İki büyük dünya savaşının yer aldığı XX. yüzyıl, emperyalist yöntemlerin ayakta tutulmasına tanıktır. Birinci Dünya Savaşı bitiminden sonraki durağan dönemde yaşanan 1929 bunalımı, ABD kaynaklı olarak dünyayı sorunlara sürüklemiştir.
ABD tarihinde önemli bir portre olan ve Federal Yüksek Mahkeme çevrelerince; komünist eğilimli olduğuna ilişkin savlar ortaya atılan Başkan Roosevelt ise kamu yararına müdahalelerle bunalımları önlemiştir. Rooseveltin; Yeni dalga olarak tanımlanan sosyal devlet programı; Liberalizme karşıt somut bir tavır şeklinde tanımlanmıştır. Bu müdahalenin olumlu etkisi o tarihlerde Avrupa ve Asyaya değin uzanmıştır.
İnsanlık tarihinin kaydettiği geniş ölçekli en çetin boğuşma 1939-1945 yılları arasındadır. İkinci Dünya Savaşı, ülkeleri tıpkı birincisi gibi emperyalist blokları ayrıştırarak, kapıştırmıştır. Bireysel tutku ve doymazlıklarla özdeş ve fantastik efsanelerle bezeli faşizm ise liberalizmin en vahşi gücü şeklinde ortaya çıkarak emperyalizmin totaliter aygıtı olmuştur.
En acı yitirimler ise faşizm eliyle sosyalist ülkelerde yaşanmıştır. Sonra, sırasıyla; 1974 yılındaki petrol bunalımı, 1980-1990 arası İran-Irak savaşı ve Afrikadaki iç çatışmalar hep liberal çıkarcıların ellerinde örgütlenmiştir. Ama liberal saldırılar hiç durmamış, Kore ve Vietnam savaşlarıyla süregelmiştir. Savaşların çıkması silah tacirleri için o denli kârlı bir iştir ki, sadece Vietnam cephesindeki boğuşma, silah fabrikatörlerine günde 1.5 milyon dolar kazandırmıştır. Her Vietkonglu yurtseverin can bedeli olarak 50.000 dolarlık bir kazanç ABDli üreticiye aktarılmıştır. Nobel ödüllendiricisi İsveç Krallığının sanayicileriyse silah üretiminde öteden beri Avrupa şampiyonudur.
Sömürüye dayalı ABD ve AB siyasetleri Irak cephesinde yine işbirliği yaptılar. Ama gidişat ters döndü. Gerileyen silah üretimi ABD kesimini Mortgage çerçeveli konut satış düzenbazlığı, bankacılık sektöründeki oyunlar ve borsa kumarbazlığının dibe vurmasıyla etkiledi. Çokuluslu şirketlerin ABD bozgunu, Avrupa ve aynı kategorideki Güneydoğu Asyayı kapsadı. Borsalarda, tehlike çanları çalmaya başladı. Sıra onların kuyruğu olan ülkelerde ve bu arada da Türkiyededir.
SSCBnin 1991 yılında yıkılmasıyla, liberalizmin küreselleştirilmesinde egemen olan ABD-AB yöntemi iflas yolundadır. 24 Ocak 1980 kararlarıyla vahşi liberalizmi seçen Türkiyenin ekonomik alınyazısı da bellidir. ABD-AB ortak liberal cephesi en azından iktisatçı Keynesin devlet müdahalesini öngören öğretisini öne geçirmişlerdir. Hatta bazı özel sektör öğelerinin kamu çatısına alınarak devletleştirilmesi yolu izlenmektedir. Adam Smithin; Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler yaklaşımına zorunlu olarak sırt çevirmişlerdir. Anlaşılan odur ki, liberalizmin insanlığı hiçe sayan kötücül saltanatı bitmiştir.
Serbest piyasa ekonomisi, uygulandığı tüm ülkelere toplumsal acılar çektirmiştir. Türkiye bu ekonominin uygulanmasına 1950lerden bu tarafa tanık olmuştur. 1980 yılından sonra ise liberalizme kıyasıya teslim bayrağı çekilmiştir. Siyasal, sosyal ve kültürel karmaşalarla ekonomik çalkantılar antiemperyalist ve antikapitalist çizgideki halkçı-devletçi Kemalist ideolojiye saldırıdan doğmuştur. Öyleyse, ülkenin ve halkın dirlik ve esenliği 1930lu yıllardaki Türkiye ivmesine dönmektir.