|
AB Üyeliği PKK'yı
Değil, Türkiye'yi Bitirir
Bir tarafta Türkiye'nin AB'ye
üyeliğinin PKK'nın sonunu getireceğini iddia eden bir emekli
general, diğer tarafta "Türkiye'nin AB yolunda ilerlemesini
istiyoruz" diyen terör örgütünün siyasi kanat lideri
Eski Genelkurmay Başkanı emekli
Org. Hilmi Özkök'ün Milliyet gazetesinden Fikret Bila ile yaptığı
söyleşide (Milliyet, 2.10.2007), özellikle "Kürt sorunu" ile AB
üyeliği arasındaki ilişki bağlamında söyledikleri dikkat çekici
niteliktedir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komutanlığını yapmış, MGK
toplantılarına katılmış, kısacası ülkemizin güvenlik ve dış
politikasının belirlenmesinde birinci derecede rol oynamış bir
kişinin, PKK ile mücadelede bunca yıllık deneyime sahip olmasına
rağmen, PKK terörünün bitmesini AB üyeliğinin gerçekleşmesine bağlı
sayması en hafif deyimle talihsiz bir açıklama olmuştur. Milliyet
gazetesi de Özkök'ün açıklamalarına "mal bulmuş Mağribi" gibi
sarılmış ve "PKK'yı AB üyeliği bitirir" şeklinde manşete taşımıştır.
Özkök'ün açıklamalarının değerlendirmesini yapmadan önce herhangi
bir yanlış anlamaya neden olmamak için bu konuda söylediklerini
aktaralım. Fikret Bila ile yaptığı söyleşide E. Org. Özkök şunları
söylemektedir:
"1. Türkiye'de bir Kürt gerçeği
var. Halkımızın bir bölümü kendini köken itibarıyla Kürt olarak
tanımlıyor. Bu bir gerçek.
2. Ayrıca bir Kürtçülük ideolojisi ve/veya siyaseti var. Bu da bir
gerçek.
3. Bir de silahlı bir hareket var: PKK"
Sorunu bu boyutları ile ortaya
koyan E. Org. Özkök, çözümü Türkiye'nin kalkınmasında, AB üyesi
olmasında görmektedir:
"Olay çok karmaşıktır ve bütün unsurlarıyla birbirine bağlıdır.
Şimdi önemli olan şu: Kürt devleti kurma ümidi nasıl kesilir? Dış
destek kesilirse
Bir müstakil Kürt devleti kurulsun diye kendimizi
feda ediyoruz diyorlar. Kendi düşünceleri böyle. Ama bunun hiçbir
zaman olmayacağını görürse ümit kesilir. İkincisi, öyle bir durum
olur ki, artık bölgedeki Kürt kökenliler, hatta Kuzey Irak'takiler
de "ayrı bir Kürt devleti kurmaya gerek yok" diyebilirler. Düşünün
ki, Türkiye AB'ye girmiş, fert başına milli geliri 15 bin doları
aşmış. O zaman böyle düşünülebilir. Özetlemek gerekirse "Türküm"
demenin gururu, "Kürdüm" demekten fazla övünç getiriyorsa halk
kendiliğinden PKK'ya desteğini keser."
PKK ve aynı çizgideki diğer siyasi partilerin Kürtlerin "kurucu
unsur" olarak Anayasa'da belirtilmesi talebini kabul etmeyen E. Org.
Özkök, "idari özerklik veya federasyon taleplerine nasıl
bakıyorsunuz?" sorusuna ise, "o zaman salam gibi dilimlene dilimlene
gidersiniz. Türkiye çok katı olmalıdır" şeklinde yanıt vermektedir.
"Kürtçe eğitim asla" söz konusu olamaz diye E. Org. Özkök, "Ama
Kürtçe'nin eğitimini yapmalılar. Ama eğitimin Kürtçe yapılması olmaz.
Dil birliğini bozar." görüşündedir.
E. Org. Özkök'ün AB ile "Kürt sorunu" ilişkisi konusundaki
söyledikleri bunlardır.
* * *
E. Org. Özkök, "Kürt devleti kurma ümidi nasıl kesilir?" diye
sormakta ve "Dış destek kesilirse
" şeklinde yanıtlamaktadır. Daha
sonra da AB üyeliğini ve bu çerçevede kişi başına milli gelirin
artmasını sorunun çözümü için gerekli görmektedir. Ne var ki Özkök,
kesilmesini talep ettiği o dış desteğin önemli bileşenlerinden
birinin AB olduğunu nedense görmezden gelmektedir. Bugün PKK'nın
neredeyse bütün AB ülkelerinde irtibat büroları vardır. PKK, AB'nin
sağladığı imkanlardan sonuna kadar yaralanmaktadır ve PKK'nın sözde
"Sürgündeki Kürt Parlamentosu" AB sınırları içinde bulunmaktadır. AB
yetkilileri Türkiye'ye geldiklerinde "Kürdistan'ı ziyaret ediyoruz"
diyerek Diyarbakır'a gitmekte, PKK'nın yasal uzantısı olan siyasi
parti ve örgüt temsilcileri ile görüşmekte, bu kişi ve örgütlere
ödüller vermekte, AB'de yapılan toplantılara davet edip muhatap
olarak dinlemektedirler. Kısacası, bugün PKK'ya verilen en önemli "dış
destek" AB'den kaynaklanmaktadır. Bu konuda sayısız örnek
verilebilir. Dolayısıyla PKK terörünün ve PKK'nın ayrılıkçı
amaçlarının son bulması için AB'yi umut olarak görmek, ciğeri kediye
teslim etmekten farksızdır.
İkinci olarak Türkiye'nin AB'ye girmesi ve kişi başına milli gelirin
15 bin dolar seviyesine çıkmasını, Türkiye'nin Kürt sorununun (aslında
söz konusu olan bir terör sorunudur!) halledilmesi için gerekli
görmek de sığ bir yaklaşımdır. Genelde terörünün özelde ise PKK
terörünün ortaya çıkması ve varlığını devam ettirmesinde ekonomik
etkenler kuşkusuz göz ardı edilemez. Ama sorun salt bir milli gelir
meselesi olarak da ele alınamaz. Eğer öyle olsaydı, sadece
Türkiye'nin doğusunda değil, kişi başına milli gelirin hiç de tatmin
edici boyutlarda olmadığı diğer geri kalmış bölgelerimizde de terör
olaylarının yaşanması, ayrılıkçı hareketlerin ortaya çıkması
gerekirdi. Oysa artık ortaya çıkmıştır ki, PKK'nın ayrılıkçı ve
bölücü siyasal çizgisi sadece geri kalmışlıktan beslenmemektedir.
İşin dış boyutlarının, Atlantik ötesi uzantılarının olduğu;
Ortadoğu'dan Orta Asya'ya uzanan satranç tahtasında oynanan o "büyük
oyun"da, PKK'nın nasıl bir piyon rolüne soyunduğu herkesin bildiği
bir gerçektir. Örneğin PKK liderlerinden Murat Karayılan'ın, 7 Ekim
2006 tarihinde Newsweek dergisinde yayınlanan bir söyleşide (Bkz.
Michael Hastings, "Into the Blacksnake's Lair", Newsweek, 7.10.2006
) dile getirdikleri bu bakımdan hayli anlamlıdır: "ABD'nin müttefiki
olabiliriz, düşmanlarımız aynı. ABD bizi hep düşmanlarımızın gözüyle
gördü. Oysa biz, dost olarak algılanmak istiyoruz. Aksine, Kürtler
fazlasıyla ABD sempatizanıdır. Eğilimleri, Amerikancılık yönündedir."
ABD'nin, PKK'nın bu işbirlikçilik talebine nasıl yanıt verdiğini son
bir yıldır yaşananlardan, PKK'lı teröristlerin üzerinde yakalanan
ABD malı silahlardan, PKK kamplarını ziyaret eden ABD'li subaylardan
ve benzer gelişmelerden biliyoruz.
Dahası E. Org. Özkök kişi başına milli gelirin 15 bin dolar
seviyesine yükselmesini de, öyle görülüyor ki ekonomi konusundaki
bilgisizliğinin beslediği bir iyimserlikle ele almaktadır. Zira bir
ülkede kişi başına milli gelirin, diyelim ki, 15 bin dolar olması, o
ülkede herkesin cebine yılda 15 bin dolar girmesi demek değildir.
Liberal ekonomik sistem gelir dağılımını adaletli bir şekilde
gerçekleştirememek gibi bir kusurla arazlıdır. E. Org. Özkök'ün umut
olarak gördüğü ve halkımızın da bir "mutluluk adası", bir "refah
diyarı" sandığı AB'de gelir dağılımının ve işsizliğin ne boyutlarda
olduğu, artık AB'nin resmi istatistiklerinden ilan edilmektedir. (Bu
konudaki son veriler için bkz. Serdar Ant,
"Türkiye AB'ye Teslim Olmayacaktır.")
Ama E. Org. Özkök'ün asıl ilginç olan saptaması işin içine Kuzey
Irak'ı da katmasıdır! Özkök'ün Türkiye'nin AB üyeliğini hayal
ederken, "artık bölgedeki Kürt kökenliler, hatta Kuzey Irak'takiler
de "ayrı bir Kürt devleti kurmaya gerek yok" diyebilirler"
şeklindeki sözleri Kuzey Irak'ın şu veya bu şekilde AB'ye üye olmuş
bir Türkiye'nin parçası olacağını ima etmektedir Bu yaklaşım,
ABD'nin Kuzey Irak'taki kukla devleti, bir federasyon veya
konfederal bir yapı şeklinde Türkiye'nin himayesine verme planını
akla getirmektedir ki, en azından PKK'nın amaçları kadar Türkiye'nin
egemenliği ve bütünlüğü için tehditler içeren bir açılımdır bu.
Bütün bunlara ek olarak E. Org. Özkök'ün "Türküm" demenin gururu, "Kürdüm"
demekten fazla övünç getiriyorsa halk kendiliğinden PKK'ya desteğini
keser." şeklinde bir ayrım ve derecelendirme yapması da en hafif
deyimle sorumsuz bir yaklaşımdır. Emperyalizmin maşası olmuş bir
avuç bölücü dışında Kürt kökenli hiçbir Türk vatandaşının PKK'nın
teröründen ötürü bugün "övünç" duyduğu iddia edilemez.
* * *
Ne var ki, E. Org. Özkök'ün dile getirdiği gerekçelerin ve bakış
açısının bir an için gerçeği yansıttığını ve bir an için Türkiye'nin
AB üyeliğinin PKK'yı bitireceğini varsayalım. Bu durumda PKK'nın ve
onun çizgisinde olan Kürtçü siyasal hareketlerin neden Türkiye'nin
AB'ye üye olmasını istediğini açıklamak gerekmektedir?
Örneğin, PKK- Kongra Gel örgütünün lideri Zübeyir Aydar 2007'in
Şubat ayı içinde, Yunanistan'da yayınlanan Elefterotipia gazetesine
verdiği demeçte şunları söylemekteydi:
"Hedefimiz yerel parlamentosu ve özerk yönetimi olan İspanya'daki
Katalonya modelidir. Doğu ve Güneydoğu'daki demokratik değişimler
AB'nin desteği ve diretmesi ile atılan adımlardır. Kürtçe
televizyonlar ve radyoların açılması olumlu ancak yetersiz.
Türkiye'nin AB yolunda ilerlemesini istiyoruz." (Cumhuriyet,
14.2.2007)
Bir tarafta Türkiye'nin AB'ye üyeliğinin PKK'nın sonunu getireceğini
iddia eden bir emekli general, diğer tarafta "Türkiye'nin AB yolunda
ilerlemesini istiyoruz" diyen terör örgütünün siyasi kanat lideri
Ortada ilginç bir durum yok mu? Açıktır ki Zübeyir Aydar'ın demeci,
AB üyeliği ile PKK'nın son bulmayacağının; PKK'nın kendi nihai amacı
olan "bağımsız Kürdistan"a ulaşma yolunda aşmayı gerekli gördüğü ara
aşamalar için AB üyeliğinin sağladığı imkanları nasıl bir basamak
olarak gördüğünün en üst düzeyden ifadesidir. "Bağımsız Kürdistan"
amacını 1999'a kadar silahlı mücadele ile gerçekleştirmeyi amaçlayan
PKK, bu tarihten sonra Türkiye'nin AB üyelik sürecinin sağlayacağı
olanaklardan yararlanarak belli aşamaların gerçekleştirilmesi ile bu
hedefe adım adım ulaşmayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda sözde bir
şiddet karşıtlığı ile "demokratik siyasetin önünün açılması" talebi
sürekli dilendirilmektedir. Ayrıca bu tür ifadeler sadece
yurtdışında dile getirilmemekte, PKK'nın yasal uzantısı olarak
hareket eden, hatta artık TBMM'ye kadar girmiş siyasi parti
temsilcileri de bir yandan inatla ve ısrarla PKK'nın bir terör
örgütü olmadığını söylerken, diğer yandan Zübeyir Aydar'ın demeci
ile benzer içerikte açıklamalar yapmakta, Türkiye'nin AB üyeliğini
desteklemekte, ama uzun erimde ayrılıkçı-Kürtçü hareketin amaçları
için bunu da yetersiz görmektedirler. Bu bağlamda ustalıkla ve
toplumun gözünün içine bakarak yalan söylemek; "demokrasi", "barış",
"akan kanın durması" gibi lafazanlıklarla kuzu postuna bürünmeye
çalışırken, PKK terörünü kınamaktan ve lanetlemekten inatla kaçınmak
sergilenen oyunun gerçek niteliğini gözler önüne sermektedir.
Örneğin DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, geçen yıl Radikal gazetesinde
yayınlanan, kendisi ile yapılmış bir söyleşide şunları söylemektedir:
"Biz, Kürt sorununun Türkiye'nin üniter yapısı içinde
çözülebileceğine inancımızı defalarca belirttik. İstenen nedir?
Birinci aşamada kültürel, kimliksel taleplerdir. Yani farklılıkların
birlikte yaşanması koşuluyla farklı kültürlerin, kimliklerin
kendisini ifade etmesine "evet" demektir. İkinci aşama, dağdaki
insanları topluma kazanacak bir genel affın çıkmasıdır." (Radikal,
17.4.2006)
"Biz demokratik siyasetin önünün açılmasını istiyoruz" diyen ve 2006
yılında "Kürt sorununun Türkiye'nin üniter yapısı içinde
çözülebileceğine inancımızı defalarca belirttik." şeklinde konuşan
Ahmet Türk, ne ilginçtir ki, Demokratik Toplum Partisi'nin, bağımsız
adaylarla katıldığı 22 Temmuz 2007 seçimlerinde 24 milletvekili
çıkararak TBMM'de temsil edilmeye hak kazanmasından sonra seçim
sonuçlarını değerlendirirken, Leyla Zana'nın 20 Temmuz'da yaptığı "Türkiye'nin
eyaletlere bölünme zamanı gelmiştir." açıklaması hakkında ise
şunları söylemektedir:
"Bizim niyetimiz bu. Çalışmalarımız
bu yönde. Bu söylediklerimizin gerçekleşmesi için hükümetin de
devletin de iyi niyetli olması lazım." (Radikal, 23.7.2007)
Daha ilginç olan nokta da şudur ki, Ahmet Türk 2006 yılındaki
konuşmasında "İstenen nedir?" sorunu yanıtlarken, taleplerini
saymamakta, sadece "birinci aşama
ikinci aşama
" şeklinde ayrılıkçı
Kürt hareketinin nihai amacına ulaşmak amacıyla gerçekleştirmek için
önüne koyduğu evreleri ifade etmektedir. İşte ayrılıkçı Kürt
hareketinin bu "aşamalar"ı gerçekleştirmesinde AB üyeliğinin
sağladığı imkanlar yaşamsal önemdedir ve AB'ye üyelik PKK
uzantılarının "demokratik siyasetin önünün açılması" şeklindeki
taleplerinin koşullarını hazırlamaktadır. Ama yetersizdir. Çünkü
ayrılıkçı Kürt hareketi için daha sonra gerçekleştirilecek başka "aşamalar"
da vardır!
"Ben siyasetçi olarak AB sürecinin desteklenmesi gerektiğine
inanıyorum" diyen Ahmet Türk, AB üyeliği konusunda şunları
söylemektedir:
"AB üyeliği Türkiye'nin demokratikleşmesini getirir. Bu Kürtleri
rahatlatır. Demokratik bir Türkiye'den Kürtler de yararlanır.
Tartışılacak, çözümlenecek çok sorun var. "Türkiye AB'ye giriyor,
mesele bitti" diye de düşünülmemeli. Türkiye'nin AB'ye girmesi için
en az on beş yıl gerekiyor. Kürtlere "on beş yıl susun" demek doğru
değil." (Radikal, 17.4.2006)
Ahmet Türk, E. Org. Özkök'ün aksine AB üyeliği ile Kürt sorununun
son bulmayacağı kanaatindedir:
"Kürt sorunu çözülmeyecek. AB üyeliği her şeyi çözseydi Bask ve
IRA'yı da çözerdi. İspanya AB'ye girdikten çok uzun süre sonra,
diyalog sonucunda verilen bazı haklarla bu noktaya geldi.
AB
üyeliği Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunun demokratik
çözümü, Kürtlerin bazı haklarının güvenceye alınması konusunda
önemli bir adım, ama yeterli değil."
"Türkiyelilik"in bir üst kimlik olmasını ve "Kürtlerin yoğun olduğu
bölgelerde ana diliyle eğitim hakkının verilmesini" talep eden Ahmet
Türk'ün "Kürtler bağımsızlıklar istiyor mu?" sorusuna verdiği yanıt
ise çarpıcıdır:
"Kürtlerin gündeminde bağımsızlık yok. Avrupa vatandaşı olmak
Kürtlerin lehinedir"
Görüldüğü gibi bağımsızlık şimdilik gündemde değildir. Diğer bir
ifadeyle bugünkü "aşama"nın hedefi bağımsızlık değildir!
Bu bakış açısı, sadece, "en radikal Kürt'ten en ılımlı Kürde, PKK
dahil, Kürtlerin büyük çoğunluğu AB'ye girilmesini istiyor" diyen
Ahmet Türk'e özgü de değildir. AB üyeliğini desteklerken, nihai
amaçlar açısından yetersiz gören ve ayrılıkçı Kürt milliyetçiliğinin
bağımsızlık hedefi doğrultusunda sadece yaşamsal bir ara aşama
olarak değerlendiren bu yaklaşım, bir çok Kürt siyasetçide egemen
bir anlayıştır.
Örneğin eski DEP milletvekillerinden Hatip Dicle, "AB üyeliğinin
sağladığı hukuki güvenceler, anayasal hak ve özgürlükleri Kürtler
yeterli bulmuyorlar mı?" sorusunu şöyle yanıtlamaktadır:
"Hayır bulmuyorlar. Anadilde eğitim bizim asla vazgeçemeyeceğimiz
bir konu. Bu, Kürtlerin kırmızı çizgisidir. Çocuklarımızın ana dilde
eğitim hakkından vazgeçmeyiz.AB'nin bu konuda oluşmuş kesin kararı
yok. AB "biz Kürtlerin kültürel haklarından yanayız" diyor, ama
bunun detayına girmiyor. Mesela biz kendimizi yönetmek de istiyoruz.
Türkiye'nin eyalet sistemine geçmesini istiyoruz. Etnik değil,
coğrafi eyalet olacak bu. AB üyeliğinde bunların garantileri yok.
AB'nin getirdiği haklar yetersiz. AB sadece bireysel haklar
getiriyor." (Radikal, 25.9.2006)
Buna rağmen Hatip Dicle'nin, "AB'nin Kürt halkının yararına mı
zararına mı olduğunu düşünüyorsunuz?" sorusuna verdiği yanıt yine de
olumludur:
"Yararınadır. Tabii ki AB hukuku ve demokrasisi Türkiye'den yüz
kat ileri. Biz AB üyeliğini destekliyoruz"
"Bağımsız Kürdistan" hedefi doğrultusunda AB üyeliğini ve sağladığı
imkanlardan yararlanmayı yaşamsal bir ara aşama olarak gören bu
anlayış, sadece PKK çizgisinde olan Kürt siyasetçilerinde görülmüyor.
Hatta Hatip Dicle'den ve Ahmet Türk'ten farklı olarak eyalet
sistemini bile yetersiz gören, federasyon ve Kürtçe'nin resmi dil
olmasını talep edenler de var. Geçmişte Kemal Burkay ile de beraber
çalışmış olan ve şu an Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Başkanı
olan Sertaç Bucak, "Türkiye'de federasyon mu istiyorsunuz?" sorusunu
şöyle yanıtlıyor:
"Tabii bizim programımızda da var bu. Avrupa'da İspanya, Belçika
gibi federasyon biçimleri var. Belçika'da federasyon olmuş, bizde
niye olmasın? Kürtlerin bir idari statüye kavuşması lazım. Bana göre
bu statü de federasyondur. Ancak Avrupa standartları yaşama
geçirildikten sonra Kürt sorununa idari anlamda nasıl çözüm
getirebiliriz diye tartışabiliriz biz. Eğer Kopenhag Kriterleri tam
anlamıyla uygulanırsa, Türkiye'de Kürt sorununun çözümü için önemli
bir adım atılmış olur." (Radikal, 5.3.2007)
Peki, "Türkiye'nin hak ve özgürlükler konusunda AB standartlarına
kavuşmasıyla Kürt sorunu çözülemez mi?" Bucak'a göre "tam anlamıyla
çözülemez." Şöyle devam ediyor:
"Mesela Kürtlerin çoğunluk olduğu bölgelerde Kürtçe'nin de resmi
dil olmasını istiyoruz. Bu AB'nin Kopenhag Kriterleri içinde yok
Kürt
federe devletinin resmi dili Kürtçe olur. Türkçe de zaten bütün
devletin resmi dilidir. Bu olabilir. Ayrıca diğer yerlerde, mesela
İstanbul'daki Kürtler de isterlerse Kürtçe eğitim yapan okullarda
okuyabilirler."
* * *
Görüldüğü gibi AB üyeliği Kürtçü siyasetçiler için Kürt sorununun
çözümünde nihai bir durumu ifade etmemektedir. Sadece "bağımsız
Kürdistan" hedefine ulaşma yolunda sağladığı olanaklardan
yararlanılması gereken önemli ve yaşamsal bir aşamadır. Kürtçüler,
ayrılıkçı yolculuklarının AB üyeliğinden sonra da devam edeceğini
daha şimdiden ilan etmişlerdir.
Bütün bu veriler ışığında eski Genelkurmay Başkanı E. Org. Hilmi
Özkök'ün Kürt sorununun çözümünü AB üyeliğinde ve Türkiye'de kişi
başına milli gelirinin 15 bin dolar seviyesine çıkmasında görmesi
nasıl izah edilebilir?
Öncelikle E. Org. Özkök, bu görüşlerinde gerçekten samimi ise, bir
hayal aleminde yaşıyor demektir. Ne var ki yıllarca devletin en üst
kademelerinden birinde görev yapmış, MGK toplantılarına katılmış,
yıllardır PKK terörü ile mücadele eden TSK'nin geçmişte komutanı
olmuş bir kişinin ayrılıkçı Kürt hareketinin siyasal temsilcilerinin
bu görüşlerini ve hedeflerini bilmediği düşünülemez. O zaman Kürt
sorununun çözümünü AB üyeliğine bağlı görmek en hafif deyimi ile bir
sorumsuzluktur. Hele ki bir devlet adamı için ve emekli bile olsa
Üstelik E. Org. Özkök'ün açıklamasında değindiği konular yıllardan
beri ayrılıkçı-Kürtçü hareket adına konuşanların ısrarla vurguladığı
konulardır. Bu çerçevede Özkök'ün nelerin olabileceğini, nelerin
olamayacağını belirtmesi, kamuoyunda ayrılıkçı Kürt hareketiyle
sanki gayri resmi bir diyalog ve pazarlık sürecinin başladığı
görüntüsü de oluşturabilir. Bu durum, PKK'nın bir yandan terörist
eylemleri ile bir Türk-Kürt çatışması yaratmaya çalışırken, diğer
yandan bunu bir tehdit unsuru olarak kullanıp ayrılıkçı-Kürtçü
hareketin siyasal temsilcileri ile bir diyalogun ve pazarlığın
başlatılmasına çalışmasına katkı yapar içerikte yorumlanabilir. E.
Org. Özkök'ün açıklamaları ayrıca bu bakımdan da sorumsuzluk örneği
olmuştur.
Sonuç itibarıyla bugüne kadar yaşananlar, artık bir gerçeği apaçık
ortaya çıkarmıştır: "AB üyeliği PKK'yı değil, Türkiye'yi bitirir"
Aksini düşünmek gaflet içinde olmaktır!
|
|