|
’Nakşibendi
kardeşliği’nin zorlu sınavı
Mesud Barzani, Nakşibendi tarikatına bağlı Sünni Müslüman bir Kürt
politikacı. PKK ise Marksist kökenden gelen milliyetçi/Kürtçü bir
terör örgütü. Peki, Barzani nasıl oluyor da, iktidarında
Nakşibendilerin olduğu, büyük çoğunluğu Sünni Müslüman Türkiye’nin
değil de PKK’nın yanında duruyor? Barzani’nin safı belli, duruşu
net; peki Türkiye’deki Nakşibendilerin tavrı nedir?
ÖNCE tespitlerimizi sıralayalım:
1) Şehit Mehmetçikleri anma ve terörü lanetleme yürüyüşlerinde,
tarikatların "resmi kıyafeti" türbanlı-pardösülü kadın sayısının
azlığı medyada tartışma konusu oldu. Çoğu kişi gibi ben de "absürt
bir tartışma" deyip üzerinde durmadım.
2) Şehit yürüyüşlerini/cenazelerini tüm gazeteler birinci
sayfalarından verdi. Bir İslami gazete ise yayın politikasına hiç
uymayacak şekilde, bu haberleri verirken ana sayfasında görsel
malzeme olarak hep kocaman başı açık kadın fotoğrafları kullandı.
Şaşırdım.
3) Ertuğrul Özkök, Hürriyet Gazetesi’nde Mesut Barzani’ye bir
çağrıda bulundu: Ya komşumuz ol, ya hedefimiz! Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tan CHP Lideri Deniz Baykal’a kadar birçok
çevre, bu tepkinin haklılığından bahsederken, bazı İslamcı köşe
yazarları Gazeteci Özkök’e ağır eleştiriler yöneltti. "Ya komşumuz
ol, ya hedefimiz" uyarısının tepki almasına anlam veremedim.
4) Türkiye tek vücut olmuş Mehmetçik operasyonlarını eli yüreğinde
beklerken, bazı dinci gazeteler, "Asker ’Allah Allah’ sesleriyle
savaşıyor; Genelkurmay onların türbanıyla uğraşıyor" gibi döneme hiç
uygun olmayan, insanı hayretler içinde bulunduran yorumlar yazmaya
başladı. "Ne oluyor" demeye başladım.
5) Ve sonunda bu gazetelerin bazı köşe yazarları, sanki aynı
kalemden çıkmış gibi benzer yorumlarda bulundu: Bunlara göre,
Mehmetçik yürüyüşleri ile Cumhuriyet mitingleri benzerdi ve bunun
nedeni Mehmetçik mitinglerini ulusalcıların organize etmeleriydi!
Amaçları ise Türk Ordusu’nu Kuzey Irak’a sokarak AKP iktidarını
zayıflatmaktı! Önce böyle bir komplo teorisi olamaz dedim. Sonra
diğer olguları da alt alta sıralayınca "manzarayı" net görmeye
başladım.
Bunların derdi başkaydı...
Bunlar Türk Ordusu’nun Kuzey Irak’a operasyon yapmasını istemiyordu!
Meselenin AKP Hükümeti’nin yıpratılmasıyla filan pek ilgisi yoktu:
Bunlar Barzani’yi koruyorlardı!
Peki, ama neden?
Nedeni tarihin derinliklerindeydi...
TARİHİN DERİNLİKLERİ
Bugün Türkiye’nin en büyük sorunu olan Kürt isyanlarının başlangıç
tarihi 19. yüzyıldır.
Osmanlı Devleti’nin zayıflığını fark eder hale gelen tebaa halklar,
birer birer isyan ettiler.
Ancak Osmanlı yüzlerce yıllık askeri ve siyasi geleneğe sahip bir
miras üzerinde oturuyordu. Kendisini imparator yapan özelliklerini/
faziletlerini tamamen kaybetmemişti.
Tanzimat ile önce sivil-askeri reformları gerçekleştirdi.
Ardından, giderek güvenilmez olan ve çıkardığı isyanlarla tehlike
oluşturan, yarı-otonom Kürt derebeylerinin (ayan) ortadan
kaldırılmasına karar verdi.
Kuzey Irak’taki, Soran Emirliği’ni (1834), Bahdinan Emirliği’ni
(1839), Botan Emirliği’ni (1847) ve Baban Emirliği’ni (1850)
sindirdi.
Osmanlı, yarı-otonom Kürt beyliklerini dağıtıp bölgenin siyasi
yapısını değiştirirken, aynı dönemde bölgede dinsel açıdan bir başka
değişim daha yaşandı.
Bu değişimin öncüsü bir din adamıydı: Şeyh Halid-i Bağdadi.
HALİD-İ BAĞDADİ
Şeyh Halid-i Bağdadi, 1779’da Kuzey Irak-Süleymaniye’de doğdu.
Babası Pir Mikail bölgenin en büyük Kürt aşireti Caf’a mensuptu.
Bağdadi’nin soyunun baba tarafından Hz. Osman’a ulaştığı rivayet
ediliyordu.
(İlginçtir; bölgedeki Kürt şeyhler "kutsal soy aristokrasisine"
girebilmek için soylarını hep Hz. Muhammed’in ailesi Ehl-i Beyit’e
dayandırmaya çalışırlar. Ama diğer yandan Kürt olduklarına da vurgu
yaparlar! Neyse.)
Şeyh Halid, Kuzey Irak’ın en güçlü alim ailelerinden, Kadiri
Berzenci Ailesi’nden dersler aldı. Daha sonra Bağdat’a gitti. Hocası
Şeyh Abdülkerim Berzenci’nin vefat etmesi üzerine, onun
Süleymaniye’deki medresesinin sorumluluğunu aldı.
1809’da Süleymaniye’yi ziyaret eden Mirza Rahimullah Azimabadi
adındaki Hindistanlı bir derviş hayatını değiştirdi. Onun önerisiyle,
Hindistan’a gidip Nakşibendi Şeyhi Abdullahi Dehlevi’den el aldı.
Süleymaniye’ye Dehlevi’nin halifesi olarak döndü. Yani artık Kadiri
değil, Nakşibendi’ydi.
Ancak başta Kadiriler olmak üzere (Örneğin, Talabani aşireti
tarafından) istenmeyen adam ilan edildi.
Hatta Kadiri Şeyhi Maruf Berzenci, Bağdadi’yi, "sahtekár, sapık,
yogi" olmakla suçladı! Valiye bile şikáyet edildi. Tersine Bağdat
Valisi Said’in koruması altına girdi. Süleymaniye’de ilk Halidiye
Tekkesi’ni kurdu.
Sonraki yıllar, başta Kuzey Irak olmak üzere kurduğu tüm dergáhlarda,
medreselerde Kürtçe’yi eğitim dili olarak kullandı.
Bu süreçte, Osmanlı, Kadiri Kürt beyliği Berzenciler’e karşı hep
Bağdadi’nin yanında oldu. Ve Osmanlı’nın da desteğiyle Bağdadi,
Kuzey Irak’ta Kadiri tarikatının etkisini epey azalttı.
1826 yılında hac dönüşü Şam’da koleradan ölümüne kadar binlerce
müride sahip oldu. Halifeleri, şeyhlerinin ölümünden sonra da irşat
çalışmalarına devam ettiler.
Şanslıydılar; Osmanlı, Yeniçerileri ve Bektaşileri ezerken
Nakşibendiliği "resmi tarikat" olarak benimsedi.
Osmanlı, Horasan’dan Yesevilik’ten gelen Bektaşiliğin karşısına aynı
koldan gelen Nakşibendiliği çıkarmıştı!
Keza, Kürt derebeylerinin de tarikatı Kadiri’ydi. Bu tarikatın
yerini de, her fırsatta devlete bağımlılığını vurgulayan
Nakşibendiliğin alması şaşırtıcı değildi.
Bugün Kuzey Irak ve Türkiye’de en güçlü tarikat "Nakşibendiyye
Halidiye" olmasının altında bu tür tarihsel olaylar vardı. Türkiye
bölümüne geleceğiz; ama önce Kuzey Irak’taki "Nakşibendiyye Halidiye"
tarikatına bağlı bir aşiretten bahsetmeliyiz: Barzaniler!
BARZANİLER...
Osmanlı, merkezi idaresini güçlendirmek amacıyla "Kürt
prenslikleri"ni bertaraf edince, bölgedeki küçük aşiretlere fırsat
doğdu; Kürt beyliklere ait toprakları yağmaladılar.
Kürt beyliklerinden boşalan iktidar koltuklarına, garip ve
bilinmeyen şeyh figürleri sahip çıkmaya başladı.
Bu küçük aşiretlerden biri de Barzaniler’di.
Barzaniler önce Baban Emirliği’ne ait Zibar yurduna el koydular.
Aşirete "soyluluk" katmak için bölgenin tanınmış beyliklerinden
Bahdinan ve Zibar gibi ailelerle bir dizi evlilik yaptılar. Örneğin,
Mesut Barzani’nin annesi Zibar Aşireti’ndendi. (Türkiye’deki büyük
Kürt beylikleriyle de akraba olmak için -örneğin Cemilpaşazadeler’le-
kız alıp verdiler.)
Barzani aşireti bölgedeki dinsel dönüşümden de yararlandı;
Bağdadi’nin halifesi Barzani Şeyh Taceddin sayesinde Nakşibendiyye
Halidiye koluna mensup oldu.
Ancak Nakşibendilik en ortodoks tarikat olmasına rağmen Barzani
aşiretinde İslami olmayan pek çok töre ve uygulama vardı.
Dinsel bağnazlıkları o kadar ileri götürdüler ki, Barzani şeyhi
Abdüsselam kendini "mehdi" ilan etti!
Tek dini sapkınlığı olan Barzani o değildi.
Barzani Şeyh Ahmet ise kendini "Tanrı" mertebesine çıkardı!
Şeyh Ahmet’in Molla Juj adındaki ateşli bir taraftarı, tüm Barzan
bölgesini dolaşarak Şeyh Ahmet’in "Tanrı", kendisinin de onun "peygamberi"
olduğunu iddia etti.
Müritlerinin Barzani şeyhlerine körü körüne bağlılıkları o kadar
güçlüydü ki, bu müritlere "divana" ya da "deli" ismi verilmişti!
Sonuçta: Uygarlığın doğduğu bölge, kültürlü "Kürt prensleri"nin
ikametgáhından çıkıp, politik maceralar peşinde koşan fanatik,
hırslı küçük aşiret şeyhlerinin eline kalmıştı.
Barzani aşireti her fırsatta Osmanlı’ya isyan etti.
Türkiye ile ilişkileri ise inişli çıkışlı oldu.
Ancak Nakşibendi Barzaniler, başta Güneydoğu olmak üzere
Türkiye’deki Nakşibendiler ile hep iyi ilişkiler içinde oldu.
TÜRKİYE’DEKİ NAKŞİLER
"Mevlana" mahlasını kullanan Halid-i Bağdadi’ye bağlı Türkiye’de
dört büyük Nakşibendi tekkesi vardır:
1) Gümüşhanevi Tekkesi: Kurucusu Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi’ydi.
Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Recai Kutan, Ömer Dinçer, Bülent
Arınç, Kemal Unakıtan, Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül gibi
onlarca siyasi isim bu tekkeye bağlıydı.
2) İsmet Efendi Tekkesi: Kurucusu Yanya Mahkeme-i Şeriyesi Kátibi
Mustafa İsmet Garibullah Yanyevi’ydi. Dahiliye Nazırı Memduh Paşa,
Tophane Müşiri Mustafa Zeki Paşa gibi Osmanlı devlet adamları ve
bürokratları bu tekkenin müridiydi.
3) Kelami Dergáhı: Önceleri Kadiri olan tekke, Muhammed Esad
Erbili’den sonra Nakşibendi-Halidiye ekolüne dahil oldu. Menemen
Olayları davası sırasında ölünce dergáhın başına Osman Nuri Topbaş
geçti. MSP’li Tahir Büyükkörükçü gibi siyasiler ile bazı ünlü
işadamları da bu dergáha bağlıydı.
4) Kaşgari Tekkesi: Kurucusu Şeyh Şefik Arvasi’ydi. Tekkeyi büyüten
İstanbul Sultanahmet Camii imamı Abdülhakim Arvasi’ydi. Tekkenin son
şeyhi Ahmet Mekki Arvasi’nin, İhlas Holding sahibi Enver Ören’in
kayınpederi Hüseyin Hilmi Işık’a irşad müsaadesi verip vermediği
halen tartışılmaktadır. Şeyh Şefik Arvasi’nin torunu Didar Hanım,
Yusuf Bozkurt Özal’ın oğluyla evlidir.
Said-i Kürdi (Nursi) Van’da Nakşibendi Arvasi tekkesinde eğitim
almıştı.
Bu ana dört kol dışında, Erzincan’daki Abdurrahim Reyhani’den,
Adıyaman’daki Mehmet Raşit Erol’a kadar onlarca şeyhin kurduğu
Halidiye tekkeleri vardır.
Tamam artık uzatmayalım, soralım:
Türkiye’deki Nakşibendi Halidiye koluna mensup Türkler, Nakşibendi
Barzani’nin Türkiye karşıtı tavırlarına tepkili midir?
Yazının başlangıcındaki tespitlere rastlantı diyebilir miyiz?
Kendi adıma yanılmayı çok isterim.
Bu nedenle bazı İslami yayın organlarını dikkatli okumayı
sürdüreceğim...
Bırakın yoksul Kürtleri, aydın Kürtlerin bile, dar kafalı şeyhleri,
aşiret reislerini, ağaları "kurtarıcı", "saygın", "lider" olarak
görmeleri çok acıdır. Bunun nedeni, Kürt aydınlarının siyasal
geçmişlerini ancak 19. yüzyıla kadar, yani bölgenin en karanlık
dönemine kadar götürebilmelerinden kaynaklanmaktadır. Orada da bula
bula Barzani gibi, Şeyh Said gibi isimleri bulabilmektedirler.
Türk-Kürt Nakşibendi farkı var mıdır?
KÜRT aydınlarımızdan Naci Kutlay, "Kürtler" kitabında şu soruyu
yöneltiyor: "Kürt başkaldırı önderlerinin çoğunlukla Nakşibendi
olmaları ilginç ve incelenmesi gereken bir noktadır." (s 135)
Bırakın Osmanlı’yı, Şeyh Said’den, Menemen’deki ayaklanmayı organize
ettiği iddia edilen Şeyh Esad Erbili’ye kadar Cumhuriyet
Türkiyesi’nde de isyana kalkışanlar hep Nakşibendi Halidiye Kürt
şeyhleriydi!
Tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi gerek "dini" gerekse "milli" nedenlerle
Nakşibendi Kürt şeyhler ayaklanmalara önderlik yapıyordu.
Peki biz de şunu soralım:
Nakşibendi Kürtler, Osmanlı ve Türkiye merkezi hükümetine karşı
isyan ederken, Türk Nakşibendiler neden hiç ayaklanmadılar?
"Türk Nakşibendiler’in siyasetle ilgileri yoktu" diyebilir miyiz?
Hayır. Kürt Nakşibendi gibi Türk Nakşibendi de nüfuz ve siyasal
iktidar istiyordu.
Bu "hipotezi" güçlendirmek için önce akademik dünyaya hákim olan bir
anlayışı yıkmalıyız:
Sanılanın aksine Nakşibendi tarikatı, kendi dünyalarına
dönük/hayattan kopuk, gönül ve ruh haliyle ilgili mistik tarikat
filan değildi. Ya da en azından 200 yıldır öyle değildir.
Size günümüzden bir örnek vereyim:
Irak’ta ABD’ye karşı mücadele veren dini gruplardan birinin adı ne
biliyor musunuz: Nakşibendi Tarikatı Bağlıları Ordusu.
Neyse, bize dönelim:
Sadece Kürt değil Türk Nakşibendiler (ve hatta Kafkas Kartalı Şeyh
Şamil) sanılanın aksine hep siyasetin içinde oldular.
Yazdım; II. Mahmud’un yeniçerileri yok eden ve Bektaşileri sindiren
kanlı hareketinin destekçisi Nakşibendiler değil miydi?
Nakşibendilik hep iktidarı istedi. Bu nedenle de İttihatçılarla ters
düştüğü dönem bile oldu.
Uzatmayalım: Türk Nakşibendiler ya iktidarı kontrol eden bir güç
olarak kalmak ya da tamamen iktidara sahip olmak istediler.
Osmanlı döneminde Nakşibendi İsmet Efendi Dergáhı’na Dahiliye Nazırı
Memduh Paşa, Tophane Müşiri Mustafa Zeki Paşa gibi üst düzey
paşaların gitmesi rastlantı mı?
Osmanlı’daki iktidar hevesi, Cumhuriyet’te de devam etti.
Gümüşhaneli Dergáhı’nın, iki cumhurbaşkanı, Turgut Özal ve Abdullah
Gül; iki başbakan, Necmettin Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan ve
onlarca bakan, bürokrat yetiştirmesi tesadüf mü?
Aynı dergáhın parti kurmasının (Milli Nizam Partisi vd.) ya da ne
bileyim şirketler (Gümüş Motor vb.) kurmasının bir açıklaması olmalı
değil mi?
Sanki sufi bir tekke değil de, siyasal tarihimize damgasını vurmuş
güçlü politik bir merkezden bahsediyoruz! Nakşibendilik zaman içinde
siyasal bir harekete dönüşmüştür.
Benzer örnekleri diğer Halidiye dergáhları için de verebiliriz.
Yani: Kürt Nakşibendiler gibi Türk Nakşibendiler de iktidar
istiyordu. Sadece "yöntemleri" farklıydı!
Gelelim bu yukarıda yazdıklarımın özüne:
İktidara gelme araçları farklı olsa da, ikisi de iktidarda olan,
Kuzey Irak’taki Kürt ve Türkiye’deki Türk Nakşibendiler, PKK
terörünü bitirmek için neden işbirliği yapmıyor?
"Nakşibendi kardeşliği"nin bu zorlu sınavı nasıl vereceğine dair bir
ipucu vereyim; Türkiye’deki Nakşibendiler hemen yanıbaşımızda bir
Kürt Nakşibendi devletin olmasına nasıl bakarlar?
Hálá bana sınır ötesi operasyon olacak mı diye sormayın lütfen...
Soner YALÇIN
|
|