Birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan bu
günlerde “Kuva-yı milliye”, “Kuva-yı milliye ruhu” terimleri daha
çok anlam kazanmaktadır.
Kuva-yı Milliye deyiminin sözlük anlamı “Milli
Kuvvetler, Milli Güçler” veya başka bir ifade ile “Milis Kuvvetleri”
demektir. Geniş kapsamlı özel bir tanım yapmak mümkündür. Bu durumda;
“Kuva-yı Milliye, yurdumuzu parçalamak üzere harekete geçen İngiliz,
Fransız, Yunan, İtalyan kuvvetlerine karşı açılan cephelerde
çarpışmak üzere teşkilâtlanan bölge milis kuvvetleridir” 1
denilebilir. Hareketin özelliği sebebiyle, Milli mücadeleye katılan
ve bu mücadeleye taraftar olan herkese de “Kuva-yı Milliyeci”
denilmiştir.
Kuva-yı Milliye deyimi dar ve geniş anlamda olmak
üzere iki anlamda kullanılmıştır. Dar anlamda Kuva-yı Milliye,
düzenli ordu birlikleri dışında bir tür gerilla savaşı ile mücadele
veren, sevk ve idareleri merkezi bir komutanlığa bağlı olmayan
silahlı gruplardır. Geniş anlamda Kuva-yı Milliye ve İstiklâl
Harbi’nin tümünü ifade eder. 2 Pek çok tarihçi de Kuva-yı Milliyeci
ifadesini İstiklâl Harbi, Milli Mücadele yanlısı anlamına
kullanmıştır. Aynı zamanda şu belgede de bu hususlar vurgulanmakta
ve doğrulanmaktadır. “Kuva-yı Milliye adı altında çıkarttıkları
fitne ve fesat, Anayasa’ya aykırı olarak halktan zorla para toplamak,
asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek,
şehirleri yakıp yıkmaya kalkışmak suretiyle içgüvenliği bozanların
tertipçisi ve teşvikçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan,
Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden
çıkartılmış bulunan Selânikli Mustafa Kemal Efendi, eski
Yirmiyedinci Fırka Kumandanı (10)
İstiklâl Harbi’ni Mondros mütarekesinden sonra
başlatırsak yaklaşık 4 yıl sürmüştür. 4 yıl sürekli savaş olmamakla
birlikte iki yılı kuva-yı milliye’nin etkin olduğu dönemdir. Biz
burada kuva-yı milliye tâbirini yukarıda açıkladığımız birinci
manada kullanıyoruz.
Bugün günlük hayatta pek çok kişinin kullandığı
“Kuva-yı Milliye Ruhu”na da değinmekte yarar var sanıyorum. Kuva-yı
Milliye birlikleri halkın içinden milli duygularla oluşmuş, meslek,
gelir düzeyi, genç. yaşlı v.b. pek çok hususlar dikkate alınmaksızın
bir nevi kendiliğinden oluşmuş birliklerdir. Yukarda bir tanımda da
belirttiğimiz gibi yurdu düşmana karşı korumak amacıyla oluşmuş
birliklerdir. Bunların oluşumunda gönüllüğün önemli bir yer
tuttuğunu unutmamak lâzımdır. Mustafa Kemal ATATÜRK bu istek ve
arzuyu milli ahlâka dayalı bir husus olarak şöyle ifade etmiştir
“... Bir iş, her neye ait olursa olsun, insanın kuvvet kullanmasını,
yorulmasını gerektirir, insanlar mecbur olmadıkça kendilerini yormak
istemezler. Halbuki bazı işler vardır ki kendiliğinden, insanda onu
yapmak için, içte bir arzu, bir eğilim doğar, o iş arzulanmaya değer
olur. işte ahlâki işler aynı zamanda hem mecburi ve hem de
arzulanabilir işlerdir. Bir işin ahlâki bir değerinin olması, ayrı
ayrı insanlardan, daha yüce bir kaynaktan meydana gelmiş olmasıdır.
O kaynak, cemiyettir, millettir! Hakikatte, ahlâklılık kişilerden
ayrı ve bunların üstünde, ancak toplumsal, millî olabilir. Milli
ahlâk, milletin sosyal düzeni ve huzuru, şimdiki ve gelecekteki
refahı, saadeti, selameti ve güvenliği medeniyette ilerleme ve
yükselmesi için insanlardan, her hususta ilgi, gayret, nefsin
feragatini ve gerektiği zaman seve seve canının verilmesini isteyen
ahlâktır. Mükemmel bir millete milli ahlâkın gerekleri, o milletin
fertleri tarafından adeta düşünmeksizin, vicdani, hissi bir sebeple
yapılır. En büyük milli his, milli heyecan işte budur...”4
İşte burada ifade etmek istediğimiz “Kuva-yı
Milliye Ruhu” budur. İçten gelen bir istekle birlik ve beraberlik
içinde millet fertlerinin ülke çıkarlarım ön plana çıkarması yüce
önder ATATÜRK’ün milli ahlâkın tanımında belirttiği hususların
uygulama alanına konulmasıdır. İstiklâl Harbi’nin başarısının da bu
ruha bağlı olduğu herkesin malumudur.
Bu kavramları bu şekilde açıkladıktan sonra
Kuva-yı Milliye nasıl olmuştur. Nedenleri, doğuşu ve amaçları
üzerinde durmak konumun incelenmesi bakımından önemlidir.
Kuva-yı Milliye’nin doğuşu bir takım nedenlere
dayanmaktadır. Bu nedenleri iyice ortaya koyabilmek için 1918 yılı
sonları Osmanlı Devleti’nin durumuna bakmak gerekir.
I. Dünya Harbi’nin galipleri 30 Ekim 1918 yılında
imzalanan Mondros Mütarekesi hükümlerini diledikleri şekilde (hedefleri
doğrultusunda) yorumlayarak Osmanlı Devleti’ni paylaşma arzularını
yerine getirmek istemişlerdir. Bunun içinde hiç vakit kaybetmeden 3
Kasım 1918’de Musul İngilizler tarafından işgal edilirken, 13 Kasım
1918’de İngiliz ağırlıklı İtilâf donanması İstanbul’a gelerek bir
askerî yönetim kurmuşlardır. Böylece Birinci Dünya Harbi’nde
geçemedikleri Çanakkale’yi savunmasız bir biçimde geçmişlerdir.
1919 yılının ilk aylarından itibaren Adana, Urfa,
Antep, Maraş bölgesi Fransızlar, Çanakkale Boğazı civarını, İstanbul
ve bazı Anadolu’daki stratejik noktalar (Irak’ta olduğu gibi)
İngilizler, Muğla, Antalya bölgesini İtalyanlar işgal ederken,
limanlar ve demiryolları da İtilâf kuvvetlerince kontrol altına
alınmıştır.
Türk milletinin en çok ağırına giden işgal
hareketi ise İzmir’in İtilâf devletlerinin destek ve onayıyla
Yunanlılar tarafından işgal edilmesi olmuştur. Milli mücadele
hareketi yukarıda değindiğimiz gibi bir ruhla ortaya çıkmış, aynı
kaynağa dayanmış Anadolu’nun her yerinden fışkırmıştır, işgal edilen
yerler büyük mücadelelere sahne olduğundan, mücadelenin yoğun olduğu
yerler daha çok ön plana çıkmış bir nevi efsaneleşmiştir. Bunun
sonucunda Batı Anadolu Kuva-yı Milliye hareketleri, birlikleri
bakımından adından daha çok söz ettirmiştir.
15 Mayıs 1919 sabahı başlayan Yunan işgaline
karşı Batı Anadolu’da ilk direniş 16 Mayıs sabahı Urla’da olmuştur,
İzmir’in işgalini öğrenen 800 kadar yerli Rum, Türk köylerine
saldırmaya, savunmasız insanları öldürmeye, mallarını yağmalamaya
başladılar. Urla’nın Türk mahallelerini kuşattılar. Bunun üzerine
Urla’da bulunan 173 ncü Aday Komutanı Yarbay Kâzım Bey yanında
bulunan 18 er ve birkaç jandarma ile birlikte kasabayı savunmaya
başladı, ilk Rum saldırısı püskürtüldü. Rum çetelerinin taarruzu
karşısında dehşet verici ve mezalimi öğrenen Urla halkı kasabadaki
silah deposunu zorla açmış, mevcut 120 tüfek ve cephaneyi alarak bir
milis kuvveti meydana getirmişlerdir. 173 ncü Alay’ın emrine girerek
onun vurucu gücünü arttırmışlardır. 5
Bu olayla birlikte Batı Anadolu’da ilk Kuva-yı
Milliye mücadelesi başlamıştır. Bunu 172 nci Alay Komutanı Ali
Bey’in (Çetinkaya) Ayvalık’taki çalışmaları izledi. Ali Bey 24 subay
ve 150’ye yakın askerinin yanında halktan 300 kişilik bir milis
kuvveti de kurmuştu.6
Yine Batı Anadolu’daki Kuva-yı Milliye
birliklerinin oluşumuyla ilgili olarak şu örnekte dikkate değer
gözükmektedir. “Batıda Kuva-yı Milliye konusundaki girişimlerden
önemli biri de 57 nci Tümen Komutanı Albay Şefik Bey’in (Aker)
çalışmalarıdır. Şefik Bey, 23 Mayıs 1919’da Harbiye Nezareti’ne
gönderdiği bir yazıda: “Durumun düzeltilmesi için, Kuva-yı Milliye
teşkilâtı kurmanın en iyi tedbir olacağını” bildirmesi ve
Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa’nın (Çobanlı) da bu yazının altına:
“Son fıkra çok önemlidir. Acele edilmesi lâzımdır” diye not düşmesi
üzerinde durulacak bir noktadır. Görüldüğü gibi Harbiye Nezareti bu
fikri desteklemiş, ancak hiçbir yardım yapacak güçte olmadığından
her şeyi onun girişimine bırakmıştı. Diğer yandan 17 nci Kolordu
Komutanlığı’na atanan Albay Bekir Sami Bey de İstanbul’dan
hareketinden önce Harbiye Nazın Şevket Turgut Paşa’dan aldığı
direktifte böyle bir yetkiye sahip olmuştu” 7
1919 yılı Haziran ayı başlarından itibaren
Kuva-yı Milliye teşkilatlanması ve mücadelesi hızla gelişmeye
başlamıştır. Batı Anadolu’nun iç kısımlarına da yayılmıştır. Nitekim
yine Haziran başlarında İsparta ve Burdur’daki çok sayıda yedek
subay, Kuva-yı Milliye kurmaya hazır olduklarını belirterek Burdur
Askerlik Şubesi başkanına müracaatta bulunmuşlardır. Binbaşı İsmail
Hakkı Bey durumu, Çine’de bulunan 57 nci Tümen Komutanı Alb. Şefik
(Aker) Bey’e 7 Haziran’da bildirmiştir. Yazısında askerlerce
kurulacak milli bir teşkilâta müsaade istemiştir. Bazı yöneticilerin
bu fikre olumlu bakmadığım bilen Şefik Bey’de verdiği cevapta “milli
teşkilâtın ahaliye ait bir keyfiyet olduğunu ve firari erlerin
nizami kıtalarına iadesi hususunda çalışmasını” belirtmesine rağmen,
gizli olarak, milli teşkilâtın el altından desteklenmesi emrini
vermiştir.8
Kuva-yı Milliye birliklerinin oluşumunu sadece
batı bölgesinde değil, Anadolu’nun her yerinde olmuştur. Güney
Cephesinde şu olay Kuva_yı Milliye’nin kuruluşunu başlatmıştır:
“Güneyde Fransız işgaline ve Fransız Ermeni işbirliği ile Türklere
yapılan zulüm, hakaret, yağma ve öldürme olaylarına karşı ilk
direnme 19 Aralık 1918’de Dörtyol’a bağlı Karakese Köyü’nde oldu.
Hayatlarından endişe eden köy halkı Fransızlara silâhlı savunmaya
geçtiler. Çarpışma sonunda Fransızlar 15 ölü vererek çekilmek
zorunda kaldılar” 9 .Özellikle Sivas Kongresi’nden sonra Güney
Cephesinde çeşitli rütbelerdeki subaylar, Kuva-yı Milliye
hareketlerini sivil kıyafet ve takma adlarıyla organize etmişlerdir.
Şu belgede bu bölgedeki Kuva-yı Milliye’nin faaliyetlerinden
bahsedilmektedir. 3 ncü Kolordu Komutanı Selahattin Bey, Heyet-i
Temsiliye Başkanlığına gönderdiği 28.3.1920 tarihli yazısının 3 ncü
maddesinde “Kılınç Ali Bey’in komutasında bir kısım Kuva-yı Milliye
Kilis’ten Antep’e ilerleyen düşmanı uzaklaştırmak üzere 27.3.1920’de
Akça koyunlu istikâmetine hareket etmiştir.” 10 demektedir.
Kuva-yı Milliye’nin oluşumuyla ilgili pek çok
örnek mevcuttur. Ancak biz burada tümünü veremeyeceğimiz için bu
kadar örnekle yetiniyoruz.
Kuva-yı Milliye dediğimiz birlikler olsun,
Kuva-yı milliye hareketi dediğimiz faaliyetler olsun elbette pek çok
nedene dayalı olarak ortaya çıkmıştır. Türk istiklâl Haiti’nde
önemli bir yeri olan bu düşünce ve faaliyetlerin nedenlerini şu
şekilde sıralamamız doğru olacaktır.
(1) Türk Devleti’nin parçalanarak ortadan
kaldırma düşüncesi. Bu düşüncenin somutlaşmasını, biz 18 ocak 1919
tarihinde başlayıp, yıl sonuna kadar devam eden Paris
Konferansındaki konuşma ve pazarlıklardan anlamamız mümkündür. Sevr
antlaşması yine bir başka somut örnektir. Mondros Mütarekesine
dayalı işgaller diğer bir örnektir.
(2) Damat Ferit Paşa hükümetinin, işgallere
seyirci kalan ve itidal tavsiye etmekten başka herhangi bir
girişimde ve faaliyette bulunmaması. Padişah Vahdettin’in de aynı
düşünceyi paylaştığı şu sözlerinden de anlaşılmaktadır:” bağıralım,
fakat elimizi kaldırmayalım.” 11
(3) İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali ve
Yunan mezalimi; Paris Barış Konferansı’nında itilâf devletlerinin
almış olduğu bir kararla, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali Türk
milletinde büyük bir infial yaratmıştır. Yunanistan bağımsız bir
devlet haline gelmesinden (1829) sonra Osmanlı Devleti ile sürekli
savaş halinde olmuş, Osmanlı aleyhine topraklarını genişletmiştir.
Bu durum ister istemez bir düşmanlık yaratmıştır. Tarihten gelen
Yunanistan’ın bu uzlaşmaz, kin dolu tutumuna Yunan vahşeti eklenince
Atatürk’ün yukarıda ifade ettiğimiz sözlerinde belirttiği gibi,
içten gelen millî, vicdani duygularla kendini koruma düşüncesi
ortaya çıkmıştır. Yunan vahşeti o kadar büyük boyutlara ulaşmıştır
ki, yapılanlar Türklere karşı bir soykırımdan başka bir şey değildir.
Bu olaylarla ilgili pek çok belge mevcuttur. “Subayların yalnız
askerî teçhizatı değil, para çantaları, alyans yüzükleri, saat,
sigara tabakası, çakmak, yenice görünen elbise kalpaklarına kadar
her şeyleri soyulmuştu. Soygunculuk pek yaygın olmuş; Türk evlerine
zorla girilerek birçok ailelerin çamaşırlarına varıncaya kadar bütün
eşyaları alınmıştı.” I2 denirken, bir başka belgede de “İşgalin ilk
48 saati içinde İzmir ve banliyölerinde (Urla yarımadası ve köyleri
dahil) öldürülen Türklerin sayısı 2000’in çok üstünde idi” l3
ifadelerine yer verilmiştir.
Yunanlılar bu mezalimi yaparken, Anadolu’daki
Rumlarla işbirliği yaparak faaliyetlerini akıl almaz boyutlara
çıkarmışlardır. Niyetlerini de çıkarmadan önce belli etmişlerdir. Şu
kısa örnekte bunu açıkça ortaya koymaktadır. “Çıkarmadan aylar önce
silahlandırılmış, yerli Rum çetelerinin, Yunan askerleriyle
işbirliği ederek giriştikleri bu menfur cinayetler pek vahşiyane bir
hal almıştı. Yağma ve soygunculuk da son haddini bulmuştur. Sivil ve
askerî bütün devlet daire ve müesseselerinin kasaları kırılmış
toplam olarak 21 kasadan 231426 liralık nakit para alınmıştı” 14.
(4) Türk halkının kendi bölgesini savunma
düşüncesi; İzmir’in işgali ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Ermeni
katliamları, Fransız Ermeni işbirliği Türk insanın kendi yurdunu
savunma düşüncesine itmiştir. Milli duygularla ortaya çıkan bu
düşünce Kuva-yı Milliye’nin kurulmasında etkili olmuş, Türk halkı
hiç olmazsa önce kendi bölgesini kurtarma fikriyle hareket etmeye
başlamıştır. Bilhassa Sivas Kongresi’ne kadar bu düşünce etkili bir
biçimde halkta yer etmiştir ıs . Halk bu düşüncesini eylem alanına
Kuva-yı milliye olarak geçirirken, daha sonra organize hareket etme
mecburiyeti bağımsızlık fikrinin pekişmesini sağlamıştır. Mevcut
ihtiyaçlar, mevcut şartların gereği ne ise Türk milleti o yola
başvurmuştur.
Sadece ülkeyi yönetenlerin veya bir kısım
aydınların fikirleri peşinde koşmamıştır. Yani sonuçta milletin sağ
duyusu galip gelerek bağımsızlık mücadelesi başarıya ulaşmıştır 16 .Bölgesel
olarak başlayan Kuva-yı milliye hareketi de bu mücadelede önemli bir
basamak olmuştur.
(5) Ordunun terhis edilmesi ve zayıf durumda
olması: Kuva-yı Milli’nin doğmasının önemli nedenlerinden birisi de
ordunun terhis edilmesi ve mevcut kuvvetlerinin de yetersiz
olmasıdır. Mondros Mütarekesine göre ordunun terhis edilmesi
gerekiyordu. Nitekim bu büyük oranda yapılmış, ordunun mevcudu 50
bin civarına indirilmiştir. Bu mevcut asayişi sağlamakla görevliydi.
Türk ordusuna bırakılan silâh ve cephanenin büyük kısmı zaten
İstanbul’da depolanmıştı, İstanbul’da itilâf devletlerinin kontrolü
altında. Bu durum karşısında yapılabilecek tek şey halkın kendi
başının çaresini bakmak olmuştur. Teçhizat ve mühimmat bakımıdan
yetersiz olmakla birlikte dağınık kuvvetlerin yanında en dedi toplu
gözükeni Erzurum’da bulunan l5’nci Kolordudur. 17 Atatürk Büyük
Nutuk’un başında bu durumu çok güzel tasvir etmiştir. Bu durumda
yapılacak tek şey topyekün savaştan başka şey değildir. Bu savaşı
yürütmek için mevcut şartlarda Kuva-yı milliye’yi doğurmuştur.
Türk milletinin kendi içerisinden, milli
duygularla teşekkül eden Kuva-yı Milliye’nin kurulmasının belli
başlı amaçlarını şu şekilde ifade etmek mümkündür.
(1) Türk milletinin yunan işgalleriyle başlayan
saldırılara boyun eğmeyeceğini ve işgalleri onaylamadığını dünya
kamuoyuna duyurmak. Bu amaçlarla yapılan mitingler, protesto
telgraflarının çekilmesi Kuva-yı milliyenin amaçlarından biri
olduğunu açık göstermektedir. İzmir’in işgalinden bir gün önce 14
Mayıs 1919 tarihinde “Yahudi Maşatlığında yapılacak miting için
dağıtılan bildiride şöyle denilmektedir.
“Ey bedbaht Türk!...
Wilson prensipleri unvan-ı insaniyetkâranesi
altında senin hakkın gasp ve namusun hetkediliyor.
Buralarda Rum’un çok olduğu ve Türkler’in Yunan’a
iltihakım memnuniyetle kabul edeceği söylendi ve bunun neticesi
olarak güzel memleket Yunan’a verildi.
Şimdi sana soruyoruz.
Rum senden daha mı çoktur?
Yunan hakimiyetini kabule taraftar mısın?
Artık kendini göster. Tekmil kardeşlerin
maşatlık’tadır. Oraya yüz-binlerle toplan. Ve kaahir ekseriyetini
orada bütün dünyaya göster, ilân ve ispat et. Burada zengin, fakir,
alim, cahil yok. Fakat Yunan hakimiyetini istemeyen kütle-i kahire
vardır.
Bu sana düşen en büyük vazifedir.
Geri kalma. Hüsran ve nekbet faide vermez. Binlerce,
yüzbinlerce Maşatlığa koş ve Heyet-i Milliye’nin emrine itaat et!...
İlhak-i Red
Heyet-i Milliyesi”18
İzmir’in işgali üzerine 16 Mayıs 1919 tarihinde,
Denizli’den İstanbul hükümetine çekilen protesto telgrafında şu
ifadelere yer verilmiştir.
“Sadaret Makamına
Denizli No: 3670
16 Mayıs 1335 (1919)
Meşrutiyetin ilânından pek elim ve kanlı feci
olaylara uğradık, fakat bunların hiç biri sevgili İzmir’imizin Yunan
kuvvetleri tarafından işgali haberinden doğan teessürleri meydana
getirmemiştir. Harp senelerinde hiçbir fedakârlık esirgemeyen,
milletin cidden vicdanlarını yakan şu haber karşısında irade ve
ihtiyarını kaybetmiş ve yarın buraların Yunan çetelerine geniş bir
saha olacağını düşünerek hayatın bir esirlik ve azap olacağı fikri
ile şimdiden şerefle ölmeyi göze almışlardır. Bu sebeple bu işgali
katiyyen kabul edemeyeceğimizi ve hükümetin emirlerine hazır
bulunduğumuzu arzeyleriz.
Bütün Ahali Adına
Ahmet Hulusi” 19
Bildiri ve telgraftan açıkça anlaşılacağı üzere,
Yunan işgalleri reddediliyor ve bunlar dünya kamuoyuna duyurulmaya
çalışıyordu. Çeşitli ülkelere çekilen protesto telgrafları,
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ve İstanbul’da yapılan mitingler
Kuva-yı Milliye’nin değindiğimiz amacını anlatıyordu.
(2) Yunan, Ermeni-Fransız işgallerine engel olmak,
işgal kuvvetlerini kayba uğratarak Anadolu içlerine ilerlemelerini
durdurmak.
Yukarıda değindiğimiz Urla olayı, 57 nci tümenin
Ege’deki faaliyetleri, Çerkeş Ethem ve Demirci Mehmet Efe’nin
Yunanlılarla girmiş oldukları çatışmalar, Güney cephesindeki Sütçü
İmam ve Şahin Bey’in faaliyetleri bu amacı açıkça ortaya
koymaktadır. Kısaca şu örneği bakmakta yeterli olacaktır.:”... doğan
çocuğun adının konması yani “Kuva-yı Milliye” adı Denizli havalisine
nasip olmuştur. Öte yandan bu bölgede kurulan milli kuvvetler
düşmana çok büyük darbeler indirmiştir. Mesela, 30 Haziran 1919’da
Aydın’ın düşmandan geri alınmasında en büyük pay, Denizli, Isparta
ve Burdur gönüllülerinden teşekkül etmiş olan “Sarayköy Müfrezesine
aittir nitekim, Mustafa Kemal, Sivas kongresine gelen Denizli
sancağı temsilcilerine hitaben: “İstanbul’da şurada mitingler
yapıydı. Devletlere Yunan işgali protesto edildi. Fakat sizin Aydın
Kuva-yı Milliyesi cephesinde patlattığınız silâh sesleri Versay
Sarayını çınlattı”. 20
(3) Türklerin yerleşim yerlerini şehir (köy, kasaba)
Rum ve Ermeni çetelerin saldırılarına karşı korumak, bölgeyi bu
çetelerden temizlemek. Birinci Dünya Harbinde Ermeni çetelerinin
yapmış olduğu katliamları. Batı Anadolu ve Trakya’da yunanlılar Doğu
ve Güneydoğu Anadolu’da yeni Ermeniler yapmışlardır. Özellikle Batı
Anadolu’da Yunanlılar İzmir’e çıktıktan sonra bölgede yaşayan
Rumlarla işbirliği yaparak
Türk halkına karşı vahşiyane hareketlere
girişmişlerdir. Bu konular pek çok örnekler olmakla birlikte biz
birer örnekle yetineceğiz. “15 Şubat 1919’da Söke’nin Yoran Köyü
Rumları jandarma karakoluna saldırdılar, tahkikata gelen Jandarma
bölük komutanına ateş ettiler; 4 eri yaraladılar, 8 er kayboldu 19
Şubat’ta gümrük memurunu ve eşini dövdüler, Jandarma karakolu
Akköy’e çekildi. Bölgedeki Rum köylerinin de ayaklanmasını önlemek
için Ödemiş’teki 135 nci Piyade Alayı takviye edildi. Asilerin,
Birinci Dünya Savaşı sırasında Yoran Bucağı’ndan kaçarak yabancı
ordularda görev yaptıktan sonra Yunan ve İngiliz üniformaları ile
dönen Rumlar olduğu anlaşıldı.
Asiler, Yoran’da bulunan 56 ncı Tümen’e ait silah,
cephane ve bombaları ele geçirmişler ve pusuya düşürdükleri Jandarma
müfrezesinden bazı erleri şehit etmişlerdi”. 21
Güney cephesi ile ilgili bir başka belge ise
Fransızların yardımıyla Ermeni çetelerin katliamından söz
edilmektedir. 2 Kasım 1919 tarihli Mustafa Kemal Paşa tarafından
Malatya Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i
Merkeziyesine gönderilen yazıda şu hususlara yer verilmiştir.
“Mütareke şartlarına aykırı İngiliz işgal
kuvvetlerinin takviye ettiği Maraş’a Fransız kuvvetleri girmekte ve
aradaki Ermeniler vasıtasıyla müslüman kardeşlerimize karşı bir
katliam icra etmekte oldukları haber alındı. Cemiyetimizin
nizamnamesi gereği haksız işgale karşı birlikte hareket etmek esası
kabul edilmiş olduğundan oradan yardım isteyen din kardeşlerimize
karşı Malatya’nın uygun coğrafyası nedeniyle derhal yardım yapılması
gerektiği Elbistan kazasıyla orada toplanan milli kuvvetlere yardım
ederek Kuva-yı Milliye’nin yakın mahallelerde takviyesiyle milli
müdafaanın basan kazanması gerekmektedir...”22 .
Ermeni çetelerinin yaptıklarıyla ilgili olarak Prof.
Dr. Azmi Süslü bildirisinde şu bilgileri vermektedir, “yerli-yabancı
arşiv belgelerine müracaat eserlerine, bölgedeki canlı şahitlere,
saha araştırmalarına ve arkelolojik -antropolojik kazılara dayanarak
diyebiliriz ki, bugün Doğu ve Doğu Anadolu’da Ermeniler tarafından
katledilmiş 1 milyonun üzerindeki Türk’e ait 100’e yakın toplu mezar
bulunmaktadır. Adana’dan Kars’a, Erzurum-Erzincan’dan
Çankırı-Sivas’a, Van’dan Bitlis’e Muş’a kadar uzanan bölgelerde yer
alan bu toplu mezarların en yoğun olduğu yerler ise, Kars ve
çevresindedir 23 “.
Belgelerden de anlaşıldığı gibi Ermeni ve Yunan
vahşetini ortadan kaldırmak Kuva-yı Milliye’nin önemli amaçları
içinde yer almıştır.
(4) Zaman kazanmak suretiyle teşkilâtlanmaya ve
düzenli ordunun kurulmasına imkân sağlamak; Kuva-yi Milliye’nin Türk
milletinin organize olmasını, teşkilâtlanmasını ve zamanla düzenli
orduya geçiş amacını da gerçekleştirmiştir. Nitekim, Anadolu’nun her
tarafından yapılan kongreler bunun en güzel somut örnekleridir. Bu
hususta bir araştırmacının fikirlerine katılmamak mümkün değildir.
“... Pek çok subay ve sivil memur yerli ileri gelenlerle bir araya
gelerek yerel komiteler kurdular. Her kasabanın Ulusçuları, tutucu
ve işbirlikçilerle didişmek pahasına, kendi direniş örgütlerini
yarattıkları Yunanlılarla dolaylı işbirliği demek olan ulusçu
örgütlenmeyi baltalamak, ulusçu subayları ve örgütlenmeyi savunan
aydınları kasaba ve kentlerden çıkarmak, tehdit etmek, hatta
öldürmek türünden pek çok engelle savaşmak zorunda kaldılar. Bütün
bu çabalatın sonucunda oluşturulan yerel örgütler Ege’deki ilk
kongrelerini, Erzurum Kongresi’nden yaklaşık bir ay önce
toplandılar...
Kongre başarıyla yapıldı ve Kuva-yi Milli’yenin
resmileşmesi doğrultusunda ilk ciddi adım atılmış oldu. Kongrenin
sonuçlarından biri de bölge içindeki Reddi-İlhak ve Müdafaayı Hukuk
Cemiyetleriyle ilişki kurup onları da örgütsel bağdaşmaya katmak
olmuştur” 24
(5) Bağımsızlık, işgallere karşı koyma amacını
taşıyan, teşkilâtlanma düşüncesine karşı çıkan, bozgunculuk yapan,
düşmanla çeşitli nedenlerle (menfaat temini, makam isteği, para alma
v.b.) işbirliği yapanları tesirsiz hale getirmek:
Kuva-yı Milliye’nin kuruluşu sırasında, Milli
mücadele hareketinin teşkilâtlanması veya düzenli ordunun kurulması
sırasında bozgunculuk yapanlar, bu faaliyetlere karşı çıkarak engel
olmaya çalışanlarda olmuştur. Aynca, “İstanbul hükümeti karışıklık
çıkacak korkusuyla ulusal kuvvetlere (Kuva-yı Milliye) yardım
etmediği gibi, onların dağılmasını da istiyordu” 25 Kuva-yı
İnzibatiye’nin kuruluş amacıda zaten bu idi. Kuva-yı Milliye aynca;
bağımsızlık fikrine karşı olan mandacı, himayeci ve bolşevikliği
kabullenen ve bunun için isyanlar çıkaran, bozgunculuk yapan,
İngiliz, Fransız, Yunanla işbirliği yapan yerli işbirlikçilerle de
mücadele etme amacını taşımış ve bunu da gerçekleştirmiştir 26 .
Özellikle İngilizlerin milli mücadeleye karşı el
altından çeşitli faaliyetlerde bulundukları, makam, mevki hırsı
içindeki pek çok Osmanlı yöneticisi ve aydınları da kullandıkları
bilinmektedir. Hikmet imzalı ve “Necati Bey”e hitabıyla başlayan ve
Sivas’tan 19.9.1335 (1919) tarihinde çekilen telgrafta çeşitli para
yardımlarından söz edilmektedir. “İstanbul’dan alınan mevsuk
malumata göre İngilizler tarafından İngiliz Muhipleri Cemiyeti
namına dersaadetden hükümetin dahiliye nazırı Adil beye 150 bin lira
vermiştir. Konya valisi Cemal beye 200 bin lira, Ankara valisi
Muhiddin Paşa’ya da bundan daha fazla miktarda bir meblağ
gönderilmiştir....”27 .
Belge de açıkça İngiliz yardımlarından söz
edilmektedir, İşte Kuva-yı Milliye’nin amaçlarından birisi de bu
yerli düşman işbirlikçileriyle mücadele etmek olmuştur.
Kuva-yı Milliye (milli kuvvetler) halkın içinden
çıktığı, halkın arzusu ile oluştuğu için yapısı içinde de her türlü
insana rastlamak mümkündür. Prof. ÇAY’a göre “...Kuva-yı Milliye
müfrezelerinden bir kısmı yurdun her bölgesinden kopup gelmiş
insanlardan, bir kısmı ise özellikle belli bir yerin, kasabanın veya
aşiretin insanlarından teşekkül etmişti. Bir çoğunun bünyesi
taşıdıktan adlardan anlaşılıyordu.” 28
Kuva-yı Milliye’nin yapısı içinde halkın hemen hemen
tüm kesimlerinin yer aldığı her araştırmacının kabul ettiği bir
husustur. Ancak bazı kesimler günün şartlarına göre ön plâna
çıkmışlardır. Ana hatlarıyla yapıyı oluşturan grupları tasnif etmek
gerekirse şöyle bir tablo ortaya konulabilir. 1. Subaylar ve
Bürokratlar ( o dönemde silah altında bulunanlar ve devlet
görevlileri) 2. Efeler ve zeybekler, 3. Çeşitli mesleklere mensup
halkın içinden gönüllüler, 4. Eşraf (adı verilen sözü dinlenir,
zengin sayılan insanlar) ve din adamları, 5. Toprakla uğraşan
köylüler Bu kuva-yı milliye hareketini yapısında sivil halkın
çokluğu ve etkinliği nedeniyle sivil direniş hareketi gibi
nitelendirilmeler yapanlardan mevcuttur. 29
Kuva-yı Milliye’nin yapısı içerisinde saydığımız
gruplar ön plana çıkanlardır. Toplumun diğer kesimlerinden de
gazeteci, aşiret reisleri v.b. gruplarda harekete katılmıştır.
Kuva-yı Milliye gerilla harbi yapan birlikler
olduğuna göre, onların sevk ve idaresinin savaşı bilen insanlar,
silah tutan insanlar tarafından yapılması da normaldir. Bürokratlar
ise özellikle teşkilâtlanmada önemli görevler almışlardır. Bu subay
ve bürokratlar zaman zaman takma adlar kullanarak faaliyetlerini
sürdürmüşlerdir. İstihbarat açısından bu uygulama çok da başarılı
olmuştur. Subaylar daha sonra özellikle düzenli orduda, bürokratlar
ise devletin yeniden teşkilâtlanmasında önemli görevler almışlardır.
Bunlardan bazılarını şu şekilde saymak mümkündür.
“... Mustafa Kemal Paşa, Kâzını Karabekir Paşa,
Halit Paşa, Mürsel Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Osman Nuri Paşa, Cevat
Paşa, Yakup Şevki Paşa, Hakkari valisi Haydar Bey, Kaymakam Cibranlı
Halit Bey, Ekrek nahiyesi müdürü Zeynelzade, Mustafa Efendi, Çan
nahiyesi müdürü Osman Bey vardı”. 30
İzmir ve civarının işgali, bu bölgede bulunan
subayların iç kesimlere çekilip direnmeye karar verirken, Osmanlı
ordusunun terhisinden dolayı, başta kalan subaylarda İstanbul’da
toplanmaya başlamışlardır. Ancak, yabancıların kontrolü altında
bulunan İstanbul’da duramayan subaylar Batı Anadolu’ya gelerek
direnişe katılmışlardır. Bunların çoğu milliyetçi duygularla yüklü
adlan ittihatçıya çıkmış yada gerçekten ittihat ve Terakkiye
katılmış veya fikrini benimsemiş kişilerdir. Bu düşünceler içinde
kaymakam ve mutasarrıflarından bulunduğu bürokratlar kesiminde bu
harekete katılmaya başlamıştı. Subay ve bürokratları bu duruma iten
önemli etkenlerden biri de Hürriyet ve İtilâf Partisini bir nevi
iktidara taşıyan Damat Ferid hükümetinin uygulamalarına bir örnek de
şuydu: “... 1 Aralık 1918’den başlayarak Ermeni ve Rum kökenli
memurlar, mutasarrıflık, kaymakamlık, genel müdürlük ve mülkiye
müfettişliklerine atandılar” Ayrıca Boğazlayan kaymakamı Kemal Bey
tehcir uygulamasından sorumlu tutularak idam edildi. Pek çok aydın
Malta’ya sürüldü. Bu durum karşısında Anadolu’ya geçenlerde hızla
artmaya başladı. Alb. Kara Vazıf, eski Harbiye Nazın ve Hamidiye
Kahramanı Hüseyin Rauf Bey bunlardan bir kaçıydı. Bu kişiler
Anadolu’ya haklarını aramaya gidiyordu. Ancak, en önemli
eksikliklerden birisi askerdir. Asker olmadığına göre dayanacakları
silahlı güçler efeler olacaktır.
Efe’nin çeşitli biçimlerde tanımı yapılmıştır. Bu
tanımlardan birkaçı şu şekildedir. “Efe: Sosyal haydut,” Efe;
Anadolu’nun en fazla gelişmiş, tarımın en fazla ticaretleşmiş,
dolayısıyla toplumsal katmanlar arasında eşitsizliğin en fazla
belirginleşmiş olduğu bölgelerden olan Ege’de var olan çeteciye
verilen addır.” 31 “Efe, yiğit, özellikle Batı Anadolu köy yiğidi,
zeybek” 32 . Bu tanımların içerisinde yer alan hususlar aynı zamanda
Kuva-yı Milliye hareketinin özelliklerini de yansıtır. Yani efeler,
yiğittir, haksızlığa karşı isyanları vardır. Kabadayıdırlar, kırsal
yerlerde baskı ve sömürüyü temsil eden merkezi otoriteye karşı
güçsüz insanı korumaktadırlar. Yaptıkları bir tür sosyal protesto
eylemidir.
Efeler ve zeybekler (efenin emrindeki kişi, savaşçı)
oluşumu ile ilgili olarak Doğu Ergil şunları yazıyor: “Ege yöresinde
“efe” adını alan sosyal haydut dağa çıktığında derhal var olan bir
yasadışı çeteye girer. Girmek zorundadır da, çünkü çeteler köylerin
sınırlı kaynaklarının tüketerek yaşadıkları için yasağı çiğnemiş
olan bir şey tek başına ne hükümetin yada ağanın, ne de yanşan ve
çekişen çetelerin denetim alanı dışında yaşabilir. Böylece çeteler,
sürekli olarak yeni üyelerle beslenerek yaşar giderler. Çeteler
dağılır, yeniden kurulur, isim ve kadro değiştirirler ama çetecilik
ya da efelik sürer gider.
Çeteler çalışamadıkları için köyün ürettiğini köylü
ile paylaşmak durumundadır. Köylünün çetelere ayıracağı pay daima
sınırlıdır, bu sınır aşıldığı zaman çeteler ile köylü arasındaki
ilişki sömürü yada soygun ilişkisine dönüşür. Çetelerin, yasadışına
yerel düzendeki güçlüklerle yasal yollarla mücadele edemeyen güçsüzü
ve yoksulu, güçlü karşısında korumak 33 .
Efeler ve zeybekler ilgili olarak da AYDINEL şu
bilgileri verir:
“Ege bölgesinde, özellikle Aydın Vilâyeti ve Ödemiş
yörelerinde, zeybeklik 17. Asırdan itibaren bir eşkıyalık, çetecilik
şeklinde oluşan bir zümre idi. Hükümet otoritesinin yok olması,
adaletsizlik, Osmanlı’ya güvensizlik, köylünün hor görülmesi,
asayişsizlik, harplerin yarattığı ekonomik kriz, sosyal düzenin
bozulması sosyo-kültürel alanda zeybeklik kurumunun doğmasına sebep
oldu. Kültür düzeyi düşük olan köylüler, hükümetten öc almak,
Osmanlı emniyet ve asayiş güçlerini etkisiz ve zayıf düşürmek için
tek yol zeybeklik olduğuna inandık!arından, bu kurumun mensuplarına
yataklık dahi ederlerdi. Köylü çocuğu küçük yaşlardan itibaren
zeybeklik hikayeleri ile büyür ve büyük bir hayranlıkla, bu kuruma
özenti duyarlardı.
Zeybekler I. Dünya Harbi yenilgisinden sonra
eşkıyalığı bırakarak yavaş yavaş köylerine dönmeye başladılar. Hele,
Yunan işgalinden sonra vatanın müdafaasız kaldığını gören bu Türk
çocukları silâhlan ve adamlarıyla dağlardan inerek Kuva-yı Milliye
saflarına katıldılar. Esasen bunlara karşı büyük hayranlık duyan
halk da onları tabiî bir lider olarak gördüler ve çoğu gönüllü
olarak emirlerine girdiler. Bu suretle Kuva-yı Milliye bu bölgede
etkili bir şekilde bunların etrafında oluştu. ... Yörük Ali efe,
Demirci Mehmet Efe ve daha birçokları Kuva-yı Milliye Harekâtında
pek çok yararlı faaliyette bulundular”34.
Kuva-yı Millîye bünyesi içinde halkın her kesiminden
insanın mevcut olduğu bilinmektedir. Bu yapı içinde önemli bir grubu
da milli ve vatani duygularla Kuva-yı Millîye’ye katılan gönüllüler
teşkil etmiştir. Bunların içinde her tür meslekten gönüllü insanlar
vardır. Kendilerine yakın yörelerde teşkilatlanan ister eşraf, ister
subay, ister bürokrattan kişiler önderi oldukları Kuva-yı Millîye
grupları içinde yar almışlardır. Ancak bu gönüllülerden lider
durumunda olanların sayısı pek çok değildir. Bunun yanında gönüllü
ifadesi dikkate alındığında eşraf, din adamı, bürokrat ve subay, efe
ve zeybek gibi’ ifade ettiğimiz insanların da bu kapsamda
değerlendirilebileceğini unutmamak lâzımdır.
Kuva-yı Millîye’nin kadın kahramanlarından “Kara
Fatma, Süreyya Sülün Hanım, Fatma Şeker Hanım”35 da bu
gönüllülerdendir. Gönüllülerin böyle bir harekete katılmalarını
çeşitli biçimlerde ifade etmek mümkündür. Biz yukarıda “bunu millî
ve vatanî duygularla” diye ifade ettik. Bir araştırmacı bunu şöyle
ifade ediyor: “... Halk, maceraya değil zafere koşmuştur. Şehit
olmanın gururunu duyan Türk Milleti’nden başka, hiçbir millet
yoktur. Bir oğlunun şehit olduğunu duyan bir baba “Vatan sağolsun.
Bir oğlum daha var, o da vatana feda olsun” diyebilecek kadar asil
bir halkın harpten bıkkınlığını, genelleştirerek ifade etmek
gerçeklere aykırı olur:”36
Eşraf genel anlamda “Bir yerin zenginleri, sözü
geçenler, ileri gelenler”37 olarak ifade edilmektedir. Kuva-yı
Millîye hareketi içinde de eşraf ve din adamları önemli roller
üstlenmişler, büyük hizmetler vermişler ve Kuva-yı Millîye’nin
yapısı içinde önemli bölümünü teşkil etmişlerdir.
Bir toplumda zengin, sözü dinlenen kesimin ve din
adamlarının olumlu veya olumsuz etkileri olmuştur. Türk Millî
Mücadelesi’nde olumlu hareket eden din adamları ve eşrafta
mevcuttur. Kuva-yı Millîye birliklerinin teşkilatlanması,
ihtiyaçlarının karşılanması psikolojik olarak onların
güçlendirilmesinde en önemli katkı bu olumlu hareket eden kesimden
gelmiştir. Yapılan savaş istiklâl Savaşı olduğu ve o günün
Anadolu’su insanıyla, kaynaklarıyla, coğrafyasıyla, kültürüyle
hatırlanırsa bu tabakanın olumlu etkileri daha kolay anlaşılır. Doğu
ve Güneydoğu Anadolu da ise Batı Anadolu’dan farklı olarak bu eşraf
diye tabir edilen kesim aşiret reisi veya ağalar olmuştur.
Din adamları ile ilgili olarak şu tespit onların bu
hareket içindeki yerini özlü bir biçimde ifade etmektedir. “Din
bilginleri, bizim tereddüde düştüğümüz ve halka kabul ve tatbik
ettirmede zorluğa düşer olduğumuz her mevzuda yardımımıza koştular,
müşkülleri hallettiler. Nizami ordu vaziyete hakim oluncaya kadar
kurduğumuz milli bölüklere her türlü desteği sağladılar.”38
Kuva-yı Millîye içinde yer alan ve din adamlarından
bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür: “Mutki aşiret reisi Hacı
Musa, Şadilli Hasan Reşo, Sıpkanlı Abdülmecit, Hormekli Halil,
İzzettinli Hartan Ağa, Cıbranlı Maksut, Denizli eşrafından Yusuf
Bey, Isparta eşrafından Tahir paşazade Hafız İbrahim Bey, Sökeli
Caferaki (Giritli Cafer Ağa), Manifaturacı Kulalı Softaoğlu İbrahim,
Adagideli Hanaylıoğlu Mehmet Emin Bey” gibi. Din adamlarından
bazıları ise şunlardır: “Maraş Müftüsü Hacı Ahmet, Urfa Müftüsü
Hasan, Diyarbakır Müftüsü Hacı İbrahim, Bitlis Müftüsü Abdülmecid,
Bayburt Müftüsü Fahreddin, Viranşehir Müftüsü İbrahim, Denizli
Müftüsü Hulusi Efendi, Çal Müftüsü Ahmet İzzet Efendi, Çine’de
Akseli vaiz, Tire Müftüsü Hasan Efendi, vb.”
Kuva-yı Millîye’nin bünyesinde adından fazla söz
edilmese de veya çeşitli tasniflerin içinde de ifade edilse önemli
bir rol oynayan grup köylülerdir. Bunlardan askere alınma (mükellef)
şeklinde de yararlanılmış, gönüllü olarak da Osmanlı Devleti’nin bu
son zamanlarında toplumun yükünü çeken unsur köylülerdir. Halkın
büyük bir kısmı ilkel de olsa tarımla uğraşmakta, geçimini topraktan
elde etmektedir. Anadolu’daki bir direniş hareketinin öncülüğünü,
liderliğini köylüler yapmasa da, esas yükünü bu çilekeş Anadolu
köylüsü yapmıştır. Her ne kadar bu kitleyi bu Kuva-yı milliye
hareketinin içine çekmekte bazı sıkıntılar yaşanmışsa da, sonuçta
köylüler Kuva-yı milliye adını verdiğimiz bu kuvvetlerin ve ileride
kurulacak düzenli ordunun isimsiz kahramanlarını oluşturmuştur.
Görüldüğü gibi Kuva-yı milliye halkın içinden kendi
arzusuyla teşkilâtlanmış, mücadelesini vermiş kuvvetlerdir. Bu milli
kuvvetler düzenli orduya geçene kadar vatanın kurtuluşu ve Türk
milletinin istiklâlini kazanmasında önemli hizmetlerde bulunurken
canlarını da seve seve feda etmişlerdir. Bunları yaparken hem
düşmana karşı, hem düşmanla işbirliği yapanlara, hem şahsi
menfaatlerini vatanın kuruluşu ve milletini bağımsızlığım ön plana
çıkaranlara, hem de korkaklara, keyif düşkünlerine karşı mücadele
etmiştir. Ancak homojen olmayan bu yapının bazı eksiklik ve
kusurları olduğunu belirtmek gerekir. Bu eksiklik ve kusurlar da
giderek etkinliğinin azalmasına neden olmuştur.
Kuva-yı Milliyenin Yunan kuvvetleri ile birçok
çatışma ve muharebelere giriştiği; cesaretle mücadele ettiği,
özellikle, düşman geri bölgelerinde birçok başarılar sağladığı,
tartışılamaz bir gerçektir. Bu arada; aynı derecede önemli olmak
üzere, karşı isyan ve milli hareketi engelleme hareketlerini
bastırmak suretiyle, Milli Hükümete çok değerli bir hizmette
bulunması da gerçekten övgüye değer.
Bununla beraber; Yunan ordusunun gittikçe büyüyen
taarruz harekâtı karşısında, kesin sonuçlu girişimlerde bulunmak
bakımından, Kuva-yı Milliyenin giderek yetersiz bir duruma düştüğü
de dikkati çeken bir noktadır. Bu olumsuz durumu yaratan etkenlerin
başında, kuşkusuz, düşmanın kuvvet üstünlüğü gelir. Fakat; Kuva-yı
Milliyenin yapısındaki bazı kusurlar ve askeri nitelikli bir kısım
faktörler de, bu teşkilâtın yetersizliğinde bir dereceye kadar
etkili olmuşlardır.
Kuva-yı Milliyenin etkinliğinde olumsuz rol oynayan
başlıca faktörleri, ana hatları ile, şöyle açıklamak mümkündür.
Burada, Kuva-yı Milliye ile Yunan kuvvetleri
arasında askeri denge yönünden ayrıntılı bir kıyaslama yapmak ayrı
bir çalışmayı gerektirir. Bununla beraber, konu üzerinde hiç
değilse, genel bir fikir edinmek için, tarafların personel gücüne ve
lojistik yeteneğine genel bir bakışla değinmek, yerinde olacaktır.
12.000 kişiden oluşan Yunan kuvvetleri İzmir’e
çıktığı gün (15 Mayıs 1919), kentte bu saldırıya karşı koyabilecek
silâhlı Türk erlerinin sayısı, ancak 200 kadardı. Bundan başka;
gerek İzmir’de ve gerek çevresinde, henüz hiçbir Kuva-yi Milliye
birliği kurulmamıştı. Bununla beraber; bu durum karşısında halkın
tepkisi o kadar ani oldu ki, işgalden sadece bir gün sonra, 16 Mayıs
1919’da, Urla halkı, kasabadaki askeri silâh deposunda bulunan 120
silâhı alarak, 120 kişilik bir milis kuvveti meydana getirmiş39;
böylece Batı Anadolu’da ilk Kuva-yı Milliye birliği doğmuştur. Bunu,
çevrede hızla başka milis kuvvetlerinin kuruluşu izlemiştir.
Yunan istilasının ilk gelişme döneminde, 1919 yılı
sonuna kadar, Yunan Ordusunun mevcudu, gayrı resmi kayıtlara göre,
80.000’e ulaşmış40; Eylül 1920’de ise, resmi istatistiklere göre,
yaklaşık 107.500’i bulmuştur41.
Buna karşılık; Kuva-yı Milliye mevcudu, 1919 yılı
sonuna kadar, Batı Anadolu’da 6.500-7.500 arasında değişmiştir. 42 ;
1920 yılı ortalarında ise, bu mevcudun yaklaşık 15.000 kişiye
ulaştığını tahmin edilmektedir 43 .
Ekonomik kaynaklara gelince; Yunan kuvvetleri,
İngilizlerin lojistik desteğine dayanıyordu. Özellikle, İngiliz
Askeri Yardımı, Yunan Ordusunu çağın en modern savaş malzemesi ile
donatmak için, gittikçe artan bir biçimde Batı Anadolu’ya akıyordu.
Bu cömert destek sayesinde, Yunan Ordusu giderek büyümüş ve
güçlenmiştir.
Kuva-yı Milliye birlikleri ise, düzenli bir lojistik
sistemden hemen hemen her zaman yoksun kalmıştı. Bununla beraber;
mahalli halk, hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak, özellikle savaşın
başlangıcında, Kuva-yı Milliye harekâtını lojistik bakımdan
desteklemek için, mümkün olanı yapmıştır. Bu konuda bazı halk
kuruluşlarının savaş boyunca gösterdikleri kahramanca çabalar,
özellikle övgüye değer. Bu kuruluşların bir bölümü, İstanbul’da,
Milli Mücadeleye katılmak isteyen personeli ve müttefiklerin
kontrolünde bulunan depolardan kaçırılan silâh ve cephaneyi
Anadolu’ya kaçırmakla, önemli hizmetler yapmışlardır . 44
Diğer bazı kuruluşlar da, para veya yiyecek-giyecek
maddeleri toplamada; silâhlan onarmada ve itilâf devletleri
tarafından işe yaramaz hale getirilmiş olan silahlar için gerekli
parça çok yararlı olmuşlardır.
Bu genel değerlendirmeye dayanarak kesin bir görüş
ileri sürmek gerekirse; denebilir ki, gerek personel sayısı ve gerek
lojistik destek alanında, Kuva-yı Milliye, Yunan kuvvetleri ile
kıyaslanabilecek bir düzeyde değildi.
Kuva-yı Milliye, sosyal kökeni bakımından, homojen
olmayan bir kuruluştur. Bu yapısal uyumsuzluk, zamanla ve zor
şartlar altında, olumsuz etkilerini açığa vurmuştur. Bu etkilerin
başında, Kuva-yı Milliyeye sağlanan halk desteğinin zayıflaması
gelir.
Kuva-yı Milliye, her şeyden önce, askerî ve bilimsel
anlamda bir gerilla teşkilâtı idi. Bu nedenle; Sir Liddell Hart’ın
sözleri ile, “gerilla savaşı, küçük kuvvetlerle yürütülür; fakat,
büyük kitlelerin desteğine dayanır”45 . Kuralı, Kuva-yı Milliye için
de geçerlidir.
Kuva-yı Milliye, genellikle, yapısal kökeni,
bölgesel bağlantısı ve kamuya yönelik davranışı ile orantılı olarak,
harekât yaptığı bölge halkının desteğinden yararlanmıştır. Bu
konuda, mahalli halkla ilişkilerinde, Kuva-yı Milliyenin çok etkili
olabilmek bakımından önemli bir avantajı vardı; bu avantaj; özgürlük
ve bağımsızlığı amaçlayan millî bir dava için çarpıştığı gerçeği
idi.
Bununla beraber; Büyük Millet Meclisi’nin kararı ile
geliştirilmekte olan muvazzaf ordu birlikleri yerine Kuva-yı
Milliye’ye katılmaların çoğalması üzerine, bu teşkilatın personel
mevcudu önemli ölçüde artmış; bu durum, Kuva-yı Milliye birlikleri
ile onları lojistik bakımdan destekleyen bölge halkı arasındaki
ilişkilerde bazı sorunlar yaratmaya başlamıştı. Özellikle;
Yunanlıların 1920 yılı ortalarından sonra oldukça hızla gelişen
nispeten büyük çaplı taarruzları karşısında, normal ikmal üslerinden
ayrılarak daha doğuya çekilmek zorunda kalan Kuva-yı Milliye
birliklerinin ihtiyaçları, bu sorunları daha da artırmıştı.
Böylece, halkın desteği zayıflamış; bunun doğal
sonucu olarak, Kuva-yı Milliyenin askerî etkinliği yetersiz bir
düzeye düşmüştür.
Kuva-yı Milliyenin Yunan taarruz harekâtı karşısında
yetersiz kalmasının en önemli etkeni; Yunan Ordusunun belirgin
kuvvet üstünlüğünün dışında, Türk milis kuvvetlerinin klasik savaş
ilkelerinin büyük çoğunluğu ile uyuşmayan bir karakterde
olmalarıdır. Bununla beraber bu uyuşmazlığın kökeni; hiç kuşkusuz,
klasik savaş ile gerilla savaşı arasındaki ayrılıklara dayanır.
Gerçekten; Kuva-yı Milliye, baskın ve manevra
prensipleri hariç, klasik savaş ilkelerinin hemen hemen tümü ile
uyuşmaz bir niteliktedir. Çünkü; bu teşkilat, bir milis kuvvetidir.
Bu nedenle, gerilla harekâtı uygulamak zorundadır. Gerilla harekâtı
ise; klasik savaşın normal uygulama şekillerinden farklıdır.
Örneğin; gerilla savaşında, stratejik alanda kesin sonuçlu
harekâttan kaçınılır. Taktik bakımından ise, ağır kayıplar verilmesi
muhtemel çatışmalardan sakınılır. Bu nedenle; “vur ve kaç” taktiği,
gerilla harekâtının en belirgin bir simgesidir. Buna karşılık; böyle
bir stateji ve taktik, büyük çaplı bir Yunan harekâtını durdurmada,
doğal olarak, fazla etkili olamaz.
Bundan başka; gerilla savaşı, klasik savaşın ana
ilkelerinden birini, “Kuvvet Topluma Prensibini”, tersine çevirir;
yani, “dağılma”; gerilla birliklerinin hayatta kalabilmeleri ve
basan kazanmaları için vazgeçilmez bir koşuldur. Halbuki; tarafların
hava kuvvetlerinin kara harekâtı üzerinde etkili olmadığı Türk-Yunan
Savaşı sırasında, gerekli yer ve zamanda yeterli bir kuvvet toplama
( sıklet merkezi oluşturma), zorunlu bir faktördü.
Kuva-yı Milliye liderlerinin, uyuşamadığı önemli bir
savaş ilkesi de, “Komuta Birliği Prensibidir” Gerilla savaşı, normal
olarak, bağımsız veya yan bağımsız kuvvetlerle yürütülür. Bununla
beraber; Milli Mücadelede, başlangıçta muvazzaf kuvvetlerin yokluğu
veya zayıflığı nedeniyle, onların klasik savaş görevini yüklenmek
durumunda olan Kuva-yı Milliyece, komuta birliği ilkesine uyulması
hayati bir önem taşıyordu. Fakat; Kuva-yı Milliyenin disiplin ve
muharebe anlayışının farklı oluşu ve eğitimlerinin yetersizliği
nedeniyle, komuta birliğinde zaman zaman kopmalar olmuştur. O kadar
ki; bazı seçkin Kuva-yı Milliye liderleri, komuta birliğini
zedeleyen olumsuz davranışlarını, hatta isyana kadar vardırmışlar;
fakat, sonunda, milli davada haklı tarafı temsil edenler karşısında
kaybetmişlerdir. Bu analizi, hedef, emniyet, vb., diğer savaş
ilkelerini de ele alarak; daha da derinleştirmek, kuşkusuz
mümkündür.
Türk Milli Mücadelesi (1919-1923), Türk milletinin
bağımsızlık, özgürlük ve yurt bütünlüğünü korumak için giriştiği bir
öz savunma hareketidir. Bu mücadelenin askeri yönünü oluşturan Türk
İstiklâl Harbinin (1919-1922) sıklet merkezi bölgesi, karşılaşılan
dış tehdidin büyüklüğü nedeniyle, Batı Cephesi idi. Bu cephede
Yunanlıların giriştiği istila hareketi karşısında, ilk muvamet,
Kuva-yı Milliye tarafından gösterilmiştir. Kuva-yı Milliye, gerilla
savaşı yapmak durumda idi. Nitekim bu savaş doktrinini uyguladığı
sürece, Kuva-yı Milliyenin örneğin, Batı da Yunan kuvvetlerinin
ileri harekâtını geciktirmek, güneyde Fransızları, Ankara Hükümetine
yaklaşmaya zorlamaları yurt düzecinde karşı isyan hareketlerini
bastırmak, Türk düzenli ordusunun yeniden düzenlenmesi için gereken
çok değerli zamanı ona kazandırmak suretiyle, başlangıçta hayati
önemde görevler başarmıştır. Bu nedenle; bazı tarihçilerce Milli
Mücadelenin ilk safhası (1919-1920), “Kuva-yı Milliye Dönemi” olarak
tanımlanır.
Bununla beraber; Yunan Ordusunun büyük çaplı taarruz
harekâtı karşısında, Kuva-yı Milliye, kesin sonuç sağlama
bakımından, giderek yetersiz bir duruma düşmüştür. Bu yetersizliğe
yol açan başlıca etken, Yunan Ordusunun, Kuva-yı Milliyeninkine
kıyaslanamayacak derecede kuvvet üstünlüğü idi. Ayrıca; homojen bir
nitelik taşımadığı ve aslında bir gerilla kuvveti olduğu için, doğal
olarak klasik savaş ilkelerinin büyük bir kısmı ile uyuşmayışı da,
bu milli milis teşkilâtının giderek etkenliğini kaybetmesinde etkili
olmuştur. Sonuçta; bu teşkilât, Türkiye Büyük Millet Meclisince
kaldırılmış; böylece “Düzenli Ordu Dönemi” başlamıştır.
Bu konuda son bir değerlendirme olarak, Kuva-yı
Milliye ile ilgili kesin bir görüş ileri sürmek gerekirse, denebilir
ki; Türkiye’nin güçlü düzenli ordu birliklerinden yoksun bulunduğu
çok kritik bir döneme, yiğitçe çarpışmaları ile, damgasını vuran
Kuva-yı Milliye, başarılı veya kusurlu tüm yönleriyle, Türk Milli
Mücadele Tarihindeki seçkin yerini daima koruyacaktır.
--------------------------------------------------------------------------------
1 ÇAY Abdülhaluk-KALAFAT Yaşar; Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’da Kuva-yı Milliye Hareketleri, Sistem Matbaacılık, Ankara
1990, s. 7.
2 ERCAN, Yavuz; “Kuva-yı Milliye’nin Yapısı ve
Niteliği Üzerinde Bir Tahlil” İkinci Askeri Tarih Semineri
Bildiriler, Gnkur. Basımevi, Ankara 1995, s. 231.
3 Atatürk ile ilgili Arşiv Belgeleri, Başbakanlık
Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınlan, Ankara 1982, s. 83.
* 16 Mayıs 1920 tarihli İstanbul Bir Numaralı
Sıkıyönetim Komutanlığı Mahkemesi tarafından Mustafa Kemal Paşa ve
beş arkadaşı için verilen idam kararı ile bunu onaylayan Padişah
Vahdettin’in fermanı ihtiva eden 24 Mayıs 1920 tarihli Sadrazam
Damat Ferid’in yazın (Daha geniş bilgi için bkz: Dipnot 3, 87 sayılı
belge)
4 Atatürkçülük (Birinci Kitap), Gnkur. Basımevi.
Ankara 1983, s. 57.
5 Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, C II, Ks. 1.
Gnkur. ATAŞE Bşk lığı Yayınlan. Ankara 1994, s. 46-47.
6 ERCAN, Yavuz; a.g.m., s. 232.
7 A.g.m., s. 233 (Ayrıca bkz. Nuri KÖSTÜKLÜ; “Millî
Mücadele’de Denizli, Isparta ve Burdur Sancaklarında “Kuva-yı
Milliye Fikri Üzerine İlk Çalışmalar”, Atatürk Araştırma Merkezi
Dergisi, C.V, Mart 1989. s. 14’den ayrı basım, s. 481.)
8 KÖSTÜKLÜ, a.g.m, s. 481-482.
9 ERCAN; a.g.m, s. 235.
10 Gnkur. ATAŞE Bşk.lığı Arşivi, Kol: 1st, Kls. 2S8,
Dos: 16, Fih: 41 (Ayrıca bkz: Askeri Tarih Belgeleri Dergisi s.
103,104,105)
11 İNÖNÜ; Hatıralar (Yayıma Hazırlayan: Sabahattin
Selek), İstanbul 1985, s. 176.
12 ATAŞE Arşivi Kol: 1st, Kls: 14, Dos: 55, Fih:
78/17.
13 ATAŞE Arşivi Kol: 1st., Kls: 14, Dos: 55, Fih:
78/11.
14 ATAŞE Arşivi Kol: 1st., Kls: Dos: 55, Fih: 78/12.
15 Kadir KASALAK; Milli Mücadele’de Manda ve Himaye
Meselesi, Gkur. Basımevi, Ankara 1993, s. 14.
16 KASALAK; a.g.e., s. 9-19.107-110,121-167.
17 TSK Tarihi; C. X, Gnkur. ATAŞE Bşk.lığı Yay.,
Ankara 1985, s. 489-490.
18 TAÇAUAN, Nurdoğan; Ege’de Kurtuluş Savaşı
Başlarken, Milliyet Yay., s 232.
19 PARLAK. Türkmen: Yunan Ege’ye Nasıl GeIdi I,
İzmir 1982. s. 372.
20 KÖSTÜKLÜ. a.g.m., s. 480.
21 IŞIK. Hüseyin; “Anadolu’da Yunan Mezalimi”.
Üçüncü Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Gnkur. ATAŞE Bşk.lığı
Yayınları, Ankara 1986, s. 379.
22 ATAŞE Bşk.lığı Arşivi; Kol: 1st., Kls: 255, Dos:
6-2, Fih: 44.
23 SÜSLÜ, Azmi; “Doğu Anadolu ve Kars’ta Oynanan
Oyunlar”, Yakın Talibimizde Kars ve Doğu Anadolu Sempozyumu, Ankara
1992, s. 33.
24 ERGİL, Doğu; Milli Mücadelenin Sosyal Tarihi, Çağ
Matbaası, Ankara 1981, s. 72. 25A.g.e.,s. 81.
26 KASALAK; a.g.e.
27 ATAŞE Arşivi; Kls: 322. Dos: 3. Fih: 36.
28 ERGİL, Doğu; a.g.e., s. 67-94 ve diğer bölümleri,
ÇAY; a.g.e., s. 8-10, AVCIOĞLU, Doğan; Türkiye’nin Düzeni adlı
eserler.
29 TEKELİ, Ilhan-İLKİN, Selim; Ege’deki Sivil
Direnişten Kurtuluş Savaşına Geçerken Uşak Heyet-i Merkeziyesi ve
İbrahim (Tahtakılıç) Bey, TTK Basımevi, Ankara 1989, s. 50-56.
30 ÇAY; a.g.e, s. 8.
31 ERGIL, a.g.e,s. 84.
32 Türkçe Sözlük 1; A.K..D.T.Y.K., Türk Dil
Kurumu, Ankara 1988, C.I, s. 432.
33 ERGİL, a.g.e, s. 88.
34 AYDINEL, Sıtkı; Güneybatı Anadolu’da Kuva-yı
Milliye Harekâtı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1993, s. 48.
35 ÇAY, a.g.e.,s. 8.
36 AYDINEL, â.g.e., s. 62.
37 Türkçe Sözlük I. a.g.e, s. 473.
38 KUTAY, Cemal: “Milli Mücadele’nin Gerçek
Öncüleri ve Arkadan Gelenler”, Tarih Dünyası Dergisi, s. 3.
39 Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, C II. 1 nci
Ks. Ankara 1963, s. 60.
40 TOYNBEE, Arnold j.; Turkey (Türkiye), Newyork
1927, s. 92.
41 Türk İstiklâl Harbi Batı Cephesi, C.II, 2 nci
Ks., Ankara 1966, s. 39.
42 A.g.e., 2 nci Ks. Ankara 1965, s. 16-17.
43 SELEK, Sabahattin; Anadolu İhtilâli, İstanbul
1963, s. 103.
44 KALKAVANOĞLU, İlyas Sami; Milli Mücadele
Hatıralarım, İstanbul 1957.
45 HART, B.H. Liddell, Strategy (Strateji), New
Yolk 1967, s. 379.
----------------------
* Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi T. C. Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi -
- ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 42,
Cilt: XIV, Kasım 1998, Türkiye Cumhuriyeti'nin 75. Yılı Özel Sayısı
TransAnatolie Tour
|