Anadolu (transanatolie.com)
İçerik
Anadolu
tarihi
PAGEREF _Toc107577454 \h 3
Özet
PAGEREF _Toc107577455 \h 4
Yontma Taş Devri (Paleolitik Dönem)
PAGEREF _Toc107577456 \h 6
Cilalı Taş Devri (Neolitik Dönem)
PAGEREF _Toc107577457 \h 6
Karahantepe.
PAGEREF _Toc107577458 \h 6
Göbeklitepe.
PAGEREF _Toc107577459 \h 7
Çatalhöyük.
PAGEREF _Toc107577460 \h 8
Aşıklıhöyük.
PAGEREF _Toc107577461 \h 11
Çayönü.
PAGEREF _Toc107577462 \h 12
Hacılar
PAGEREF _Toc107577463 \h 13
Yumuktepe.
PAGEREF _Toc107577464 \h 13
Tunç Çağı
PAGEREF _Toc107577465 \h 14
Sümerler
PAGEREF _Toc107577466 \h 14
Akadlar
PAGEREF _Toc107577467 \h 17
Sümer Guti Hanedanı
PAGEREF _Toc107577468 \h 18
Babil
PAGEREF _Toc107577469 \h 19
Orta Tunç Çağı
PAGEREF _Toc107577470 \h 20
Hattiler
PAGEREF _Toc107577471 \h 20
Hurriler
PAGEREF _Toc107577472 \h 21
Hurri - Mitanni Devleti
PAGEREF _Toc107577473 \h 23
Luviler
PAGEREF _Toc107577474 \h 24
Asurlular
PAGEREF _Toc107577475 \h 24
Eski Asur İmparatorluğu (MÖ 2025-1522)
PAGEREF _Toc107577476 \h 25
Orta Asur İmparatorluğu (MÖ 1397-1056)
PAGEREF _Toc107577477 \h 26
Bronz Çağı Çöküşü (MÖ 1055-936)
PAGEREF _Toc107577478 \h 26
Yeni Asur İmparatorluğu (MÖ 911-619)
PAGEREF _Toc107577479 \h 26
Son Tunç Çağı
PAGEREF _Toc107577480 \h 27
Hititler
PAGEREF _Toc107577481 \h 27
Mittaniler
PAGEREF _Toc107577482 \h 34
Urartular
PAGEREF _Toc107577483 \h 34
Demir Çağı
PAGEREF _Toc107577484 \h 36
Frigler
PAGEREF _Toc107577485 \h 36
Klasik Antik Dönem..
PAGEREF _Toc107577486 \h 39
Lidya Krallığı
PAGEREF _Toc107577487 \h 39
Med İmparatorluğu.
PAGEREF _Toc107577488 \h 40
Ahameniş (1. Pers) İmparatorluğu.
PAGEREF _Toc107577489 \h 40
Büyük İskender'in Fetihleri ve Helenistik Dönem..
PAGEREF _Toc107577490 \h 41
Büyük İskender
PAGEREF _Toc107577491 \h 41
Selevkos İmparatorluğu.
PAGEREF _Toc107577492 \h 43
Orta Çağ.
PAGEREF _Toc107577493 \h 43
Roma İmparatorluğu.
PAGEREF _Toc107577494 \h 43
Bizans İmparatorluğu.
PAGEREF _Toc107577495 \h 44
İslam'ın Yayılışı
PAGEREF _Toc107577496 \h 46
Türklerin Anadolu'ya Gelişi
PAGEREF _Toc107577497 \h 46
Büyük Selçuklular
PAGEREF _Toc107577498 \h 47
Anadolu Selçuklu Devleti Dönemi
PAGEREF _Toc107577499 \h 48
Haçlı Seferleri
PAGEREF _Toc107577500 \h 49
Anadolu Beylikleri
PAGEREF _Toc107577501 \h 49
Osmanlı İmparatorluğu.
PAGEREF _Toc107577502 \h 50
Türkiye.
PAGEREF _Toc107577503 \h 50
TransAnatolie.
PAGEREF _Toc107577504 \h 50
i
Anadolu tarihi, Batı Asya yarımadası
Anadolu etrafında yerleşen birçok milleti, devleti ve uygarlığı
kapsamaktadır. Anadolu, Asia Minor, ''Ön Asya'' olarak da
isimlendirilir. Coğrafi olarak modern Türkiye'nin, batıda Ege
Denizi'nden doğuda Azerbaycan, Ermenistan sınırındaki dağlara ve
kuzeyde Karadeniz'den güneyde Akdeniz'e kadarki kısmını oluşturur.
Anadolu'daki ilk uygarlık izlerine
Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki arkeolojik bulgularda
rastlamaktayız. Özellikle yakın zamanda Türkiye'nin Şanlıurfa ilinin
sınırlarında bulunan ''Göbeklitepe'' yapısının keşfiyle birlikte
Anadolu'nun hem arkeolojik hem de tarihi olarak ne denli önemli bir
coğrafi bölge olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Bunun yanı sıra;
bazı eski halkların kökenlerindeki sırlar henüz bilinmemesine
karşın, Sümer, Hatti, Akad, Hurri, Asur, Babilon, Luvi ve Hitit
uygarlıklarının kalıntıları, halklarının günlük yaşamları ve ticaret
hayatları ile ilgili pek çok örnek sunmaktadır.
Hititlerin düşüşünden sonra
Anadolu'nun Batı yakasında İyonyalılar, Lidyalılar ve Frigyalılar
gibi medeniyetler sahneye çıktı. O dönemde onlar için tek tehdit
olarak İran'daki Pers Krallığı görünüyordu. Lidyalıları yıkan
Persler döneminde Anadolu'da da liman şehirleri gelişti ve
zenginleşti. Zaman zaman isyanlar olsa da bu isyanlar çok büyük
tehdit oluşturmadı.
Sonrasında Makedonya kralı Büyük
İskender sahneye çıktı. İskender, Ahameniş (Pers imparatorlugu)
hükümdarı III. Darius'a karşı kazandığı zaferlerle Anadolu ve
İran'ın kontrolünü ele geçirdi. Ölümünden sonra kazandığı topraklar,
güvendiği generallerinden birçokları ve ayakta kalmayı başaran
Galya, Pergamon, Pontus ve Mısır'daki diğer güçlü hükümdarlar
arasında bölüşüldü. Büyük İskender'in payından en fazla dilimi alan
Selevkos İmparatorluğu, Romalıların iştahını kabarttı ve Romalılar
bölgeyi parça parça ele geçirdiler. Romalılar yerel yönetimlere
büyük yetkiler tanıdılar ve askeri güç sağlayarak bölgeyi
güçlendirdiler.
Antik Çağ'ın en güçlü
imparatorluklarından biri olan Roma İmparatorluğu, giderek gücünü ve
birliğini kaybetti ve 395 senesinde Doğu ve Batı olmak üzere ikiye
ayrıldı. Başkenti Roma olan Batı Roma İmparatorluğu 476'da yıkıldı.
I. Konstantin tarafından Konstantinopolis'te (günümüzde İstanbul)
kurulan Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu ise, Türklerin İstanbul'u
ele geçirdiği 1453 yılına kadar varlığını sürdürdü.
1071 yılında Selçuklu Türklerinin
Bizans İmparatorluğu'nu mağlup etmesinden sonra Anadolu'ya Türk
akınları başladı. 1077 yılında Anadolu'da, başkenti İznik olmak
üzere Anadolu Selçuklu Devleti kuruldu. Birinci Haçlı Seferi
sırasında İznik şehri Bizans'ın eline geçmiş, Sultan I. Kılıçarslan
da 1097 tarihinde başkenti Konya'ya taşımıştır ve bu tarihten
itibaren Konya, Selçuklu Devleti'nin başkenti olmuştur.
Türklerin Anadolu'ya girmesinden
sonra Türkler, Haçlılar, Bizanslılar ve Moğollar, bu toprakları ele
geçirmek için yoğun bir mücadele vermişlerdir. Haçlı Seferleri
düzenlenmiş, çeşitli Moğol istilaları gerçekleşmiş ve Bizans ile
Türkler arasında savaşlar yapılmıştır. 1243 yılında Anadolu Selçuklu
Devleti ile Moğollar arasında gerçekleşen Kösedağ Muharebesi
sonucunda Anadolu, Moğol hakimiyetine girmiştir ve Selçuklu Devleti
zayıflayıp yerini Türk beyliklerine bırakmıştır. Bu beylikler
arasında, Söğüt ve Bilecik çevresinde kurulu olan Osmanoğulları
Beyliği, 13. yüzyılın sonlarına doğru bağımsızlığını ilan etmiştir.
1453 yılında Osmanlı Devleti
padişahı II. Mehmed komutasındaki Osmanlı birlikleri
Konstantinopolis'i fethetti ve 1058 yıllık Bizans İmparatorluğu, hem
Anadolu hem de tarih sahnesinden silindi.
Osmanlı İmparatorluğu, 1453'ten
sonra uzun yıllar boyunca çok başarılı oldular ve ülkenin
sınırlarını Kuzey Afrika'dan Orta Avrupa'ya kadar genişlettiler.
1683'te en geniş sınırlarına ulaştılar, 19. yüzyılda da duraklama
sürecine girdiler. En sonunda Almanya ve Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu'nun yanında I. Dünya Savaşı'na katıldı. Savaştan
yenilgiyle ayrıldıktan sonra devletin elinde sadece Anadolu
toprakları kalmıştı. 1919 tarihinde başlayan Türk Kurtuluş Savaşı,
1922'de Türklerin zaferiyle sonuçlandı. İngilizleri, Fransızları,
İtalyanları ve Yunanları yendikten sonra 1 Kasım 1922'de Türkiye
Büyük Millet Meclisi tarafından 623 yıllık Osmanlı saltanatı
kaldırıldı, 29 Ekim 1923 tarihinde ise cumhuriyet ilan edilerek yeni
Türk devleti kuruldu. O zamandan beridir Türkiye Cumhuriyeti,
Anadolu topraklarında varlığını modern bir ülke olarak
sürdürmektedir.
i
Bu çağ buzul devrin olduğu, insanların henüz üretime geçmedikleri,
mağaralarda ve ağaç kovuklarında barındıkları bir dönemdir. Bu
dönemin Anadolu'daki izlerini, günümüzde Göbeklitepe, Karain,
Beldibi ve Belbaşı mağaralarında bulmak mümkündür.
i
Asya ve Avrupa'nın stratejik kesişme bölgesinde olmasından dolayı
Anadolu, tarih öncesi Prehistorya çağlardan beri pek çok uygarlıklar
için beşik olmuştur. Çatalhöyük, Çayönü, Hacılar, Göbeklitepe,
Karahantepe ve Yumuktepe bu uygarlıklardan bazılarının ilk yerleşim
yerleri olmuştur.
i
Karahantepe ya da Karahan Tepe, Türkiye'nin Şanlıurfa ilinde yer
alan arkeolojik sittir. Şehir merkezine 46 km uzaklıkta.
Neolitik dönemden kaldığı düşünülen 250 dikilitaşın bulunduğu alanda
ilk kazı çalışmaları Eylül 2019'da başladı. Karahantepe’deki
kazılarda, Göbekli Tepe ile çağdaş özel yapılar ve sırtında leopar
taşıyan insan heykeli ortaya çıktı. Bulunan birbirinden ilginç
heykeller, Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmeye başlandı.
Ana kaya içine 8m×6m boyutlarında oyulan AB Yapısı’nın özel amaçlar
için inşa edildiği düşünülüyor. Yapının uzun duvarının ortasında bir
insan başı yer alıyor. Boyun kısmı bir yılanı andırır biçimde
kayadan çıkan başta bir erkek betimlenmiş. Bu başın karşısında ön
sırada dört, arka sırada altı adet fallus biçimli dikilitaşlar
yerleştirilmiş. Yapıya bir kenarından merdiven ile iniliyor diğer
kenarından ise başka bir merdiven ile çıkılıyordu. Tüm bunlar
kapsamında yapının ritüelistik bir işlevinin olduğu düşünülüyor.
i
Göbeklitepe veya Göbekli Tepe, Şanlıurfa il merkezinin 18 km
kuzeydoğusunda, Örencik köyü yakınlarında yer alan dünyanın bilinen
en eski kült yapılar topluluğudur (dini ve yerel özellikler taşıyan
tören merkezi).
Bu yapıların ortak özelliği, T biçimindeki 10-12 dikilitaşın
yuvarlak planda dizilmiş, aralarının ise taş duvarla örülmüş
olmasıdır. Bu yapının merkezinde daha yüksek boyda iki dikilitaş
karşılıklı olarak yerleştirilmiştir. Bu dikilitaşların çoğu üzerinde
insan, el ve kol, çeşitli hayvan ve soyut semboller, kabartılarak
veya oyularak betimlenmiştir. Söz konusu motifler yer yer bir
süsleme olamayacak kadar yoğun olarak kullanılmıştır. Bu
kompozisyonun bir öykü, bir anlatım veya bir mesaj ifade ettiği
düşünülmektedir. Hayvan motiflerinde boğa, yaban domuzu, tilki,
yılan, yaban ördeği ve akbaba en sık görülen motiflerdir. Bir
yerleşim yeri değil, kült merkezi olarak tanımlanmaktadır. Buradaki
kült yapıların tarım ve hayvancılığa yakın olan son avcı grupları
tarafından inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda bölgenin
en erken kullanımının Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’ın yani
günümüzden en azından 11.600 yıl öncesine dayandığı ileri
sürülmektedir (MÖ 9.600-7.300). Bununla birlikte Göbekli Tepe'deki
en eski faaliyetleri tarihlendirme olanağı şimdilik yok, fakat bu
anıtsal yapılara bakıldığında Paleolitik Çağ'a kadar uzanan, birkaç
binyıl daha eskiye, epipaleolitike kadar giden bir geçmişi olduğu
düşünülmektedir. Göbekli Tepe'nin bir kült merkezi olarak
kullanımının MÖ 8 bin tarihine kadar devam ettiği ve bu tarihlerden
sonra terk edildiği, başka veya benzer amaçlarla kullanılmadığı
anlaşılmaktadır.
Bütün bunlar ve kazılarda ortaya çıkarılan anıtsal mimari, Göbekli
Tepe'yi eşsiz ve özel yapmaktadır. Bu bağlamda UNESCO tarafından
2011'de Dünya Mirası geçici listesine alındı ve 2018'de kalıcı
listeye girdi.
Söz konusu dikilitaşlar, stilize insan heykelleri olarak
yorumlanmaktadır. Özellikle D yapısı merkez dikilitaşlarının
gövdesinde bulunan insan el ve kol motifleri, bu konudaki her türlü
şüpheyi ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla "dikilitaş" kavramı,
işlev belirtmeyen yardımcı bir kavram olarak kullanılmaktadır.
Esasen bu "dikilitaş"lar, insan vücudunu üç boyutlu olarak
betimleyen stilize tarzda yontulardır.
Buradaki kazılarda çıkartılan bazı heykel ve taşlar, Şanlıurfa
Arkeoloji ve Mozaik Müzesi'nde sergilenmektedir. Göbeklitepe,
popüler kaynaklarda "tarihin sıfır noktası" nitelendirmesiyle de
anılır.
Göbeklitepe, 1963 yılında İstanbul Üniversitesi ve Chicago
Üniversitesince yürütülen “Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi
Araştırmaları Projesi” (Prehistoric Research in Southeastern
Anatolia) yüzey araştırmaları sırasında tespit edilmiştir.
i
Çatalhöyük, Orta Anadolu'da, günümüzden 9 bin yıl önce yerleşim yeri
olmuş, çok geniş bir Neolitik Çağ ve Kalkolitik Çağ yerleşim
yeridir. Doğu ve batı yönlerinde yan yana iki höyükten oluşmaktadır.
Doğudaki Çatalhöyük (Doğu) olarak adlandırılan yerleşme Neolitik
Çağ'da, Çatalhöyük (Batı) olarak adlandırılan batıdaki höyük ise
Kalkolitik Çağ'da iskan görmüştür. Bugünkü Konya şehrinin 52 km
güneydoğusunda, Hasandağı'nın yaklaşık olarak 136 kilometre
uzağında, Çumra ilçesinin 11 km kuzeyinde, Konya Ovası'na hakim
buğdaylık arazide bulunmaktadır. Doğu yerleşimini, en son Cilalı Taş
Devri sırasında ovadan 20 metre yüksekliğe kadar ulaşan bir yerleşim
birimi oluşturmaktadır.
Höyükler kabaca 2 bin yıl kesintisiz iskan edilmiştir. Özellikle
neolitik yerleşimin genişliği, barındırdığı nüfusu, oluşturduğu
güçlü sanat ve kültür geleneği ile son derece dikkat çekicidir.
Yerleşimde 8 bin üzerinde insan yaşadığı kabul edilmektedir.
Çatalhöyük'ün diğer neolitik yerleşimlerden temel farkı, bir köy
yerleşmesini aşıp kentleşme evresini yaşamakta olmasıdır. Dünyanın
en eski yerleşimlerinden biri olan bu yerleşimin sakinleri, ilk
tarımcı topluluklardan da biridir. Bu özelliklerinin bir sonucu
olarak 2009 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne eklendi.
UNESCO tarafından 2012 yılında Dünya Miras Listesi'ne dahil
edilmesine karar verildi.
Çatalhöyük konutlarının iç içe, yan yana yapılmış olması ayrı bir
araştırma konusu olmuştur. Bu konuda kazı başkanı Hodder, savaş ve
yıkım izlerine hiç rastlanmadığı için bu sıkışık yapılanmanın
savunma endişesine dayanmadığı görüşündedir. Muhtemelen birçok
kuşağı kapsayan aile bağlarının kuvvetli olmasıydı ve konutlar,
sahiplenilmiş arsalar üzerine, birbiri üstüne inşa ediliyordu.
Çatalhöyük'ün ilk yerleşimcilerinin avcı-toplayıcı bir topluluk
olduğu anlaşılmaktadır. Yerleşimin sakinlerinin 6. Tabakadan
itibaren Neolitik Devrim'i gerçekleştirdikleri, buğday, arpa ve
bezelye gibi bitkilerin tarımını yapmaya başladıkları, yoğun biçimde
avcılığa devam ederken sığırı evcilleştirdikleri belirlenmiştir.
Ekonomik faaliyetlerin bununla sınırlı olmadığı, Hasan Dağı'ndan
obsidiyen ve Ilıcapınar'dan tuz üretildiği, kasaba kullanımını aşan
üretim fazlasının civar yerleşimlere satıldığı düşünülmektedir.
Akdeniz kıyılarından geldiği düşünülen ve takı olarak kullanılan
deniz kabuklarının varlığı, bu ticaretin yayılımı hakkında bilgi
vermektedir. Öte yandan ele geçen kumaş parçaları dokumacılığın en
eski örnekleri olarak tanımlanmaktadır. Çanak çömlekçilik, ahşap
işçiliği, sepetçilik, kemik alet üretimi gibi zanaatlerin de
gelişkin durumda olduğu belirtilmektedir.
Konutların iç duvarlarında panolar yapılmıştır. Bazıları bezeksiz,
kırmızının çeşitli tonlarında boyalıdır. Bazılarında geometrik
bezekler, kilim desenleri, iç içe geçmiş daireler, yıldızlar ve
çiçek motifleri bulunmaktadır. Bir kısmında el ve ayak izleri,
tanrıçalar, insan, kuş ve diğer hayvanlar, av sahneleri ile doğal
çevreyi yansıtan çok çeşitli tasvirlerle bezenmiştir. Kullanılan
diğer bir bezeme türü kabartma betimlemelerdir. İç düzenlemelerde
platformlara oturtulmuş boğa başları ve boynuzları ilginçtir. Birçok
evin duvarında gerçek boğa başlarının kille sıvanmasıyla yapılan
kabartmalar mevcuttur. Bazı mekanlarda bunlar bir dizi halindedir ve
Mellaart tarafından bu yapıların kutsal mekan ya da tapınak olduğu
ileri sürülmektedir.
Konut duvarlarında yer alan tasvirler av ve dans sahneleri, insan ve
hayvan resimleridir. Hayvan resimleri akbaba, leopar, çeşitli
kuşlar, geyik ve aslan gibi hayvanlardır. Ayrıca 8800 yıl öncesine
ait, kilim motifleri denilebilecek motifler de görülmektedir ve
günümüz Anadolu kilim motifleriyle ilişkilendirilmektedir. Figürin
buluntular sığır, domuz, koyun, keçi, boğa, köpek ve tek olarak
sığır boynuzlarıdır.
Çatalhöyük Doğu Höyük'te III. tabakadan X. tabakaya kadar olan
tabakalarda, kutsal yapıların içinde çok sayıda pişmiş kilden
yapılma Ana tanrıça heykelcikleri, boğa başı ve boynuzları ile kadın
göğsü rölyefleri bulunmaktadır. Ana Tanrıça, genç kadın, doğuran
kadın ve yaşlı kadın olarak betimlenmiştir. Bu buluntuların
tarihlendirilmesiyle Anadolu'da en eski Ana Tanrıça Kült
merkezlerinden birinin Çatalhöyük olduğu kabul edilmektedir.
Bereketi simgeleyen Ana Tanrıça Kültü'nde erkek ögeyi boynuzlu boğa
başlarının temsil ettiği düşünülmektedir. Güleryüzlü ve sevecen
betimlemeler Ana Tanrıça'nın doğaya sunduğu yaşamı ve bereketi
simgelerken, kimi zaman korkunç denebilecek betimlemeler de, bu
yaşam ve bereketi geri alabilme yetisini ifade etmektedir. Elinde
akbaba olabileceği düşünülen yırtıcı bir kuşla betimlenen tanrıça
heykeli ile yarı ikon tarzı ürkütücü heykelcik ise, Ana Tanrıça'nın
ölüler ülkesiyle bağını temsil etmektedir. İki yanındaki leoparlara
dayanmış durumda doğum yapan şişman kadın figürü ile aslanlı
tahtlarda oturur biçimde tasvirlerine rastlanan Tunç Çağı
Mezopotamya'sının İnanna - İştar'ı ve Mısır inancındaki İsis -
Sekhmet'i arasındaki benzerlik dikkat çekicidir.
Öte yandan Çatalhöyük Neolitik yerleşiminde konutun sadece barınmak,
erzak ve eşya depolamak / güven altına almak gibi işlevlerinin
olmadığı, aynı zamanda bir dizi sembolik anlam üstlendiği
anlaşılmaktadır. Hem konutlarda hem de kutsal mekan olarak görülen
yapıların duvar resimlerinde ana tema boğa başlarıdır. Günümüzde
yabani sığır olarak tanımlanan boğaların alın kemikleri, alın
kemiklerinin boynuzların oturduğu kısımlar ve boynuzlar, kerpiç
dikmelerle birleştirilerek mimari öge olarak kullanılmıştır.
Konutlardaki duvar resimlerinin, ölülerin gömülmüş olduğu kesimlerde
daha yoğun olduğu dikkati çekmiş, bunun belki de ölülerle bir çeşit
iletişim kurma amaçlı olduğu ileri sürülmüştür. Öyle ki duvar
resimlerinin üstünün tekrar sıvanmasından sonra, sıva altında kalan
resmin aynen yeni sıva üzerine boyanmış olduğu saptanmıştır.
Çatalhöyük, daha eski ya da çağdaşı yerleşimlerden farklı
özelliklere sahiptir. Başta, onbin kişiye ulaşan nüfusudur.
Çatalhöyük'ün bir başka farklılığı da, belirli bir büyüklüğe ulaşan
yerleşimlerde merkezileşmiş yönetim ve hiyerarşinin ortaya çıktığı,
genellikle kabul edilmektedir. Oysa Çatalhöyük'te kamusal binalar
gibi toplumsal işbölümüne ilişkin kanıtlar bulunmamaktadır. Son
derece büyük bir nüfusu barındırır hale gelmesine karşın Çatalhöyük
"eşitlikçi bir köy" niteliğini yitirmemiştir.
i
Radyokarbon örneklerinin sonuçlarına göre, Aşıklı Höyük’te
yerleşiklik MÖ 9. bin yılda başlar ve MÖ 8. bin yıl sonuna dek
sürer. Yerleşme yaklaşık olarak MÖ 8200-7500 arasına
tarihlenmektedir. Aşıklı topluluğu, bu bin yıla yakın süre boyunca
yerleşimi hiç terk etmez. Bu kesintisiz iskan süreci, yerleşim
düzeni ve mimaride radikal değişim ve dönüşümler ile ve aynı zamanda
ekonomide ve teknolojide oldukça yavaş ve kademeli bir değişim ile
birlikte takip edilebilmektedir. Bu bağlamda Aşıklılılar, bölgede
yerleşikliğe geçen ilk avcı-toplayıcılardandır ve gerek ilk
yerleşiklik süreçleri gerekse de bin yıllık iskan süreci içerisinde
yerleşikliğe adaptasyon ile birlikte yaşam biçimleri teknik, sosyal,
kültürel, bilişsel boyutlarda tümüyle okunabilmektedir. Kısaca
diyebiliriz ki, insanlık tarihinin en önemli değişim ve dönüşüm
süreçlerinden biri olarak avcı-toplayıcı ve göçer yaşamdan yerleşik
yaşama geçiş süreci Orta Anadolu’nun Volkanik Kapadokya Bölgesi’nde
Aşıklı Höyük özelinde izlenebilmektedir.
Mimarlık tarihinin önemli gelişim ve dönüşüm süreçleri Aşıklı
Höyük’te adım adım izlenebilmektedir. Mimaride saz ve ağaç gibi
doğadan doğrudan temin edilebilen organik malzemelerin kullanımı,
kerpiç üretimi ve kerpicin çeşitli şekillerde inşa malzemesi olarak
tercih edilmesi, oval planlı kulübelerden dörtgen planlı konutlara
geçiş ve yerleşme düzeninde dönüşüm gibi Yakın Doğu Neolitik Çağ
mimarisini karakterize eden önemli dönüm noktaları ve değişim
süreçleri Orta Anadolu Neolitiği bağlamında Aşıklı Höyük’te bin
yıllık kesintisiz bir iskan sürecine paralel olarak takip
edilebilmektedir.
i
Çayönü Höyüğü ya da Çayönü Tepesi Diyarbakır il merkezinin
kuzeybatısında, Ergani İlçesi'nin 7 km güneybatısında yer alan bir
höyüktür. Höyük, 4,5 metre yükseklikte 160 x 350 metre boyutlarında
yayvan, geniş bir tepe üzerindedir. Güneyinden Boğazçay Deresi
geçmektedir.
Bilinen neolitik yerleşmelerin pek çoğundan daha geniş bir kazı
çalışmasının yapıldığı Çayönü, yerleşik avcı – toplayıcılıktan tarım
yapan ve hayvan yetiştiren bir topluma geçişi kesintisiz bir silsile
olarak vermektedir. Bunun gibi iyi korunmuş mimarisi, bu alandaki
gelişme aşamalarını iyi izlemeyi sağlamaktadır. Diğer yandan
sağlanan tüm bilgiler yerleşim planları, günlük yaşam ve sosyal
yapılanış hakkında da geniş bilgi sağlamaktadır. Bu bağlamda Çayönü,
neolitikleşme sürecinin anlaşılmasında son derece önemli bulgular
sağlamıştır.
Yerleşmede konutlar dışında, tüm topluluğun kullanımı için inşa
edilmiş, bir bakıma kamusal nitelikte yapılar vardır. Birer kült
yapısı olarak görülen bu yapılar hem plan, hem yapı tekniği, hem de
içeride ele geçen buluntuların niteliği yönünden konutlardan
farklılık göstermektedir. Bu yapıların ortak özellikleri çevre
duvarlarının içten payelerle donatılmış olması ve her ne kadar
farklı teknikler kullanılmış olsa da hepsinde özenle işlenmiş geniş
döşemelerin görülmesidir.
Çayönü, 1963 yılında İstanbul Üniversitesi ve Chicago
Üniversitesi'nce yürütülen “Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi
Araştırmaları" Karma Projesi (Prehistoric Research in Southeastern
Anatolia) yüzey araştırmaları sırasında tespit edilmiştir.
Çayönü kazıları ve izleyen çalışmalar, her şeyden önce aynı
kültürün, zaman içinde gösterdiği gelişmeyi izleyebilmek açısından
önemli bilgiler sağlamıştır.
i
Hacılar Höyük, Burdur İl merkezinin 26–27 km güneybatısında yer alan
bir höyüktür. Toroslar'ın kuzeye uzanan sırtları arasında oluşmuş
bir vadide bulunmakta olup batısında Koca Çay akmaktadır. Höyükteki
kazılar 1957-60 yıllarında yapılmıştır.
Kazılarda II. tabaka MÖ 6. binyılın ikinci yarısına
tarihlenmektedir. Dörtgen bir yerleşmedir ve yaklaşık 2 bin
metrekarelik bir alana yayılmaktadır. Hacılar IIA'nın yangınla
tahribinden sonra kurulan Hacılar I yerleşmesi kültürde belirgin bir
değişmeyi göstermektedir.
Höyükteki en önemli buluntulardan biri de arkeolojik yayınlarda
"Hacılar tipi" olarak geçen kadın biçimindeki kaplardır. Hacılar'da
bulunan "ayrışık kaplar"dan bazıları kuş, oturur ve başını geri
çevirmiş durumda betimlene bir geyik biçimli kaptır.
Hacılar Höyük seramik çanak çömleği genel olarak elde yapılmış, krem
zemin üzerine kahverengi bezemeli çanak çömleklerdir. Oval ağızlı
kaseler, küre gövdeli çömlekler, büyücek vazolar, dikdörtgen
çanaklar, küpler ve testiler, genel mal türleridir.
Yerleşmenin, Erken Kalkolitik Çağ sonunda, dış saldırılar altında
terk edildiği ileri sürülmektedir.
i
Yumuktepe (veya Yümüktepe), Mersin kent içinde bulunan ve arkeolojik
açıdan büyük önemi olan bir höyük.
Höyükte 33 tabakalı yerleşim saptanmıştır. Prehistoric Mersin adlı
yapıtda taş ve sermikten ev aletlerinin ve üretim araçlı aletlerin
listesini verilmektedir. Yumuktepe'de tarım yapılmış, koyun, keçi
domuz ve sığır beslenmiştir. MÖ 4500'de Neolitik döneme (Cilalı Taş
devri) denk gelen tabakada ise Dünya tarihindeki kaleye benzeyen ilk
yapı saptanmıştır. Maden devriyle birlikte maden de kullanılmaya
başlanmıştır. Hatta bir görüşe göre, Dünya’da ilk bakır izabe
tesisleri Yumuktepe’de kullanılmaya başlanmıştır.
MÖ 3200 sonrasına ait arkeolojik kayıtlar yetersizdir. Hatta bir
süreliğine yerleşim yerinin terk edildiğini ileri sürenler de
vardır.
Yumuktepe daha sonra Hitit imparatorluğuna bağlı Kizzuvatna
devletinin sınırları içerisinde kalmıştır.
Hitit imparatorluğu MÖ 1200'lü yıllarda Batı'dan gelen ve
Mısırlılar’ın Deniz Halkları adını verdiği büyük bir göç dalgasıyla
yıkıldı. Yumuktepe'nin de gerek bu göç dalgasından ve gerekse daha
sonraki yıllarda başlayan Asur saldırılarından büyük zarar gördüğü
anlaşılıyor.
Roma imparatorluğunun ilk zamanlarında Yumuktepe'nın güneyinde
Zephyrium adlı bir liman kenti vardı. Fakat Roma imparatoru
Hadrianus zamanında adı Hadrianapolis olarak değiştirildi. Ne var
ki, deniz kıyı çizgisinin güneye kayması ve 10 km kadar güney
batıdaki Solipolis'in deniz ticaretini ele geçirmesi Yümüktepe’nin
gerilemesi sonucunu doğurdu. Yumuktepe daha sonraki dönemlerde liman
olarak bütün önemini kaybetti. Ancak kalenin ortaçağa kadar
kullanıldığı anlaşılmaktadır.
i
Sümerler, yaklaşık olarak MÖ 4000-2000 yılları arasında Irak'ın
güneyinde (Güney Mezopotamya) yerleşik olan, medeniyetin beşiği
olarak bilinen coğrafi bölgede yaşamış bir uygarlıktır. Dünyanın
bilinen en eski uygarlıklarından birisi olarak kabul edilir.
Sümerler, "Bereketli Hilal" olarak adlandırılan Mezopotamya
bölgesinde ortaya çıkan sayısız medeniyetin temelini atmıştır.
Ayrıca yazı ve astronomi de tarihte ilk kez Mezopotamya'da,
Sümerlerde ortaya çıkmıştır. Genel düşünce, Sümerlerin, çağdaşı olan
halklarla yakın bir etkileşim ve benzerliklerinin olduğu yönündedir.
Sümer Devleti'nin, Sami olmayan izole bir topluluk tarafından
kurulmuş olduğu kabul edilmektedir.
Mezopotamya'da yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha
sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerlerdir. Gerekse yazı,
dil, tıp, astronomi, matematik; gerekse de din, fal, büyü, mitoloji
gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum Sümerlerdir.
"Yaratılış" ve "Tufan"a, "Emeş ve Enten"e ilk kez Sümerlerde
rastlanır. Yılbaşı ağacı süsleme, evlilik yüzüğü, nazar boncuğu da
ilk olarak Sümerlerde görülmüştür. Sümer döneminde 21'i küçük olan
yaklaşık 35 büyük şehir ve kasaba vardı. Bunlar arasında Kiş,
Nippur, Zabalam, Umma, Lagaş, Eridu, Uruk ve Ur sayılabilir.
MÖ 4000 yılları başlarında Sümer sınırları kanallar veya sınır
taşları ile belirlenmiş bir düzine şehir devletine bölünmüştü. Bütün
şehirlerin merkezinde şehre ait özel bir sahip tanrı veya tanrıçaya
adanmış olan ve bir rahip yöneticinin (ensi) veya kralın (lugal)
idaresindeki tapınak bulunurdu.
Sümer şehri, Mezopotamya'nın güney ucunda, Dicle ve Fırat nehirleri
arasında, sonradan Babil olmuş, günümüzde de Irak'ın Bağdat
şehrinden Basra Körfezi'ne kadar olan bölgede idi.
Sümer şehri, Sümerlerden önce yaşamış ve Sümerce konuşmayan ve Sami
olmayan bir halk tarafından, MÖ 4000-2350 yılları arasında
kurulmuştur. Bu halka günümüzde Proto-Fıratlılar ya da Ubaidliler
denmektedir. Ubaid ismi Al-Ubaid şehrindeki kazı alanından gelir.
Ubaidliler Sümer şehrinde kurulmuş ilk medeniyettir. Bataklıkları
tarım için kurutmuşlar, ticaret, dokumacılık, dericilik, demircilik,
taş oymacılığı ve çanak-çömlekçilik gibi işlerle uğraşmışlardır.
Ubaidlilerin bölgeye yerleşmesinden sonra çeşitli Sami halklar da
aynı bölgeye yerleşmiş, kültürlerini Ubaidlilerinki ile karıştırarak
Sümerler öncesi yüksek bir medeniyet kurmuşlardır.
Çoğu tarihçiye göre, Sümerler MÖ 5500 ve 4000 yılları arasında
bölgeye kalıcı olarak yerleşmiş Batı Asya halkıdır. Samuel Noah
Kramer, "Tarih Sümer'de Başlar" kitabında; İran'dan gelen göçebeler
ve Samilerin karışımı olan bir köy kültürü ile Sümer tarihinin
başladığını yazıyor. Bu iki halkın ve kültürlerinin karışması
zamanla Güney Mezopotamya'daki ilk şehir devletini oluşturuyor.
Zamanla bölgeye hakim olmak için mücadele eden şehir devletlerine
dönüşüyorlar. Genelde Samilerin üstün çıktığı bu mücadelelerde,
Mezopotamyalılar diğer bölgelere genişlemeye başlıyorlar ve yakın
doğuda ilk imparatorluğu kuruyorlar.
Bu imparatorluk zamanla Elam olarak da bilinen bölge dahil olmak
üzere, İran'ın batı düzlüklerine kadar yayılıyor. Bu Mezopotamya
imparatorluğu, Hazar Denizi ya da Kafkaslardan geldiği tahmin
edilen, ilkel ve göçebe Sümerler ile karşılaşıyor. Mezopotamya ile
ilkel kabileler arasında tampon görevi yapan Sümerliler ne pahasına
olursa olsun direniyorlar. İlk karşılaşmalarda kendilerinden
teknolojik ve kültürel anlamda gelişmiş olan Mezopotamyalılar üstün
geliyor. Zamanla esir ya da paralı asker olarak Mezopotamya
kültürünü yakından tanıyan Sümerler, kendilerine gerekli olan askeri
teknolojiyi öğreniyor ve kendi kültürlerine uyguluyorlar. Zamanla
gerilemeye başlayan Mezopotamya devletine üstün gelmeyi ve önce batı
İran topraklarını sonra Kuzey Mezopotamya'yı almayı başarıyorlar.
Fethettikleri bu bölgede ilk Sümer devletini kuruyorlar.
Bazı araştırmalarda Sümerlilerin zayıflaması Sümer topraklarındaki
tuzlanma ve buna bağlı tarımsal üretimin düşmesi gibi ekolojik
nedenlere bağlanır.
Sümer bölgesinde Gılgamış destanı gibi anlatımlara konu olan büyük
bir sel meydana gelmiş ve bu Tufan'dan sonra bazı şehir devletleri
diğerleri üzerinde hakimiyet kurmuşlardır. Şehirleri birleştiren
kralların ilki, MÖ 2800 yıllarında Kiş kralı olan Etana dır. Kiş,
Erech, Ur ve Lagaş şehirleri diğerlerine hâkim olabilmek için
asırlar süren mücadelelere giriştiler. Bu durum Sümerleri harici
düşmanlara karşı zayıf bıraktı. Önce Elamlılar (MÖ y. 2530-2450) ve
sonra Kral Sargon yönetimindeki (MÖ 2334-2279) Akadlılar Sümerlere
saldırdılar. Sargon hanedanı yaklaşık 1 asır iktidarda kaldı ve
şehir devletlerini birleştirdi. Sargon hanedanının yönetim modeli
tüm Orta Doğu medeniyetlerini etkilemiştir.
Akadlar tarafından çökertilmesi sonrasında Sümerler bir daha eski
haline gelemedi. MÖ 2000'li yıllarda bağımsız kimliklerini
kaybettiler. Ardından gelen Akad ve Babil uygarlıkları çoğunlukla
Sümerlerin izlerini taşıdılar. Kendilerine özgü dilleri ve çivi
yazıları uzun süre yaşadı. Sümer inanışları ve mitolojisi
İbranilerin Babil sürgünü yoluyla Yahudi, Hristiyan ve İslam
inanışlarını etkilediği gibi Fenike-Yunan-Roma bağlantısıyla da
günümüze dek ulaşmıştır.
i
Anadolu'da ''tunç''un metal olarak kullanılması, MÖ 4. binyılda
Karaz Kültürü etkisiyle oldu. Bölgeye Akadlar gelene kadar Anadolu,
tarih öncesi çağlarını yaşıyordu. Üretim için çeşitli malzemeleri
buradan sağlama amacındaki Akad İmparatorluğu, MÖ 2400 yılında Büyük
Sargon liderliğinde bölgeyi etkisi altına aldı. Anadolu'nun çok
zengin bakır rezervleri olduğu halde tunç için gerekli kalay yeterli
miktarda bulunamıyordu. Akadlar, Mezopotamya'daki iklim
değişiklikleri ve ticareti olumsuz etkileyen insan gücünün azalması
sonucu zayıfladı. Yaklaşık MÖ 2150'de Gutlar, Akkad İmparatorluğu'na
son verdi.
Akkad İmparatorluğu veya Akad İmparatorluğu, uzun ömürlü Sümer
uygarlığından sonra Mezopotamya'nın ilk antik imparatorluğuydu.
Merkezi Akad şehri ve çevresindeydi. İmparatorluk, Mezopotamya,
Levant ve Anadolu'da nüfuz sahibi oldu ve Arap Yarımadası'nda Dilmun
ve Magan'a (günümüz Suudi Arabistan, Bahreyn ve Umman) kadar güneye
askeri seferler düzenledi.
Akad İmparatorluğu, kurucusu Akkadlı Sargon'un fetihlerinin ardından
M.Ö. 24. ve 22. yüzyıllar arasında siyasi zirvesine ulaştı. Sargon
ve ardılları altında, Akad dili zamanla Elam ve Gutium gibi komşu
fethedilen devletlere empoze edildi. Akkad bazen tarihte ilk
imparatorluk olarak kabul edilir, ancak bu kesin değildir ve daha
öncede Sümerler vardır
Akad, Mezopotamya'nın Güney Merkez kesiminde, Dicle ve Fırat
nehirlerinin birbirlerine en çok yaklaştıkları yerde bulunan
tarihsel bölge. Antik Babil medeniyetlerinin ana yurdu olan Akad'ın
kuzeyinde Asur bölgesi, güneyinde ise Sümer bölgesi yer alıyordu.
Akad isminin yerini zamanla Babil kelimesi almıştır.
Akad ismi, Sami kökenli I. Sargon'nun (Akad dilinde Şarrukin) MÖ
2300'lerde kurduğu Agade şehrinin isminden gelmektedir. Bu dönemden
itibaren tüm Güney Mezopotamya hükümdarları kendilerini Sümer ve
Akad kralı diye isimlendirmişlerdir. Akad, yeryüzünün ilk güçlü
imparatorluğu olan Akad İmparatorluğu'nun merkez topraklarını
oluşturuyordu.
Naram Sin (MÖ 2254 - 2218) dedesi Sargon'un bıraktığı imparatorluğun
sınırlarını koruyup genişletti. Güneyde Sümerler'e, doğuda
Elamlılar'a ve kuzeyde Anadolu'ya seferler yapmıştır. Bunlardan
kendisine ait Şartamhari metinlerinde, Anadolu'da 17 krallıktan
oluşan bir orduya karşı savaştığını, bunlar arasında
Puruşhanda, Karşaura, Kaniş gibi krallıklar
olduğunu, bu ordunun başında Hatti Kralı Pampa'nın yer aldığından
söz etmektedir. Naram Sin'den sonra yerine oğlu Şar-Kali-Şarri (MÖ
2217 - 2193) geçmiştir. Şar-Kali-Şarri döneminde, ona karşı Anadolu,
Elam ve Güney Mezopotamya'da ayaklanmalar olmuş ve dağ kavimleri
bölgeye saldırılar yapmıştır.
Naram Sin'den sonra yerine geçen oğlu Şar-Kali-Şarri'nin ölümünden
sonra Önce Orta Babil'de küçük bir toprak parçası olarak devam eden
Akkadlar, MÖ 2154 yılında Gutiler tarafından ortadan kaldırılmıştır.
i
Gutiler, Güney Mezopotamya'da, Zagros Dağlarında (günümüzde İran)
yaşamış göçebe bir halk. Gutilerin yaşadıkları bölge Gutium olarak
adlandırılmıştır. Mezopotamya'daki ilk imparatorluk olan Akad
İmparatorluğu'nun MÖ 3. binyılın sonlarında yıkılmasında etkili olup
ardından bölgenin hakimiyetini ele geçirmiş, Sümer Guti Hanedanı'nı
kurmuşlardır.
i
Babil, Mezopotamya’da adını aldığı Babil kenti etrafında MÖ 1894
yılında kurulmuş, Sümer ve Akad topraklarını kapsayan bir
imparatorluktur. Babil'in merkezi bugünkü Irak'ın El Hilla kasabası
üzerinde yer almaktadır. Babil halkının büyük bir kısmını tarih
boyunca çeşitli Sami asıllı halklar oluşturmuştur. Bölgede
konuşulmuş en yaygın dil Akadca olmuş olmasına rağmen Sümerce dinsel
dil olarak kullanılmıştır. Aramice ise ilerleyen yıllarda bölgenin
lingua francası konumuna gelmiştir.
Başlangıçta Akad İmparatorluğu'nda yer alan önemsiz ve güçsüz bir
şehir iken, şehrin Amori hükümdarı Hammurabi tarafından kısa süre
içinde büyüyen ve gelişen şehir, kısa ömürlü de olsa bölgedeki en
güçlü imparatorluklardan biri haline gelmiştir. Bu dönemden sonra
tüm Güney Mezopotamya'ya Babil denilmeye başlanmış, devletin kutsal
şehri Nippur olmuştur. Hammurabi'nin oğlu altında güçten düşen
devlet uzun süre boyunca Asur, Kassit ve Elam egemenliği altında
kalmıştır. Şehir Asurlular tarafından yıkılıp yeniden inşa
edilmiştir. MÖ 609-539 yılları arasında hüküm sürmüş Yeni Babil
İmparatorluğu, bağımsızlığını Asurlulardan Keldani Nebupolassar
önderliğinde kazanmıştır. Bu devletin de çökmesi ile Babil şehri
Ahameniş, Seleukos, Part, Roma ve Sasani egemenliği altında
kalmıştır.
Babil'in Asma Bahçeleri, Dünyanın Yedi Harikası'ndan biridir. MÖ 7.
yüzyılda Babil kralı Nebukadnezar tarafından yaptırılmıştır.
Babil'in çorak Mezopotamya çölünün ortasında; ağaçlar, akan sular ve
egzotik bitkilerin bulunduğu çok katlı bir bahçedir. Coğrafyacı
Strabon'un 1. yüzyıldaki tanımına göre:
"Bahçeler birbiri üzerinde
yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve
büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla
doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve
asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat
Nehri'nden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Bu şekilde
üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya
doğru akıyordu"
Söylenceye göre, Nebukadnezar bu yapıyı sıla hasreti çeken karısı
Semiramis için yaptırmıştır. Semiramis, Medes kralının kızıdır.
Mezopotamya'nın düz ve sıcak ortamı onu bunalıma itmiş, kral da
karısının hasretini sona erdirmek için yapay dağların olduğu,
suların aktığı yemyeşil bir bahçe yaptırmıştır. Bu yüzden bazen
Semiramis'in asma bahçeleri olarak da anılır.
i
Gutları yenen Asurlular, gümüş başta olmak üzere bölgedeki maden
kaynaklarına sahip çıktı. Asurluların Kaniş'te bulunan çivi yazısı
tabletlerinden, gelişmiş ticaret hayatına sahip oldukları
anlaşılıyordu. i
Hattiler, M.Ö. 2500-2000/1700 yıllarında Anadolu'da yaşamış bir
uygarlık. Anadolu Yarımadası'nın bilinen en eski adı Hatti
ülkesi'dir.
İlk defa Mezopotamya yazılı kaynaklarında Akad sülalesi döneminde
(M.Ö. 2350-2150) kullanılan bu adlandırma, M.Ö. 7. yüzyıl Asur
yıllıklarında görüldüğü üzere, M.Ö. 630 tarihlerine değin
süregelmiştir. Böylece Anadolu en az 1.500 yıl boyunca Hatti ülkesi
olarak tanındı.
Bu ad o denli yerleşmişti ki Anadolu'da Hattilerden sonra yaşayan
Hititler yaşadıkları ülkeden söz ederlerken, Hatti ülkesi deyimini
kullandılar. Bu ve bazı arkeolojik bulgular nedeniyle uzun yıllar
boyunca Hititler ve Hattilerin aynı ırk ya da akraba ırklar
oldukları varsayıldı.
Hititlerin Hattuşa tabletlerini ilk okuyan filologlar, hep bu tabire
rastladıkları için bambaşka bir dil konuşan bu yeni kavme de Hatti
adını taktılar.
Hititlerin Hattilerden geldiği iddiası bir spekulasyon. 2 halk
birbirinden dil ve ırk bakımından tamamıyla ayrıdır.
Ancak kültürel açıdan bakıldığına Anadolu Hatti sanatının Hititler
tarafından alındığını ve köklü Hatti geleneğinin Hititlerde
yaşadığını görürüz. Hatti yer isimleri, şahıs isimleri ve efsaneleri
Hitit kültüründe yer almıştır. Gerek Alaca Höyük, gerekse son
yıllarda yapılan arkeolojik kazılar, Hatti kültürünün gücünü ortaya
koymaktadır.
Anadolu'ya ne zaman geldikleri bilinmeyen, belki dağınık gruplar
hâlinde gelmiş olan Hititler, bu gücün bir parçası olmuşlardır.
Hitit Krallığı'nın hâkim yönetici sınıfı olan ve Hatti geleneği
taşıyan Hitit kralları, Anadolu'yu teokratik tabanlı bir feodal yapı
içinde yönetmişlerdir.
Anadolu'daki Hatti beylikleri bir protohistorya (ön tarih)
uygarlığıdır. Başka bir deyişle onlar henüz yazı kullanmadıkları
için tarihsel sürece ait değildirler. Ancak bu beyliklerin konuştuğu
dil, inandıkları din, yaşattığı örf ve âdetleri hakkında Hititler
yolu ile birçok bilgiye sahip bulunmaktayız. Bu nedenle Hatti
beylikleri ön tarih (protohistorya) uygarlığının güzel bir
örneğidir.
i
Hurriler veya Hurri Devleti, MÖ 3. binyıldan itibaren, Sümer, Akkad,
Hitit, Ugarit ve Mısır kaynaklarında hakkında bilgiler bulunan,
Mezopotamya ve Yukarı Dicle bölgelerinde hüküm süren, konuştukları
dil itibarıyla (Hurrice) Asya kökenli olduğunu kabul edilen ve MÖ 7.
yüzyıla kadar varlığını sürdüren devlet.
Erken Tunç Çağı'na ait Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki kültür
yerleşimlerinden olan Karaz Kültürü'nde ve Suriye'de bulunan çanak -
çömlek türlerinin Hurrilere ait olduğu kabul edilmektedir.
Hurillerle ilgili Akkad dönemi belgelerinden MÖ 3. binyılın
sonlarında Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Mezopotamya'da yaşadıkları
anlaşılmaktadır. Bir müddet Akad hakimiyetine giren ve Akatça yazı
dilini kullanan Hurriler, Akkadlar'ın yıkılmasından sonra
bağımsızlığına kavuşmuşlar, bir takım beylikler kurmaya
çalışmışlardır. Ancak Sümerler'in Üçüncü Ur Hanedanı zamanıda,
Şulgi'nin bölgeye hakim olması sonucu Hurriler bağımsızlığını
yeniden yitirmişlerdir. Mari'de bulunan mektuplarda, Hurri kökenli
bir topluluk olan Turukkiler'in yiyecek maddeleri yağmaladıkları
yazılmıştır. Kayseri yakınlarında bulunan Kültepe'de bulunan çivi
yazılı belgelerde çok sayıda Hurrice belgeye rastlanmıştır. Bu
belgelerde Hurrice sözcükler bulunması, bu dönemde Hurrilerin Orta
Anadolu'ya kadar etkisini sürdürdüğünü göstermektedir. Babil
kaynaklarında, Hitit Kralı I. Murşili'nin, Babil seferinin dönüşünde
Hurriler ile savaştığı yazmaktadır.
Artan nüfusun bir sonucu olarak MÖ 2500'lerde bölgedeki otlakların
yetersiz kalması nedeniyle güney yönünde yayılma göstermişlerdir. Bu
göçler iki ana hat üzerinden, Urmiye Gölü çevresinden Mezopotamya ve
Elazığ - Malatya üzerinden Kuzey Suriye ve Filistin'e olmuştur.
Mitannilerin MÖ 16. yüzyılda Doğu Anadolu Bölgesi, Güney Doğu
Anadolu ve Kuzey Suriye'ye olan göçleri vardır. Bu göçler Hurrilerin
yaşadıkları yerlere olduğundan, Hurriler batıya doğru kaymışlardır.
Bu kaymalar sonucu Hititler ile mücadeleler başlamıştır. Bazı Hurri
kabileleri ise Mitanni egemenliğini kabul ederek onların yeni bir
devlet kurmalarına yardım etmiştir. Mitannilerin ikinci göçü ile
birlikte, yine batıya kayma olmuş ve Hurriler Hitit denetimindeki
Çukurova bölgesini ele geçirerek burada Kizzuvatna Devleti'ni
kurmuşlardır. I. Murşili'nin ölümünden sonra Hititler uzun süren bir
taht kavgasına başlamışlardır. Bu durumdan yararlanan Hurriler
Hattuşaş'a kadar ilerlemiştir. Burada kraliçe ve çocuklarını esir
almışlardır. Hitit Kralı I. Zidanta zamanında Hititler bu devleti
tanımış ve kral Pilliya ile barış anlaşması yapmıştır.
i
Mitanniler, Kizzuvatna dışında yaşayan Hurrilerin önemli bir kısmını
hakimiyeti altına alarak, toprakları bugünkü Kerkük bölgesinden
Akdeniz'e kadar uzanan bir devlet kurmuşlardı. Türkiye - Suriye
sınırına yakın bir yerde Resulayn civarında olduğu kabul edilen
Vaşşuganni şehrini başkent yapmışlardı. Hurri - Mitanni Devleti'nin
nüfusunun çoğunluğunu Hurriler oluşturmaktaydı. Devlet soyluları
Hurrice isimler kullanmaktaydı. Mitani kralı Tuşratta'nın Mısır
firavununa gönderilen ve Amarna'da bulunan mektupların çivi yazısı
kullanılarak Hurrice yazılması, Tuşratta'nın Akatça yazılmış diğer
mektuplarda, karşılığı bilinmeyen kelimeler için Hurrice
kullanılması ve Tuşratta'nın bazen kendinen Hurri Kralı olarak
bahsetmesi Mitanni Devleti'nin resmi dilinin Hurrice olduğunu
göstermektedir. Ayrıca, Mısırlarla yapılan yazışmalarda, Hurri -
Mitanni Devleti'nin Hititler'e karşı başarılar kazanıldığı
öğrenilmektedir.
Hititler'in tahtına I. Şuppiluliuma'nın gelmesiyle Hititler bölgede
yeniden güçlenmeye başlamışlardır. Şuppiluliuma ilk önce Kizzuvatna
Devleti'ni bir anlaşmayla Hititler'e bağlamış, daha sonra Vaşşuganni
üzerine bir sefer yaparak Hurri - Mitanni Devleti'ne son vermiştir.
Fakat Şuppiluliuma'nın ölümünden sonra bölgede Hitit egemenliği
azalmış ve Hurri - Mitanni devleti kendini toparlamıştır. Devletin
varlığı Asur kralı I. Tukulti-Ninurta dönemine (MÖ 1244 - 1208)
kadar sürmüştür.
Hurrice, Hint-Avrupa ve Sami dilleri benzememektedir.
Ayrıca eklerden oluşan Hattice’den de farklıdır.
Hurrice’nin başlıca özelliği kelimelerin arkasına eklenen eklerle
oluşturulması iken bilinen hiçbir sondan eklemeli dile
benzememektedir.
Hurrice, göçler sonucu oluşan Mitanni Devleti ve
Hititler tarafından benimsenmiş, günlük yaşamdan kralların aldığı
unvanlara kadar kullanmışlardır.
i
Luviler, Anadolu’da yaklaşık olarak M.Ö. 2300'e doğru ortaya çıkmış
bir halktır. Luvice denilen bir dil konuştukları bilinmektedir.
Anadolu’nun Hitit öncesi tarihi henüz tam olarak aydınlatılamamış
olmakla birlikte 1906'da Hititlerin antik başkenti Hattuşaş'ta
bulunan çivi yazılarının çözülmesiyle, Luviler Anadolu’nun
yerlilerindir.
Hititlerin çivi yazılı belgelerinde bu halktan Luvian / Luvili
olarak söz edilmektedir. Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra
Hititlerin çivi yazısının unutulmuş olmasına karşın Luvice, yazısı
biraz değişikliğe uğramakla birlikte Anadolu'da varlığını
sürdürmüştür. Pelasgların konuştuğu Pelasgus (Pelasgos) adı verilen
dilden kalma tarihsel adların Luvi dili temeline dayandığı ortaya
çıkmıştır.
Hitit yazıtlarında Luviler'den söz edilirken bir çeşit ikinci sınıf
insan muamelesi yapıldığı görülür.
Truvalıların da Luvi dilini konuştuğu ileri sürülmüştür.
Luviler’in bilindiğinden daha çok sayıda yerleşimleri var; son
yıllarda Batı Anadolu'da Geç Tunç Çağı'na ait 340 adet Luvi yerleşim
yeri tespit edildi.
i
Asur İmparatorluğu, Asur Devleti veya Asurya, MÖ 2025 ile MÖ 612
yılları arasında var olmuş ve Sami halkalardan oluşmuş bir Antik Çağ
Mezopotamya imparatorluğuydu. Devlet ilk başta Irak'ın kuzeyinde,
Dicle kıyısında bulunan Asur (Aššur) şehrinden oluşmuşken, Güney
Mezopotamya ve Doğu ile olan ticari ilişkilerden yararlanarak
gelişmiş ve toprakları genişleyerek bir imparatorluğa dönüşmüştür.
Anadolu'daki en büyük ticaret kolonileri
Kültepe'de
(Kayseri) ve Acemhoyuk’te
(Yesilova-Aksaray) bulunmaktaydı. Başkentleri Ninova'ydı.
Asurlular, Anadolu şehir devletlerine kumaş ve kalay gibi çeşitli
şeyler satarak karşılığında altın veya gümüş almış ve koloni
faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
Savaştaki atılganlıklarıyla tanınan Asurlular, anıtsal yapılar da
bıraktılar. Ninova, Asur, Kalah (Nimrud), Dur Şarrukin (Horsâbad) ve
başka yerlerde bulunan kalıntılar, Asur mimarîsinin örneklerini
oluşturmaktadır. i
Asur’un yükselişinin kral İluşuma ve oğlu Erişum (MÖ 1939 – 1900)
zamanlarında bu iki kralın ticaret konusundaki politikaları büyük
rol oynamıştır. İluşuma Güney Mezopotamya’dan gelen tüccarlara bir
takım imtiyazlar tanımış, onları bu şekilde Asur’a çekmeyi
başarmıştır. Aynı zamanda doğu ile yapılan kalay ticaretini de
kontrol altına almayı başarmıştır. Böylece Güney Mezopotamyalı
tüccarlar Asur’a gelip daha ucuz fiyattan kalay alabilmekte,
çoğunluğu Basra Körfezi üzerinden gelen bakırı satabilmekteydi.
Güneyden gelen üç kervan yolu olduğu anlaşılmaktadır, Ur – Nippur –
Asur, Dicle üzerinden ve Elam – Dicle doğusundaki Der – Asur
yolları. İluşuma’nın oğlu Erişum ise gümüş, altın, bakır, kalay,
arpa ve yün ticaretini vergiden muaf tutarak bu ticareti büyük
ölçüde Asur üzerine çekmiştir.
İlkçağda Eski Asur İmparatorluğu, Ortadoğu'nun en büyük
imparatorluklarından biri olmuştur. MÖ 2. binyılın başından itibaren
özellikle Anadolu'da koloniler kurmuş, Anadolu'ya yazıyı
taşımışlardır.
Asur ülkesi, 1450 ila 1393 yılları arasında Mitannilere bağlı
kalmıştır. Hanedan ve ülke bu periyotta resmi olarak feshedilmemiş
olmamasına rağmen Mitanniler ülkenin dış ve iç işlerinde önemli
ölçüde söz sahibi olmuşlardır. I. Eriba-Adad'ın tahta çıkması ve
ülkedeki Mitanni etkisini kırması sonucunda devlet yeniden
bağımsızlığına kavuşmuş ve Orta Asur İmparatorluğu dönemi
başlamıştır.
i
MÖ 14. yüzyılda yeniden bağımsızlıklarını kazanan ve Fırat'a kadar
topraklarını genişleten Asurlar, daha sonra Mezopotamya'da,
Anadolu'nun güneydoğusunda, zaman zaman da Suriye'nin kuzeyinde
büyük güç kazandı. Fakat I. Tukulti-Ninurta'nın ölümünden (MÖ 1208)
sonra ülke gerileme dönemine girdi. MÖ 11. yüzyılda I.
Tiglat-Pileser zamanında kısa süre yeniden eski gücüne kavuştuysa
da, bunu izleyen dönemde hem Asur Krallığı, hem de düşmanları, yarı
göçebe Aramiler'in akınlarıyla yıprandı.
i
Asur, kuzeybatıdaki topraklarını Muşki’lere kaptırdı. Daha sonra I.
Tiglat-Pileser hükümdarlığında bölge geri alındı. Babil ve Asur
bölgelerinde, Arami yayılmasıyla kontrol kentlerin dışında hemen
hemen sağlanamıyordu. Babil zaten Şutruk-Nahunte yönetimindeki
Elamlılar tarafından yağmalanmıştı ve Dicle’nin bir kolu olan Diyala
Vadisi kaybedilmiştir. Bu kayıplara rağmen Asur kralları büyük
kentleri ve ülkeyi yıkımdan korumayı başardılar.
i
MÖ 9. yüzyılda Asur kralları sınırlarını yeniden genişletmeye
başladılar; MÖ 8. yüzyılın ortasından, MÖ 7. yüzyılın sonuna değin
III. Tukultī-Apil-Ešarra (III. Tiglat Pileser), II. Šarru-Kinu (II.
Sargon) ve Sin-Ahhe-Eriba (Sinahherib) gibi güçlü kralların
önderliğinde Basra Körfezinden Mısır'a kadar uzanan toprakları
egemenlikleri altında birleştirerek günümüzde Yeni Asur
İmparatorluğu olarak adlandırılan bir imparatorluk kurdular.
Son büyük Asur kralı Aššur-Bāni-Apli idi. Aššur-Bāni-Apli
(Asurbanipal), Elam'ı ele geçirerek bu ülkenin halkını yok etmiştir.
Bu dönemde sanatta büyük bir gelişme olduğu bilinmekteyse de,
hükümdarlığın son yılları ve MÖ 627'deki ölümünü izleyen dönemin
olayları karanlıkta kalmıştır. Asur Krallığı, Babil-Keldaniler,
Medler, İskitler ve Kimmerlerin ülkeye yaptığı akınlar sonucunda
iyice zayıflayarak MÖ 612-605 yılları arasında yıkılmıştır.
İmparatorluğun çökmesiyle birlikte Asur halkı da tarihi kayıtlardan
silindi. Son olarak Harran ve çevresinde yaşadıkları bilinmekle
birlikte kayıtlarda yeralmasa da eski imparatorluk topraklarında
daha sonraki yüzyıllarda da yaşamlarını sürdürdükleri ve zamanla
bölgenin diğer halkları içinde asimile oldukları düşünülmektedir.
i
i
Hititler ya da Etiler, Tunç Çağı'nda Anadolu yarımadasında devlet
kuran bir halk. MÖ 1600 civarında İç Anadolu'daki Hatti beyliklerini
ele geçirerek Hattuşaş merkezli olarak kurdukları devlet MÖ 14.
yüzyıl ortalarında I. Şuppiluliuma yönetimi altında Levant ve Yukarı
Mezopotamya'ya değin genişleyerek bir süper güç hâlini almıştır.
Halk, Hint-Avrupa dillerinin bilinen ilk örneği olan ve Anadolu
dilleri sınıfına ait Hititçe ve Luvice dillerini konuşmuştur. Bu
dillerin yanı sıra tabletlerinde Sümerce ve Akadca yazılar da
mevcuttur. Çivi yazısını ve hiyeroglif yazı sistemini
kullanmışlardır.Hititler anal adı verilen günlükler tutmuştur.
Hititler çok tanrılı bir dine inanmışlardır
MÖ 14. yüzyılda Hitit İmparatorluğu gücünün zirvesine ulaştı; Orta
Anadolu, Suriye'nin kuzeybatısı ve yukarı Mezopotamya'ya kadar
yayıldı. Kizzuvatna Krallığı, ticaret yolları açısından önemli bir
bölge olan Hatti'yi Suriye'den ayırarak ele geçirdi. İki devlet
arasında barış anlaşmaları imzalandı, sınırlar korundu, ta ki Hitit
Kralı I. Şuppiluliuma, Kizzuvatna'yı tamamen ele geçirinceye kadar.
Her ne kadar Kizzuvatna Uygarlığı bitse de Hititler, Comona ve
Kilikya'da onların kültürlerini korumalarına izin vermiştir.
MÖ 1180'den sonra Levant bölgesine deniz kavimlerinin gelmesiyle
imparatorluk dağıldı ve bir kısmı MÖ 8. yüzyıla kadar ayakta duracak
olan küçük şehir devletleri (Geç Hititler) ortaya çıktı.
Anadolu, Erken Tunç Çağı'nın son yüzyıllarından başlayarak irili
ufaklı pek çok beylik arasında paylaşılmaya başlamıştı. Anadolu'da
beylikler düzenine son verilip merkezî devlete doğru ilk adımlar
Hititlerce atılmıştır. Anadolu'nun yerli halklarından oldukları
anlaşılan Hititler MÖ 3. binyılın içlerinde başlayan toplumsal
gelişmelerin bir sonucu olarak giderek büyük bir devlet durumuna
gelme başarısını göstermişlerdir. Bu başarıda Hititlerin dil ve ırk
farkı gözetmeyen melez bir toplum yapısına dayanmaları en önemli
rolü oynamış olmalıdır. Bu devlet içinde Hititlerin yanında
Hattiler, Palalar, Hurriler, Luviler vb. pek çok etnik unsur
bulunmaktaydı.
Yazılı metinlere göre Koloni Çağı'nın son safhalarında, Pithana'nın
oğlu Anitta Anadolu'da şehir beylikleri halinde yaşayan Hititlerin
birleşmesinde ilk adımı atarak Anadolu'nun merkezî sistemle idare
edilen ilk devletini kurmuştur.
Eski Asurlu koloniciler Anadolu'yu terk ettikten bir süre sonra MÖ
1650'lerde I. Hattuşili devletin başkentini Neşa'dan Hattuşaş'a
taşımıştır. Hattuşaş'ın başkent olmasıyla birlikte Eski Hitit
Krallığı hızlı bir biçimde gelişmeye başlar. Kısa sürede Kuzey
Suriye (Alalah) ve Batı Anadolu'daki Arzava ülkesi ele
geçirilmiştir. I. Hattuşili'yi izleyen I. Murşili döneminde Halpa ve
Babil Hitit Krallığı'na dâhil edilmiştir. Böylelikle Hititler kısa
sürede Yakın Doğu'nun etkin siyasal güçlerinden biri olarak adlarını
duyururlar. Eski Hitit Krallığı olarak anılan bu dönemde sanat,
başta Boğazköy olmak üzere Alacahöyük, Bitik, Alişar, Eskiyapar,
İnandık, Maşat Höyük, Hüseyindede ve İmikuşağı kazılarının ortaya
koyduğu gibi büyük ölçüde Anadolu geleneğine bağlıdır. Seramikte
teknik ve form bakımından Asur Ticaret Kolonileri Çağı'nda
yaratılmış olan esaslar zamana uygun olarak devam eder. Devrin
seramik formları arasında büyük boy banyo kapları, matara biçiminde
kaplar, süzgeçli kaplar, kantharoslar ve çanak içindeki tanrıçalı
kült kabı özellik gösteren türlerdendir. Çokça talep edilen törensel
içki kaplarının bu dönemde Boğazköy ve İnandık boğalarında olduğu
gibi daha büyük boyda yapılarak kullanıldığı görülür.
Koloni Çağı'ndan da tanıdığımız kabartmalı vazo yapma geleneği, Eski
Hitit döneminde devam etmiş ve en iyi örnekleri ilk kez Eskiyapar,
İnandık, Bitik ve Hüseyindede gibi merkezlerde ele geçmiştir.
Kabartmalı motiflerin firizler halinde üzerine yerleştirildiği
İnandık vazosu, bu tipin en iyi örneklerindendir.
Bu dönemin maden sanatını temsil eden örneklerden ikisi Boğazköy'de
bulunan, altından yapılmış, oturan tanrıça biçimli kolye tanesi ile
Dövlek'te bulunmuş tunç tanrı heykelciğidir. Eski Hitit dönemi
tasvir sanatında tunçtan yapılan heykelciklerde tanrılar
betimlenmektedir. Bunların mabetlerde saklandıkları ve koruyucu
nitelikte oldukları yazılı belgelerden bilinmektedir.
Ülke içindeki politik çekişmeler nedeniyle zayıflayan Eski Hitit
Krallığı MÖ 2. binin ikinci yarısında, II. Tuthaliya devrinde
yeniden kuvvetlenmiş ve bir imparatorluk haline gelmiştir. Mısır ile
Babil'in yanında Ön Asya'nın üçüncü büyük politik gücünü
oluşturmuştur. Bu yeni evreye Yeni Hitit Devleti ya da Hitit
İmparatorluk Çağı denir.
I. Şuppiluliuma ülkesinin sınırlarını Kuzey Suriye'ye, etki alanını
da Kuzey Mezopotamya'ya ve MÖ 2. binyılın ortalarında kurulmuş olan
Hurri-Mitanni ülkesine değin genişletmiş; Doğu Anadolu'nun batı
kesimindeki Hurri kökenli İşuva ülkesini ele geçirmişti.
Hükümdarlığı sırasında, Mısır firavunu Tutankhamun'un genç yaşta
ölümü üzerine karısı, Hitit Krallığı'na başvurarak kendisi için bir
eş talebinde bulunmuştur. I. Şuppiluliuma, oğullarından Zannanza'yı
gönderdiyse de genç prens yolda bir Mısır entrikasına kurban
gitmiştir. Bu olay, Suriye topraklarına sahip olmak isteyen Mısır ve
Hitit arasında, sonuçta Kadeş Antlaşması ile bitecek olan bir dizi
savaşı bahanesi olmuştur.
II. Murşili ölünce imparatorluk tahtına oğlu ve I. Şuppiluliuma'nın
torunu II. Muvatalli geçer. İlk yıllarında o da Batı Anadolu'daki
karışıklıklar ve ayaklanmalarla uğraşmak zorunda kalır ve sonuçta
Troya Kralı Aleksandros ile bir antlaşma yaparak huzuru sağlar.
Ancak esas stratejisini Kuzey Suriye'nin egemenliği için çatışmak
zorunda olduğu Mısır'a göre belirlemiştir. Bu dönemde Mısır tahtına
II. Ramses çıkmış ve Suriye üzerinde hak iddia etmeye başlamıştır.
Bununla ilgili olarak hükümdarlığının dördüncü yılında bir sefer
düzenleyerek, Hitit İmparatorluğu'na bağlı küçük Amurru Krallığı'nı
ele geçirmiştir. Böylelikle savaş kaçınılmaz hale gelmiştir. MÖ
1285'te Kadeş kenti yakınında yapılan savaşta Mısır orduları savaş
düzeni almaya zaman bulamadan Hitit savaş arabalarının baskınına
uğramışsa da savaşın ne şekilde sonuçlandığı açık değildir. Çivi
yazılı Hitit belgelerinde bu konuda hiçbir bilgi yoktur. Buna
karşılık Mısır'da El-Uksur kentindeki Luksor ve Karnak
tapınaklarıyla, daha güneydeki Ebu Simbel Tapınağı'nın duvarlarında,
Firavun II. Ramses'in, bunu bir zafer olarak anlatan abartılı
yazıtları ve kabartmaları bulunmaktadır. Ancak savaştan sonra,
çatışmayı başlatan Amurru Krallığı'nın yeniden Hitit'e bağlı hale
gelmiş olması esas galibin Muvatalli olduğuna işaret eder.
Mısır ve Hitit devletleri arasında MÖ 1270 yılında imzalanan Kadeş
Antlaşması, dünyanın iki büyük gücü arasında imzalanmış ilk büyük
antlaşma olma özelliğine sahiptir. Antlaşma metni o zamanın
diplomatik yazı dili olan Akad ve Mısır dillerinde hazırlanmıştır.
Mısır'dan Hattuşaş'a yollanan ve gümüş bir tablet üzerine kazınmış
olan Akadca özgün nüsha bulunamamıştır. Buna karşılık aynı metnin
kil tablet üzerine yazılmış olan bir kopyası Boğazköy arşivlerinde
ele geçmiştir. Antlaşmaya göre iki ülke de barış içerisinde
yaşayacak ve sonsuza dek birbirlerine saldırmayacaktı. Diğer önemli
belge ise 1986 yılında Boğazköy kazılarında bulunan dikdörtgen çivi
yazılı bronz tablet olup IV. Tuthaliya ile Tarhuntaşşa Kralı Kurunta
arasında imzalanan bu metin sınır düzenlemesi ile ilgilidir. Bu
eser, Anadolu'da bulunan tek bronz tablettir.
III. Hattuşili'den sonra Hitit tahtına büyük kraliçe Puduhepa'nın
oğullarından biri olan IV. Tuthaliya geçmiştir. IV. Tuthaliya
babasından devraldığı saygın ve güçlü imparatorluğu sürdürmekle
birlikte, ölümünden sonraki yıllarda imparatorluk hızla yıkılmaya
yüz tutmuştur.
Hitit İmparatorluğu gibi büyük bir devletin sonunu getiren olaylar
arasında MÖ 1200 yılları civarında Balkanlardan Anadolu'ya ulaşan
büyük göç dalgalarının etkisi olabileceği düşünülür. Ancak göçebe
bir yaşam sürdüren ve genellikle aşiretler çevresinde kümelenmiş
köylülerden oluşan bu insanların Hitit başkenti Hattuşaş'a ulaşarak
bu devlete doğrudan doğruya son vermiş oldukları kabul edilemeyecek
bir varsayımdır. Bununla birlikte bu göçler sonucunda Batı ve
Kuzeybatı Anadolu'da ortaya çıkan karmaşa-belirsizlik ortamının
Hitit devletinin ekonomisini olumsuz yönde etkilemiş olabileceği
varsayılabilir. MÖ 2. binyılın son yüzyılları tüm Anadolu yarımadası
için kaos ve sıkıntıların doruk noktasına ulaştığı bir dönemdi.
Çeşitli yönlerden kopup gelen istilacılar ve göçmenlerin yarattığı
bunalımlar sonucunda Hattuşaş'ın son hükümdarı II. Şuppiluliuma'dan
sonra Hitit devleti son bulmuş, böylelikle yüzyıllardır süren mevcut
durum ortadan kalkmıştır.
Hitit İmparatorluğu'na son veren etkenler arasında en önemlisi,
kuzeyde dağlık Karadeniz bölgesinde yaşayan savaşçı halk Kaşkaların
MÖ 2. binyılın son yüzyılları içinde yaptıkları göçtür. Hitit
devletine yüzyıllardır sorun yaratan bu istilacı kavmin, sonuçta bir
kez daha Orta Anadolu'ya inerek Hitit topraklarını yağmalayarak
başkent Hattuşaş'ın ıssızlaşmasına neden olduğu düşünülmekteydi.
Ancak 1996 yılında Büyükkaya sırtında başkentin yıkılışından sonra
kurulan bir yerleşme kazılmıştır. Bu bir Hitit yerleşmesi değildi.
Bu yerleşme ile şehrin Demir Çağı tarihi başlamaktadır.
İç Anadolu Demir Çağı'nın ilk dönemi önceleri Karanlık Çağ olarak
adlandırılıyordu çünkü Hitit İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra
yaklaşık 300 yıl devam bu dönemde hiçbir yerleşme görülmüyordu.
Ancak son yıllarda bu döneme tarihlenen çeşitli yerler saptanmıştır.
Hattuşaş'ın kuzeydoğusundaki Büyükkaya yerleşmesi de bunlardan
biridir. Yerleşmede Hititlerden bilinen pek çok özelliğin eksik
olduğu görülür. Örneğin seramik kapların üretiminde büyük ölçüde
çömlekçi çarkı seri üretim aracı olarak kullanılmıştı. İlkel
barınaklarının Hitit mimarlığı ile ortak hiçbir yanı yoktu ve yazı
kullanılmıyordu. Maddi kültürleri bariz İlk ve Orta Tunç Çağ
karakteri taşır. İmparatorluk çöktükten sonra yerli Kuzey Anadolu
boyları, eski Hitit çekirdek bölgesine sızarak ülkeyi ele
geçirmişlerdir. Bu insanların sözü edilen Kaşkalar olma olasılığı
vardır.
Yaklaşık beş asır boyunca devam eden Hitit yönetimindeki siyasi
birliğin yok olmasının arkeolojik veriler arasındaki en belirgin
göstergesi kil tabletlerin düzenlendiği ve korunduğu imparatorluk
arşivlerinin son bulmasıdır. Devlet ve bürokrasinin sessizliği,
Hitit İmparatorluğu yönetimi altında Anadolu ve güneydoğusundaki
bölgelerde yaşayan halkların yok olması gibi algılanmamalıdır.
Nitekim imparatorluk çöktükten kısa süre sonra başkent Hattuşaş'ta
hayat daha kısıtlı imkânlarla olsa da sürer. Ayrıca MÖ 2. binyıldan
beri kullanılagelen, hiyeroglif ile yazılan Luvice, MÖ 1200'den
sonra da taş eserler ve mimari bağlamda yaklaşık beş yüzyıl daha
yerel iktidarların sesini duyurmaya devam eder. Günümüze ulaşan
Hitit hiyeroglifi ile yazılmış arkeolojik kalıntıların tamamı bu
döneme tarihlenmektedir. Bu dilin Luvice olduğu açıktır. Daha
sonraları bu bölgelerde Fenikece ve Aramicenin de kullanıldığı
görülmektedir.
Güneydoğu Anadolu'da yani Kilikya ve Kuzey Suriye'deki Toros
Dağlarının olduğu bölgede geç Hitit beylikleri, Hitit İmparatorluk
Çağı geleneğini devam ettirmişlerdir. Şuppiluliuma, Muvatalli ve
Labarna gibi isimler taşıyan buradaki yöneticiler Hitit İmparatorluk
Çağı'nda olduğu gibi aynı unvanları taşımışlardır. Hitit
İmparatorluğu fiilen ortadan kalkmasına rağmen Eski Ahit'te Kuzey
Suriye Bölgesi'nin Hatti memleketi olarak geçmesi de dikkat
çekicidir. İmparatorluk sonrasında mimari ve sanat, özellikle de
yontular bakımından da bir devamlılık söz konusudur. Bu süreç
özellikle Fırat havzasındaki MÖ 3. binyıldan beri önemli
merkezlerden Karkamış'ta ve Tarhuntaşşa'da kanıtlanmaktadır.
MÖ 14. yüzyılda Hitit devletini imparatorluğa dönüştürmesiyle
tanınan I. Şuppiluliuma Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye'ye doğru
genişlettiği hâkimiyetini kolaylaştırmak ve sürdürebilmek amacıyla
bölgenin iki önemli kenti Karkamış ve Halpa'nın başına oğullarını
getirir. Lidar Höyük'de bulunan bir mühür baskısından Karkamış'ta
beş nesil devam eden hanedanlığın son kralı Kuzi-Teşub'un,
imparatorluğun çöküşünden sonra kendine Hititlerdeki gibi "büyük
kral" unvanı vererek bölgede hâkimiyetini sürdürdüğü öğrenilir.
Karkamış kazılarında Kuzi-Teşub'a dair ize rastlanmamasına rağmen
iki ayrı dikit üzerinde büyük kral unvanını kullanan Tuthaliya ve
Tarhunzas'ın isimleri bulunur. Ancak uzun süredir bilimsel
çevrelerde bu unvanların gerçek bir iktidarı yansıttığı
düşünülmemektedir.
Halpa'da Şuppiluliuma soyundan gelen iktidarın ne kadar sürdüğünü
bilinmemektedir. Halep Kalesi'nin altında kalan kent merkezi henüz
geniş çaplı kazılmamıştır. Ancak son yıllarda Kay Kohlmeyer'in
çalışmaları ile ortaya çıkarılan tapınak yapısının duvarında bulunan
kabartmalı taş levhalar, Hitit kültürünün buradaki nüfuzunu ve
devamlılığını belgeler.
Henüz kalıntıları kesin tespit edilmemiş olsa da sınırları yazılı
belgelerde en ince ayrıntısına kadar tanımlanan Tarhuntaşşa'da ise
yine soyu Hitit imparatorlarına dayanan bir hanedanlık hüküm sürer.
II. Muvatalli'nin oğulları III. Murşili ve kardeşi Kurunta, amcaları
III. Hattuşili'nin iktidara el koyması sonucu merkezden
uzaklaştırılır. III. Murşili sürgüne yollanır. Kurunta'ya ise asla
merkezî iktidarı aklından geçirmemesi karşılığında Tarhuntaşşa
bölgesinin yönetimi verilir. Ancak tüm önlemlere rağmen, mühür ve
kaya kabartmalarına bakılırsa, Kurunta bir dönem kendisini büyük
kral ilan etme fırsatını yakalamış görünür. Bu kralın sonunu
bilinmese de son Hitit imparatoru II. Şuppiluliuma yazılı belgelerde
Tarhuntaşşa'yı yenip işgal ettiğini açıklar. Sonraki yıllarda
Karadağ ve Kızıldağ'da bulunan kabartmalar ve yazıtlarda kendisini
büyük kral olarak tanıtan Murşili'nin oğlu Hartapus ortaya çıkar.
Karkamış'ta da benzeri görülen durum MÖ 1. binyılın başlarında her
ne kadar kendilerine büyük kral demeyi meşru kılacak hanedanlık
bağlantıları olan yöneticilerin varlığını kanıtlasa da, iktidarların
çaplarının yerel boyutları aşamadığını gösterir. Hitit İmparatorluk
Çağı'nın hemen sonrasına tarihlenen Karkamış buluntuları yok denecek
kadar azdır. Geç Hitit dönemine ait en erken buluntular
Malatya'dadır. Burası Karkamış'ta devam eden Hitit imparatorluk
soyundan gelen hükümdarlar tarafından yönetilen bir kent devletidir.
Hitit geleneği, söz konusu bu Hitit beylikleri tarafından
Asurluların sürekli saldırıları ile tarih sahnesinden silindikleri
devir olan MÖ 700 yıllarına kadar devam ettirilmiştir.
Karkamış, Zincirli, Arslantepe, Sakçagözü, Karatepe ve Tell
Tayinat'ta yapılan kazılarda bu dönemin önemli merkezleri açığa
çıkarılmıştır. Ayrıca aynı çağa ait dağınık eserler de birçok
yerlerde bulunmuştur. Bu küçük krallıklar MÖ 1. binin ilk
çeyreğinde, İç Anadolu'nun kuzey ve batısında Frig, Doğu Anadolu'da
Urartu, Kuzey Mezopotamya'daki Asur politik güçleri arasında
yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
i
Mitanniler, Hani-Gelbat veya Hani-Rabbat olarak da adlandırılır, MÖ
1500 ile MÖ 1200 yılları arasında Anadolu'da hüküm sürmüş bir
devlettir. Mitanni'ler Hititler'in yıkılışından sonra bölgesel bir
güç oldu. Aryan olan Mitanniler, Mezopotamya'ya göç ettiler. Orada
Hurri halkının arasına yerleştiler ve kısa süre sonra Maryannu adı
verilen yönetici soylu sınıf haline geldiler.
Mitanni krallığı, MÖ 1600'lü yılların başlarında kurulmuştur. Dicle
Nehri'nin yukarısındaki Ilısu barajında
yapılan son (2017) kazılarda, Müslümantepe'de bulunan bir
tapınakta MÖ 1760 ila 1610 yılları arasından kalma Mitannilere ait
ritüel eserler ve Mitanni silindir mührü bulunmuştur.
Mitanniler'in en büyük rakibi Thutmosidler dönemindeki Mısır'dı.
Ancak Hititlerin yükselişiyle birlikte Mitanniler ve Mısır ittifak
geliştirmiş, Hitit tehlikesine karşı önlem almıştır MÖ 15. ve 14.
yüzyılın ilk yarısında gücünün zirvesinde, Kuzey-Batı Suriye'den
Doğu Anadolu'ya kadar geniş bir bölge Mittanilerin kontrolü
altındaydı. Mitanniler'in başkenti, arkeologlar tarafından Habur
Nehri'nin kıyısında olduğu belirlenen Washukanni'idi.
Mitanni krallığı Mısırlılar tarafından "Maryannu", "Nahrin" veya
"Mitanni" Hititler tarafından "Hur-ur-ri" olarak adlandırılmıştır.
Akad Amarna mektuplarında kendisini "Mitanni kralı" olarak
nitelendiren Tushratta, krallığınd'Hani-Gel-Bat' olarak bahseder.
Halk Hurrilerden oluşmaktayken, yönetici ve askeri açıdan örgütlü
sınıf büyük oranda taşıdığı isimlerden dolayı İndo-Aryan olduğu
düşünülen elitlerden oluşmaktaydı.
i
Urartular, başkenti Tuşpa (Van) olan tarihi krallık. Urartu Devleti
en güçlü döneminde (MÖ 8.-7. yüzyıl), günümüzdeki Doğu Anadolu
Bölgesi, Kuzeybatı İran, Irak'ın küçük bir bölümü ile kuzeyde Aras
Vadisi'ne egemendi.
MÖ 858-856 yıllarında Asurluların Kral III. Şalmaneser komutasında
Urartu içlerine yaptığı akınlar neticesinde Urartu Aşiretleri
arasındaki birleşme süreci hızlandı ve yaklaşık MÖ 844 yılında Van
Gölü kıyısında Tuşpe'de I. Sarduri'nin idaresi altında birleşme
gerçekleştirilerek Urartu Krallığı ortaya çıkmış oldu. İlk Urartu
yazıtı ve Van Kalesi'ndeki ilk anıtsal mimari bu krala aittir. MÖ 7.
yüzyıldaki en güçlü krallardan biri olan II. Rusa'dan sonra ise
gittikçe zayıflamıştır. MÖ 7. yüzyıldaki İskit ve Med akınları
Urartu'ya büyük zarar vermiştir. Ayrıca Babiller kaynaklarında da
İskit akınlarının Urartuları zayıflattığı desteklenir. MÖ 612'den
itibaren herhangi bir etki gösteremeyen Urartular, MÖ 590 yılında
İran'dan gelen Medler tarafından yıkıldı. Bölgenin adı, 6. yüzyılın
sonlarıyla birlikte Ahameniş kaynaklarında Urartu yerine "Armina"
olarak geçer. Urartu krallarının sıradüzeni ve tarihlendirilmesi,
daha iyi belgelendirilmiş Asur kralları listesi ile kurulabilen
paralellikler yardımıyla sağlıklı hale getirilebilmektedir.
Urartuların kullandığı dil ile Hint-Avrupa dil ailesi (misâl
Ermenice, Zazaca, Kürtçe, Farsça) ve Sami dil ailesi (Aramca,
Arapça) arasında hiçbir bağ yoktur. Urartuların konuştuğu dil,
Hurrice ile aynı kola ait olup büyük akrabalık içermekte ve en çok
Kuzeydoğu Kafkasya Dil ailesi (Çeçence) ile benzerlik
göstermektedir. Ancak akrabalık dereceleri daha kesinlik
kazanmamıştır. Ata torun ilişkisinden bahsetmek için henüz çok
erkendir. Yaşayan diller arasında en çok ortak kelime Urartuca ile
Kuzeydoğu Kafkas dilleri arasındadır, toplam bilinen 350 Urartuca
kelime kökünden 169'u.
Yazı olarak kendine özgün bazı karakteristik özellikler gösteren
çivi yazısı ve bazı anıtsal yapılarda ise hiyeroglif
kullanmışlardır. Urartu Devleti çivi yazısını ve Hitit hiyeroglif
yazısını kullanmışlardır. Urartuların devletler arası yazışmalarda
Asur dilini sıkça kullandıkları ele geçirilen çivi yazılı kraliyet
metinlerinden anlaşılmaktadır. MÖ 7. yüzyıla ait olup Kral II. Rusa
tarafından bazı idari yazışmalarda kullanılmış tabletler kale içinde
yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Urartuca yazılı tabletler
Alman dil bilgini Johannes Friedrich tarafından günümüze tercüme
edilmiştir.
i
Hititlerin parçalanması sırasında Balkanlardan Anadolu'ya gelen
Frigyalılar kısa bir süre içinde Anadolulaştılar, büyük oranda Hitit
etkisi altında kalsalar da kendilerine özgü bir kültür oluşturdular.
Başkentleri Gordion idi. En tanınmış kralları olan Kral Midas
hakkında üretilen birçok efsane oldu; "eşek kulak"larıyla ya da
"dokunduğu her şeyi altına çevirmesiyle" ünlendi. Asur kaynaklarında
Frigyalılardan Muşkiler, Midas'dan da Mita olarak bahsedilir.
Asurlular, Midas'ı tehlikeli bir rakip olarak kabul ettiler ve
Frigya ile MÖ 709'da barış anlaşması imzaladılar. Ancak bu
anlaşmanın Kimmerler için bir anlamı yoktu ve Kimmerler, yaptıkları
akınlarla Frigya Krallığı'nı yıkıp Kral Midas'ı da öldürdüler (MÖ
696).
i
Frigler, Antik Çağ'da Orta Anadolu'da yaşamış bir halk. Hititlerin
MÖ 1200 civarında yıkılmasından sonra muhtemelen Güneydoğu
Avrupa'dan bölgeye gelmişlerdir. Herodot ve Strabon gibi antik
yazarların verdikleri bilgiler, dilbilim bulguları ve Güneydoğu
Avrupa halkları ile aralarındaki maddi kültür benzerlikleri
nedeniyle Friglerin Avrupa kökenli oldukları düşünülmektedir.
Makedonyalıların komşuları olan ve Avrupa'da oturdukları sırada
Brigler adını taşıyan Frigler, Makedonya ve Trakya'dan Boğazlar yolu
ile Anadolu'ya göç eden Trak boylarından biriydi.
Genel olarak kabul edilen görüşe göre MÖ 1200 yıllarına doğru
başlayan ve dalgalar halinde dört yüzyıl kadar süren Trak göçleri,
Hitit İmparatorluğu'nun yıkılışını izleyen dönemde yoğunlaşmıştı.
Son yıllarda, Troya ve Gordion kazılarından elde edilen arkeolojik
buluntular da bu görüşü desteklemektedir. Adını Homeros'un
destanlarında geçen Migdon, Askanios, Otreus gibi liderlerin
önderliğinde ilkel bir aşiret düzeninde yaşamlarını sürdürdüğü
anlaşılan Friglerin Anadolu'daki ilk yüzyılları büyük ölçüde
karanlıktır. Bununla birlikte, Eski Çağ yazarlarının verdikleri
bilgilerden başlangıçta Troya ve çevresini ele geçirdikleri zaman
içinde Askania Gölü kıyıları ile Sangarios Nehri vadisine doğru
yayıldıkları anlaşılmaktadır.
Frigler, buradan güney ve doğu yönde genişleyerek Anadolu içlerine
yayılmaya devam etmiştir. Gordion'da hemen Hitit yerleşmesi üzerinde
bulunan Erken Demir Çağı'na tarihlenen kalıntılar, ilk Frig
göçmenlerinin MÖ 11. yüzyıla doğru Gordion'a ulaştıklarını ve
başlangıçta basit köy düzeyinde yerleşik bir yaşamı benimsediklerini
göstermektedir. Friglerin köy düzeyindeki yaşam biçiminden siyasal
örgütlü bir devlet düzenine nasıl geçtiği ve bu geçişteki aşamalar
bugün için bilinmemektedir. Bununla birlikte, ilk aşamada, merkeze
bağlı tek bir krallıktan ziyade birçok beyliğin varlığı
düşünülmelidir. Buna bağlı olarak Gordion'un önceleri bir beylik
merkezi olduğu ileri sürülebilir. Arkeolojik kazılar Gordion'un daha
MÖ erken 9. yüzyılda kabartmalı ortostatlarla süslü binalara sahip,
çevresi sur ile tahkim edilmiş bir hisar olduğunu ortaya
çıkartmıştır. Bu dönemde Gordion giderek içinde soylu yönetici bir
sınıfın yaşadığı bir yönetim merkezi olma yolundadır. Gordion'daki
bu büyük inşaat projesi gelişimini sürdürerek MÖ 9. yüzyılın sonuna
gelindiğinde Orta Anadolu'da kendi dönemi için eşi olmayan anıtsal
planlı kralî bir yerleşmeye dönüşmüştür.
Antik batı kaynaklarında verilen bilgilere göre, Frig devletinin ilk
kralı başkent Gordion'a adını vermiş olan Gordios'tur. Gordios, oğlu
Midas'ın Frig tahtına geçtiği yıl MÖ 742 veya 738 dikkate
alındığında, MÖ 8. yüzyılın ilk yarısında kral olmalıydı. Kral
Gordios'tan sonra, Frig tahtına oğlu Midas geçmiştir. Frig kralı
Midas hakkında bildiklerimiz esas olarak birbirinden ayrı iki yazılı
kaynağa dayanmaktadır. Bunlardan ilki Midas'la çağdaş olan Asur
Kralı II. Sargon'un yıllıklarıdır. Midas, Asur kaynaklarında Muşkili
Mita adı ile tarihî bir kimliğe sahipken antik Batı kaynaklarında
her tuttuğunun altın olması ve eşek kulaklı olması gibi daha çok
efsanevi kişilik özelliklerinden söz edilir.
Frig yazılı belgeleri yoktur.
Midas'ın, MÖ 8. yüzyılın ikinci yarısında Orta Anadolu platosunda,
batı kanadını Gordion merkez olmak üzere Trak kökenli Friglerin;
doğu ve güneydoğu kanadını Muşkiler ve Tabalların oluşturduğu
konfederatif bir devletin kralı olduğu anlaşılmaktadır. Machteld
Mellink, "Batı dünyası yani Yunan komşuları krallığın Frigli yönünü,
Doğu dünyası yani Asur, Kuzey Suriye ve Urartulu komşuları krallığın
kendilerine daha yakın olan Muşkili yönünü tanımaktadırlar" diyerek
antik Batı ve Doğu kaynaklarındaki Frig-Muşki, Midas-Mita ayrımına
açıklık getirmeye çalışmıştır.
Frig Krallığı'nın politik gücünün nasıl ve ne zaman sona erdiği açık
değildir. Arkeolojik buluntular, MÖ 7. yüzyılın sonlarında başkent
Gordion'da istikrarın ve zenginliğin devam ettiği yönündedir.
Öyleyse Herodot'un bildirdiği gibi Frig Krallığı, Lidya Kralı
Alyattes'in MÖ 590 yılındaki Halis seferine değin bağımsızlığını
koruyordu. Ancak ne Doğu ne de Batı kaynaklarında Midas'ın ardılları
hakkında açık bir kayıt yoktur.
Asur kayıtlarında Anadolu'yla ilgili olarak Midas'ın adı MÖ 8.
yüzyılın ikinci yarısında geçmektedir. Klasik dünyanın yazarları
Midas'ın 7. yüzyılın erken bir döneminde öldüğünü bildirmektedir.
Tüm bu kaynaklar Midas'ın uluslararası bir kişilik olduğunu, bir
yandan diğer Anadolu, Suriye ve Asur liderleriyle uğraşırken diğer
yanda da batıdaki Yunan dünyasıyla ilgilendiğini anlatır. Hem
tahtını Delfi'deki Apollon Tapınağı'na armağan etmiş hem de bir
Yunan prensesle evlenmiştir. Eşek kulaklı ve her dokunduğu altın
olan Midas öyküleri, her ne kadar efsanevi de olsa 8. yüzyılda
yaşamış bu tarihsel kişilikten muhtemelen esinlenilmiştir.
MÖ 28 Mayıs 585 tarihinde Medler ile Lidyalılar arasında yapılan
Halis barışından sonra Frig topraklarının Halis'in doğusunda kalan
toprakları Medlerin denetimi altına girmiştir. Batıda kalan büyük
kesim ise Lidya egemenliği altındaydı.
MÖ 547 ya da 546 yılında Lidya Krallığı'nın yıkılmasıyla birlikte
Frigya toprakları, iki yüzyılı aşkın bir süre Pers İmparatorluğu'nun
bir parçası olarak Kapadokya, Paflagonya ve Hellespontos ile
birlikte Büyük Frigya satraplığına bağlanmıştı. Askerî ve idari
planda kalan Pers egemenliği boyunca yerli halk büyük ölçüde
geleneksel yaşam biçimi ve kültürlerini sürdürmeye devam etmiş, eski
Frig dili ve yazısı en azından MÖ 4. yüzyıla, hatta 3. yüzyıla kadar
kullanılmıştı. Pers egemenliğini takip eden Helenistik Dönem'de
Anadolu'da Yunan kültürü, Yunan tarzı yaşam biçimi yayılmış; yerli
diller, gelenekler yerini bu akıma bırakmıştır. Bununla birlikte
köklü Frig kültürünün etkileri bölgede Roma döneminin sonlarına,
hatta Hristiyanlığın ortaya çıkışına kadar devam etmiştir. Bir
zamanların ihtişamlı başkenti Gordion ise önemini yitirmiş, giderek
sonun başlangıcındaki köy niteliğine bürünerek unutulmuştur.
i
Anadolu'nun batısında Gediz ve Menderes ırmakları arasında kalan
bölgeye Antik çağda Lidya, bu topraklarda yaşayanlara da Lidyalılar
denilmiştir.
Doğudan Anadolu'ya gelen Lidyalılar, önce Hititlerin daha sonra da
Friglerin egemenliği altında yaşadılar. Dilleri, Hitit dili ile
benzerlik gösterir.
Lidyalılar, Batı Anadolu bölgesindeki Lidya‘da yaşayan Anadolu
insanlarıydı. Dil tarafından tanımlanan ve MÖ 2. binyıla kadar
uzanan kökenleri hakkında ortaya atılan sorular, dil tarihçileri ve
arkeologlar tarafından tartışılmaya devam ediyor. Lidyalıların
başkenti “Sfard” veya Sardis idi.
Lidyalıların parayı bulan ilk uygarlık olduğu iddiaları olmakla
birlikte, para kullanımı daha eski medeniyetler olan Sümerler'de ve
Antik Mısır'da da vardır. Resmi makamlarca onaylanmış gümüş gibi
değerli metallerin ve belirli ölçekteki arpa gibi tahılların
kullanımı ilk parasal ögeler sayılabilir. Ancak günümüzdeki anlamına
yakın kullanım, Lidyalılara atfedilir. Yunan tarihçi Herodot,
Lidyalıların gümüş ve altın madeni parayı ilk defa kullandığını
yazar. Başka bir deyişle Lidyalılar, zaten var olan para sisteminin
aracı olarak altın ve gümüşü tercih eden ilk uygarlıktır.
Lidyalılar tarihte ilk madeni parayı icat edenlerdir. Lidyalılar
tarafından paraya "sikke" deniliyordu. Sikke, eski uygarlıklardan
kalmış bir para türüdür. Altın, gümüş, bakır, nikel, tunç ve
alüminyum gibi metal alaşımların karışımları ile üretilmiş olup,
ilkel çağlarda ticarette kullanılan takas (değiş-tokuş) yöntemi
yerine daha kullanışlı bir değişim aracı arayışlarının sonucu olarak
ortaya çıkmıştır.
MÖ 546 yılında Ahameniş İmparatorluğu, Lidya Krallığı'nın başkenti
Sardes'i ele geçirip Lidya Krallığı'na son vermişlerdir. Böylelikle
Anadolu, 200 yıllık Pers egemenliği dönemine girmiştir.
i
Medler, İran'ın kuzeybatı bölgesinde yaşayan eski İran halklarından
biridir. Medler ilk kez Asur kralı III. Salmaneser'in dönemindeki
(MÖ 858-824) yazılarda "Mada" adı ile kaydedilmişlerdir.
MÖ 2. binyılın sonunda, İran'ın kuzeybatı bölgesinde İrani
kabilelerin ortaya çıktığı ve ilerleyen yıllarda bu kabilelerin
yayılmasıyla Med ulkesinin sınırlarının birkaç yüz yıllık bir süre
içinde değiştiği düşünülmektedir. İrani kabilelerinin batı ve
kuzeybatı İran'da en azından MÖ 12. veya 11. yüzyıllardan beri
mevcut olduğu düşünülmekle birlikte, bu bölgelerdeki etkinlikleri MÖ
8. yüzyılın ikinci yarısından itibaren görülmeye başlamıştır.
Asur İmparatorluğu’nun, Kuzeybatı İran, Doğu Anadolu ve Kafkasya
bölgelerinde baskın güç olduğu dönemden sonra düşüşe geçmesiyle
Yakın Doğu'da oluşan güç boşluğu başka halkların bölgede
güçlenmesine sebebiyet verdi, ayrıca İran'daki baskın güç olan Elam
ve batıdaki Babil gibi antik dönem krallıklarının da ciddi bir
zayıflık dönemi yaşıyor olması buna kolaylık sağladı.
Bölgedeki metin kaynakları üzerinde yapılan bir araştırma, Yeni Asur
İmparatorluğu döneminde Med bölgesi ile bu bölgenin batı ve
kuzeybatısında, İrani dil konuşan insanların yaşadığı ve yoğun bir
nüfusa sahip olduğunu göstermektedir. Medler, Eski bir İran dili
olan Medce konuşuyordu.
Bilindiği üzere Med egemenliğinden önce batı ve kuzeybatı İran'da
Elam, Manna, Asur ve Urartu toplumlarının siyasi faaliyetleri
görülmektedir.i
MÖ 6. yüzyılda Büyük Kiros tarafından kurulan, tarihteki ilk Pers
devletidir.
MÖ 550'de, bir yüzyıl zor bela ayakta durmayı başaran Med
İmparatorluğu, ani bir Pers isyanıyla yıkıldı. Serveti çok fazla
olan Lidya Kralı Krezüs, bu serveti Pers Kralı Büyük Kiros'a
saldırmak için kullandı. Bu hareketiyle ülkesinin sonunu getirdi ve
Persler, MÖ 546'da Lidya başkenti Sardes'i yerle bir etti. İyonya
Krallığı ve Lidya'dan arta kalan şehirler, Pers buyruğuna girmeyi
reddettiler, savaşmak için hazırlık yaptılar ve Sparta'dan yardım
istediler. Sparta beklenilen yardımı yapmadı, Kiros'a sadece bir
elçi göndererek onu uyardı. Sonuç olarak daha fazla direnemediler;
Phokaia'dakiler Korsika'ya, Teos'dakiler de Trakya'daki Abdera
kentine kaçtılar. Geri kalanlar da Perslere teslim oldu. Kiros'tan
sonra tahta geçen I. Darius yönetiminde de imparatorluk genişlemeye
devam etti. Genişleyen toprakları etkin idare için I. Darius,
satraplık sistemini kurdu.
MÖ 502'de Girit Adası'nda Perslere karşı başlayan İyonya İsyanı'na
Milet satrapı Aristagoras, önce Perslere yardım etmek üzere Girit
(Nakse) Adası'na hücum etmekle başladı; fakat isyanı bastırmada
başarılı olamayınca o da isyancılara katıldı ve hatta daha sonra
onlara liderlik de etti. Atinalıların da yardımlarıyla bir süre
Anadolu'ya yayılan isyancılar, Efes Savaşı'nda yenildiler. Bu
yenilgiyi MÖ 493'te Lade'deki yenilgi takip etti ve Persler isyana
son noktayı koydular. Her ne kadar Karya, Pers İmparatorluğu'na
bağlı bir satraplık olsa da, oraya atanan Hekatomnus kendine avantaj
sağlamayı bildi. Bir taraftan Perslere düzenli haraç verirken diğer
taraftan bölgeyi kontrolü altına aldı. Hekatomnus'un oğlu Mosolus
başkenti Milas'tan Halikarnas'a taşıdı. Güçlü bir donanma kurdu ve
bu gücünü kurnazca bir plan dahilinde Sakız, Kos ve Rodos adalarını
Atina'dan ayırmak için kullandı. Daha sonra bu adalar
bağımsızlıklarını ilan ettiler. Mosolus planının başarıya ulaştığını
göremeden öldü ve ülke yönetimini eşi Artemis devraldı. Büyük
İskender'in sahneye çıkışına kadar bir yirmi yıl daha Karya
Hekatomnus'un ailesi tarafından yönetildi.
i
MÖ 336'da Makedonya kralı II. Filip, beklenmedik bir şekilde
öldürülünce Makedonya tahtına, o dönem çok meşhur olan ve bayağı
genç olan oğlu İskender geçti. Perslerle savaşmaya yetecek
büyüklükte bir ordu ve onların güçlü donanmaları karşısında
dayanacak bir donanma kurmak için hemen çalışmaya koyuldu. Perslerle
ilk olarak Biga Çayı'nın yakınlarındaki Granicus Savaşı'nda
karşılaştı ve onları bozguna uğrattı. Zaferin ivmesiyle Batı
kıyılarına yöneldi, Lidya ve İyonya'yı sırayla bağımsızlıklarına
kavuşturdu. Milet'in de alınması, Makedon donanmasının işini diğer
şehirler alınırken kolaylaştırdı. Bu bölgedeki kontrolü sağladıktan
sonra İskender, Anadolu içlerine yöneldi; Frigya, Kapadokya ve en
son Kilikya'ya kadar ulaştı. Ardından, gerçekleşen İssos ve
Gaugamela muharebelerinde Ahameniş İmparatorluğu hükümdarı III.
Darius'u perişan etti. Daha sonra Pers Kralı III. Darius'u devirdi
ve Ahameniş İmparatorluğu'nu tamamen fethetti. Büyük bir yenilgiye
uğrayan III. Darius, Fırat'ın doğusuna kadar sürüldü ve böylece
Anadolu'daki Pers hakimiyeti son bulmuş oldu.
Gelinen son noktada Büyük İskender'in imparatorluğu, bilinen
dünyanın çok büyük bir bölümünü elinde bulunduruyordu. Büyük
İskender, yaptığı bu seferlerle adını tarihe altın harflerle
yazdırdı.
Büyük İskender'in İmparatorluğu'nun Parçalanması
İskender, MÖ 326'da Hydaspes Muharabesi'nde önemli bir zafer
kazanarak Hindistan'ı işgal etti. Sonrasında, vatan hasreti çeken
birliklerinin yoğun talepleri üzerine buradan geri döndü ve MÖ
323'te başkent olarak ilan etmeyi planladığı Babil'de, Arabistan'ın
işgalini tasarladığı seferlerini hayata geçiremeden hastalandı ve
öldü.
İskender'in ani ölümü, ardında geniş bir imparatorluk ve yönetim
boşluğu bıraktı. Tahtın varisi, yarı üvey kardeşi Arrhidaeus, ülkeyi
yönetecek bir güce sahip değildi. Toprakları paylaşmak için
generalleri arasında savaşlar çıktı. Süvarilerin başındaki Pertikas,
ardından Frigya satrapı Antigonus bir süre topraklara egemen
oldular. Mısır Valisi Ptolemi ile İskender'in güçlü generalleri,
Lysimakhos ve Selevkos, İpsus Savaşı'ndan sonra ortak düşmanları
Antigonus'a karşı güç birliğine gittiler. Çekişmeler sonucu
İskender'in İmparatorluğu dört parçaya bölündü. Ptolemi Mısır,
Levant'ın büyük bir kısmı ve Anadolu'nun güneyini; Lysimakhos
Anadolu ve Trakya'yı; Selevkos ise Anadolu'nun geri kalanını aldı ve
Selevkos İmparatorluğu'nu kurdu. Bu arada Pontus Kralı Mitriates de
ülkesinin bağımsızlığını ilan etti.
i
İmparatorluğun kurucusu I. Selevkos Nikator, babası Antiokus'un
adını vererek Antakya şehrini kurdu ve burayı başkent yaptı. Orduya
çok önem veren Selevkos, yönetimi kolaylaştırmak için ülkeyi 72 ayrı
satraplığa böldü. Eski arkadaşı Lysimakhos'la aralarında anlaşmazlık
çıkınca M.Ö 281'de Selevkus ona karşı savaş açtı ve Korupedyon
Savaşı'nda Lysimakhos'u yenerek topraklarını ele geçirdi. Ancak
gelecekteki Makedon Kralı Ptolemi Keranus tarafından suikastle
öldürüldü.
Selevkos'un ölümünden sonra, imparatorluk içerden ve dışarıdan
birçok saldırıya maruz kaldı. Selevkos'un oğlu I. Antiokus
Galatların saldırılarını savuşturduysa da Pergamon Kralı Eumenes'i
yenemedi ve M.Ö 262'de Pergamon'a bağımsızlık vermek zorunda kaldı.
i
Roma İmparatorluğu (Kuruluşu MÖ 27, Dağılışı MS 395), Roma
Cumhuriyeti döneminde Augustus'un Cumhuriyeti tek başına
yönetebilecek yetkiler alması ve Cumhuriyet döneminde kimseye
verilmemiş haklara sahip olmasıyla oluşan Antik Roma devletidir.
Augustus, M.Ö. 2 yılına kadar Cumhuriyeti kendisinden sonra da tek
bir kişinin yönetebilmesini sağlayacak anayasal reformlar
gerçekleştirdi ve Roma İmparatorluğu tam anlamıyla oluşmuş oldu.
Uzun yıllar Akdeniz çevresinde hüküm süren imparatorluk, 375
yılındaki Kavimler Göçü'yle başlayan iç karışıklıklardan sonra 395
tarihinde doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı, kuruluşundan ikiye
ayrılışına kadar süper güç olarak kaldı. İmparatorluğun batıdaki
kısmı olan Batı Roma İmparatorluğu Kavimler Göçü'yle Avrupa'ya gelen
Cermen kavimlerinin ve Hunların saldırıları sonucu 476 yılında
yıkılmış, doğu kısmıysa varlığını Doğu Roma İmparatorluğu veya
Bizans İmparatorluğu olarak 1453'te Osmanlı İmparatorluğu'nun
yedinci Padişahı II. Mehmet'in İstanbul'u fethine kadar
sürdürmüştür.
"Roma İmparatorluğu" ünlü Latince Imperium Romanum'un Türkçesidir.
Bu deyişte imperium sözcüğü bir bölge, vilayet anlamında
kullanılmaktadır. Roma İmparatorluğu Avrupa'nın Romalıların
egemenliği altında kalan kısmı için kullanılan bir isimdi,
denilebilir. Aslında Roma kent sınırlarının aşılması ve yayılma
politikası imparatorluk döneminden çok önce başlamıştı. Roma
İmparatorluğu en geniş olduğu dönemde yaklaşık 5.900.000 km²
büyüklüğündeydi. Avrupa tarihinin "klasik antikite" dönemindeki en
geniş imparatorluğuydu.
Augustus'un hükümdarlığından yüzyıllar önce Roma (Roma Krallığı ve
Roma Cumhuriyeti) zaten İtalyan Yarımadası'nı aşmış, önemli
rakiplerini yenilgiye uğratmıştı. Augustus'un reformları Roma
Devleti'ni bir imparatorluğa çevirmiş, 3. yüzyılın sonlarındaki
Diokletian reformuna kadar sistem büyük oranda değişmeden devam
etmiştir. Diokletian reformu imparatorluğu tetrarşiye
dönüştürmüştür. Her ne kadar Diokletian'ın sunduğu politik sistem
kısa bir süre boyunca varlığını korusa da, imparatorluğun ikiye
bölünmesine yol açmıştır. Bu da Roma'nın egemenliğinin iki yüzyıl
boyunca daha Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olarak sürdürmesine
olanak sağlamıştır.
Batı Roma İmparatorluğu'nun geleneksel çöküş tarihi 4 Eylül 476'dır.
Yaklaşık bin yıl sonra, 1453'te, daha çok Bizans İmparatorluğu
olarak anılan Doğu Roma İmparatorluğu Osmanlıların egemenliğine
geçmiştir. Augustus'tan Batı Roma imparatorluğu'nun çöküşüne kadar
Roma, Batı Avrasya'da egemen olmuş, nüfusun yarısını barındırmıştır.
i
Bizans İmparatorluğu veya Doğu Roma İmparatorluğu ya da kısaca
Bizans, Geç Antik Çağ ve Orta Çağ boyunca Roma İmparatorluğu'nun
devamı şeklinde var olan ve başkenti Konstantinopolis (günümüzde
İstanbul, önceleri Byzantion) olan ülke (395- 1453). Beşinci
yüzyılda Batı Roma İmparatorluğu'nun dağılışı ve çöküşü sürecinden
sağ kalan imparatorluk, 1453'te Osmanlılara yenik düşene kadar,
yaklaşık bin yıl var olmaya devam etti. Var olduğu sürenin çoğunda,
Avrupa'da ekonomik, kültürel ve askerî bakımdan en güçlü ülkeydi.
"Bizans İmparatorluğu" ve "Doğu Roma İmparatorluğu" terimleri
ülkenin yıkılışından sonraki tarihçiler tarafından yaratılmış olup
imparatorluk vatandaşları kendi ülkelerine Roma İmparatorluğu (Imperium
Romanum veya Romania) kendilerineyse "Romalılar" demekteydi.
4. yüzyıldan 6. yüzyıla kadar yaşanan bazı göze çarpan olaylar, Roma
İmparatorluğu'nun Grek Doğu ve Latin Batı şeklinde ayrışma sürecini
belirledi. I. Konstantin (h. 324-337) imparatorluğu yeniden organize
ederek Konstantinopolis'i başkent yaptı ve Hristiyanlık dinini
yasallaştırdı. I. Theodosius (379-395) döneminde, Hristiyanlık
ülkenin devlet dini olarak kabul edildi ve diğer dinler yasaklandı.
Son olarak Herakleios zamanında (610-641), imparatorluğun askerî ve
idari sistemi yeniden yapılandırıldı ve Latince yerine Yunanca resmî
dil olarak benimsendi. Böylece, her ne kadar Roma devleti ve devlet
gelenekleri sürdürüldüyse de, Konstantinopolis çevresinde, Latin'den
ziyade Yunan kültürü ve Ortodoks Hristiyanlık geleneklerine göre
şekillendiğinden ötürü, modern tarihçiler Bizans'ı Antik Roma'dan
ayırır.
İmparatorluğun sınırları, ülkenin var olduğu süre içinde, bazı
gerileme ve toparlanma döngüleriyle kendini belli eden kayda değer
değişiklikler gösterdi. I. Justinianus (527-565) döneminde Kuzey
Afrika, İtalya ve bizzat Roma şehri de dahil olmak üzere Batı
Akdeniz kıyıları yeniden ele geçirildi ve imparatorluk en geniş
sınırlarına erişti. Mauricius (582-602) döneminde ülkenin doğu
sınırları genişledi ve kuzey sağlamlaştırıldı. Ancak imparator bir
suikaste kurban gidince Bizans-Sasani Savaşı (602-628) patlak verdi
ve kaynaklar bakımından zayıflayan Bizans İmparatorluğu, 7. yüzyılda
İslam'ın yayılışı sürecinde çok büyük toprak kayıpları yaşadı.
Birkaç yıl içerisinde en zengin illeri olan Mısır ve Suriye'yi
Araplara kaybetti.
Makedon Hanedanı (10-11. yüzyıllar) süresince imparatorluk sınırları
tekrar genişledi ve iki yüzyıl süren Makedon Rönesansı yaşandı. Bu
dönem 1071 Malazgirt Savaşı sonrası Anadolu'da başlayan büyük toprak
kayıplarıyla son buldu. Bu savaşta yaşanan kayıp sonucunda Türkler
Anadolu'ya yerleşmeye başladı.
Komninos Restorasyonu sırasında imparatorluk yeniden toparlandı.
Öyle ki, 12. yüzyılda Konstantinopolis Avrupa'nın en zengin
şehriydi. Ancak 1204'te Dördüncü Haçlı Seferi sırasında başkent
yağmalanınca ve ülke toprakları birbiriyle yarışan Bizanslı Yunan ve
Latin krallıkları arasında bölüştürülünce imparatorluk büyük bir
darbe aldı. Her ne kadar 1261'de Konstantinopolis geri alınıp
toparlansa da, Bizans İmparatorluğu var olduğu son iki yüzyıl
boyunca bölgede birbiriyle kapışan birkaç devletçikten biri olarak
kaldı. Geriye kalan toprakları 15. yüzyıl boyunca Osmanlılar
tarafından aşama aşama fethedildi. 1453'te Osmanlı İmparatorluğu
Konstantinopolis'i fethedince Bizans İmparatorluğu sona erdi.
i
Orta Çağ'da Anadolu'ya çoğunlukla Bizans İmparatorluğu hakim
olmuştu. 632 yılında, Peygamber Muhammed'in ölümünün ardından
gerçekleşen Müslüman Arap fetihleri Anadolu'ya da sıçramıştır.
Halife Ömer döneminde Suriye, Mısır, Irak ve İran gibi önemli
bölgeler İslam İmparatorluğu'na dahil olmuş ve bu bölgelerle komşu
durumunda olan Anadolu da, bu fetihlerden kültürel ve dini açıdan
etkilenmiştir. Daha sonraki yıllarda Anadolu'ya yapılan Müslüman
Türk akınları ve burada kurulan devletler, Anadolu'nun İslamlaşma
sürecini başlatacaktı. Özellikle Selçuklu Hanedanı
döneminde Anadolu, hem kültürel hem de mimari yönden bir İslam
diyarı haline gelecekti.
i
Türkler, çeşitli sebeplerden ötürü ana vatanları olan Orta Asya’dan
göç etmek zorunda kalmışlar ve kendilerine yeni bir vatan aramaya
başlamışlardır. Bu yüzden Selçuklu Türkleri, çevre bölgelere akınlar
düzenlemeye başlamışlardır. Örneğin Anadolu’ya yapılan ilk akınlar,
1015-1018 yılları arasında gerçekleşmiştir. Büyük Selçuklular, 1040
yılındaki Dandanakan Muharebesi ile Gaznelileri mağlup etmiş ve
bağımsız olmuşlardır. Selçukluların bağımsız olmasıyla beraber çevre
bölgelere yapılan akınlar daha sistemli hale gelmiştir. Nitekim bu
akınlar sonucunda Anadolu’nun uygun bir bölge olduğu anlaşılmıştır.
Anadolu hakimiyeti için, Büyük Selçuklu Devleti ile Anadolu’yu
elinde bulunduran Bizans İmparatorluğu arasındaki ilk savaş, 1048
yılında gerçekleşmiş ve Pasinler Muharebesi olarak bilinen bu
savaşla beraber Anadolu hakimiyeti için yapılan ilk savaş, Selçuklu
zaferiyle noktalanmıştır.
i
Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'in ölümünün ardından Büyük
Selçuklu tahtına Alp Arslan oturmuş ve Anadolu üzerine yapılan
akınları hızlandırmıştır. Bu dönemde Bizans İmparatoru olan Romen
Diyojen ise, Anadolu toprakları için oluşan bu büyük tehlikeyi
bertaraf etmek için yaklaşık 200.000 kişilik ordusuyla başkenti
Konstantinopolis’ten ayrılmış ve bugünkü Türkiye’nin Doğu Anadolu
Bölgesi’ne doğru ilerlemeye başlamıştır. Sultan Alp Arslan,
Bizans’ın büyük bir orduyla Doğu Anadolu’ya geldiğini öğrenince bu
orduyu karşılamak için aynı bölgeye bir orduyla ilerlemiştir. Daha
sonra iki ordu, 26 Ağustos 1071 tarihinde Muş'un Malazgirt Ovası'nda
karşılaşmış ve Malazgirt Meydan Muharebesi, kesin Selçuklu zaferiyle
sonuçlanmıştır. Bu zaferle beraber İran, Azerbaycan, Horasan gibi
bölgelerde bulunan Türkler, kitleler halinde Anadolu’ya göç etmeye
başlamıştır.
Alp Arslan'dan sonra Büyük Selçuklu tahtına geçen oğlu Melikşah,
babasının izinden giderek devletin sınırlarını genişlettirdi ve bir
imparatorluk durumuna geldi. Melikşah, devlete en parlak günlerini
yaşattı. İslam ilmi açısından da zirvede olan bu dönemde, vezir
Nizamülmülk tarafından devletin farklı yerlerinde kurulan Nizamiye
Medreseleri sayesinde de birçok ilim adamı, filozof ve müderris
yetişmiştir. Bu medreselerin merkezi ve en büyüğü, Bağdat'taki
Nizamiye Medresesi olup Amul, Basra, Belh, Herat, İsfahan, Musul ve
Nişabur'da da benzerleri vardı. Nizamiye Medreseleri'nde esas olarak
din, hukuk ve dil öğretimi yapılmıştır. Ancak bunların yanında
astronomi, matematik, kimya ve felsefe eğitimleri de mevcuttu.
Nizamiye Medreseleri, devlet parasıyla yaptırılmıştır. Bu
medreselerde okuyup mezun olan filozof ve ilim adamlarının en
meşhuru, daha sonradan Bağdat'a müderris olarak atanan Gazzâli'dir.
1090 yılında Hasan Sabbah adındaki bir din adamının İran'daki Alamut
Kalesi'ni ele geçirip Büyük Selçuklu topraklarına suikastler
düzenlemesiyle devlet sarsılmıştır. 1092 yılında, sırasıyla vezir
Nizamülmülk'ün suikaste uğraması ve Melikşah'ın da zehir
aracılığıyla ölmesi, devlette ani bir şok etkisi yarattı. Daha
sonraki yıllarda devlet, tekrar eskisi gibi toparlanamadı ve kısa
sürede dağıldı. Ancak daha önceden Anadolu'da, Büyük Selçuklu
Devleti'ne tabi olmak şartıyla kurulmuş olan Anadolu Selçuklu
Sultanlığı, Selçuklu Hanedanlığı'nın izini sürdürmeye devam etti.
i
Selçuklu Hanedanı'ndan olan Kutalmış oğlu Süleyman Şah, Marmara
Bölgesi’ndeki askeri faaliyetleri sonunda İznik’i alıp başkent
yaparak 1077 yılında Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurmuştur. I. Haçlı
Seferi başlarında İznik şehrinin düşmesi üzerine Selçuklular Anadolu
içlerine çekilmiş ve sonunda Konya başkent olmak üzere ayakta
kalmayı başarmıştır.
13. yüzyıl başlarında Sultan I. Alaeddin Keykubad ile Anadolu’nun en
güçlü devleti haline gelen Anadolu Selçuklu, Anadolu üzerindeki
hakimiyetini iyice sağlamlaştırdı. Bu dönemde Anadolu'da ortaya
çıkan Moğol tehdidinden dolayı birtakım önlemler alan Alaeddin
Keykubad, bir dizi fetih gerçekleştirdi. 1230'da, Yassıçemen
Muharebesi ile Harezmşahlar Devleti hükümdarı Celaleddin Harezmşah'ı
yenilgiye uğrattı ve Harezmşahların yıkılmasına neden oldu. Bu da
Anadolu Selçuklu Devleti'ni Moğollar ile sınır komşusu haline
getirdi. Sultan Alaeddin, 1237 yılında Kayseri'de zehirlenip aniden
ölünce bunu fırsat bilen Moğollar, Anadolu içlerine kadar girdi.
Anadolu Selçuklu Devleti, 1243 yılındaki Kösedağ Muharebesi’nde
Moğollara yenilmesiyle beraber İlhanlılara yıllık haraç ödeyen tabi
bir devlet haline gelmiş ve bu vesileyle birlikte Anadolu'nun her
tarafında kendince bağımsızlıklarını ilan eden çeşitli Türk
beylikleri ortaya çıkmıştır. Moğolların Selçuklu'nun devlet
yönetimine zaman içinde artan müdahalesi, devleti bir kukla durumuna
düşürmüştür. Son Anadolu Selçuklu Sultanı II. Mesud’un 1308
yılındaki ölümüyle birlikte Anadolu Selçuklu Devleti de dağılmıştır.
i
Hristiyan Haçlılar, Kutsal Topraklar'ı Müslümanlardan almak için
belirli aralıklarla birtakım seferler düzenlemişlerdir. Bunlara
''Haçlı Seferleri'' denir. Toplamda 8 tane Haçlı seferi
düzenlenmiştir. Bunlardan ilk dördü Anadolu toprakları üzerinde
yapılmış, diğerleri ise farklı güzergahlar kullanılarak yapılmıştır.
I. Haçlı Seferi'nde (1096-1099) Haçlılar başarılı olmuş, 1099
yılında Kudüs ele geçirilerek şehirdeki Müslümanlar ve beraberinde
Yahudiler kılıçtan geçirilmiştir. Anadolu Selçuklu Sultanı I.
Kılıçarslan da seferde müdahale etmiş, bunun sonucunda da başkent
İznik düşüp Konya içlerine kadar çekilmiştir. Kudüs'ün yanı sıra
Haçlılar; Yafa, Urfa ve Antakya gibi önemli yerleri de ele geçirmiş
ve buralarda devletler kurmuşlardır.
Musul atabeyi Nureddin Mahmud Zengi'nin Urfa'yı Haçlılardan geri
alması üzerine başlatılan II. Haçlı Seferi (1147-1149)
başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Eyyubiler Devleti'nin kurucusu olan Kürt Müslüman kumandan
Selahaddin Eyyubi'nin 1187 yılında, Hıttın Muharebesi ile Kudüs'ü
Hristiyanlardan geri alması üzerine derhal başlatılan III. Haçlı
Seferi, Eyyubilerin önderliğinde püskürtüldü ve Kudüs, Müslümanların
eline geçti.
Eyyubiler Devleti'nin başta Yafa olmak üzere Suriye ve Filistin'de
önemli yerleri Haçlılardan alması üzerine IV. Haçlı Seferi
düzenlenmiştir. Bu sırada Bizans İmparatorluğu, yaşadığı taht
kavgaları nedeniyle Haçlı ordusunu Konstantinopolis'e davet etmiş,
şehre giren Haçlılar da şehri yağmalamıştır. Konstantinopolis'te
Latin Krallığı'nı kuran Haçlılar, şehirde birçok kişinin kanını
akıtmıştır. Bizans sülalesinin bir kısmı İstanbul'dan kaçarak
İznik'e gitmiş ve İznik Rum İmparatorluğu'nu kurmuştur. Bir kısmı da
Trabzon'a gitmiş ve orada Trabzon Rum İmparatorluğu'nu kurmuştur.
i
Anadolu Selçuklu Devleti'nin 1243 yılındaki Kösedağ Muharebesi'nde
Moğollara yenilmesiyle birlikte Anadolu'da ikinci beylikler dönemi
başladı ve Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde Türk beylikleri kuruldu.
Bu beyliklerden birisi olarak ön plana çıkan Osmanoğulları Beyliği,
Söğüt ve Domaniç civarında varlıklarını sürdürmekteydi. Beyliğin
lideri olan Osman Bey, yaptığı birtakım fetihler sonucunda 13.
yüzyılın sonunda, genel kabule göre 1299 yılında bağımsızlığını ilan
etti.
Osmanlı İmparatorluğu Dönemi
13. yüzyılın sonlarından itibaren Batı Anadolu'daki Türk
beyliklerinden biri olarak ön plana çıkan ve bağımsızlık kazanan
Osmanlılar, 14. yüzyılda Balkan topraklarında gerçekleştiriği
fetihlerle büyük bir güç ve devlet haline geldi ve Anadolu'daki
diğer Türk beylikleri üzerinde de hakimiyet kurdu. I. Bayezid
döneminde, 1402 yılında Timur ile gerçekleştirilen Ankara Muharebesi
mağlubiyetinin ardından Yıldırım Bayezid'in Timur'a esir düşmesi ve
akabinde ölmesi, devleti sıkıntılı günlere götürdü. Devlet, 11 yıl
kadar padişahsız kaldı. En sonunda kardeşlerini teker teker bertaraf
edip tahta geçen I. Mehmed sayesinde devlet toparlandı.
1451 yılında Osmanlı tahtına geçen II. Mehmed, ilk iş olarak gözünü
İstanbul'a dikti. Yaklaşık iki aydır süren uzun ve yoğun bir
kuşatmanın ardından, 29 Mayıs 1453 sabahında Osmanlılar şehri ele
geçirdi ve Bizanslılar ile yoğun bir çatışma başladı. Osmanlılar
şehri kontrolleri altına aldı. 1058 yıllık Bizans İmparatorluğu
yıkıldı, Osmanlılar bir imparatorluk haline geldi.
Anadolu'nun Türkler tarafından fethedilmesi ve Selçuklular
İmparatorluğu'nun yükselmesi 11.nci yüzyılda başlar. Bu yavaş yavaş
idi. Anadolu'nun tamamen fethi Osmanlı İmparatorluğu'nun İstanbul'u
1453 yılında elde etmesiyle kesinlik kazandı. Burada yaşayanlar pek
çok farklı inancı destekliyordu. Musevilik,Hristiyanlık ve İslam.
Özellikle İspanya ve Portekiz' den kovulan Yahudi 'ler ve 1492
yılında İspanyol'ların yeniden feth olayından sonra buradan kovulan
Yahudi ve Müsliman göçmenler İstanbul'a yerleşti. i
Osmanlılar: Osmanlı (Ataman) İmparatorluğu (transanatolie.com)
i
Türkiye ve Dünya Gerçekleri (transanatolie.com)
i
TransAnatolie ile Türkiye'yi Keşfediyoruz
i
i
- TransAnatolie Tour
- Kültür Gezi
Sağlayıcısı ve Operatorü-Kültür ve Turizm Bakanlığı 4938 No'lu Grup A Lisans
|