|
Dördüncü Bölüm
- Osmanlı
İmparatorluğu'nun savaşa girişi ve Kürtleri kışkırtma önerileri
- Ermeni yer
değiştirmeleri (tehciri)
- Rus-Ermeni
vahşeti
- İngilizler
Kürtleri kullanmayı tasarlıyorlar
Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa girişi ve
Kürtleri kışkırtma önerileri
Osmanlı İmparatorluğu, 30 Ekim 1914'de Birinci Dünya Savaşı'na
giriyordu. 26 Aralık 1917 tarihli İngiliz gizli istihbarat raporuna
bakılacak olursa, Osmanlı hükümetinin savaş amaçları, Rus
tehlikesini ortadan kaldırmaya yönelikti. Bu rapora göre, İttihat ve
Terakki yönetimi, Çarlık Rusya'nın İstanbul, Boğazlar, Doğu Anadolu,
İskenderun ve İmparatorluğun tüm kuzey yarısını ele geçirmek için
çevirdiği düzenlerden gerçekten korkuyor; Almanya'ya karşı "sigorta
politikası" güden Türkiye'nin eski koruyucuları İngiltere ile Fransa
tarafından Rusya'ya carte blanche (dilediği gibi davranma hakkı)
verildiğine inanıyordu. Osmanlı yönetimi, Rusya'nın bu düzenlerini,
onun geleneksel politikasından, Balkan savaşlarında oynamış olduğu
rolden; Anadolu'da ıslahat yapılması için 1913 yılında izlemiş
olduğu tutumdan; Kürtlerle çevirdiği düzenlerden ve Türkiye'yi İran
aracılığıyla ablukaya almasından iyice kavramış bulunuyordu[1].
Savaş boyunca, Kürtlerin çoğunluğu, Türk yönetimine sadık kalıyor;
Sultan-Halife'nin cihad çağrısına olumlu biçimde karşılık veriyor ve
Ruslara karşı kahramanca savaşıyorlardı[2]; ama, çıkar düşkünü,
kendini beğenmiş ve serkeş kimi militanlarla, Kürt halkı temsil
etmeyen birkaç sözde "önder", Osmanlı İmparatorluğu'na karşı cephe
alıyor ve yabancıların çıkarları için çalışıyorlardı. Henüz 15
Aralık 1914'te, Doğu'da, siyasi sorunlar konusunda kitaplar yazan, "Arap
bağımsızlık akımını" temsil eden, Kahire'de yayımlanan L'Egypt adlı
gazetenin muhabiri olan ve kendisini Tonkin'deki Fransızların
asbaşkanı olarak tanıtan Eugene Jung adlı birisi, Paris'teki İngiliz
büyükelçiliğine giderek, M. Delcassé'nin başkanlığı altındaki
Fransız yönetimi adına şu öneride bulunuyordu: "İngiltere, Fransa ve
Rusya, yönetmekte oldukları İslâm toplumlarının önderlerine de
danışarak, kendi ortak koruyuculukları altında Araplara bağımsızlık
verdiklerini açıklamalı....ve aynı zamanda, doğrudan Peygamberin
sülâlesinden gelen birisinin Halife olmasına yardımcı olmalıdırlar.
Halife olacak bu kişiye, Hicaz ili sivil bir devlet olarak verilmeli
ve böylece, Türkiye Sultanı'nın Halife olarak yetkisi ve milyonlarca
Müslümanın ona karşı olan bağlılığı, en azından Arap dünyasının
görüşünde, ortadan kaldırılmış olmalıdır". Jung, ayrıca, Kürtlere,
İngiltere'nin koruyuculuğu altında özerklik sözü verilerek, Şerif
Paşa aracılığıyla onların kullanılmasını öneriyordu; ama Jung'a
güvenilmediği için bu önerileri pek ciddiye alınmıyordu[3].
Osmanlı İmparatorluğu hudutları içindeki etnik ve dini azınlıkları
ayaklandırmak konusu, 30 Aralık 1914'te, Paris'te, bağlaşıklar
arasında yapılan gizli bir toplantıda yine gündeme geliyordu. Bu
toplantıda, Sir Henry McMahon, İngiltere Dışişleri Bakanlığını; M.
Gout ise Fransa Dışişleri Bakanlığı'nı temsil ediyorlardı. M. Gout'a,
Fransa Savaş (Savunma) Bakanlığını temsil eden Albay Hamelin ve
Dışişleri Bakanlığı sorumlularından M. Peretti; McMahon'a ise,
İstanbul'daki İngiliz büyükelçiliği yetkililerinden G.H. Fitzmaurice
ve Paris'teki İngiliz büyükelçiliği yetkililerinden Percy Loraine
eşlik ediyorlardı. Görüşme sırasında M. Gout, Araplar arasında
Türklere karşı bir akım kışkırtılmasını; Maronitler ve öteki
azınlıklar arasında kışkırtmalarda bulunacak ajanlar kullanılmasını
öneriyordu. Buna karşılık veren McMahon, bağlaşıkların etkin desteği
olmadan bu denli isyanlar kışkırtmaya çalışmanın görünürde akıllıca
olmadığını vurguluyordu[4].
Buna karşın, Ermeni, Maronit, (Nesturi) Süryani, Arap, Kürt ve öteki
kimi halkların, savaş günlerinde, bağlaşıklarca veya onların gizli
ajanlarınca isyana kışkırtılmış olduklarını gösterecek kanıtlar
vardır[5]. Aynı zamanda bağlaşıklar (İngiltere, Fransa, Rusya ve
İtalya) arasında imzalanan gizli antlaşmalarla Osmanlı
İmparatorluğu'nun varlığı ortadan kaldırılıyordu. İngiltere, Fransa
ve Rusya arasında Mart/Nisan 1915'te yapılan İstanbul Sözleşmesi'yle
Rusya'ya, İstanbul ve Boğazları kendi ülkelerine katmak hakkı
tanınıyor; Fransa'ya, Suriye ve Kilikya (Çukurova)'yı kendi etkisi
altına alması için söz veriliyordu. 26 Nisan 1915'te imzalanan
Londra Antlaşması, ile, İtalya'ya, Anadolu'nun Antalya iline bitişik
Akdeniz bölgesi ve Oniki Adalar tahsis ediliyor; Ocak-Mayıs 1916
arasında imzalanan Sykes-Picot anlaşması, Fransa'nın etki kesimini
tanıyor; bu kesimi, Mezopotamya (Irak)'ta Musul'a kadar uzatıyor ve
İngiltere'ye, Mezopotamya'da Bağdat'a dek uzanan ve Hayfa ile
Akra'yı (Akkâ'yı) içine alan bir bölgeyi etkisi altına alma hakkı
tanınıyordu. Buna karşılık olarak, Nisan/Mayıs 1916 arasında yapılan
başka bir anlaşmayla, Rusya'ya verilecek ülkeler, Doğu'da Trabzon,
Erzurum, Van ve Bitlis illerini kapsamak üzere genişletiliyordu[6].
Ermeni yer değiştirmeleri (tehciri)
1915 yılı Ocak ayında, Türklerin Sarıkamış felâketinden sonra Rus
orduları Doğu Anadolu'yu işgale başlarken, Kafkasya ve Türkiyeli
Ermenilerden oluşan gönüllü milis güçleri onlara öncülük ediyorlardı.
Bu birliklerden biri, Hasan Arfa'nın "kana susamış bir maceracı"
olarak nitelendirdiği Antranik adlı bir Ermeni haydudun
komutasındaydı[7]. Bu Ermeni çeteleri, 1894–6 yılları arasında
Anadolu'da patlak veren Türk-Kürt-Ermeni olayları sırasında[8]
öldürüldüklerini iddia ettikleri soydaşlarının öcünü almak için her
türlü canavarlıklar yapıyor; 1915 ile 1918 yılları arasında,
Türkiye'nin Doğu İlleri'nde, Arfa'nın tahminine göre, 600.000'i
aşkın Türk ve Kürt öldürüyorlardı[9].
Bu sırada kimi Ermeni önder ve militanların düşmanlarla işbirliği
yaptıklarını saptayan Osmanlı hükümeti, onları stratejik bölgelerden
kaldırarak, pek zararlı olamayacakları yörelere sevk etmek kararını
alıyordu[10]. Bu kararı yerine getirirken, savaş koşulları, iklim
değişiklikleri, kimi eşkıyanın Ermeni konvoylarına saldırıları,
gıdasızlık, hastalık v.s.'den ötürü bazı Ermeniler yolda ve
gittikleri yerlerde yaşamlarını yitiriyorlardı. Bu sırada, kendi
aralarında yaşayan Ermeni ve Süryanileri İslâmın ve Osmanlı
İmparatorluğu'nun düşmanı olarak gören Kürtler[11], onlara karşı
saldırıya geçiyordu. Gizli bir İngiliz raporuna göre, Urmiye'deki
Rus askeri gücünün komutanı Süryanilerle düzen çeviriyor ve onları,
Kürt aşiretlere ve Türklere karşı savaşmaya kışkırtıyordu. Yine bu
komutan, aynı zamanda, Süryanileri Ruslarla birleşmeye inandırmak
için, Kürtleri, Türkiye-İran hududunda, Urmiye'nin birkaç kilometre
batısında bulunan Mergevar ve Tergevar adlı ilçelerdeki Hıristiyan
köylere saldırtıyordu.
Kürtler, o yöredeki ve Anhar köyündeki birçok Hıristiyanlara karşı
sert davranıyor; Hıristiyan halk Urmiye'ye sığınmak zorunda
kalıyordu. Bunun üzerine, sözü edilen Rus komutan, "kendi
nefislerini savunmak" özrünü öne sürerek, Süryanileri, Kürtlere
karşı silâha sarılmaya inandırıyor; bu düzenlerinde başarı
sağlıyordu[12]. Öte yandan, Urmiye'deki Rus konsolos yardımcısının
çevirmeni P. Ellow, 6 Nisan 1915'de İngiltere Dışişleri Bakanlığı'na
Selmas'tan gönderdiği yazıya, Türklerin cihad ilân ettiğini
kanıtladığını iddia ettiği 8 belge iliştiriyor, şöyle diyordu: "Müslümanlar,
Urmiye, Selmas ve Kürdistan'da binlerce Süryani ve Ermeni'yi
kırımdan geçirmiş bulunuyorlar"[13].
Bu gelişmeler üzerine ve Rus yönetimince de sürekli kışkırtılan
Eçmiyatzin (Echmiadzin) katolikosu, 1915 yılı Mayıs başlarında,
bağlaşık devletler önderlerine gönderdiği yazılarda, Ermenilerin
Türkler ve Kürtlerce kırıma tabi tutuldukları iddiasında bulunuyordu.
Petrograd'daki İngiliz büyükelçi Sir George Buchanan da, İngiltere
Dışişleri Bakanlığı'na 11 Mayıs'ta gönderdiği telyazısında, Rusya
Dışişleri Bakanı'nın, "Bağlaşıkların, savaş sonunda, Türkiye'yi
herhangi bir Ermeni kırımından sorumlu tutacaklarını açıklamak
gerektiğine inandığını ve üç bağlaşık yönetimin (İngiltere, Fransa
ve Rusya), aşağıdaki bildiriyi, saptanan bir günde, resmi
gazetelerinde yayımlamasını önerdiğini" bildiriyordu. Bildiri
şöyleydi:
"Yaklaşık olarak geçtiğimiz ayda (Nisan), Ermenistan'ın (Doğu İlleri)
Kürtleri ve Türk halk, Osmanlı yetkililerin de hoşgörüsü ve
yardımıyla Ermenileri kırıma tabi tutmuşlardır. Bu denli kırımlar,
yaklaşık olarak Nisan ortalarında Erzurum, Dertcha (?), Egin, Bitlis,
Muş, Zeytun ve tüm Kilikya'da yer almıştır. Van yakınlarındaki 100
kadar köyün sakinlerinin tümü de öldürülmüştür. O kentteki Ermeni
semti Kürtler tarafından çevrilmiştir... Osmanlı yönetiminin
olaylarda parmağı olan tüm üyeleri ve ajanları, Ermeni kırımlarından
kişisel olarak sorumlu tutulacaklardır"[14].
Londra'da, Ermeni yandaşı İngiliz milletvekili Lord Bryce,
Türkiye'deki Hıristiyanlara karşı yapıldığını iddia ettiği sözde "kırımlar"
hakkında, 28 Temmuz 1915'te Lordlar Kamarası'nda bir soru soruyor ve
hiçbir kanıta dayanmadan şöyle diyordu:
"Elbette ki Kürtler bunda başlıca rolü oynamışlardır. Aranızda, 1895
ve 1896 yıllarının korkunç olaylarını hatırlayanlar, Kürtlerin o
sıralarda nelerden suçlu olduklarını anımsayacaklardır. Onların (Kürtlerin)
şimdiki olaylar sırasında kadınlara karşı birçok canavarlıklarda
bulunmuş olduklarını söylemeye gerek yoktur"[15].
Bir süre sonra, Osmanlı hükümeti, kırım yapıldığı yolundaki
iddiaları yadsıyor ve Ermenilerle Kürtler arasında yer alan
olayların tüm suçunu bağlaşıklara yüklüyordu. Cemal Paşa da, daha
sonra yayımladığı anılarında, "Türkler, Kürtler ve Ermeniler
arasında 70 yıldan beri birikmekte olan nefrete" değiniyor; şöyle
diyordu: "Yüzyıllar boyunca, barış içinde, birlikte yaşayan bu üç
toplumu (ulusu) birbirlerine karşı öldürücü biçimde düşman yapmaktan
sorumlu olan Moskof siyasetidir"[16].
Rus-Ermeni vahşeti
Türkiye'nin Doğu İlleri, Kasım 1914 ile Ekim 1918 tarihleri arasında
bir savaş sahası oluşturuyor; askeri harekât alanı, kuzeyde
Sarıkamış'tan, güneyde Hanikin'e ve batıda Erzincan'a dek uzanıyordu.
Savaş sırasında Türkler gibi Kürt ve öteki Müslümanlar da insanca
çok zayiat veriyorlardı[17]. Rusya'nın Doğu Anadolu'yu işgali
üzerine birçok Kürtler ve öteki Müslümanlar, Batı Anadolu'ya
sığınıyor; geride kalanlar ise, Ruslar ve bağla-şıkları Ermenilerce
her türlü zulüm ve gaddarlığa tabi tutuluyordu. İngiliz Albay
Marsh'ın, Askeri İstihbarat Şefi'ne 24 Mayıs 1916'da gönderdiği
gizli rapordan öğrendiğimize göre, Rus hükümeti, birçok ilçelerde
küçük garnizonlarca korunan mevzileri "Kürtlerin ihanetinden"
kurtarmak için cezai önlemler almak zorunda kalıyordu[18]. Bu
önlemleri uygulamada kullanılan Rus askerler, genellikle Kazaklardan,
Ermeni milislerden ve çoğunluğu Ermeni olan hudut milisi ve
askerlerinden oluşuyordu. Onlara, Rus düzenli ordusuna mensup olan
ve yurttaşlarının Kürtler tarafından katledildiklerini iddia eden,
Nazarbekof, Chernozubof ve Teremen gibi Ermeni generaller komuta
ediyorlardı. General Teremen'in 1916 yılı Şubat ayında Suçbulak
yakınlarındaki cezai harekâtı sırasında yakalanan, askerlik
çağındaki her Kürt'ün katledildiğine dair çevrede söylentiler
dolaşıyordu. Gerçekten, İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Tahran'daki
ortaelçisi Charles Marling'e, 29 Mayıs 1916'da gönderdiği kapalı
telyazısında, bu söylentilerin doğru olup olmadığını ve doğruysa,
alınan bu "örnek önlemlerin" huduttaki aşiretler üzerinde etkisinin
ne olduğunu saptaması talimatını gönderiyordu[19].
Kürtlere karşı girişilen Rus ve Ermeni vahşeti o kadar korkunçtu ki,
Mekke Şerifi Hüseyin'le oğulları Faysal ve Ali, Rus askerlerin, "Kürt
ilçelerindeki" davranışları konusunda, Kahire'deki İngiliz yüksek
komiser Sir Henry McMahon aracılığıyla İngiliz yönetimine
yakınıyorlardı. İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Rus yönetiminin bu
denli davranışları desteklediği ve bunlar olmuşsa, Türklerle
Kürtlerin Ermenilere karşı işlemiş oldukları "korkunç gaddarlıkların"
öcünü almak iştiyakıyla davranan yerel, gönüllü milis güçlerinin
eseri olduğuna dair Şerif Hüseyin'e bilgi vermesini yüksek komiser
McMahon'a bildiriyordu[20].
Öte yandan, İngiliz İstihbarat Servisi mensuplarından Albay Sir Mark
Sykes 5 Haziran 1916'da kaleme aldığı ve Araplarla Kürtleri Osmanlı
Halifeliği'ne karşı kışkırtmak konusuyla ilgili gizli bir raporda
şöyle diyordu:
"Ruslar, Arap ve Kürt-Arap politikasında işbirliğine heveslidirler;
ama maalesef, onların personeli, Araplarla bağlayıcı zinciri
oluşturan Güney Kürtlerinin ve Musul'la Diyarbakır bölgelerindeki
Kürt ve Arapların zihniyetlerini ve yerel koşulları bilmiyorlar...
Asker sıkıntısı çeken Ruslar, 'Güney Kürdistan'daki Ermeni milis
gücünü kullanmak zorundadırlar; bu da, korkarım ki, ‘à outrance'
direnişe, Müslüman göçmenlerin Musul'a akın etmelerine ve o
yörelerdeki Osmanlı gruplarını birleştirecek söylentilere yol
açacaktır"[21].
"Asya'da Arabistan" başlıklı başka bir gizli raporda ise Sykes şu
iddialarda bulunuyordu:
"Sağlanan son haberlere göre, Kürtler, Serdaşt-Revandız savaş
kesiminde, Cihad'ın yeşil bayrağı altında, Rus birliklerine
saldırmaktadırlar. Rus komutanlara, Kürt bölgesine girince, silâhsız
tüm sivil halka, barışcı işlerini sürdürmek için izin vermeleri
buyrulmuştur. Bunlar dışında, komutanların davranışları
kısıtlanmamıştır".
Raporda yine iddia edildiğine göre, Ermeni asıllı Rus general
Teremen'in Suçbulak yöresinde yapmış olduğu cezai harekât sırasında,
askere alma çağında olan ve Şubat ayında yakalanmış bulunan
Kürtlerin öldü-rüldüğü yolundaki söylentiler henüz doğrulanmamıştı.
Öte yandan, uzun bir süreden beri Ruslardan para aldığı bilinen
Abdurrezzak Bedirhan ve Simko adlı etkili iki Kürt önderin Ruslara
ihanet ettikleri saptanmıştı. Abdurrezzak, kuzey Kafkasya'da göz
hapsine alınmış; Simko ise Türklere katılmıştı.
Bu rapor, Albay Marsh tarafından da doğrulanıyordu. Bu İngiliz albay,
İngiliz Askeri İstihbarat Şefi'ne 26 Mayıs 1916'da gönderdiği kapalı
telyazısında şöyle diyordu:
"Uzun bir süreden beri Ruslardan para almakta olan Abdurrezzak
Bedirhan ve Simko Bey adındaki etkili iki Kürt önder, yararsız ve
hatta tehlikeli müttefikler olduklarını kanıtlamışlardır. Türklere
yardımda bulunduğu için 1915 yılı Ocak ayında tutuklanan Simko, Rus
genel kurmayının itirazına karşın Grand Dük tarafından özgür
bırakılmış ve Kürtleri bağlaşıklardan yana çekmek amacıyla Bitlis'e
özel siyasi ajan olarak atanan Prens Shakhovskoi'ye refakat
etmiştir. Simko, Shakhovskoi'yin güvenini kazandıktan sonra
Ruslardan kaçarak Türklere sığınmıştır; bir Ermeni subayın
komutasındaki Kazak birlikleri onun peşine düşmüşlerdir"[22].
Bu arada, Ermeni yandaşı, Türk ve Kürt düşmanı iddialardan
yararlanan Ermeni dostu İngiliz milletvekili Aneurin Williams,
İngiltere hükümetini, Ermeni yandaşı bir politika izlemeyi
üstlenmeye sıkıştırıyor ve İngiltere Dışişleri Bakanlığı'na 27 Eylül
1916'da sunduğu "Ermenistan'ın siyasi geleceği konusunda tasarı"
başlıklı bir andıçta şöyle diyordu:
"Ermeniler, daha az gelişmiş bir halk tarafından ve özellikle, 2.000
yıldan çok bir süreden beri barışçı komşularını yağma eden ve soyan
barbar Kürtler tarafından çevrilmiş bulunmaktadırlar"[23]. Aneurin
Williams, İngiltere Dışişleri Bakanlığı sorumlularından Lord Robert
Cecil'e 15 Mart 1917'de gönderdiği yazıda şöyle diyordu: "Kürtlerin,
kimi yörelerde, çok sayıda Ermeni'yi rehine olarak tuttuklarını ve
onları, kişi başına bir veya iki sterline teslim etmeye hazır
olduklarını herhalde biliyorsunuz"[24].
Türklere ve Kürtlere karşı yapılan bu dil uzatmalar bir türlü sona
ermiyordu. 1917 yılı sonbaharında, İngiliz harekât ordusu
başkomutanı General Allenby'nin Kudüs'ü işgalinden sonra, Türk
General Cemal Paşa ve komutasındaki "Kürt güruhun", Filistin
Musevilerine zulüm yaparak onları kırıma tabi tuttuklarına dair,
Türkiye'yi destekleyen dünya Musevileri arasında söylentiler
yayılıyordu. Ancak, İngiliz Devlet Arşivi'ndeki İngiltere Dışişleri
Bakanlığı'nın 3055 sayılı dosyasında korunan 124949 sayılı belgeden
de görüleceği gibi, bu söylentilerin hiçbir esası yoktu[25].
Kudüs'teki İspanya konsolosu, İstanbul'daki İspanya ortaelçisi ve
Vatikan da bu söylentilerin asılsız olduklarını kanıtlıyorlardı[26].
İngilizler Kürtleri kullanmayı
tasarlıyorlar
1917 yılında savaş bağlaşıklar için hiç de iyi gitmiyordu.
Dolayısıyla, bağlaşıkların savaş gayretlerine yardımcı olur
ümidiyle, Osmanlı İmparatorluğu hudutları içindeki azınlıkları
kullanmak; onlar aracılığıyla isyan veya olaylar çıkartmak ve
onlardan her bakımdan yararlanmak amacıyla kimi projeler üzerinde
tartışmalar yapılıyordu. F.R. Maunsell adlı İngiliz uzman, İngiltere
Savaş (Savunma) Bakanlığı sorumlularından Albay Gribbon'a 24 Ekim
1917'de gönderdiği bir yazıda, "Buhtan Kürtlerinin kullanılması
olasılığına" değiniyor, şöyle diyordu: "Bu Buhtan Kürtleri,
yaşamakta oldukları dağlık bölgeden uzakta harekete geçmeye
inandırılırlarsa - ki bu kuşkuludur - onların izleyebileceği en
kolay hat, Siirt yoluyla Diyarbakır'a karşı saldırıya geçmek ve
böylece, Bitlis ve Muş'la olan ulaşımı kesmektir". Beş gün sonra
gönderdiği başka bir yazıda ise, "Hizan'daki 30.000 Türk kaçağın
kullanılması olasılığına" değiniyordu.
30.000'e yaklaşık Türk asker kaçağı ve Kürt'ün, Bitlis'in doğusunda,
Hizan ilçesinde toplandığı bildirilmişti. Bu kaçakların kimileri,
Bitlis'in güneyindeki Türk ulaştırma hatlarına saldırıyorlardı.
Maunsell şu yorumda bulunuyordu:
"Bu kaçakların tümünün, Türkler için artık savaşmayı dilemeyen Kürt
kökenli adamlar olması olasıdır. Savaştan önce Bitlis kenti ve
ilçesi, hoşnutsuz Kürtlerin sürekli bir merkezi olmuştur; sonra 70
yıla yaklaşık bir süre önce Bitlis'i Kürt Beylerin yönetmiş olduğu
hatırda tutulmalıdır... Sorun şudur: Hizan'daki hoşnutsuz Kürtler,
Türk ulaşım hatlarına yapılacak saldırılarda en iyi biçimde nasıl
kullanılabilir? şimdiki durumda, bu Kürtler, görünürde Bitlis
geçidine saldırıda bulunmakla yetiniyorlar; ama bunun bize bir
yararı yoktur. Belki Siirt yoluyla Diyarbakır'a sevk
edilebilirler..., ama Türk askerlere açıktan açığa saldırmayı
dilemiyorlar. Sonra Diyarbakır doğrultusunda yapılacak bir akımın
bizim harekâtımıza pek az yardımı olacaktır. Ama, Kürtler, Bohtan ve
Cezire yoluyla güneye doğru hareket etmeye ve Bağdat demiryoluyla
Musul arasında başlıca ulaşımı oluşturan Nisibin-Musul yoluna
saldırmaya inandırılırlarsa, kendi dağlarının sağladığı siperden
ayrılmayarak, Dicle harekâtımız açısından oldukça etkili
olabilirler..."
Yazısını sürdüren Maunsell, "Türklerin Pan-İslâmik teorilerini"
yıkmak için görünürde en iyi projenin, "İslâmın merkezini Arap
soylarına iade etmek" olduğunu; bu olursa, Kürtlerin, İstanbul'un
bulunduğu batıya bakacaklarına, bakışlarını, en saygı-değer
evliyaları olan Abdul Kadır Gilâni'nin mezarının bulunduğu Bağdat'a
(güneye) çevirmeye gönüllü olacaklarını; Araplarla Kürtlerin Sunni
mezhebine mensup olduklarını ve dini görüşlerinin Arap kökenli
olduğunu iddia ediyor, şöyle diyordu:
"Onlar arasında propaganda yapmak amacıyla, Bağdat'taki hududumuzun
kuzeyindeki bir noktadan, örneğin, "Khoshnau ve Girdi" aşiretlerinin
yaşadıkları bir merkez olan ve orda muhtemelen bir Türk garnizonu
bulunmayan "Shalhlawa'dan" uçaklarla bildiriler dağıtılamaz mı? Bu
yöre, Erbil ile Revandız arasındadır. Veya Jaf yöresinde bulunan
Halepça kullanılabilir... Bu bildirilerde, onların ulusal
duygularına hitap edilebilir; yüce Selâhettin'in (Eyyubi), yüce
tarihçi Bitlisli İdrisi'nin, Hakkâri Mirlerinin ve Bedirhan Bey gibi
ırsi önderlerinin günlerindeki Kürdistan'ın görkemine değinilebilir.
Ulusal özerklikle Kürdistan'ın geçmişteki görkemleri
canlandırılabilir".
F.R. Maunsell, yine Albay Gribbon'a 5 Aralık 1917'de gönderdiği
yazıda, "Pan-Turanizme karşı Kürt ulusçuluğu" projesini sunmayı
dilediğini; yazısına eklemiş olduğu haritada, "Kürt ilçelerini"
renklendirdiğini ve bundan da görüleceği gibi, "Kürtlerin, Turan
hattını yaracak önemli bir takoz olarak kullanılabileceklerine
inandığını" vurguluyor, şöyle diyordu:
"Medlerin ve M.Ö. 500'de Ksenofon'un askeri birliklerini hırpalayan
Karduçi'lerin muhtemelen torunları olan Kürtler, kesinlikle Turan
soyuna mensup değillerdir. Onların güneyinde yaşayan Sami kökenli
Araplarla birlikte, Turan öğelerine karşı güçlü bir blok
oluşturabilirler... Dolayısıyla, onlara özerklik sözü verilerek
ulusal duyguları üzerinde çalışılabilir ve böylece, Türklerin, Turan
zincirlerini birleştirmeleri önlenebilir"[27].
Önerilen bu projenin uygulanması için resmi düzeyde çalışıldığını
gösterecek belgeler İngiliz Devlet Arşivi'nde bulunamamıştır.
Gerçekte, bu gibi belgeler dosyalardan çıkarılmış ve birçokları da
tahrip edilmiştir. Buna karşın, bu projeye ilişkin olarak yapılan
öneriler, İngiltere Savaş Bakanlığı'nda ilgiyle izleniyordu. Bu
belgeler, İngilizlerin, Kürtleri istismar ederek nasıl kullanmayı
dilediklerini göstermeleri bakımından büyük önem taşırlar.
Dipnotlar
[1] İDA, FO 371/3381/2396: İngiliz İstihbarat Bürosu, Enformasyon
Bölümü, "Türkiye'nin barışa karşı tutumu" adlı gizli andıç,
26.12.1917.
[2] Hassan, Arfa: The Kurds, an historical and political study
(Kürtler, tarihi ve siyasi bir araştırma), Londra, 1966, s. 26.
[3] İDA, FO 371/2147/84764: Percy Loraine'den Grey'e gizli yazı,
Paris, 15.12.1914.
[4] İDA, FO 371/2480/1942: Büyükelçi Bertie'den Dışişleri
Bakanlığına gizli yazı, Paris, 4.1.1915.
[5] Bkz. İDA, FO 371/2143/61124, 62044 - 7.12.1914; 81212 -
10.12.1914; FO 371/2479/1820, 1.1.1915 v.s.
[6] S.R. Sonyel: Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, c. I, Türk
Tarih Kurumu, Ankara, 1973, s. 2.
[7] Hassan Arfa: Under five Shahs (Beş fiahin altında), Londra,
1964, s. 122.
[8] Bkz. S.R.Sonyel: The Ottoman Armenians - victims of Great Power
diplomacy (Güçlü Devletlerin Kurbanı Osmanlı Ermeni'leri), Londra,
1987.
[9] Arfa: Under Five Shahs, s. 26.
[10] Sonyel: The Ottoman Armenians, son bölüm.
[11] Eagleton, a.g.e., s. 8.
[12] İDA, FO 371/4172/111181.
[13] İDA, FO 371/2489/58886: Ellow'dan İngiltere Dışişleri
Bakanlığı'na yazı, Selmas, İran, 6.4.1915.
[14] İDA, FO 371/2488/58387: Sir George Buchanan'dan Dışişleri
Bakanlığı'na telyazısı no. 652, Petrograd, 11.5.1915.
[15] İDA, FO 371/2488/108070: Lordlar Kamarası'nın 28.7.1915 tarihli
tutanaklarından alıntı.
[16] Djemal Pasha, a.g.e., s. 280.
[17] Olson, a.g.e., s. 18.
[18] İDA, FO 371/2778/101879: Albay Marsh'dan İstihbarat Şefine
gizli telyazıları no. M. 122, 2.10.1915 ve M. 229, 1.1.1916.
[19] A.g.b., Albay Marsh'dan İstihbarat Şefine gizli istihbarat,
24.5.1916; Dışişleri Bakanlığı'ndan Marling'e kapalı telyazısı no.
257, Londra, 29.5.1916.
[20] İDA, FO 371/2768/83296: Dışişleri Bakanlığı'ndan Sir Henry
McMahon'a kapalı telyazısı no. 322, Londra, 2.5.1916.
[21] İDA, FO 371/2773/111837: Sir Mark Sykes'in 5.6.1916 tarih ve
XVIIIA sayılı gizli raporu.
[22] İDA, FO 371/2778/101880: Albay Marsh'dan İstihbarat Şefine
gizli telyazısı no. T.L. 105, 26.5.1916.
[23] İDA, FO 371/2781/191928: Aneurin Williams'ın, "Ermenistan'ın
siyasi geleceği" konulu andıcı, Londra, 27.9.1916.
[24] İDA, FO 371/3050/56923: Aneurin Williams'dan Lord Robert
Cecile'e yazı, Londra, 15.3.1917.
[25] İDA, FO 371/3055/124949: Percy Loraine'den A.J. Balfour'a gizli
yazı no. 336, Madrid, 19.6.1917.
[26] Birinci Dünya Savaşı günlerindeki Türk aleyhtarı İngiliz
propagandası için S.R. Sonyel'in, Türk Tarih Kurumu'nun Belleten
dergisinin 222. sayısında (Ağustos 1994) çıkan "Birinci Dünya Savaşı
günlerinde Türk-Ermeni ilişkileri ve İngiliz propagandası' adlı
yazısına bakınız.
[27] İDA, Savaş Bakanlığı (War Office) belgeleri, WO 106/6:
"Kürdistan ve Ermenistan - Türkiye'nin taksimi projesi" başlıklı
dosya.
- TransAnatolie Tour
- Kültür Gezi
Sağlayıcısı ve Operatorü-Kültür ve Turizm Bakanlığı 4938 No'lu Grup A Lisans
|
|