Batının Yeni
Politikasıyla Yüzleşmek
- ABD ve AB Türkiye ve bölge politikalarını daha net çizgilerle belirlediler
ve uygulamaya başladılar.
- ABD ve AB üniter bir ulus devlet görmek istemiyorlar. Kafalarındaki etnik
mozayiğe göre ayrıştırılmış ve daha sonra da bölünmüş bir Türkiye planlanmış
durumda.
- Irakın kuzeyinde oluşturulmaya başlayan Batıya bağlanmış Kürdistan,
Türkiye ve Ortadoğu projelerinin en önemli parçası. Ankara-Erbil-Bağdat
üçgeninde yürütülen politikalar, büyük projenin koçbaşı konumunda.
- Büyük projenin geniş ayakları Washington-Londra-Brüksel-Tel Aviv dörtgenine
oturtulmuş bulunuyor.
AB süreci ve serbest piyasa, Batının en önemli araçları
- AB süreci üzerinden,Türkiye piyasasını ellerine geçiriyorlar. Özelleştirmeler
yolu ile en stratejik kurumlarımızı elde edip Türkiyeyi yönlendiriyorlar.
İstedikleri ayrıcalıklı düzenlemeleri yaptırıyorlar.
- AB süreci sayesinde,Türkiyenin ulusal (makro) politika yürütmesinin önünü
kesiyorlar. Ulusal (makro) politikalar yerine Brükselin, IMFnin ve Batı
tekellerinin talepleri serbest piyasa üzerinden yerine getiriliyor.
Bu yöntem, Batının yeni Türkiye politikasının yürütülmesi açısından
olağanüstü etkili oluyor. Karşılarında iktisadi, siyasi, kültürel ve güvenlik
bakımından, içi boşaltılmış bir zemin oluşuyor.
Anadolu İslam Devleti mi?
Türkiye Cumhuriyeti yerine Anadolu İslam Devleti, Batının Türkiye
politikasında Kürdistan kadar önemli. Anadolu İslam Devleti, federal bir yapıya
sokularak ayrıştırılmış bir sömürge düzeninin adıdır. Batı bu konuda Türkiyeyi
iki cepheye bölerek amaca ulaşmak istiyor.
KKTCde Annan Planı öncesinde ve sonrasında toplum bir laboratuvar gibi
kullanılarak ayrıştırıldı ve iki karşıt cephe oluşturuldu. Şimdi aynı yöntemi
Türkiyede uyguluyorlar.
Ülke, Batının yeni Türkiye politikasına evet diyenlerle karşı koyanlar
arasında ayrıştırılmış bulunuyor. Ret cephesinde sosyal ve laik hukuk devleti,
katılımcı demokrasi, ulus devlet kimliği ve üniter yapı esas alınıyor.
Bu cephenin genişlememesi ve bölünmesi için Türk-Kürt, laik-dinci, Sünni-Alevi
tartışmaları ve çatışmaları her zeminde pompalanıyor. Kemalist, ulusalcı ve anti
emperyalist görüşün bütünleştirici gücünü yok etmek için Batı olağanüstü çaba
harcıyor.
Üç maymunu oynayanlar
Yaşamakta olduğumuz günler en yoğun çatışmalara sahne oluyor. Ancak içimizde bir
kısım çevreler, bu süreci görmemezlikten geliyor. Türkiye bir Titanik gibi
dibinden yan yatmış su alırken, üst kamaralarda keyfine bakanlar var. Kendi
durumlarının bozulmayacağını sanıyorlar.
- Bölücüsünü, işbirlikçi şeriatçısını anlamak mümkün. Onlar, Batının Türkiye
politikası ile, kendi özel hedeflerini birleştirmiş durumdalar. Batı sayesinde
amaçlarına ulaşabileceklerine inanıyorlar.
Peki ya diğerleri? Bürokrasi, iş çevreleri, akademik çevreler, işçi sendikaları,
sanat çevreleri, medya patronları, siyasal parti yöneticileri parçalanmış ve
sömürgeleştirilmiş bir Türkiyede varlıklarını sürdürebilirler mi?
Batının yeni Türkiye politikası karşısında yerlerini belirlemeleri gerekmez mi?
Türkiye ayrıştırıldıkça içimizdeki oligarşi de küçülecektir. Bugün oligarşiyi
besleyen kanallar yarın yeni sömürgeciler tarafından bir bir işgal edilmeye
başlanacaktır.
Türkiyedeki bütün kurumların, başında ve yönetiminde bulunan herkesin, içinde
yaşadığımız süreci bu gerçekler doğrultusunda değerlendirmeleri gerekir. Başta
siyasal partiler olmak üzere tüm anayasal ve yasal kurumların bu sorumluluğun
altına ellerini sokmaları kaçınılmaz hale gelmiştir.
Titanik battıktan sonra ortada birkaç kazazede dışında kimse kalmaz. Lüks
kamaralardaki servet de yavaş yavaş suların dibini boylar.
Türkiyedeki bütün kurumlar, Batının yeni Türkiye politikasıyla yüzleşmek
zorundalar. Üç maymunu oynamak kendilerine yarar getirmez. Emperyalizm kimseye
teğet geçmez; tarihe bakın göreceksiniz. Bugün emperyalizmle işbirliği
yapanların, dün Hitlerle beraber çalışanlardan hiçbir farkları yoktur.
AB, Ilımlı İslamı Neden Tercih Ediyor?
Ilımlı İslam modeli Morton
Abramowitz-Graham Fuller cephesi tarafından, ABDnin yeni Türkiye
politikası için kurgulandı ve uygulamaya kondu.
Özal-Çiller hattındaki sermaye partileri Türkiyenin Batı tarafından
denetiminde, beraberinde bazı riskler taşıyordu. Kırsaldan ve
varoşlardan uzaklaşan bu partiler Türkiyede sosyal patlamalara neden
olabilirdi. Bu da, devrimci (ve Kemalist) güç odaklarının yolunu
açabilecekti.
Güney Amerikada ortaya çıkan gelişmelerin Türkiyede de görülmesinden,
ABD ve ABnin ödleri patlıyor. Bu durum,Türkiyede ılımlı İslam
devletinin,Türkiye Cumhuriyetinin yerine yavaş yavaş
yerleştirilmesinin, Batı için daha yararlı olacağı düşüncesini getirdi.
ABD ve İngilterenin öncülüğündeki bu hareket Fransa ve Almanya
cephesinde önceleri soğuk ve mesafeli karşılandı.
-Fransa zaten, kendi içindeki milyonlarca Müslüman yüzünden büyük
sorunlar yaşıyordu. Ayrıca içinde koruduğu mollaların İranda, Batı
karşıtı bir rejim getirdiklerini gördü ve yaşadı. Bu nedenle Türkiyede,
İslamcı bir devlet yapısına destek vermek istemiyordu.
-Almanya ise 2.5 milyona yaklaşan Müslüman Türk nüfusu ile zaten
sorunlar içinde yaşıyor. Onları Almanlaştırmaya çalışırken Türkiyede
siyasal İslama destek vermesi akılcı gelmiyordu, Washington-Londra
hattına bu konuda mesafeliydi.
Ancak öte yandan Türkiye-AB ilişkilerinde Brüksel çok uygun bir ortam
yakalamıştı ve 3 Kasım 2002 sonrası iktidara gelen (getirilen) AKPnin,
AB (ve Batı) için en yararlı hükümet olduğu gerçeği ortaya çıktı.
AB, Amerikanın çizgisine giriyor...
Fiilen yaşanan AKP iktidarı, Almanya ve Fransanın düşüncelerinin,
özellikle 2004 yılından sonra değişmesine neden oldu. ABD ve İngiltere
haklıydılar; Laik Türkiye Cumhuriyeti yerine, siyasal İslamı öne
çıkaran bir yapının yavaş yavaş gerçekleşmesi ABnin Türkiye ve bölge
politikalarıyla örtüşüyordu. Nasıl mı?
1) AB Türkiyeyi üç temel anlaşma ile denetimi altına almıştı(*):
Türkiyedeki iç siyasi, iktisadi, kültürel ve güvenlik işlerini AB
ülkelerinin bölge çıkarları doğrultusunda yönlendiriyordu. Bu sürecin,
yani AB sürecinin aksamadan devamı için, Türkiye Cumhuriyetini ikinci
plana iten, sosyal hukuk devletinden hoşlanmayan, demokrasiye arkasını
dönen bir yapılanma kalıcı hale getirilmeliydi.
Bu da ancak siyasal İslamı öne çıkarmakla sağlanabilecekti.
2) Türkiyenin, ABye alınmadan ABnin himayesi altında tutulabilmesi
için ülkenin kimliğinin, daha belirgin bir biçimde farklılaştırılması
yararlı olacaktı.
Toplumda siyasal İslamın öne çıkması, Türkiyenin, (öteki) durumuna
sokulmasını kolaylaştıracaktır.
3) Graham Fullerin Yeni Türkiye Cumhuriyeti kitabında önerdiği gibi
Türkiye, Ortadoğulu ve Arapçı bir kimliğe yaklaştırılarak, Batının
bölgeye uzanan bir köprüsü olmalıydı.
-ABnin güdümünde bir Ortadoğu taşeronu
-AB ile Ortadoğu arasında bir tampon bölge
-Üstelik, AB süreci ile Brükselin himayesi altına sokulmuş bir ülke
Türkiye Cumhuriyeti yerine Ilımlı İslam devleti yapılanması işte bu
nedenlerle ABnin de işine geliyordu. Onlar da AKPye destek vermeye
başladılar.
Kapatılma davası, Ergenekon ve diğer konularda ABnin tutum ve baskıları
göz önüne alındığında, Brükselin kimin ve neyin tarafında yer aldığı
açık olarak görülür.
Çelişkili gibi görünse de artık Brüksel de ABD ve İngilterenin
çizgisine gelmiştir.
Yeni politikanın gereği
Soğuk savaş sonrasında ABD ve ABnin yeni bölge politikaları bunu
gerektiriyor. Ortadoğu ve Türkiye üzerinde ABD ve AB arasında bazı görüş
ayrılıkları ve çıkar çatışmaları bulunmasına karşın, Ilımlı İslam
konusunda artık birleşiyorlar.
Öteki Türkiyeyi denetim altında tutabilmeleri açısından onlara daha
büyük olanaklar sağlıyor. AKP iktidarı döneminde bu gerçeği fiilen
gördüler ve yaşamaya başladılar.
Şimdi sormamız gereken soru şu; içimizde, üç maymunu oynayan kimileri bu
gerçeği ne zaman anlayacaklar? İş işten geçtikten sonra mı?
(*) 6 Mart 1995 Gümrük Belgesi,17 Aralık 2004 ve 5 Ekim 2005 Çerçeve
Anlaşmaları.
Prof. E.Manisali
|