, Foreign Policy, Summer 1993)
ABDnin bu yaklaşımına bölgedeki Kürt liderlerinin çok önceki yıllardan yatkın olduğu da yine bilinen bir gerçekti. Örneğin ABDnin Irak Kürtleri ile ilk defa temasa geçtiği J.F. Kennedy döneminde, o zaman IKDPnin lideri olan Mustafa Barzani Amerikalılar bize açık ve gizli yollardan askeri yardım yapsın ki, gerçek anlamıyla özerkliğe kavuşalım ve sizin Ortadoğudaki sadık dostunuz olalım. diyordu. (Bkz. Yasemin Çongar, ABDnin Iraktaki Kürt Politikasının Cilveleri, Milliyet, 24.5.1995)
1975 Cezayir Anlaşması öncesinde de petrol sahalarını ABDye devredeceğinin sinyalini veren ve petrol zengini Kürdistanın bağımsızlığını kazanması durumunda ABDnin OPECte bir dost kazanacağını söyleyen Mustafa Barzani, şayet davamızda başarıya ulaşırsak, ABDnin 51. eyaleti olamaya hazırım demekteydi. (Yasemin Çongar, a.g.y ) Mesut Barzani liderliğindeki Irak Kürtleri, bugün tam da bu çizgiye oturmuşlardır.
ABDnin 1990′larda uygulamaya soktuğu kukla Kürt devleti planı, Kürtlerin ABD işbirlikçiliğine bu tarihsel yatkınlığı temelinde yükselmiştir. ABD dış politika ve istihbarat kaynaklarına yakın çevrelerin bu konuda yazdıkları da, bir bağımsız Kürt devleti seçeneğinin daha 1990′ların ilk yarısında ABDnin gündeminde olduğunu göstermektedir. Örneğin, geçmişte CIA Başkanlığına doğrudan bağlı dört daireden biri olan Ulusal İstihbarat Konseyi Başkanlığı da yapmış olan Graham Fuller, ABD Dışişleri Bakanlığının yarı resmi yayın organı olarak kabul edilen Foreign Affairs dergisinin 1993 Bahar sayısında yayınladığı makalede (Graham Fuller, Fate of Kurds, Foreign Affairs, Spring 1993) Kürt sorununun Ortadoğunun merkezi sorunu haline geldiğini, bölge ülkeleri isteseler de istemeseler de istikrarsızlığa karşın sınırların değişeceğini söylemekteydi. Ortadoğudaki Kürt çıkmazı artık göz ardı edilemez. Sorun kendisini Ortadoğu siyaset gündeminin üst sıralarına yerleştirdi. Kürt politikası kendi ivmesini kazandığı için Kürt sorunu bölge güçlerinin kontrolünden çıktı saptaması ile başlayan makalede Fuller, bağımsız Kürt devleti fikrinin artık ciddi olarak akla geldiğini yazmaktadır. Kürtlerin Irakın üniter yapısı içinde daha fazla tutulamayacaklarını ifade eden Fuller, en olası çözümün de bir Türk-Kürt federasyonu olduğunu belirtiyordu. KYB lideri Celal Talabaninin demokratik Türkiyeye yanaşmanın tek seçenek olduğu sözlerine yer veren Fuller, Musul-Kerkük petrollerini de hatırlatarak Türklerin, Kürtlere en azından geniş kültürel özerklik veren bir tür federal sisteme ihtiyacı var diyordu. Ama asıl ilginç olan, Türkiyenin Fuller tarafından örtük olarak tehdit edilmesiydi: Maalesef Türk hükümeti ve toplumu henüz Kürt gerçeğinin kabullenilmesinin bu aşamasına erişmemişlerdir. Ama daha kötü seçeneklerle karşılaşmak zorunda kalırlarsa bu gerçeği çok daha hızlı bir şekilde kabul edebilirler.
Bugün Barzani tarafından söylenen sözler, ortada dolaşan haritalar ve PKKya verilen örtülü destek Türkiyeye gösterilen daha kötü seçeneklerdir ki, bütün bu tehditlerin asıl amacı da Türkiyeyi bir Türk-Kürt federasyonuna ikna etmektir!
Türk basının kimi Amerikancı kalemlerinin, bir CIA görevlisinin dillendirdiği bu tehditkâr öneriyi, sanki ileri görüşlü olmanın ve Türkiyenin ulusal çıkarlarının gereği buymuş gibi benimseyip Türkiye kamuoyuna servis etmeleri için çok uzun bir zaman geçmesi gerekmemiştir! CIA görevlisi Fuller tarafından tehditkâr bir tarzda yapılan bu önerinin veciz bir şekilde ifade edilmesi de, Körfez Savaşı sonrasında Özal ile Kuzey Iraklı aşiret liderleri arasında kuryelik yapan ve Pentagona giren ilk Türk gazetecisi (!) olarak tanınan Cengiz Çandara düşmüştür. Türkiye ya büyüyecek, ya küçülecek diyen Çandar, Türkiyenin Kuzey Irakta kurulan Kürt devletçiğini himayesine alarak büyümeyi kabul etmemesi halinde küçüleceğini söylemekteydi. (Sabah, 11.4.1995)
Bu konuda ABD planlarını destekler tarzda görüş bildiren tek örnek Cengiz Çandar değildi. Örneğin Hürriyetin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, 7 Nisan 1995 tarihli Hürriyette, artık şu soruyu sorma zamanı geliyor. Kuzey Irak için tek çözüm üniter Irak devleti midir? Burada bir Kürt devleti Türkiyenin çıkarlarına yüzde yüz ters midir?diye soruyordu.
Yine Sabahtan Fatih Çekirge de 9 Nisan 1995 tarihli Sabahta görünüşte Bağdata, ama fiilen Türkiyeye bağlı bir Kuzey Irak Kürt Otonom bölgesi gündeme gelecektir öngörüsünde (!) bulunuyordu! Bu koroya 12 Nisan 1995 tarihli Milliyet gazetesinde Doğan Heper de katılmakta ve Türkiyenin bu durumda çok hesaplı, akıllı davranması, çıkarlarını ABD ile uyuşturarak gerçekleştirmesi gerekiyor. Öyleyse Kuzey Irakta Türkiye Cumhuriyetine bağlı bir Kürt-Türkmen-Arap-Hıristiyan federasyonu neden olmasın? diye sormaktaydı.
Bu yönlendirmelerin ve ABDye bağımlılığın yarattığı seçeneksizliğin tesiri altında 1990′larda sözde akıllı ve hesaplı davranarak çıkarlarını ABD ile uyuşturan Türkiye, bugün karşısına geçip kara kara düşündüğü kukla yapının Kuzey Irakta ortaya çıkmasına seyirci kaldı, hatta destek verdi. Kiminin Kürdistan, kiminin kukla devlet, kimilerininse Kürt Özerk Yönetimi olarak adlandırdıkları bu yapı, aslında ABD ile Türkiyenin gayrimeşru çocuğu, eskilerin deyimi ile bir veled-i zinadır. Bu gayrimeşru çocuk, ABDnin 1991′deki Birinci Körfez Savaşı sonunda Kuzey Irakı, Irak silahlı kuvvetlerine yasaklamasıyla ana rahmine düştü! O zaman da PKK ile kucak kucağa olan bu gayrimeşru evlada bir güvenlik şemsiyesi oluşturan Çekiç Güçü, 90′lı yıllar boyunca evinde konuk eden ise Türkiye idi!
Körfez Savaşı günlerinde ABDnin Ankara Büyükelçisi olan Morton Abramowitz, Çekiç Güç fikrini doğuran esas nedenin, Cumhurbaşkanı Özalın bu insanlara yardım edilmesi gerektiği konusundaki ısrarı olduğunu belirtiyor ve bu konuda düşünen birçok kişi vardı, ancak Özal belirleyici ve harekete geçirici unsur olmuştur diyordu. (Bkz. Yasemin Çongar, Abramowitz ile Söyleşi: Kürt Devleti İstemedik, İstemiyoruz, Milliyet, 15.4.1996)
Bir koyup üç alacağız diyerek Türkiyenin Körfez Savaşına katılması gerektiğini savunan Özalın Kürt sorunu konusunda federasyonu bir çözüm olarak gördüğü ve bu yönde Kuzey Iraktaki aşiret liderleriyle kuryeler aracılığı ile iletişim kurduğu bilinmektedir. Örneğin 1996 sonbaharında Barzaninin KDPsinin, Erbili Talabaninin KYBsinden geri alması sırasında ele geçirilen bir video bantta, KYB lideri Talabani ile PKK lideri Öcalan arasında geçen konuşmalar yer almaktadır. Milliyet gazetesinden Güneri Civaoğlunun kaleminden (Gazeteci Tarihin Tanığıdır, Milliyet, 1.11.1996) Türkiye kamuoyuna yansıyan bu konuşmalarda Talabani, Özalın bir federasyonu ve Kürt parlamentosunu desteklediğini söylemektedir. Ama daha ilginci Özalın KYB ile PKK arasındaki ilişkiyi bildiğinin, bunu olumlu bulduğunun ve PKKnın tek taraflı ilan ettiği ateşkesi de olumlu bulup desteklediğinin Talabani tarafından ifade edilmesidir.
Ne ilginçtir ki, 1994′ten itibaren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak 2000′lerde oynayacağı role hazırlanan Recep Tayyip Erdoğan da kendisi ile yapılan bir söyleşide (Bkz. Metin Sever, Cem Dizdar, İkinci Cumhuriyet Tartışmaları, Başak Yay., Ankara, 1993, s. 417-432) daha o günlerden ABD planları ile uyumlu bir profil sergilemektedir. Bugün Kuzey Iraktaki aşiret reislerinin diplomatik olarak tanınması gerektiğini savunan Erdoğan, Kürt konusu ve federasyon ile ilgili soruları şöyle yanıtlamaktaydı:
- Soru: Milli bütünlüğün korunmasından söz ettiniz. Bu değişim süreci içerisinde eğer, ülke içinde yaşayan bazı grup insanlar milli yapı içerisinde kalmak istemezlerse ne olacak?
- Erdoğan: Onun kararını yine halk verecek.
- Soru: Örneğin Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler
- Erdoğan: Bu durumda belki Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir.
- Soru: Bağımsızlık isterlerse, tamamen ayrılmak isterlerse
- Erdoğan: Bu toprak üzerinde böyle bir bağımsız yapıyı kurma kudreti varsa kurar. Ama kudreti yoksa
- Soru: Buna hakkı var mıdır? Kudreti olmayabilir.
- Erdoğan: Bu hakkı kimden isteyeceği önemlidir.
- Soru: Hak istenmez. O hak meşrudur ya da değildir. Burada sorulan o; meşru mudur?
- Erdoğan: Coğrafi bütünlük içerisinde evet, ama coğrafi ayrılık içerisinde hayır
- Soru: Coğrafi bütünlükten kastınız Misak-ı Milli sınırları mı?
- Erdoğan: Ona orada hudut tayin edemem.
- Soru: O zaman bu hak da meşru değildir diyorsunuz.
- Erdoğan: Eyaletler tarzı bir sistem içinde olabilir diyorum.
Erdoğanın daha 1993′te Kürt sorununun federasyon çerçevesinde, Osmanlı eyaletler sistemini andırır bir çözüm yoluna girmesini savunması kadar çarpıcı olan, coğrafi bütünlükten kastınız Misak-ı Milli sınırları mı? şeklindeki soruya Ona orada hudut tayin edemem. şeklinde yanıt vermesidir. Kastedilenin, sadece Türkiye sınırları içinde kalmayan bir federasyon olduğu ve bunun Kuzey Irakı da kapsadığı açıktır. Daha çarpıcı olan ise, bugün Türkiyenin Başbakanlık koltuğunda oturan kişinin, Kürtler bağımsızlık isterlerse, tamamen ayrılmak isterlerse şeklindeki bir soruya, soğukkanlılıkla ve çok olağan bir şeymiş gibi bu toprak üzerinde böyle bir bağımsız yapıyı kurma kudreti varsa kurar diyerek yanıt verebilmesidir!
ABDnin, Kuzey Irak ve Musul bağlamında Türkiyeyi kullanmak istediğini sadece devlet dışında yer alan kişilerin yazılarından ve söylediklerinden öğrenmiyoruz. Bizzat dış politikanın oluşturulması ve uygulanmasında görevli en üst düzey devlet ve hükümet üyeleri de bu konuda dikkat çekici açıklamalar yapmışlardı.
Örneğin Mayıs 1995′te düzenlediği bir basın toplantısında TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk şunları söylüyordu:
Körfez Savaşı sırasında bazı müttefiklerimiz Musula kadar olan bölgeyi işgal etmemizi istediler. O zaman bunu kabul etmedik. Musul, Erbil tarafında 2 milyon Türk yaşadığı halde biz böyle bir emperyalist düşüncenin peşinde olmadık.
Cindoruk, Türkiyenin Musula kadar olan bölgeyi işgal etmesinin hangi müttefik tarafından istendiği sorusuna da ABD karşılığını vererek açıklık getirmiştir. (Cumhuriyet, 4.5.1995)
Bu konuda ileri sürülenler sadece Cindorukun söyledikleriyle sınırlı değildir. Aslında, Türkiye, Musul-Kerküke girecekti iddiaları ilk kez Org. Necip Torumtay tarafından dile getirilmişti. Birinci Körfez Savaşı sırasında Genelkurmay Başkanı olan Org. Torumtayın, 5 Aralık 1994′teki açıklamasına göre Cumhurbaşkanı Özal, Musul-Kerküke girilsin demiş, ancak Başbakan Akbulut ve hükümet bu karara karşı çıkmıştı. Org. Torumtay da ordunun hiçbir zaman bu tipte bir operasyon için eğitilmediğini belirterek Iraka girersek, bir daha çıkamayız görüşünü dile getirmişti. Org. Torumtaya göre Özal, Musul ve Kerkükü federatif bir yönetim içinde Türkiyeye bağlamak düşüncesindeydi. Özalın hükümet ve ordudan bağımsız bir biçimde bu konuda fikir belirtmesinden rahatsızlık duyduğunu belirten Org. Torumtay, bu konu gündeme geldikten 4 ay sonra Genelkurmay Başkanlığından istifa etmişti. (Bu konuda daha kapsamlı açıklamalar için bkz. Necip Torumtay, Org. Torumtayın Anıları, Milliyet Yay., İstanbul, 1994)
Dönemin Başbakanı Yıldırım Akbulut da Özalın, Musul ve Kerküke girmek istediğini doğrulamıştır. (Fikret Bila, Musul Bilmecesi, Milliyet, 23.5.1995)
Yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren ise Musul-Kerkük tartışmasına farklı bir noktadan yaklaşıp böyle bir planı kendisinin engellediğini iddia etmiştir! Kenan Evren bu konuda şunları söylemektedir:
Özal, Körfez Savaşı sırasında Marmarise gelerek Musulu almamız gerektiğini söyledi. Ama ben karşı çıktım. Oraya girersek bir daha çıkamayız, orası bir bataklıktır dedim. Musulu bize bırakmazlar. Zaten ABDnin Körfeze müdahalesinin nedeni petroldür diye söyledim. (Milliyet, 23.5.1995)
Bu noktada Evren ile Torumtayın söylemlerindeki benzerliğin dikkat çekici olduğu göz ardı edilmemelidir. Diğer bir ifadeyle, Özalın Musul senaryoları konusunda Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından hemen her kanaldan uyarıldığını söylemek abartma olmaz.
1987 yılında Özal tarafından emekliye ayrılan Org. Necdet Öztorun da Körfez Savaşı günlerinde, Mülkiyeliler Birliğinde verdiği bir konferansta Musula girmek konusunda uyarıcı açıklamalar yapmaktadır:
Benim de askerim var; ben de yukarıdan iniyorum türünden hareket tarzları Türkiye açısından hayırlı sonuç vermez. Bu hareketler savaşı kışkırtır, erken başlamasını sağlar. Savaşı kısaltır ama sonrasında Türkiyeyi büyük sıkıntılara sokar. Güçlü bir bölge ülkesi olarak Türkiyenin yapacağı işler, zorla belli koşulları yaratmaya yönelik olmamalıdır. Olamaz da Türkiye, bir dünya ülkesi değildir. Ayrıca Türkiyenin menfaatleri de bunu gerektirmiyor. Türkiyenin hiçbir hayati menfaati tehdit altında değildir. Biz Türkiyenin bir menfaati yoksa Amerikan askerleri için mücadele etmeyiz. Bir kişinin ya da ABDnin istemesiyle iş yapılmaz. (Yüzyıl, 7.10.1990)
Bütün bu gelişmeler neticesinde ABDnin Özal eliyle uygulamaya çalıştığı Musul senaryosu hayata geçememiş, ama 1991′den itibaren Kuzey Irakta oluşturulan güvenli bölgede bugünün kukla Kürt devletinin ilk tohumları atılmıştır. Bugün 16 yaşında olan bu yapıyı, 90′lı yıllar boyunca izlenen yanlış politikalar sonucu, besleyip büyüten ABD ve Türkiyedir. Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıtın PKKnın destekçisi olarak tanımladığı Kuzeydeki iki grubun liderleri ve temsilcileri, 90′lı yıllarda tüm dünyada Türk pasaportları ile seyahat etmişlerdir. Bu grupların Ankarada temsilcilik açmasına izin verilmiş ve Türkiye tarafından fiilen kabul görmüşlerdir. Daha ilginci 1991′den bu yana Türkiyedeki bütün siyasi iktidarlar, ABD-Türkiye ilişkisinin ürünü bu gayrimeşru çocuğu koruyan Çekiç Güçün görev süresinin uzatılması için yapılan TBMMdeki oylamalarda olumlu oy kullanmakta bir sakınca görmemişlerdir. Başta Özal olmak üzere Demirel, İnönü, Çiller, Karayalçın, Baykal, Yılmaz, Erbakan, Ecevit, Türkeş gibi Türkiyenin neredeyse bütün siyasi liderleri Çekiç Güçe destek vermişlerdir. Siyasiler böyle davranırken, askerlerin Çekiç Güç konusunda farklı düşündüğünü iddia etmek mümkün değildir. Org. Güreş, Org. Kıvrıkoğlu, Org. Özkök gibi bütün Genelkurmay Başkanları Çekiç Güçe göz yummuştur. Çekiç Güçe muhalif olan askerlerin sonu da, ya erken emekli edilmek ya da şüpheli uçak kazalarında (!) ölmek olmuştur. Kısacası bütün bu süreç boyunca ABD, Kürt devleti istemiyoruz, bunu amaçlamıyoruz yalanları eşliğinde Türkiyenin sırtını sıvazlarken, Türkiye de kucağına bırakılan bu gayrimeşru çocuğu bağrına basıp, ona kol kanat germiştir.
Oysa daha 11 yıl önce Fransanın Ankara büyükelçisi Eric Rouleau Çekiç Güçün asıl amacının ne olduğunu açıklamaktaydı:
Çekiç Güçün amacı eninde sonunda bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurmaktır. (Mine G. Saulnier, Eric Rolueau ile Söyleşi: Kürt Sorunu Türkiyeyi Rehin Aldı, Milliyet, 1.7.1996)
Süleyman Demirel ise 22 Ocak 1993 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak, lideri olduğu DYPnin Meclis grubunda yaptığı konuşmada, Çekiç Güçü şöyle değerlendiriyordu:
Çekiç Güç köklü bir çıban gibi! Çıbanın başını keskin bir bıçakla kesebilirsiniz, ama kökünü çıkaramazsınız. Çıkarmaya kalktığınızda nelerle karşılaşacağınız bilinmez. (Emin Değer, Oltadaki Balık Türkiye, Çınar Yay., İstanbul, 1993, s.19)
İşte amacı, eninde sonunda bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurmak olan bu köklü çıbanın sahibi ABD, 1990′ların başındaki planını bugün yeniden Türkiyeye dayatmaktadır. Birinci Körfez Savaşı günlerinde ve sonrasında ABDnin Kürt devleti kurmak gibi bir amacı yoktur yalanı ile Kuzey Irak batağına çekilmeye ve büyümeye ikna edilmek istenen Türkiye, bugün eğer bu seçeneği ve artık Kuzey Irakta kurulmuş olan kukla devletin koruyuculuğunu kabul etmezse, bu kez küçülmek ile tehdit edilmektedir. Yaklaşık 20 yıl sonra Türkiyenin ulusal çıkarlarına uygun çözüm olarak pazarlanan yine Türk-Kürt federasyonudur.
Bu görüşe göre, Irak parçalanmaktadır, ABD yakın bir gelecekte Iraktan ayrılacaktır. O zaman Türkiye, Musul-Kerkük hattına kadar inmeli, Kuzeydeki Kürt devletini himayesine alarak bir federasyon ya da konfederasyon oluşturmalıdır. Tabii bu görüş sahiplerine göre, ABDye son dört yıldır cehennem olmuş Irakta, Türkiyenin nasıl karşılanacağının önemi olmadığı gibi, bir an önce bu bataktan kurtulmak isteyen ABDnin yerine Türkiyenin Iraka doğru yayılmasının hangi ulusal çıkarlara (!), nasıl uygun düşeceği de belirsizdir. Ayrıca bu tür bir girişimin Türkiyeyi bölge ülkeleri, komşuları ve Arap dünyası ile karşı karşıya getirmenin yaratacağı riskler ve olumsuzluklar da gözlerden saklanmaktadır. Kenan Evrenin eyalet sistemi önerisi ile 18 yıl sonra yeniden piyasaya sürüldüğü, Erdoğan liderliğindeki AKP hükümetinin Kuzey Iraktaki aşiretlerle teması savunduğu, DYPnin eski lideri Mehmet Ağarın Musulu almaktan bahsederek Türkiye kamuoyuna havuç salladığı ve en sonunda bu kervana Baykalın sözde Kuzey Irak açılımları ile katıldığı bir ortamda, Kürt sorunun çözümü olarak önerilen federasyon önerisi, neredeyse 30 yıllık bu ABD projesinin ısıtılıp yeniden servis edilmesinden başka bir anlam taşımamaktadır.
Bu nedenle ABDnin 51. eyaleti ve Ortadoğudaki sadık dostu olmayı savunan Barzani kesiminden tutun da, ABDnin müttefiki olabiliriz, düşmanlarımız aynı. ABD bizi hep düşmanlarımızın gözüyle gördü. Oysa biz, dost olarak algılanmak istiyoruz. Aksine, Kürtler fazlasıyla ABD sempatizanıdır. Eğilimleri, Amerikancılık yönündedir (Michael Hastings, Into the Blacksnakes Lair, Newsweek, 7.10.2006) diyen PKK liderlerinden Murat Karayılana kadar geniş bir yelpaze ABDnin BOP şemsiyesi altında toplanmaktadır. Türkiyenin doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesi işsizlik ve sefalet içinde yüzerken bu bölgeye bir kuruşluk yatırım yapmayan Türkiye sermaye sınıfı, Tuncay Özilhan, Mehmet Emin Karamehmet gibi üyeleri başta olmak üzere Kuzey Iraka yüz milyonlarca dolar yatırmaktadır. (Serpil Yılmaz, Kuzey Irakı Türkler İnşa Ediyor, Milliyet, 5-11.4.2007)
1990′ların başında girilen bu yol Türkiyeyi, bugün ülkesel bütünlüğünün ve ulusal birliğinin tartışmaya açıldığı, aşiret reislerinin Türkiyenin iç işlerine karışma küstahlığını gösterdiği bir aşamaya getirmiştir. Elleri AB ve ABD tarafından kelepçelenmiş olan Türkiye, Kürt-İslam sentezini benimsemiş bir anlayışın yönlendirmesi altında emperyalizmin güdümünde bir ılımlı İslam cumhuriyeti haline getirilmeye, Türk milleti de AB muzu ile uyutulmaya çalışılmaktadır. Kısacası, gayri resmi AB(D)-AKP-TÜSİAD-PKK ittifakının çekiştirmesi ve yönlendirmesi altında, Türkiye bir uçuruma doğru koşar adım gitmektedir. Bu tablonun Kürt sorunu için sunduğu açılım, önce Kuzey Iraktaki kukla Kürt devletini himaye adı altında Türkiyenin Kürtleri ile federasyon çatısı bütünleştirerek büyümek; sonra bu federe birimin kopması ile küçülüp ABye uyumlu bir hale gelmektir. Sonuçta Türkiyeyi bekleyen Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmaktır! Türkiyenin bugün razı edilmeye çalışıldığı budur.
Bu bağlamda etnik siyaset ekseninde Türkiyenin üniter yapısını ve toprak bütünlüğünü tartışmaya açarak üretilecek hiçbir çözüm yoktur. Bu tür bir yaklaşım, Türkiye Cumhuriyetinin son bulması, sonuçları şimdiden hesaplanamayacak ve Irakın bugünkü kaotik ortamının bir benzerini yaratacak bir felaket demektir. Kuzey Irakta bir Kürt devletinin kurulması Türkiyenin ulusal çıkarları açısında kabul edilemez. ABD, bu tür bir projeyi hayata geçirmek istiyorsa, Türkiye ile bu aşiret liderleri arasında seçim yapmanın sonuçlarına katlanacaktır. Bugün Türkiyenin ulusal çıkarları, komşuları ve bölge ülkeleri ile Irakın bütünlüğü konusunda ortak hareket etmekte, Türkiyeyi bugünkü çıkmaza sürükleyen ABDnin vazgeçilmezliği anlayışını artık sorgulamaktadır. Türkiyenin güneydoğu sorunu, ancak ABDye ve ABye bağımlılığın kırılması ile çözüm yoluna girebilir. Bu nedenle sorunun çözüm yeri, Diyarbakır ya da Musul değil, Ankaradır. Sorun, Türkiyenin emperyalist tahakkümden kurtulma, yeniden tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir ülke olması ile nihai çözüme kavuşabilir. Türkiye, üzerine çullanan emperyalizmi, son 60 yıllık siyasal, ekonomik ve askeri bağımlılık ilişkilerini sorgulamadan, ABDnin ve ABnin salladığı muzların peşinde koşmak, ülkemizi bugün getirdiği noktadan daha iyi bir yere götürmez.
Peki, Türkiyeyi yöneten askeri ve siyasi elit bu sorgulamayı yapabilir mi? Bu sorunun yanıtı da gelecek yazının konusu olsun