|
31 Mart
Ayaklanması: Nedenleri ve Sonuçları
Ülkemizin yeni ve çağdaş görünümde bir 31 Mart olayından
korunması hem iktidar ve hem de diğer sorumluların en önemli
görevlerinden biri olmalıdır. Belgelerin ışığında bu önemli olayın
nedenlerini ve sonuçlarını asagida irdelenmistir.
Bütün önemli tarihi günler için
basın yayın organlarında önemli tartışmalar yapılırken, ne hikmetse
Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan 31 Mart Ayaklanmasına
temas etmek istenmiyor, veya temas etmek istense de bazı tanınmış
roman yazarlarında gördüğümüz gibi, olaylar çarpıtılarak tamamen
ters yönde yansıtılıyor. Mesela 31 Mart Ayaklanmasının "bir gerici
ayaklanma değil de askerin askerle çatışması" gibi gösterilmek
isteniyor. Bu olaylar bilinçli veya bilinçsiz gölgede bırakıldığı
sürece günümüzde Cumhurbaşkanlığı, genelkurmay Başkanlığı, Yüksek
Yargı Organları,YÖK ve Üniversiteler gibi ülkenin en seçkin
kurumlarının neden "günümüzde ülkemiz için en önemli tehdit
irticadır" teşhisini yaptıklarını anlamak mümkün olamaz. 14
Nisandaki dev boyuttaki Tandoğan mitinginin ne ifade etmek istediği
de pek anlaşılamaz. Kanaatimizce ülkemizin yeni ve çağdaş görünümde
bir 31 Mart olayından korunması hem iktidar ve hem de diğer
sorumluların en önemli görevlerinden biri olmalıdır. Bu nedenle biz;
tarihsel belgelerin ışığında bu önemli olayın nedenlerini ve
sonuçlarını sunmayı ilgilenen herkese yardımcı olması amacı ile
sunuyoruz.
1908 yılı Kasım ve Aralık aylarının en önemli olayı seçimler ve
Türkiye'de ikinci defa denenen Parlamenter Demokratik Düzenin
başlatılması olayıdır. Parlamenter düzene karşı ilk hareket de üç ay
geçmeden patlak vermiştir.
Seçimler, İttihat ve Terakkinin büyük hakimiyeti altında geçti ve
Ahrar (Özgürler) Partisi zayıf bir varlık gösterebildi. Ancak
seçimlerden sonra art arda yeni siyasi partiler kurulmaya başlandı.
Özellikle Makedonyalı genç İttihatçılardan arzu ettikleri desteği
görmediklerine inanan ilk büyük Jön Türk isimleri, bu partilerde rol
almaya başladılar.
Osmanlı Demokrat Fırkası (Partisi):
6 Şubat 1909 tarihinde İstanbul Sultanahmet'te Fuat Şükrü Bey'in
evinde kuruldu.Başkan Dr. İbrahim Temo, 2. başkan Dr. Abdullah
Cevdet ve Genel Sekreter (Umumi Katip) Fuat Şükrü Bey'lerdir(1).
Fırka 1908 seçimlerine katılmadı.
İttihat-ı Muhammedi Fırkası: 5
Nisan 1909" da İstanbul "Volkan" Gazetesi İdarehanesinde kuruldu.
Yönetim Kurulu üyeleri arasında Said-i Kürdi İbn-i Mirza, Em.
Korgeneral Hacı İzzet Paşa, Halveti Tarikatından Şeyh Müslim Penah
Efendi, Kadiri Şeyhi Muhammet Efgani Efendi ve Volkan Muharriri
Derviş Vahdeti bulunuyordu(2).
Özellikle bu ikinci parti siyasi arenaya çok sert bir giriş yaptı.
İttihad-ı Muhammedi adlı parti, 31 Mart olaylarından on gün önce
parlamento dışında kurulmuş dinsel gizli ve ihtilalci amaçları olan
, bir partidir. 21 Mart 1325 (3 Nisan 1909) tarihinde Ayasofya
Camiinde okunan mevlitten sonra Derviş Vahdeti'nin bir nutku ile
kuruluşu ilan edilmiştir. Fırka "Fırka-ı Muhammedi'ye, Volkancılar
Cemiyeti, Cemiyet-i Muhammedi'ye" olarak da
adlandırılmıştır.Kurucular üyelerine "Muhammedi" ler adını
vermişlerdir.
İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti'nin siyasi programı 3 Mart 1325 (19
Mart 1909) tarihli Volkan Gazetesinde yayınlanmıştır.(3) Program ve
prensipleri tamamen dini esaslara, yani Kur'an-ı Kerim'in (Allah'ın)
koyduğu esaslara dayanıyordu. Osmanlıcılık ülküsünün üzerinde
kurulacak bir birliğe şiddetle karşı koymaktaydı. Ülkenin şeriatla
idare edilmesine taraftar olup, İslam Birliğini savunuyordu. Bu
nedenle de hem İttihat ve Terakki Cemiyeti ve hem de Osmanlı Ahrar
Fırkası'nın benimsediği Batıcı Islahat fikirlerine temelden karşıydı.
Propagandasını dindar ve tutucu unsurlar arasında yapıyor, Volkan
Gazetesi aracılığıyla Meclisteki geleneklere bağlı milletvekilleri,
alaylı subaylar ve asker kesimi arasında taraftar kazanmış
bulunuyordu(4).
İttihad-ı Muhammed'nin en büyük rakibi İttihat ve Terakki Cemiyeti
mensuplarıydı. Muhammedi'ler "altı aylık Meşrutiyet böyle mi
olacaktı?" sorusu ile geçen dönem ve olayların sorumluluğunu
İttihatçılara yüklüyorlardı. Şeriatın koruyucusu Meşrutiyet olduğuna
göre, Avrupa ahlakını benimseyen dört beş herif-i naşerif (özellikle
Ahmet Rıza, Hüseyin Cahit Yalçın, Talat, Rahmi, Bahattin Şakir
Beyler kastedilmektedir), bu yüce görevi yerine getiremezdi.Hiçbir
siyasi parti Mebusan'ın üstünde olamazdı.Jön Türkler üç günlük
tahsilleri nedeni ile mağrur olup, talebe-i uluma yan gözle bakan,
Garbı körü körüne taklit eden cahilin cahili kişiler olup, bir
şeytanlar devri açmışlardı. Bunlar bertaraf edilmeli, yurtdışına
çıkarılmalıydılar(5).
31 Mart'a (13 Nisan ) doğru olaylar şu
şekilde gelişmiştir:
12 Mart 1909 günü İkdamda Sinop Mebusu Ahrarcı Rıza Nurun "Görüyorum
ki iş fenaya gidiyor" yazısı çıktı. Fenalıklar: Bazı gazetelerin
sövüp sayma adetine kapılmaları, istibdatçı
tutumlar,yolsuzluklar,Matbuat Nizamnamesi, toplantıların
yasaklanması ve İttihat Terakki'nin hükümet içinde hükümet oluşması
olarak belirtiliyordu. Bu fenalıkların baş sorumluları da İttihat ve
Teraki liderleri idi(6).
Yazının çıkmasından bir gün sonra İttihat ve Terakki, Ahrar'ın daha
önce verdiği bir ziyafete karşıt olarak Pera Palas'ta büyük bir
ziyafet verdi.Ahmet Rıza burada sert bir konuşma yaptı ve bu
konuşmada "muhaliflerin hain olduklarını" ima etti... 23 ve 31 Mart
1909 günlerinde yayınlanan "Volkan" gazetelerinde er ve erbaşların
İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti lehinde ve İttihat Terakki aleyhinde
mektupları yayınladı. 31 Mart günü 1400 alaylı subayın kadro dışına
çıkarılmaları nedeniyle işsiz kalan alaylı subaylar; Şehzadebaşı
Fevziye Kıraathanesinde bir toplantı yaptılar. 3 Nisan 1909 günü
İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti, Ayasofyada büyük bir kalabalığın
katıldığı bir mevlit okuttu ve merkezinin açılışını yaptı. 6 Nisan
gecesi Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi, bir arkadaşı ile
Galata Köprüsünden geçerken, bilinmeyen biri tarafından tabanca ile
vurularak öldürüldü. Serbesti, İttihat ve Terakkiye karşı sert bir
muhalefet yapmakla tanındığı için, kamuoyu bu cinayetten İttihat ve
Terakkiyi sorumlu tuttu(7).
Ertesi günü muhalif gazeteler kışkırtıcı yayına başladılar. Ali
Kemal: Mülkiye Okulunda büyük bir coşkuyla bu cinayetten söz ederek
üzüntüsünün çokluğundan ders anlatamayacağını söyleyip sınıftan
çıktı, arkasından öğrencilerin bazıları da çıktılar. Babıali önünde
gösteri yaptılar, öldürenin hemen tutuklanmasını istediler. Alay
sonra da meclis önüne geldi. Sonra muhalefet yapan gazeteleri
dolaşarak sevgi duygularını bildirdi. Celalettin Arif de aynı rolü
Mülkiye Okulunda uygulamıştı (8).
Mebuslar Meclisinde de karşıt tutumdakiler gensoru önergesi verdiler.
Büyük gürültü içinde meclis, gensoru önergesini uygun gördü(9).
Volkan, sesinin perdesini giderek yükseltti. Hasan Fehmi Bey'in
katili bulunmalı, ya da Malum olan beş kişi vatan haricine
çıkarılmalı idi. Milletin galeyanı başka türlü önlenemezdi. Volkan,
tüm muhalif gazetelere İttihat ve Terakkiyi göstererek saldırı
işaretini veriyordu(10).
Böylece bütün muhalefeti büyük bir çıkışa ve resmen mücadeleye
başlamaya davet ediyordu. İşte, 31 Mart (13 Nisan) 1909 hareketi bu
ortam içinde gelişti. İlk ayaklanma, Hamdi Çavuş komutasındaki 4.
Avcı Taburunda başladı. Gece yarısı ayaklanan tabur, subaylarını
tutukladıktan sonra sabahın 4.00'üne doğru Ayasofya'daki Mebusan'ın
önünde toplandı. Bu sırada hükümet, ayaklanmayı sert bir müdahale
ile bastırmak yerine uzlaşma imkanı aramış, bu arada zaman kazanan
isyancılar kışla kışla dolaşıp taraftar toplamaya başlamışlar ve
dinci kesimle işbirliği içine girerek yönetimi kontrol altına almayı
başarmışlardır. İsyancı askerlerin istekleri genel olarak şöyle
özetlenebilir.
1.
Şeriatın uygulanması
2. Ayaklanma nedeniyle kendilerine bir sorumluluk yüklenmemesi
3. Hükümetin değişmesi, bazı komutanların değişmesi
4. Başta Ahmet Rıza olmak üzere bazı İttihatçıların istifası,
yada uzaklaştırılması.
İlginç olan nokta: İttihat ve
Terakki, böyle bir ayaklanmaya karşı en çok Makedonya'dan
getirdikleri Avcı Taburlarına güveniyordu. 31 Mart günü evinden
çıkıp Tanin'e gitmek isteyen Hüseyin Cahit Yalçına bir arkadaşı (Süleyman
Fehmi) ortalıkta isyan olduğunu söyleyince o durumu küçümser,
anılarında şöyle devam eder:
"İsyanın ne önemi var, dedim. Avcı
Taburları olduktan sonra... Süleyman Fehmi sinirlendi ve asıl bela
Avcı Taburundan geliyor. Hadi yürü, eve gidelim, dedi"
(11).
Asiler isteklerini sıralarken, Padişaha bağlılıklarını ifade edince
olaylar Abdülhamit'in istediği karışık ortama girdi. Meclisin içi
tam bir kargaşa ve güvensizlik içindeydi. Cemiyet üyesi
milletvekilleri, can korkusuyla kaçmış, softalar, askerler her yana
yayılmıştı(*). Duruma hakim olamayacağını anlayan Sadrazam Hüseyin
Hilmi Paşa Harbiye ve Maarif Nazırını da yanına alarak Saray'a gitti
ve kabinesinin istifa ettiğini bildirdi. İstifa derhal kabul edildi.
Padişah, isyancıların da bütün isteklerini kabul etmiş, nizamı
sağlamak için bir irade yayınlatmıştı.
Yeni hükümeti kurma görevi Şubat ayında askerin (özellikle
donanmanın) baskısı ile düşürülen Kamil Paşaya verildi. İttihat ve
Terakki tam bir yenilgiye uğratılmıştı. Çoğu başkentten kaçtı,
kaçamayanlar İstanbul'da saklanmaktaydılar.
Hüseyin Cahit önce Lübnanlı bir Hıristiyan Matran ailesinin yanında
saklanırken, asiler Lazkiye Mebusu Mehmet Aslan beyi, Hüseyin Cahit
zannederek öldürdüler. O ise, Rus elçiliğinin yardımı ile yurtdışına
kaçabildi(12).
Cavit Bey, Botton adlı bir mason komisyoncunun evinde saklanmış ve
M. Mandelstam (Rus Elçiliği Baş tercümanı)'nın yardımı ile Cahit
Beyle birlikte Odesa'ya kaçmıştır. Ahmet Rıza Bey anılarında; önce
Babıali Hariciye Nezareti odasında kaldığını, Talat Bey ve Nazım
Bey'in Şehzadebaşı'nda bir evde saklandıklarını, gece karanlıktan
istifade ile bir topçu subayının yardımı ile onlara katıldığını
anlatır(13). Artık İttihat ve Terakki Cemiyeti yoktur. H.Cahit'in
deyimiyle "sanki yer yarılıp cemiyet kaybolup gitmişti." (14)
İstanbul'daki İttihatçı gazetelerin matbaaları yağma edildi. Birkaç
gün öncesine kadar ülkedeki en büyük güç olan bu kuruluş, ani bir
çöküş içine girmişti(15). Mithat Paşanın oğlu bile İzmir üzerinden
Yunanistan'a kaçacak ve Harekât Ordusuna katılmayı
reddedecektir(16).
31 MART ÖNCESİ ORDU'NUN DURUMU
31 Mart olayını hazırlayan önemli nedenlerden biri de, Ordu içinde
alınan tedbirler ve bunun yaratığı hoşnutsuzluktu. Bu hoşnutsuzluğun
kökeninde Mektepli Alaylı Subay çatışması yatıyordu. Hürriyetin
ilanı ile birlikte Ordu'ya hakim olan Harbiyeli subaylar yeni bir
düzen kurmaya, alaylı subayları tasfiye ederken, birliklerin mesleki
bilgi ve ehliyetlerini arttırmak için sıkı bir çalışmaya girmeye
başladılar. Bu amaçla önce 1. Ordu'dan 1400 Alaylı subay kadro
dışına çıkarılırken, bu hareket yalnız mağdur olanları değil, 1.
Orduda teskere bırakıp bu yolla subay olmak isteyen kıdemli
askerlerin de ümitlerini, şevk ve heveslerini kırdı. Eğitime verilen
önem, genç subayların kışlalarda uygulamaya çalıştığı katı Prusya
disiplini, er ve erbaşların şikayet etmelerine sebebiyet verdi.
Askere göre, talimlerin sıklığı yüzünden "namaz" ve "hamam" gibi
dini ihtiyaçlarını yapamaz olmuşlardı(17).
Üst rütbeli subaylara gelince; onlar fazlası ile siyaset içine
girmişlerdi. Öyle ki, bakan tayini veya değiştirilmesi konularında
bile baskı yapar bir durumda idiler. En önemli çatışma, Şubat
başında, İttihat ve Terakki â€" Kamil Paşa anlaşmazlığı sırasında
meydana geldi. Kamil Paşanın 10 Şubat günü yaptığı bir değişiklikle
Harbiye ve Bahriye Nazırlarını yenilemesi ve Harbiye Nazırlığına Ali
Rıza Paşa yerine İkinci Ordu Kumandanı Nazım Paşanın, Bahriye
Nazırlığına da Arif Paşa yerine Amiral Hüseyin Hilmi Paşanın
getirilmesi ve bu değişikliği İttihat ve Terakki Cemiyetine
danışmadan yapması örgütü rahatsız etti. Ciddi bir bunalım
doğdu(18).
Olaya askerler de karıştı. 12 Şubat günü bazı deniz subayları
Babıali'ye gelerek deniz kuvvetlerinde ıslahat istediler, paşa da bu
isteği göz önünde bulunduracağını bildirdi. 13 Şubat günü
Beşiktaş'ta demirlenmiş bulunan sekiz savaş gemisinin süvarileri,
böyle bir zamanda ve sebepsiz olarak Nazırların değişmesini
Meşrutiyete uygun bulmadıklarını Mebusan Meclisi'ne bildirdiler(19).
Buna karşılık başka bir subay grubu Bahriye Nezareti'nde toplanarak
bir bildiri hazırladılar; subayların Nazırların seçimine karışmasını
doğru bulmadıklarını beyan ederek yapılan değişikliği desteklediler.
Sonunda Meclis'de 13 Şubat günü yapılan bir oylamada, Kamil Paşa
198'e karşı 8 oyla güven oyu alamadı ve hükümet devrildi. Bu olay
sırasında, Askerin Meclise baskı yaptığı ortadaydı(20).
Meclise yapılan baskıdan Abdülhamit de şikayet etmektedir: "Meclisi
Mebusan Kamil Paşa kabinesini düşürmeye karar verdi. Bu celsenin
nasıl yapıldığı malumdur. Başta Enver Bey olduğu halde bir sürü
subay ve er, resmi ve sivil elbise ile Millet Meclisi'nin
çoğunluğuna dayanan Cemiyet, Hüseyin Hilmi Paşanın sadaretini
istiyordu. Güçlükleri çoğaltıp sürdürmemek için kabul ettim"(21).
Cemiyet içindeki Subaylara gelince; İhtilalden sonra, İttihat ve
Terakki kendi merkez komitesi etrafındaki bazı subayları daima kendi
hizmetinde bulundurmak için bir nevi fedailer, eli tabancalı
muhafızlar, yani ordunun değil cemiyetin gözü pek insanları ve
silahşörler olarak seçtiler ve yetiştirdiler. Bunların hepsi genç,
çevik, gözünü budaktan sakınmayan, kuvvetli insanlardı. Bunların
arasında Ömer Naci (Hatip, M. Kemal'in eski dostu, lise arkadaşı),
Abdülkadir, Yakup Cemil, Sapancalı Hakkı, İzmitli Mümtaz, Yeni
bahçeli Şükrü, Erzurumlu Dadaş Salim, Kuşçubaşıoğlu Çerkez Eşref,
Kardeşi Selim (Hacı) Sami Beyleri saymak mümkündür(22). Bu grup,
aralarında İranlı Harp Okulu öğrencileri, Şair Mehmet Emin Yurdakul
da olduğu halde, Enver Bey'in amcası Yüzbaşı Halil Bey'in emrinde
İran'da isyan çıkarma amacı ile bir sefere başlar ve İttihatçıların
bu vurucu timi, Kaçar Hanedanını yıkmaya çalışırken, yolda 31 Mart
olayını haber alırlar(23).
İttihat ve Terakkinin diğer bir önemli hatası, lider asker
kadrosunun yurtdışı görevlerle dağıtılmış olmasıdır. Bu belki de
Cemiyetin, askerleri tasfiye amacıyla başvurdukları bir tedbirdir,
ancak İttihat ve Terakkinin onlara dayanan gücünü çok zayıflatmış ve
ayaklanma günü sıfıra indirmiştir.
Binbaşı Enver Bey, 13 Ocak 1909'da Berlin Ateşemiliterliğine, Fethi
Bey (Okyar) Paris, Binbaşı Hafız İsmail Hakkı Bey Viyana, Ali Fuat
Bey (Cebesoy) Roma ateşemiliterliğine gönderilecekler ve olay
patladığında ülkenin dışında bulunacaklardır(24).
31 Mart öncesi üzerinde durulmayan, fakat bizce önem verilmesi
gereken olay, Asker Medreseliler çatışmasıdır. Bilindiği gibi
Medreseliler, askerlik hizmetinden muaf tutuluyorlardı. Daha önce de
belirttiğimiz gibi özellikle Harbiyeliler bu konuda haksızlık
olduğunu görüyor ve büyük rahatsızlık duyuyorlardı. Şubat ayında
Harbiye Nezareti bu muaflığın devamı için, Medrese mensuplarının hiç
olmazsa basit bir okuma-yazma sınavına tabi tutulmalarını istiyordu.
Fatih, Süleymaniye Medreseleri 27 Şubatta, işte bu karara karşı
tepki gösterdiler. Şeyhülislamlık ile Harbiye Nezareti arasında
karşılıklı pazarlıklar başladı. Medreseleri kendine bağlı bulunduran
Şeyhülislamlık Dairesi, medreselere yığılan softaların hiçbir sınava
tabi tutulmadan askerlikten muaf tutulmalarını isterken, Harbiye
Nezareti dayatınca bazı derslerden sınav yapılmasına rıza gösterdi.
Ancak yine de Hesap, Tarih, Coğrafya gibi konulardan soru
sorulmamasını, birkaç satır yazı yazmalarını, birkaç basit cümle
okumalarını ve Namaz, Oruç bahislerinin sorulmasını yeterli
buldu(25). İşte 31 Mart olayları sırasında softaların her tarafta
Harbiye Nazırı'nı aramalarının asıl nedeni budur. Askerlerin en
büyüğünü sıkıştıracak ve onu asıl medreseliler sınava çekeceklerdir!
HAREKÂT ORDUSU
Olay İstanbul'dan Selanik'e, İttihat ve Terakki'nin Selanik
kurucularından ve görevi Jandarma subaylığı olan, İstanbul'da
Cemiyetin temsilcisi olarak bulunan İsmail Canbulat tarafından telle
bildirildi(26). Gerici bir ayaklanmanın tıpkı yüzyıl öncesinde
olduğu gibi cahil asker ve softaların işbirliği ile aynı sloganla "Şeriat
İsteriz" gelişmesi, kısa bir sürede başkentte Saray ve Hükümet dahil
herkesi teslim alması çok düşündürücü, elem verici bir olaydı.
Askerler için, tahmin edilmeyecek kadar büyük bir önem taşıyordu.
İsmet Paşa, bu olaydan bahsederken aynen şu ifadeleri kullanmıştır.
"31 Martı düşündüğüm zaman önümde, koca bir binanın yıkılışını görür
gibi olurum. Bence bu isyan tarihimizdeki isyan hadiselerinin en
mühimidir"(27).
Demokratik düzene geçiş, çağdaşlaşma, eskinin köklü zincirlerini
kırmak için 150 yıldır verilen uğraş en randımanlı devresinde
irticaın dev silindiri altında yine eziliyor ve yok ediliyordu.
Ülkeyi ileriye götürmek isteyenlerle, geriye götürmek isteyenler
arasındaki mücadelenin tepe noktasına gelinmişti. Her iki ucun
yüzyıldır beklenen meydan muharebesinin zamanı gelmişti. Kazanan
devlete ve Türk toplumunun geleceğine sahip çıkacaktı. Şu anda şans
geriye dönüşü arzu eden ulema-asker karışımının lehinde görünüyordu.
Saray ve devlet adamları, yeni siyasi partiler bu gelişmeden memnun
gibiydiler. Ünlü İttihat ve Terakki Cemiyeti darmadağın olmuştu.
Bu gidişe dur diyebilecek ve İttihatçıları yeniden diriltebilecek
tek güç askerlerdi. Ordu; ya ülkenin bütün diğer unsurları gibi
sessiz kalacak, yapılan oldu bittiye rıza gösterecek ve yüz yıldır
çağdaşlaşma yolunda atılan bütün adımların yok edilmesini seyredecek,
ya da ülkeyi ileri götürmenin dinamosu olma görevini yeniden
üstlenecekti. Bunun için de yeni ve ölümcül bir mücadele gerekiyordu.
Makedonya ve Trakya'daki subaylar, irticaın meydan okuyuşunu kabul
ederek toparlanıp tereddüt göstermeden İstanbul'a doğru yola
çıktılar. Hatta yanlarına sivilleri almamış "Cemiyetin sivil
mensupları ve mebusları Selanik'te kalsınlar, sonra gelsinler"(28)
diye bir haber bırakarak harekete geçmişlerdir.
Selanik ve Edirne'deki Ordular anlaşarak İstanbul'daki olaylara
birlikte müdahale kararı aldılar. 14 Nisanda Selanik Redif Tümeni
seferber edilerek trenle İstanbul'a sevk edildi. Bu kuvvetlere
Edirne'den Şevket Turgut Paşa komutasındaki kuvvetler de katıldılar.
Kolağası M. Kemal Selanik'ten yola çıkan Hüsnü Paşa kuvvetlerinin
karargahında Harekat Şubesi Müdürü idi ve bu Orduya "Harekat Ordusu"
adını o koymuştu. Kolağası İsmet Bey de Edirne'den gelen Şevket
Turgut Paşanın karargah subaylarından biri olarak
görevlendirilmişti(29). Yeşilköy'de Harekat Ordu'sunun komutasını
Selanik'ten gelen Mahmut Şevket Paşa aldı. Cemiyetin en genç
subayları işbaşındaydılar. Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, Cemal
Paşa ve diğerleri. O sırada Berlin'de ateşemiliter olan Enver Bey'le
Paris'te ateşemiliter olan Fethi Bey de İstanbul'a Harekat Ordusunun
saflarına koşmuşlardı(30).
O günlerde İstanbul'da Harbiye öğrencisi olan Ahmet Bedevi Kuran,hem
1. Kolordu Komutanı olan Mahmut Muhtar Paşanın hem de asi askerlerin
komutanı olan Hamdi Çavuşun kendilerinden destek istediğini ve Hamdi
Çavuşun bizzat mektebe kadar gelerek yardım istediğini, talebelerin
sınavları bahane ederek bu teklifi reddettiğini ifade
etmektedir(31).
24 Nisan 1909 da Harekat Ordusu kuvvetleri ile asiler arasında
çarpışmalar başladı. Taşkışla ve topçu kışlasında şiddetli
çatışmalar oldu. Bu sırada Kurmay Binbaşı Muhtar Bey şehit oldu.
Taşkışla'ya karşı taarruzu Enver Bey yönetiyordu. Taşkışla topçu
ateşiyle tahrip edildikten sonra akşama doğru teslim oldu. Buradaki
şiddetli çatışmada bir çok kişi hayatını kaybetti.
Yıldız Sarayı'nı koruyan 2. Tümen iyi silahlandırılmış ve
eğitilmişti. Abdülhamit, askerlerin bir kısmının silahlarını
toplattı ve Harekat ordusuna karşı durulmamasını istedi(32).
Abdülhamit anılarında bu konuyu şu sözlerle temas etmektedir:
"Hassa Ordusu'nun İstanbul'daki erleri gerçekten iyi hazırlanmış,
hem Hilafet Makamına, hem şahsıma sadık, seçkin askerlerdi. Harekât
Ordusu'nun yolda durdurulmasını, başta Nazım Paşa olduğu halde sadık
devlet ileri gelenleri bana tavsiye ettiler, kabul etmedim..
Ayastefanos'dan (Yeşilköyden) İstanbul üzerine yürüdükleri zaman
İstanbul'daki askerlerin kışlalardan çıkarılmamasını şiddetli
istedim ve tembih ettim. Kışla içinden çıkıp da mesela Kağıthane
sırtlarına yayılsalardı, bu askeri, Selanik'in derme çatma askeri mi
yenerdi?"(33)
Şevket Turgut Paşa komutasındaki kuvvetler 25 Nisan sabahı Yıldız
Sarayı'nı işgal ettiler. Burada harekâta katılan kuvvetleri Kurmay
Binbaşı Fethi ve Kurmay Yüzbaşı Kazım (Karabekir) Beyler
yönetiyorlardı.Böylece, isyan, daha fazla kardeş kanı dökülmeden
bastırıldı(34).
OTUZ BİR MART SONRASI
Derhal faaliyete geçen Sıkıyönetim Mahkemeleri, isyana katılanlarla
eski rejim taraftarlarını tutuklayıp yargılamaya başladılar. Sonuçta
60 kadar sanık idam edildi. Padişahın yaverlerinden Korgeneral
Kabasakal Mehmet Paşa, Tütün kıyıcı başı Hacı Mustafa, Baş muhasip
Cevher Ağa, Saray Muhafızı Albay Halil, Erzurum ayaklanmasını
destekleyen Korgeneral Yusuf Ziya Paşa, iki No.lu Sıkıyönetim
Mahkemesi kararıyla idam edilenler arasındadır. Aynı mahkeme, isyanı
önlemeye çalışırken feci şekilde şehit edilen Asarı Tevfik Zırhlısı
Süvarisi Binbaşı Ali Kubuli Bey'in katilleri olarak mürettebattan
altı kişiyi de idama mahkum etti.Paşa yakınlarından 197 kişi,
Sarayın koruması ile görevli asker ve sivil 703 kişi sürgüne veya
memleketlerine gönderildiler(35).
"Mıkyası Şeriat" gazetesi imtiyaz sahibi Hüseyin Remzi 11 Mayıs'ta,
Mizan gazetesi sahibi ünlü Murat Bey 3 Haziran 1909 da müebbet hapse
mahkum edilirken, Bergama yolu ile İzmir'e kaçan Derviş Vahdeti
yakalanarak 26 Mayıs 1909'da idam edilmiştir(36).
31 Mart isyanı 27 Nisan 1909 günü sona erdi. Aynı gün Millet Meclisi
ve Ayan'ın Yeşilköy'de yaptığı müşterek oturumda oybirliği ile
Abdülhamit'in tahtan indirilmesi kararı alındı. Şeyhülislam
Ziyaettin Efendi isteksizdi(37), ancak o da ikna edilip fetva
alınınca mesela halloldu ve yerine Veliaht Mehmet Reşat Efendi
geçirildi (27 Mayıs 1909)
Ordu ile gerici güçler arasındaki mücadele ilericilerin lehine
sonuçlanmıştı. İttihat ve Terakki yeniden canlanarak yeni bir ruh,
şevk ve hevesle ülkesi ve halkı için demokratik haklar konusunda
yeni atılımlar yapmaya hazırlanacaktır. Yalnız, bundan sonra Ordu
Siyasetten çekilmeyerek gelişmelerle daha fazla ilgilenme gereği
duyacaktır.
Konumuz açısından 31 Mart öncesinin en dikkat çeken olayı, şüphesiz
Osmanlı toplumunda ilk defa çok partili parlamenter sisteme geçmek
için önemli çabaların başlatılmasıdır. 31 Mart öncesi siyasi arenada
şekillenmiş İttihat ve Terakki ile Fedekaran-ı Millet gibi iki
cemiyet ve bunların yanında siyasi iktidarı ele geçirmek için
hevesli, hazırlıklı, Osmanlı Ahrar, Osmanlı Demokratik ve İttihad'ı
Muhammedi gibi üç siyasi parti vardır.Her siyasi örgütün kurucu ve
destek aldığı üyeler arasında askerler yer almışlardır. Bu cemiyet
ve partilerden Fedakaran-ı Millet, Ahrar ve İttihad-ı Muhammedi
Örgütleri 31 Mart olayları sonrasında siyasi sahneden çekildiler.
Fakat, onların açtığı çok parti terbiyesi, yeni dönemde daha bir çok
siyasi düşüncenin serbestçe veya sınırlı serbesti altında
şekillenmesine imkan hazırladı. Farklı görüşlerin ortaya çıkışı,
basın-yayın organlarının "Hür Düşünce"ye sahip çıkması, siyasi
iktidarı zaman zaman sert şekilde parlamento içi ve dışı yollardan
tenkidi, çoğunlukçu demokratik anlayışın ilk olumlu adımları kabul
edilebilir.Normal bir parlamenter düzende, hükümetleri çoğunluk
partisinin lider kadrosu kurduğu halde, bu dönemde de hükümeti
kurması gereken İttihat ve Terakkinin yönetici kadrosu yine geri
planda kalıp iyi niyetli, tanınmış kişileri işbaşına getirmeyi ve
onları desteklemeyi benimseyeceklerdir(38).
Dr. M. Galip Baysan, İSTANBUL,
16 Nisan 2007 Pazartesi, Heddam
Dipnotlar:
(1) T. Z: Tunaya, Siyasi Partiler-I, s. 171(Hürriyet Vakfı,
İstanbul-1984)
(2) Aynı Eser, s. 182-183
(3) Aynı Eser, s. 190-205
(4) Feroz Ahmad: İttihat Terakki, 1908-1914 s.78 (Kaynak
Yayınları,İstanbul,Ankara-1984)
(5) Aynı Eser, s. 187
(6) Sina Akşin: Jön Türkler ve İttihat ve Terakki s. 121-122(Gerçek
Yayınları, İstanbul-1980)
(7) Aynı Eser, s. 122
(8) H. C. Yalçın; Siyasi Anılar, s. 69(T.İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul-1976)
(9) Aynı Eser s. 79
(10) Murat Çulcu, Osmanlı'da Çağdaşlaşma-Taassup Çatışması-2, s.
206-210 (Kastaş, İstanbul-1990)
(11) H. C. Yalçın, Adı Geçen Eser (age). s. 72
(X) Yusuf Kemal Tengirşenk, anılarında Meclis'i kuşatan askerin
mertliklerine, hamiyetlerine hitap edip dağılmalarını istediğini,
tam dağılacakları sırada, aralarına yüzlerce beyaz sarıklı softanın
karıştığını nakleder. (Bknz. Vatan Hizmetinde, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara-1981)
(12) H.C. Yalçın, age. s. 99-108
(13) Ahmet Rıza Bey'in Anıları,Meclisi Mebusan ve Ayan Reisi s.
36-37(Arba Yayınları,İstanbul-1988)
(14) H. C. Yalçın, age. s. 98
(15) Feroz Ahmad, age. s. 80-81
(16) Ali Haydar Mithat, Hatıralarım,(1872-1946) s. 217(Akçit
Yayınları, İstanbul)
(17) S. Akşin, Aynı Eser, s. 121
(18) Feroz Ahmad, age. s. 68-75; Feroz Ahmad, İttihatçılıktan
Kemalizm'e, s. 18-19 (Kaynak Yayınları, İstanbul-1985)
(19) S. Akşin, 100 Soruda Jön Türkler ve İttihat Terakki, s. 113(
Gerçek Yayınları, İstanbul-1980)
(20) Aynı Eser, s. 114; M. Çulcu, age. s. 86-87
(21) Abdülhamit'in Hatıra Defteri, s. 104-105; Orhan Koloğlu,
Abdülhamit Gerçeği (Gür Yayınları, 2. Baskı, İstanbul)
(22)Şevket Süreyya Aydemir: Makedonya'dan Orta Asyaya Enver Paşa-2,
s. 118-119 (Remzi Kitabevi, İstanbul-1983)
(23) Aynı Eser, s. 120-121
(24) Aynı Eser, s. 120; Erik Von Zurcher, Milli Mücadelede
İttihatçılık, s. 98 (Çev. Nüzhet Salihoğlu, Bağlam Yayınları,
Ekim-1987)
(25) M. Çulcu, age. s. 144
(26) Ş. S. Aydemir, İkinci Adam I, İsmet İnönü, s. 57 (Remzi
Kitabevi, İstanbul-1980)
(27) Aynı Eser, s. 56
(28) H. C. Yalçın, age. s. 113;Cemal Kutay: Fethi Bey, Üç Devirde
Bir Adam,(Tercüman Yayınları,İstanbul-1978) M. Çulcu, age. s.
154-164
(29) Uluğ İğdemir, Atatürk'ün Yaşamı-I, (1881-1918) s.15 (TTT
Ankara-1988)
(30) İkinci Adam-I, s. 57
(31)Ahmet Bedevi Kuran Harbiye Mektebinde Hürriyet Mücadelesi, s.
152 ( Çeltüt matbaası, İstanbul)
(32) Hüseyin Işık, İkinci Askeri Türk Semineri, s. 55 (Gen kur.
Ankara-1987)
(33) Abdülhamit'in Hatıra Defteri, s. 110-111
(34) H. Işık, age. s. 55
(35) Aynı Eser, s. 56
(36) Aynı Eser, s. 56
(37) Enver Paşa-II, s. 182; Üç Devirde Bir Adam, s.40-53
(38)Mümtaz Soysal: 100 Soruda Anayasanın Anlamı,s.37 (Gerçek
Yayınevi, İstanbul-1987)
|
|