Avrupa,
Ortadoğu ve Türkiye
Avrupa Birliği ile yatıp kalkan, siyasi
tartışmalarının merkezinde hep Avrupa Birliği olan bir ülkede, Avrupa'da
neler olup bittiğiyle bu kadar az ilgilenilmesi tuhaf değil mi? Bence,
bu sıradan bir ilgi ve bilgisizlikten ziyade oldukça bilinçli bir tavır.
Zira, Avrupa siyasetini biraz yakından izlesek, belli ki, işin büyüsü ve
dahası herkesin duruşu bozulacak.
Bakın İtalya'da son seçimden yine Berlusconi galip çıktı. Bizim,
kurtuluşumuz, tüm sorunların çözümü olarak gördüğümüz Avrupa'nın en
önemli ülkelerinden birinde, ekonomik yolsuzluk, siyasi nüfuz tekeli
gibi konularda son derece şaibeli bir politikacı, 1994'ten bu yana
üçüncü kez iktidar oluyor. Üstelik bu kez, daha da sağdaki partilerle
koalisyon halinde ve bu nedenle İtalya'nın savaştan sonra en sağcı
iktidarı ile karşı karşıya kalacağımız söyleniyor. Berlusconi'nin dış
siyaseti ise malum; ABD dış siyasetinin ve özellikle Ortadoğu
siyasetinin koyu bir destekçisi.
Fransa'nın durumu da malum; Almanya'dan sonra, orada da sağ iktidara
geldi, dahası Sarkozy de, dış politikada koyu ABD dış politikası yanlısı
olmakla biliniyor. İngiltere'de hâlâ İşçi Partisi iktidarda. Ama bu
iktidar, ta başından, Irak işgaline ABD ile birlikte öncülük yapmış bir
iktidar. Hükümet bu siyaseti yüzünden kamuoyu baskısı ile karşılaşınca
Başbakan Tony Blair, vaktinden önce yerini Gordon Brown'a bırakmak
zorunda kaldı. Brown, iç politikada daha solda sanılıyordu, ama kısa
sürede öyle olmadığı yani Blair'den hiçbir farkı olmadığı anlaşıldı.
Irak konusunda, kısmi asker çekme ile sembolik bir adım atıldı, ancak
dış politikanın ana hatları milim değişmedi. Dahası, Brown, sanki çok
matah bir şeymiş gibi, askeri işgal yerine Soğuk Savaş stratejisine geri
dönmek gerektiğini ilan etti.
İşçi Partisi'nin müstakbel lideri olduğu söylenen, yeni Dışişleri Bakanı
David Miliband'a Blair'in manevi evladı gözüyle bakılıyor.
Siyasi kaderimizi birleştirmeyi düşündüğümüz Avrupa'nın son hali bu, dış
politikası ortada. Kimse bu konulara girmek istemiyor; liberallerin
dünya umurlarında değil, solcu AB'ciler bu gerçeklerden bugüne kadar hep
kaçarak kurtulma yolunu seçtiler, muhafazakârların çıkarlarıyla AB
taraftarlığı uyuştuğu için onlardan ses çıkmasını beklemek zaten beyhude.
İşin iç siyaset boyutu bir yana, AB dış politikasının peşine takılmanın
bölgede ne anlama geleceğini düşünen, konuşan yok. Geçtiğimiz günlerde
Basra'da çok kanlı bir çatışma yaşandı. Irak hükümeti güçleri, direniş
yanlısı Şii Sadr kuvvetlerini sindirmeye yeltendi, başaramayınca ABD ve
İngiltere yardımlarına koştu. Saddam döneminde, muhalif olduğu için
sürgüne gitmek zorunda kalan (ve şimdi Londra Metropolitan
Üniversitesi'nde ders veren Sami Ramadani) Saddam'ın 1991'de bölgede
yaptığı kıyımla aynı aya rastlayan son harekâtın halka maliyetinin
Saddam'ın korkunç bastırma harekâtının ötesinde olduğunu söylüyor (The
Guardian, 24 Mart 2008).
Geçenlerde İngiliz Dışişleri Bakanı ile görüşen bizim bakan Babacan,
İngiltere ile her konuda gayet iyi anlaşıyor olduğumuzu söyledi.
Afganistan'a asker göndermek çözüm değilmiş, zira, halk 'teröristlerle
mücadele eden asker gücünü işgal gücü' olarak görüyormuş, önce
gönüllerini kazanmak gerekiyormuş.
Irak için de aynı şey söz konusu, ABD işgaline karşı direnen herkes 'terörist'
sayılıyor. Bu bölgede olanlara, taraflara, ABD-İngiltere hattında bakan,
birlikte davranan hiç kimsenin bölge halklarının gönlünde hiçbir yeri
olmayacak.
Türkiye, 1950'den beri bu bölgede Batılı güçlerin işbirlikçisi rolünü
çok oynadı, aynı yolda devam etmenin maliyeti giderek daha büyük olacak.
Ve yine hatırlatıyorum, Ortadoğu konusunda, bazı AB'cilerin hayal etmek
istedikleri gibi, ABD dış siyaseti ile AB dış siyaseti arasında artık
hemen hiç ayırım yok. Ama belli ki, birileri türbanı sonsuza kadar
yasaklatmak için, diğerleri onlarla yenişebilmek için, başkaları 'hâkim
millet' Türklere sonunda diş geçirebilme fırsatı sunduğu için, bazıları
ise sadece Avrupalı olmanın keyfini sürmek adına işlerin bu yanını
görmek istemiyor. Ama göreceksiniz, tarih sahnesinde, bu kirli
işbirliklerinin hiç kimseye hayrı olmayacak.
Nuray Mert
|