|
Önce Özerklik,
Sonra Bağımsızlık
Osmanlı Devleti gibi 600 yıllık
köklü bir devlet de ancak böyle uzun bir sürede parçalanabilirdi
zaten! 19. yüzyıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak
bütünlüğünü koruma iddialarına rağmen, özellikle Balkanlardaki
bağımsızlık hareketleri Rusya gibi İngiltere tarafından da
desteklenmiştir. Sürece egemen olan anlayış “önce özerklik, sonra
bağımsızlık” formülü ile özetlenebilir. Doğan Avcıoğlu, Milli
Kurtuluş Tarihi’nde bu parçalanma sürecini şu şekilde anlatmaktadır:
“…Rusya’yı engelleme ve Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü
koruma iddialarına rağmen, Balkanlardaki bağımsızlık hareketlerini
Rusya gibi İngiltere de desteklemiştir. Yunan bağımsızlığı (1832)
bunun en açık örneğidir. İngiliz formülüne göre, Balkanlarda önce
“Türk egemenliğinde özerklik” tanınmakta, sonra tam bağımsızlık ilan
edilmektedir. Romanya 1856′da özerk ve 1879′da bağımsız devlet
olmuştur. Sırbistan 1834′te özerk ve 1878′de bağımsız olmuştur.
Bulgaristan 1878′de özerk ve 1908′de bağımsızdır. Karadağ devleti de
1878′de kurulmuştur. Türkiye’nin toprak bütünlüğü işte böyle
korunmaktadır.” (Cilt I, s. 38)19. yüzyıla bütünsel olarak
baktığımızda çarpıcı bir manzara ile karşılaşıyoruz:
Romanya 1856′da özerk, 1879′da bağımsız…
Sırbistan 1834′de özerk, 1878′de bağımsız…
Bulgaristan 1878′de özerk, 1908′de bağımsız…
Peki, bu manzara bugünü anlamak için bize bir şeyler göstermiyor mu?
Ayrılıkçı PKK örgütünün lideri Murat Karayılan, “The Times”
muhabirine verdiği demeçte, çözümün “Türkiye’nin Kürtlerin
güneydoğuda İskoçya gibi yarı özerk bir devlet kurmasına izin
vermesinde” olduğunu söylüyor.
Bu, PKK’nın yeni dile getirdiği bir talep de değil üstelik. PKK-
Kongra Gel örgütünün lideri Zübeyir Aydar 2007′in Şubat ayı içinde,
Yunanistan’da yayınlanan Elefterotipia gazetesine verdiği demeçte
şunları söylemekteydi:
“Hedefimiz yerel parlamentosu ve özerk yönetimi olan İspanya’daki
Katalonya modelidir. Doğu ve Güneydoğu’daki demokratik değişimler
AB’nin desteği ve diretmesi ile atılan adımlardır. Kürtçe
televizyonlar ve radyoların açılması olumlu ancak yetersiz.
Türkiye’nin AB yolunda ilerlemesini istiyoruz.” (Cumhuriyet,
14.2.2007)
PKK da, Kongra-Gel de yasadışı örgütlerdir. Ne var ki, yasal Kürtçü
partilerin temsilcileri de aynı talepleri dile getiriyor.
Örneğin, “AB hukuku ve demokrasisi Türkiye’den yüz kat ileri. Biz AB
üyeliğini destekliyoruz” diyen eski DEP milletvekili Hatip Dicle de
“biz kendimizi yönetmek de istiyoruz. Türkiye’nin eyalet sistemine
geçmesini istiyoruz. Etnik değil, coğrafi eyalet olacak bu.” (Radikal,
25.9.2006) şeklinde konuşuyor.
Şu anda TBMM’de grubu bulunan DTP’nin Genel Başkanı Ahmet Türk ise,
Leyla Zana’nın 20 Temmuz’da yaptığı “Türkiye’nin eyaletlere bölünme
zamanı gelmiştir” açıklamasını şöyle değerlendiriyor: “Bizim
niyetimiz bu. Çalışmalarımız bu yönde…” (Radikal, 23.7.2007)
Bütün bu açıklamalara rağmen, Türkiye’de PKK terörüne sözde karşı
olan bir kesim, DTP’ye şans tanınması gerektiğini, DTP’nin siyaset
yapmasının tek çıkış olduğunu söylüyor. DTP ve benzeri yasal
ayrılıkçı-Kürtçü örgütlerin, Meclis çatısı altında ve TBMM üyesi
olmanın sağladığı imkânlardan yararlanarak yaptığı ise, PKK
propagandası… Örneğin akşam televizyonu açtığımızda, herhangi bir
kanalda “DTP milletvekili” sıfatına sahip birinin konuştuğunu;
ustalıkla, demokrasi maskesi altında PKK taleplerini dillendirdiğini
görüyoruz! Doğu’da her gün birkaç gencimiz yaşamını yitirirken,
DTP’nin Türk milletine ulusal kanallardan PKK propagandası
yapmasının adı da “demokratik siyaset” oluyor! Demokratik olmayan
siyaset ise PKK’nın yaptığı katliamlar, işlediği cinayetler…
Ne var ki, yöntem farklı görünse de her ikisini birleştiren ortak
payda benimsenen amaçtır:
Önce özerklik, sonra bağımsızlık…
Osmanlı’nın “en uzun yüzyılı”, bir batış ve parçalanma asrıydı.
Yüzyıla damgasını vuran bütün bu özerklik ve bağımsızlık hamlelerine
eşlik eden ise, emperyalist devletlerin Türkiye’nin toprak
bütünlüğünü garanti ettikleri palavrası ile dayatılan reformlardı!
Peki bugün? Özerklik talebi ile yola çıkan türlü çeşit
Kürtçü-ayrılıkçı hareketin arkasında da AB’nin dayatmaları, ABD’nin
kol kanat germesi yok mu?
Onun için kimse kendini kandırmasın… Bugün Türkiye’nin varlığı,
bütünlüğü ve birliği için asıl tehdit, PKK ya da DTP gibi maşalar
değil, bunların iplerini tutan AB ve ABD emperyalizmidir. Asıl
düşman bu ikisidir!
AB ve ABD emperyalizmine karşı kararlı bir tutum alınmadığında
Türkiye’yi bekleyen ise Osmanlı’nın sonudur!
Tarih bilgisi lise yıllarında öğrendikleriyle sınırlı olanların
geçmişten ders çıkaramamaları belki anlaşılabilir bir şeydir. Ama
Türkiye’nin aydınlarının, özellikle de “Tarih” disiplini ile
profesyonel olarak ilgilenenlerin, en azından Osmanlı’nın batış
yıllarının bize bıraktığı deneyim birikimine karşı bu derece
duyarsız olmaları nasıl açıklanabilir peki? Tarih, bugünü anlamamıza
yardım etmeyecek ve geleceğe ışık tutmayacaksa eğer, o zaman bu
kadar zahmete ne gerek var ki?
Tercih edilen, o ünlü Latin özdeyişinde vurgulandığı gibi “iyi yolu
görüyor ve takdir ediyorum, ama kötü yoldan gidiyorum.” anlayışı ise,
bu tercih sahiplerine bir diğer Latin özdeyişi ile yanıt vermekten
başka yapacak şey kalmıyor bu durumda:
“Her insan kendi kaderini kendi yazar.”
Serdar ANT
|
|