İçerik
Hititleri Tanıyalım ve Tanıtalım..
PAGEREF _Toc107243359 \h 2
Kadeş Savaşını Kim Kazandı?
PAGEREF _Toc107243360 \h 6
Hititler Barbar mı?
PAGEREF _Toc107243361 \h 6
Savaşta Hititler mi Daha Üstün Yoksa Mısırlılar mı?
PAGEREF _Toc107243362 \h 8
Savaşa Giden Yol
PAGEREF _Toc107243363 \h 9
Savaşı Kim Kazandı?
PAGEREF _Toc107243364 \h 12
Dipnotlar
PAGEREF _Toc107243365 \h 14
Kaynaklar
PAGEREF _Toc107243366 \h 15
Hititler'den Gününümüze Dersler
PAGEREF _Toc107243367 \h 15
1. Anadolu'da Asur Ticaret Sömürüsü.
PAGEREF _Toc107243368 \h 16
2. Kadeş Barış Antlaşmasından Nato Antlaşmasına.
PAGEREF _Toc107243369 \h 18
3. Hitit Hukukunun Üstünlüğü.
PAGEREF _Toc107243370 \h 19
4. İlk Demokrasi Denemesi
PAGEREF _Toc107243371 \h 20
5. Kadın Hakları
PAGEREF _Toc107243372 \h 21
6. Anadolu'ya İlk Ekonomik Yardım..
PAGEREF _Toc107243373 \h 21
7. Sonuç Yerine Bir Kaç Not
PAGEREF _Toc107243374 \h 22
Seçilmiş Kaynakça.
PAGEREF _Toc107243375 \h 23
Kaynak ve Bağlar
PAGEREF _Toc107243376 \h 23
Hitit uygarlığı en az Mısır uygarlığı kadar eski ve zengin.
Üstelik bu uygarlığın dünyaya tanıtılmasında Türk
araştırmacıların büyük katkısı var. Buna karşın tanıtım yeteri
kadar yapılamamış. En azından Mısır'ın yaptığı kadar bir tanıtım
yapılmadığı ortada. Hattuşa'yı gezmeğe giden herkes bunu kendi
gözleriyle görebilir. Piramitleri gezen yüzlerce turiste
karşılık Hattuşa'yı gezenlerin sayısı bir elin parmakları kadar
az. Oysa Hattuşa inanılmaz zenginlikte bir yer. Biraz çabayla
biraz düzenlemeyle burası dünyanın ilgi odağı olabilir. Dünyada
4000 yıl öncesine dayanan kaç tane uygarlığın kalıntıları var
ki? Biz Ankara'nın amblemindeki Hitit güneşini değiştirmekle
uğraşırken Mısırlılar neler yapıyor dersiniz?
Hititler, ilk kez ne zaman ortaya çıktılar? Kendilerinden önce
Anadolu'da yerleşik bulunan Hattilerin yerini nasıl aldılar?
Henüz kesin çizgileriyle bilinmiyor. Bulgular, Hititler'in İÖ
1700'lerde Anadolu'ya Kafkaslardan geçip orada yerleşik olan
Hattiler ile kaynaşmış ve yavaş yavaş onları içlerinde eritmiş
oldukları sanılıyor. Çünkü bu iki ulus arasında bir savaş
olduğuna ilişkin herhangi bir kanıt yok elde. Bu geçiş süreci
sırasında Hatti kültüründen etkilenmiş olduklarını, Hatti ülkesi
adını almalarından ve Hattilerin Neşa kentinden esinlenerek
kendi dillerini Nesice olarak adlandırmalarından anlıyoruz.
Hititlerin kurucusunun Kuşşaralı Pithana'nın oğlu Anitta olduğu
kabul ediliyor. Hititlerin bir krallık haline gelmesi Labarna
ile imparatorluk biçimine girişi ise Şuppiluliuma ile oluyor.
En önemli tanrıları Baştanrıça Hepat ile Fırtına tanrısı Teşup.
Hepat, sonraki kültürlerde bereket tanrıçası Kibele ya da geç
Hititlerde ana tanrıça Kubaba olarak yeniden ortaya çıkıyor.
Hititler, ele geçirdikleri kentlerin tanrılarını da kendi
tanrıları arasına katmışlar. Bundan amaç o tanrıların nefretini
üstlerine çekmemek. Bu nedenle 1000 dolayında tanrıları olduğu
tahmin ediliyor. Başkent Hattuşa'ya 1000 tanrılı
kent denmesinin nedeni de bu. Hitit dininde cennet ve cehennem
yok. İşlenen günahların cezasının ve yapılan sevapların
karşılığının bu dünyada alınacağına inanıyorlarmış.
Hititlilerin dilleri Hint - Avrupa dil grubuna ait. Hattuşa
kitaplıklarında bulunan tabletlerin sekiz ayrı dilde yazılmış
olduğu görülüyor: Hititçe, Hattice, Hurrice, Mitannice, Luvice,
Palaca, Akadça, Sumerce. Akadça, dönemin diplomasi dili.
Mısırlılar ve Hititler ya da Hititler ile Asurlular arasındaki
yazışmalar Akadça olarak yapılıyormuş.
Hitit ülkesinde bütün topraklar krala ait. Yani
toprakta özel mülkiyet yok. Kral veya kraliçe istediklerine
toprak tahsis ederlermiş. Kendisine toprak tahsis edilenlerin
krala, her savaşa gidişinde asker vermek yükümlülüğü varmış.
Sonraları Osmanlı'da ortaya çıkan timar, has ve zeamet
sisteminin ilk biçimi.
Hititler paralarını gümüşten yapıyorlarmış. 8.5 gramlık gümüş
çubuklar ya da halkalar 1 Şegel adını taşıyan bir para birimiyle
ifade ediliyor. 40 şegel yani 260 gram gümüş ağırlığındaki
kuruşların toplamı 1 Mana ediyor. Üst para birimi olan Mana'yı
Hititler, Sumerlerden almış. Mana, latin dillerindeki money
kelimesini andırıyor.
Hitit ordusu piyadeler ve at arabalı askerlerden oluşuyordu. Her
arabada üç asker var: İlki sürücü. İkinci, sürücüye kalkan tutan
asker. Üçüncü ise ok atan ve mızrak kullanan asker. Kadeş
savaşında Ramses ordularıyla kapışan Hitit ordusunda 17000
piyade ve 4500 savaş arabası olduğu yazılı. 4500 arabayı 3 ile
çarparsak 13500 kişi eder. 17000 de piyadeyi de katınca toplam
30 bin asker. Oldukça büyük bir ordu.
Hititlerin Panku adlı bir asiller meclisi varmış. Kral,
Panku'nun onayını almadan savaşa karar veremiyor.
Panku, ayrıca kral öldüğünde yerine kimin
geçeceğine de karar veriyor.
Hitit imparatorluğu, Kadeş barış antlaşması
sonrasında Mısırlılar ile girdikleri uzun dönemli barışa karşın
deniz kavimlerinin sürekli saldırıları sonucu tarihe
karışıyorlar. Buna karşın geç Hititler adıyla anılan
imparatorluğun bir parçası Kargamış ve dolaylarında izini
sürdürmeye devam ediyor bir süre. Asurluların saldırıları
Hititlerin son uzantısı olan geç Hititleri de İÖ 700'lerde tarih
sahnesinden silip yokediyor.
Hititlerin enbüyük kralı olarak kabul edilen
Şuppiluliuma'nın tahta geçişinin nasıl olduğu henüz kesinlik
kazanmış değil. Şuppiluliuma, II. Tuthaliya'nın oğludur. II.
Tuthaliya'nın ölümünden sonra tahta Şuppiluliuma'nın erkek
kardeşi Arnuvanda ve kızkardeşi Aşmunikal birlikte geçmişlerdir.
Arnuvanda'nın genç yaşta ölümü üzerine tahta geçmeye hazırlanan
oğlu III. Tuthaliya, Şuppiluliuma tarafından öldürtülmüştür.
Böylece yeğenini öldüren amca, Hitit tahtına otrumuştur.
Şuppiluliuma ve ardından tahta çıkan oğlu II.
Arnuvanda'nın vebadan ölmesi, tanrıların cezalandırmasına
bağlanmış ve bu korkuyla tahta geçen II. Murşiliş ünlü veba
duasını yazmıştır. Önce babasının işlediği cinayetin günahının
kendisine de geçtiğini söylüyor:
"Doğrudur, babanın günahı oğluna da geçer,
Bana da babamın günahı geçti…"
Sonra bu günahı işleyenlerin ortadan
kalktığını anlatıyor:
"Yanlış yola sapanlardan,
Kötü işler yapanlardan,
Hiç kimse kalmadı artık,
Hepsi öldü çünkü."
Hititlerin 1000 tanrısı olduğu sanılıyor.
Hattuşa'ya 1000 tanrılı kent denilmesinin nedeni de bu. Hitit
tanrıları arasında en önemlisi fırtına tanrısı Teşup. Onun
karısı ise bereket tanrıçası Hepat. Hepat, Friglerde ve diğer
kültürlerde Kibele ve geç Hititlerde Kubaba adıyla yeniden
ortaya çıkıyor. Buna karşın en korkulan tanrı fırtına tanrısı
Teşup.
II. Murşiliş, veba duasını şöyle bitiriyor:
"Bakın sizlere, ey tanrılar, ey benim efendilerim,
Sizlere, ülkem için,
Ülkemi vebadan kurtarmak için,
Kefaret kurbanları sunuyorum,
Herkes ölünce size kimse kurban getirmez,
Bu acıları çekip çıkarın yüreğimden benim,
Ruhumdan bu korkuları alın benim."
Duanın en ilginç yanı II. Murşiliş'in tanrılara
yönelik biraz rüşvet biraz da tehdit içeren bir cümlesi: "Herkes
ölünce size kimse kurban getirmez." Yani diyor ki beni
öldürmezseniz ben size kurban getirmeyi sürdürürüm.
Hititlerin başkenti Hattuşa, Ankara'ya 200
kilometre uzaklıkta. Çorum'un Boğazkale ilçesinde. Mutlaka
görülmesi gereken bir yer. Özellikle Hattuşa, Yazılıkaya ve
Alacahöyük'ü gördükten sonra bir gün de Ankara'daki Anadolu
Uygarlıkları Müzesinde harcanırsa inanılmaz bilgi edinmek
mümkün.
i
Karnak, Luksor, Ramesseum, Abydos ve Abu
Simbel'de bulunan eski Mısır tapınakları, mezar anıtları ve
saraylarının duvarlarında yazılı ve çizili olanlara bakılırsa,
Mısır firavunu II. Ramses'in, Kadeş savaşında, Hitit kralı
Muvatallis'e karşı büyük bir zafer elde ettiği anlaşılıyor.
Christian Jacq'ın dünyada çok satanlar listesine girmiş ve
Türkiye'de de aynı konuma gelmiş olan beş ciltlik Ramses adlı
kitabında da aynı şeyler yazılı. Dizinin, Kadeş Savaşı başlığını
taşıyan cildinde II. Ramses'in başlangıçta yenilir gibi bir
konuma düşmesine karşın sonradan toparlanarak Hititleri
darmadağın ettiği ve Muvatallis'in kendisiyle barış yapmak için
yalvar yakar olduğu anlatılıyor. Christian Jacq, bütün bunları
yukarıda saydığımız tapınak, mezar ve saraylardaki yazılardan
aktarıyor. Yani özetle konuya Ramses ve onun saray yazman ve
şairlerinin gözüyle bakarak bir öykü yaratıyor. Böyle yapması
son derecede doğaldı. Çünkü romanı, Mısır'ın tanıtımına ilişkin
bir sipariş üzerine yazmıştı.
Mısır kaynakları ve sonradan bu kaynaklara
dayanılarak yazılan öyküler Hititleri barbar ve istilacı bir
ulus olarak sunuyorlar. Bunlara göre Mısırlılar, ülkelerini ve
ulaştıkları üstün uygarlık düzeyini korumak isteyen bir ulus. Bu
konuda o kadar çok kitap ve yazı var ki bugünkü dünya bu
yaklaşımı fazlasıyla benimsemiş durumda.
Gerçek böyle mi acaba? Bilim her konuda bu
soruyu sorarak başlar işe. Hitit tabletlerindeki Hititçe yazılar
çözüldükten ve savaşın sonuçları değerlendirildikten sonra
gerçeğin tam tersi olduğu çıkıyor ortaya. Eğer bu tabletlere
ulaşılamasa ve savaşın sonuçlarının ne olduğu anlaşılamasa
Mısırlıların Hititlere karşı Kadeş'te büyük bir zafer kazandığı
sanılacaktı. Gerçi bu kaynaklara ulaşılmış ve gerçek ortaya
çıkmış olsa bile Mısırlıların bu savaşta zafer kazandığını ileri
sürenler hala var. Bunların başında da Christian Jacq geliyor.
i
Eski dünyanın merkezi Anadolu ve Ortadoğu idi.
İÖ yaklaşık olarak 1800'lerde Anadolu'da Hititler ortaya çıktı.
Hititlerin ortaya çıktığı tarihlerde Anadolu'dan Suriye'ye kadar
uzanan coğrafyada en önemli iki krallık Hititler ile
Mitanniler'di. Aynı coğrafyada bulunan çeşitli beylikler
Hititlere bağlıydılar. Bu bağlılık, ödenen vergiler karşılığı
bir özerklik içeriyordu. Buna karşılık o ülkelerin, Hitit kralı
savaşa giderken ona asker vermek zorunluluğu vardı.
Hitit krallığını bir imparatorluk haline getiren kral
Suppiluliuma'dır. İÖ 1375 ile 1335 arasında hüküm süren
Suppiluliuma çağın önemli krallıklarından olan Mitanni devletini
yıkarak imparatorluğunun sınırlarını Lübnan'a kadar
genişletiyor. Buraları fethetmesine karşın buralarda yaşayan
insanları köle yapmıyor. O ülke halklarını Hitit imparatorluğuna
bağlı halklar haline getirmekle yetiniyor ve içişlerinde özerk
bırakıyor. Bu bilgiler yalnızca Hitit tabletlerinde taraflı
yazılmış olabilecek yazılardan değil, aynı zamanda o dönemde
yaşamış tarafsız ulusların tabletlerinden de anlaşılıyor. Oysa
aynı dönem Mısır'ında inanılmaz bir kölelik düzeni sürüyor.
Köleliğin boyutları o kadar aşırı ki sonuçta Ramses döneminde
Yahudilerin isyanı ve Musa'nın yahudileri alarak Mısır ülkesini
terketmesine kadar varıyor işler.
Kaldı ki Hititlerin yayılmacı bir politikadan çok kendi
imparatorluklarını koruma amacına dayalı ilerlemeleri söz
konusu. Bunu da Hititlerin kurucusu kabul edilne kral
Labarnas'ın yazdırdığı bir tabletten anlıyoruz. Şöyle diyor
Labarnas: "Ve ülke çok küçüktü…Ne tarafa kıpırdansa hemen bir
düşman ülke ordusu yolu kesiyordu." Labarnas bu durumdan
kurtulmak, en azından tüccarlarına yol açmak amacıyla çevreyi
ele geçirerek krallığı büyütmeye başlamıştı.
Hititler, ele geçirdikleri ülke halklarını köle yapmaz onlara
bir çeşit özerklik tanırken, Mısırlılar kendi içlerinde yaşayan
insanları köle yapıyorlar. Hitit uygarlığının üzerinden Frigler,
Romalılar, Selçuklular ve Osmanlılar geçtiği için geriye kalan
kalıntılar ne yazık ki Mısır'da kalanlardan daha az. Ona karşın
bu uygarlığın sanat, kültür ve bilim alanında oldukça ileriye
gittiğinin kanıtları duruyor hala. Kaldı ki Asurlulardan
öğrendikleri ticareti de oldukça geliştirmiş oldukları
anlaşılıyor. Demek ki Mısır yazıtları ve resimleri Hititleri
barbar ve istilacı olarak gösterirken gerçeği anlatmıyor.
i
Bu konuda da çeşitli tezler ileri sürülebilir. Çoğu çıkarsamalar
yine tapınaklarda yer alan yazı ve resimlerden geliyor. Buna
karşılık bugün elimizde iki önemli bulgu var Hititlerin savaş
gücü ve tekniğiyle ilgili. Bunlardan ilki Hitit başkenti
Hattuşa'daki kazılar sırasında bulunmuş olan yaklaşık bin satır
uzunluğundaki bir metni içeren bir tablet. Hititçe yazılmış olan
tablette at yetiştiriciliği ve binicilik kuralları anlatılıyor.
Bu metin, Hititlerin bu konuyu hangi uzmanlık düzeyine
getirdiklerini ortaya koyuyor. Gerçi metnin yazarı Kikkuli
adında bir Hurri ve Mitanni ülkesinden getirtilmiş ama Hititler
ondan aldıkları eğitimle işi bir sanata dönüştürmüşler.
Hititlerin savaş gücünü gösteren ikinci kanıt savaş arabaları.
Hitit savaş arabası o zamana kadar kullanılan 4 tekerlekli savaş
arabalarından farklı olarak 6 tekerlekliydi. Tekerlekler de,
diğer ülkelerin savaş arabalarında kullanılan tek parça tahtadan
yapılmış tekerleklerden değildi. Bugünkü tekerleklere benzeyen
çubuklarla desteklenmiş tekerlekler kullanılıyordu. Dolayısıyla
savaş arabaları çok daha hafif ve hareket yeteneği yüksek
olabiliyordu. Arabanın benzerlerine göre hafif olması her savaş
arabasında iki yerine üç askerin yer almasına olanak sağlıyordu.
Askerlerden birisi arabayı sürüyor, ikincisi arabadaki diğer iki
kişiyi koruyacak biçimde kalkan kullanıyor, üçüncüsü ise ok ve
mızrak atıyordu.
Kadeş savaşında Mısır ve Hitit ordularının sayıları hakkında
çeşitli iddialar var. Mısırlılar, savaştaki fedakarlık ve
kahramanlıklarını abartmak için rakibi fazla sayıda göstermek
ihtiyacı duymuşlar. Bugün kabul edilen genel görüşe göre
Hititler bu savaşa 17,000 piyade ve 4,500 savaş arabasıyla
katılmışlar. Her savaş arabasında 3 asker olduğuna göre 13,500
de arabalı asker demektir. Buna göre Hititlerin toplam savaşçı
sayısı 30,000 dolayında bir sayıyı göstermektedir. Buna karşılık
Mısırlıların 20,000 dolayında olduğu sanılmaktadır. Bu sayılar
kesin değil. Buna karşın Kadeş savaşında Hititlerin Mısırlılara
karşı sayısal üstünlüğü olduğu biliniyor. Bu da Hititlerin savaş
gücünü ve üstünlüğünü gösteren üçüncü kanıt.
i
O zamana kadar bilinen dünyanın en büyük iki imparatorluğu olan
Hititlerle Mısırlılar niçin savaşa girdiler? Bu soruyu
yanıtlamak için biraz geriye gidelim.
Tek tanrıya inandığı için sapkın firavun diye adlandırılan
firavun Akhenaton'un ölümünden sonra yerine büyük oğlu Smenkare
geçiyor. Smenkare'nin ölümle sonuçlanan kısa süren firavunluğu
sonrasında Mısır tahtına Tutenkamon geçiyor. Tahta geçtiğinde
Tutenkamon henüz çocuk yaşta. Üvey kızkardeşi Ankesenamon ile
evlendiriliyor. Tutenkamon 18 yaşındayken, sonradan mumyası
üzerinde yapılan röntgen incelemeleriyle anlaşıldığı üzere,
kafatasına aldığı bir darbeyle öldürülmüş. Cinayetin Başrahip
Eje tarafından işlendiği kabul ediliyor bugün.
Buraya kadarki öykü konumuzu çok yakından ilgilendirmiyor.
Yalnızca altyapıyı verebilmek için değindim. Konumuzu asıl
ilgilendiren bölüm dul kalan kraliçe Ankesenamon'un başına
gelenler ve bunların Hititlerle ve Kadeş savaşıyla ilgisi.
Başrahip Eje, firavun Tutenkamon'u öldürdükten sonra firavun
olmak istiyor. Bunun en kestirme yolu kraliçe Ankesenamon ile
evlenip tahta geçmek. Ankesenamon, kocasını, Eje'ın öldürdüğünü
bildiği için mi yoksa Eje kendisinden çok yaşlı olduğu için mi
bilinmez onunla asla evlenmek istemiyor. Ama Eje bu konuda
kararlı. Ankesenamon'un bulabildiği tek çözüm adını ve ününü
duyduğu Hitit kralı Suppiluliuma'dan yardım istemek.
Suppiluliuma'nın oğlu II. Murşiliş'in yazdığına göre bu yardım
isteği şöyle çıkıyor ortaya: "Mısırlılar, Amka zaferini duyunca
korktular. Üstelik firavunları da ölmüş olduğu için, Mısır'ın
dul kraliçesi babama bir elçi ile şu mektubu yolladı: Kocam
öldü. Benim oğlum yok. Duyduğuma göre sende oğul çokmuş. Eğer
bana oğullarından birisini verirsen onu koca yapacağım. Tebamdan
birisini kocam yapmayı asla istemiyorm. Ona koca olarak saygı
duyamam." II. Murşiliş devam ediyor: "Babam bunu duyunca
inanamadı. Hatti'nin büyüklerini toplayıp danıştı." Sonunda
Suppiluliuma, danışmanı Hattuşa-ziti'yi Mısır'a elçi olarak
gönderip durumu tam olarak anlamayı kararlaştırdı. Hattuşa-ziti,
Mısır'da gerekli araştırmaları yaparken Suppiluliuma bir yandan
da Karkamış'ı ele geçiriyor ve inanılmaz büyüklükte bir savaş
ganimeti elde ediyordu. Bu, onun Ortadoğudaki ününü iyiden iyiye
arttırmış olmalı. Bir süre sonra Hattuşa-ziti, Ankesenamon'un
ikinci mektubuyla dönüyor. Mektupta Suppiluliuma'ya hitaben
şunlar yazılı: "Niçin bana inanmıyorsun? Niçin alay edildiğini
sanıyorsun? Ben başkasına değil yalnızca sana yazdım. Bir çok
oğlun olduğu söyleniyor. Oğullarından birini
bana verirsen o, hem bana koca hem de Mısır'a kral olacak." II.
Murşiliş devam ediyor anılarına "Babam iyi yürekli olduğu için
kadının sözünü dinledi ve göndereceği oğlunu seçti."
Suppiluliuma, Mısır firavunluk soyunun Hititlere geçeceği
hayalini kurarak oğlu Zannanza'yı küçük bir askeri birlikle
Mısır'a yollar. Hitit tabletlerinden anlaşılacağı üzere, prens
Zannanza'nın sınırı geçtikten bir süre sonra öldürüldüğü haberi
gelir Hitit ülkesine. Firavun olmak için gün sayan Eje,
Ankesenamon'un bu girişimini öğrenmiş ve Mısır orduları
başkomutanı Horemheb aracılığıyla yolladığı orduyla Zannanza'nın
birliğini kuşatarak yok ettirmiş hepsini. Suppiluliuma, bu olaya
çok üzülmüş. Yine tabletlerden anlaşıldığına göre günlerce
ağlamış ve intikam yeminleri ederek başta fırtına tanrısı Teşup
olmak üzere tanrılara kurbanlar sunmuş. Zannanza'nın davet
edildiği bir ülkede cinayete kurban gitmiş olması Suppiluliuma
ve bütün ailesi üzerinde bir Mısır nefreti yaratmış olsa gerek.
Ne var ki o sırada Anadolu'da yayılmağa başlamış olan veba
salgını bu nefret ve intikam duygularının yoğunluğuna karşın
Suppiluliuma'nın Mısır üzerine bir seferi göze almasını
engelliyor. Nitekim Suppiluliuma da vebaya yakalanıp İÖ 1335
yılında ölüyor. Ardından tahta geçen oğlu III. Arnuvandas da
yalnızca bir yıl krallık yaptıktan sonra vebadan ölünce tahta
II. Murşiliş geçiyor. Tahta geçer geçmez, Hitit imparatorluğunda
bu kadar taht değişimini fırsat bilerek ayaklanan Arzava'lılarla
savaşa girişiyor. İki yıl süren bu savaş sonunda Arzava ülkesini
yıkıyor. Kuzey'de ayaklanan Kaşka'lıları ve diğer ulusları da
yeniyor. II. Murşiliş'ten günümüze kalanlar yalnızca babası
Suppiluliuma'yı anlattığı anılar değil. Onun çok ünlü bir de
veba duası var. II. Murşiliş, ardında büyük ve güçlü bir
imparatorluk bırakarak İÖ 1306'da ölüyor. Tahta oğlu Muvatallis
geçiyor.
Bu sırada Mısır tahtında Akhenaton'la birlikte
ortaya çıkan geveşeklik ve karışıklıklar sonrasında artık güçlü
bir firavun vardır: II.Ramses. II. Ramses, daha imparatorluğunun
ilk yıllarında düzeni kurmak ve Mısır'ın gücünü çevreye kabul
ettirebilmek için seferlere başlıyor. Hititler açısından bardağı
taşıran damla Suriye topraklarında Hititlere bağlı olarak
yaşayan Amurruların birden Ramses'e bağlılıklarını açıklamaları.
Amurru prensi Benteşina, kendisine çok daha fazla tavizler
önermiş olan II. Ramses'in sözüne güvenerek Hititler'den kopmuş
ve Mısırlıların safına katılmıştı.
O dönemin güç dengeleri içinde II. Ramses'in
ilerleyişini durduracak tek güç vardı dünyada: Hititler. Artık
Muvatallis için yapacak başka bir şey kalmıyordu: Hem
sınırlarına yeniden biçim vermek hem de Suppiluliuma'dan kalma
intikamı almak (Prens Zannanza'nın öldürülmesi olayı).
Dolayısıyla iki ulusun savaşa girişmesi kaçınılmazdı. Öyle de
oldu. İki ordu, Halep ile Şam'ın ortasında bir yerde olan
Kadeş'te karşı karşıya geldiler.
Bu noktada savaşı Hititlerin değil Mısırlıların
çıkardığına ve gerçek barbar aranıyorsa bunun kim olduğuna
dikkat etmek gerekir.
i
İki büyük ordu İÖ 1296'da Kadeş yakınlarında
karşılaştılar.
Ramses'in Kadeş'e yaklaşımı askeri strateji
açısından hataların en büyüklerinden birisi olarak tanımlanıyor
bugün. Ordusunu dört bölüme ayırmuştı. Her bir bölüm Mısır'ın en
büyük tanrılarının adını taşıyordu: Amon, Ra, Ptah ve Seth.
İlk karşılaşmada Muvatallis'in, kardeşi III.
Hattuşiliş ve oğlu Urhi Teşup ile birlikte kumanda ettiği Hitit
birlikleri, Ramses'in ordularını darmadağın edivermişti. Ramses
canını zor kurtarmış kendisini Amon tümeninin içine zor atmıştı.
Savaşa soktuğu Ra tümeninden geriye çok az asker kaldığı
anlaşılıyor. Onlar da tam bir bozgun halinde kaçmağa
başlamışlar. Bu ilk yenilgi Mısır yazıtlarında şöyle
anlatılıyor: "Yürüyüş kolundaki Ra tümeninin ortasına
saldırdılar. Ra tümeni harekat halindeydi. Savaşa hazır değildi.
Bu nedenle majestelerinin (II. Ramses) askerleri de savaş
arabaları da onlar (Hititler) karşısında yenildi."
Amon tümeni, ordunun geri kalanından ayrılmıştı. Hitit savaş
arabaları yapılarının getirdiği hafiflik ve manevra üstünlüğüyle
kısa sürede Amon tümenini de sarmışlardı. Üstelik Ramses de
sarılmış olan Amon tümeninin ortasındaydı. Tam anlamıyla bir
toplu yok edilmenin eşiğindeydi Ramses ve Amon tümeni. Onların
yok edilişinin ardından başsız kalan Ptah ve Seth tümenlerinin
yok edilmesi çok kolay olacaktı. Hitit imparatorluğunun önünde
Mısır toprakları açılıyordu artık
Hitit ordusu pek çok ulustan derlenmiş askerlerden oluştuğu için
disiplini çok güçlü değildi. Mısır ordugahına girdikleri anda
yağmaya başladılar. Emir komuta herşey bir anda yok olmuştu.
Mısır ordugahı çok zengindi. İşte tam bu sırada Mısır yazmanları
ve şairlerine göre Ramses, tanrısal bir güçle Hitit askerlerine
saldırıp onları dağıtıyor ve savaşı birden lehine döndürüyor.
Bundan sonra Ramses'in kahramanlığı üzerine öyküler sonu gelmez
biçimde sıralanıp duruyor Mısır yazıtlarında. Aynı kaynakları
kullanan Christian Jacq da Ramses dizisinin Kadeş adlı bölümünde
Ramses'in kahramanlıklarını ve elde ettiği zaferin öyküsünü
anlatıyor.
Oysa Hitit kaynakları böyle anlatmıyor. Mısır ordugahının
yağmasına dalmış bulunan ve emir dinlemez halde olan Hitit
askerleri hiç beklenmeyen anda küçük ve düzenli bir birliğin
saldırısına uğruyorlar ve toparlanmaya fırsat bulamadan
dağılıyorlar. Bu birliğin nereden geldiği bugün hala bir sır.
Fakat bu birliğin Ramses ordularına ait olmadığı kesine yakın
bir biçimde biliniyor. Çünkü Ramses'in ağzından şöyle
anlatılıyor: "Yanımda ne bir prens var, ne bir sürücü, ne bir
piyade subayı, ne de bir araba savaşçısı. Yaya askerim de araba
savaşçılarım da beni onların karşısında ganimet gibi bırakarak
çekip gitti. Onlarla savaşmak için kimse beklemedi."
Savaş bir süre daha sürüyor. Ondan sonra her iki ordu da geri
çekildiği için kimse kimseye üstünlük sağlayamıyor. Mısır
kaynaklarında Muvatallis'in Ramses'e şöyle bir mektup yolladığı
yazılı: "…Mısır ve Hatti ülkeleri senin emrindedir ve
ayaklarının altına serilmiştir..." Oysa o durumda Hitit kralı
Muvatallis başkent Hattuşa'dan yaklaşık 600 kilometre uzakta,
Suriye topraklarında bulunmaktadır. Daha iki ordu arasındaki ilk
çatışmada Mısır orduları geriye dönmek zorunda kalmışlardır.
Dolayısıyla Muvatallis'in bu tür bir mektup yazması için ortada
hiç bir neden yok. Bugün, çoğu araştırmacı böyle bir mektubun
Ramses'in hayal ürünü olduğu konusunda hemfikir.
Mısır tapınaklarında, mezarlarında ve saraylarında Ramses'in
Kadeş savaşını kazandığına ilişkin yazılara ve resimlere
karşılık savaşı Hititlerin kazandığını gösteren bazı kanıtlar
var ortada. İlk kanıt: Prens Benteşina'nın Mısır'a bağladığı
Amurru ülkesinin savaştan hemen sonra yeniden Hititlere bağlı
hale getirilmesidir. İkinci kanıt savaştan yaklaşık 9 yıl sonra
Hitit kralı III. Hattuşiliş ile II. Ramses arasında imzalanan
Kadeş barış antlaşması (İÖ 1286) sonrasında Hattuşiliş'in büyük
kızını Ramses'e çok büyük törenlerle gelin vermesidir. Ramses,
sonradan Maatnefrure adını alan bu kızı Başkraliçe yapmıştır.
Böylece bir Hititli Mısır sarayında başkraliçeliğe gelmiştir.
Savaşı kazananın değil kaybedenin kabul edebileceği bir gelişme
bu.
Hitit kaynakları ve diğer kaynaklar bulununcaya kadar Kadeş
savaşının kesin galibinin Mısırlılar olduğu sanılıyordu. Buna
karşın böyle bir galibiyetten sonra nasıl olup da Hititlerin
Amurru prensliğini kendilerine yeniden bağladıkları ve yine
nasıl olup da Mısır'ın Hitit ülkesini haraca bağlamadığı
anlaşılamıyordu. Bugün bilinen, Hititlerin bu savaşı
kazandıkları ama galibiyetlerinin sonradan yağma sırasında
müdahale eden bir birlikçe durdurulduğu biçimindedir. Özetle her
iki ulus da bu savaştan kesin galibiyet elde edemese de savaştan
sonra Hititler'in, Mısırlılara karşı çok daha üstün bir konuma
geçmiş olması savaşta Hititlerin üstün geldiğini ortaya
koymaktadır. Dolayısıyla Mısır kaynaklarına dayanarak aksini
anlatan öyküler ya da yorumlar doğru değildir.
Hititleri, Christian Jacq'ın, dünya çapında çok satan Ramses
romanından barbar ve istilacı bir ulus olarak tanıyanları ve
Mısırlılar'ın Hititleri Kadeş Savaşında yendiğini düşünenleri
hayal kırıklığına uğrattığımızın farkındayız. Ama öyküler ile
bilimsel kanıtlar her zaman örtüşmüyor. i
1 Bu makale "Hititlerden Hukuk ve Demokrasi Dersleri" başlığıyla
Popüler Tarih Dergisinin Aralık 2001 tarihli sayısında
yayımlanmıştır.
2 Trevor Bryce, The Kingdom of the Hittites, Oxford University
Press, USA, 1998, s. 28
3 Bu görüş ilk kez tarafımızdan ortaya konulmuştur: Mahfi
Eğilmez, Anadolu'da Asur Ticaret Sömürüsü, Garanti Dergisi, Ekim
2001.
4 Savaşın tarihi konusu tartışmalıdır.
5 Kadeş Barış Antlaşması (Kopyası TC'nin armağanı olarak New
York'taki Birleşmiş Milletler binasında sergileniyor) Nato
Antlaşmasının 5. Maddesinin ilk versiyonunu oluşturuyor.
6 Hititler, bugünkü ortadoğuda hala uygulanan kısas hukukunu
3500 yıl önce aşmış. Roma Hukukunu biliyoruz. Ya Hitit Hukukunu?
7 Fiorella İmparati (Çeviren Erendiz Özbayoğlu), Hitit Yasaları,
İtalyan Kültür Heyeti, Ankara, 1992.
8 Kanunname-i Ali Osman.
9 Panku, MS 1215'de İngiliz soylularının kral Yurtsuz John'a
imzalattıkları Magna Carta'dan yaklaşık 2500 yıl önce
Anadolu'nun orta yerinde atılmış bir demokratik adım. Magna
Carta'yı çoğumuz biliyor ama Panku'yu kaç kişi biliyor
bilmiyorum.
10 Aygül Süel, Hitit Kadınının Hukuki Durumu, Uluslararası 1.
Hititoloji Kongresi Bildirileri içinde, s.245, Ünal Ofset,
Ankara, 1990.
11 Aygül Süel, a.g.m. s.251.
i
Ana Britannica, Cilt 12, s. 370 - 71.
Christian Jacq, Ramses: Kadeş Savaşı, 1998.
C.W.Ceram, Tanrıların Vatanı Anadolu, 1994.
Ekrem Akurgal, Hatti ve Hitit Uygarlıkları, 1995
İlhan Akşin, Hititler,1991.
Jürgen Seeher, Hattuşa Rehberi (Hitit Başkentinde Bir Gün),
1999.
C.W.Ceram, Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler, 1994.
Bob Brier, Tutanhamon Olayı, 1999.
Muazzez İlmiye Çığ, Hititler ve Hattuşa, 2000.
Mahfi Eğilmez, Ortadoğuda Siyaset 1 ve 2 (Light Günlük kitabı
içinde).
i
Bundan dörtbin yıl önce Milattan önce üçüncü binin sonları ve
ikinci binin başlarında Anadolu'da çok yaygın bir Asur ticareti
vardı. Asurlu tüccarlar Anadolu halklarıyla yaygın bir ticaretin
içine girmişlerdi. Anadolu'da Asur ticaret kolonileri vardı. Bu
kolonilerin merkezi Kayseri yakınlarındaki Kültepe'de bulunan
Neşa (ya da Kaneş) Karumu'ydu.
Anadolu'da yapılan kazılarda o döneme ilişkin ticari ilişkileri
açıklayan pek çok tablet bulunmuştur. Bu tabletlerden
anlaşıldığı kadarıyla Asurlu tüccarlar Mezopotamya'dan
çoğunlukla tekstil ürünleri ve kalay getiriyorlar, bunun
karşılığında altın, gümüş ve bakır alıyorlardı. Özellikle
Kapadokya bölgesi altın ve gümüş madenleri açısından zengin bir
bölgeydi.Asurlu tüccarlar getirdikleri malların bir bölümünü
kredili olarak sattıkları için bunların kayıtlarını tutmak
zorundaydılar. Ticarete ilişkin tablet bolluğu buradan
kaynaklanıyor.
Asurlu tüccarlar için Anadolu çekici bir yerdi. Her şeyden önce
birbirine yakın bir çok kent krallığı vardı. Dolayısıyla nihai
hedefe gidene kadar gündüzleri yolculuk yapıp geceleri
konaklayacak güvenli kentler bulunuyordu. Kentlerin kralları,
kendi haraçlarını aldıkları sürece tüccarlara karşı barışçıl bir
yaklaşım içindeydiler. Asurlular satış için Anadolu'ya
getirdikleri mallarını eşeklerle taşıyorlardı. Eşeklerin iki
yanında tekstil ürünleri ya da teneke taşınan ağzı kapalı
heybeler vardı. Sırtında ise yol boyunca yenilecek yemekleri
saklayan bir başka heybe.
Asurlu tüccarların oluşturduğu ticaret kervanları içinden
geçtikleri kentin kralına geçiş vergisi ödüyorlardı. Bu vergiler
genellikle taşınan malın cinsine göre oransal olarak
hesaplanıyordu. Bu tür vergileri ödemeden kentten geçmek ve
malını satabilmek olanağı yoktu. Vergiden kurtulmanın iki yolu
vardı: İlki, vergiden kaçınma biçiminde çıkıyordu ortaya. Kentin
içinden geçmeyip dışarıdan dolaşılırsa vergi ödeme yükümlülüğü
doğmuyordu. Buna karşın kent dışında özellikle geceleri kervanın
saldırıya uğraması her an söz konusu olabiliyordu. İkincisi,
vergi kaçakçılığıydı. Bunun yolu ise malları kente, nöbetçilerle
anlaşıp, gizlice sokmaktı. Nöbetçilere verilecek pay, vergiden
düşük olduğu sürece bu çekici bir seçenekti. Ama riski çok
fazlaydı. Bunu yapan tüccar yakalanırsa, kent kralının onun
mallarının tümüne el koyma hakkı doğuyordu. Anadolu'da bulunan
Asur tabletlerinden tüccarların hangi kentte daha kolay vergi
kaçakçılığı yapıldığı konusunda birbirleriyle yazışmalar yaptığı
anlaşılıyor.
Asurlular, Hurriler, Hattiler, o dönemde Anadolu'da yerleşik
diğer kavimler ve sonraları Hititlere, kredili olarak sattıkları
mallar için çok yüksek oranlı faiz uyguluyorlardı. Bulunan Asur
ticaret tabletlerinden anlaşıldığı kadarıyla faiz oranları yüzde
30 ile yüzde 180 gibi yüksek oranlar arasında değişiyordu.
Borçlarını ödeyemeyen yerel halk krallara şikayette bulunuyordu.
Kötü hasat yıllarında borcunun teminatı olan ürünü elde edemeyen
insanlar son derecede güç durumlara düşüyorlardı. Ya ailesinden
birisini tüccara köle olarak veriyor, ya da bazen kendisi de
dahil olmak üzere bütün ailesi köle oluyordu. Bazen yerel
krallar bu tür borç - alacak ilişkilerini çözmek için borçların
silinmesi hakkında yasalar çıkarıyorlardı. Söz konusu yasalar
doğal olarak borçluyu kurtarırken alacaklıyı sıkıntıya
sokuyordu. O nedenle de alacaklı, bu tür bir sıkıntıya düşmemek
için kredili satış yaptığı kişinin ödeme yapmaması halini
engellemek için başka kişilerin kefaletini alıyordu. 2
Aşağı yukarı 4000 yıl öncesinde Anadolu'da Asurluların
katkısıyla da gelişen bir rüşvet, vergiden kaçınma, tefecilik
düzeni kurulmuş olduğu anlaşılıyor.
Milattan önce 1800'lerde Anadolu'nun ortasında nereden ve nasıl
geldikleri henüz tam ve doyurucu olarak açıklanamayan Hititler
ortaya çıktılar. Hitiler ilk ve ikinci kralları Pithana ve
Anitta'nın önderliğinde Asur ticaret kolonisinin merkezi olan
Neşa'yı ele geçirdiler. Neşa'nın ele geçirilmesi Asurluların
uyguladığı tefeciliğin sonunu getirmiş olsa gerek. Bu gelişme
Asur ticaret ve tefecilik sömürüsü altında inleyen komşu kent
krallıklarında da Hititlere karşı bir sempati doğmasına yol
açmış olsa gerek. Çünkü Neşa'nın ele geçirilmesi sonrasında
Hititler, Anadolu'nun büyük bölümüne egemen oldular.
Hititlerin, ekonomik sorunu doğru bir çözüme kavuşturmak
suretiyle Anadolu'ya egemen olmaları bugün için de önemli bir
gösterge olarak kabul edilebilir.
i
Kadeş Savaşı M.Ö. 1275'de 4 Hitit Kralı Muvatalli ile Mısır
Firavunu II.Ramses arasında Asi Irmağı kıyısındaki Kadeş Kenti
yakınlarında gerçekleşti. Savaşın çıkış nedeni bugünkü Suriye
sınırları içinde kalan Amurru ve Amka toprakları üzerindeki
egemenlik iddialarıydı. Savaşı kimin kazandığı konusu uzun süre
tartışmalı kaldı. Hatta Mısır'ın savaştan galibiyetle çıktığını
iddia edenler çoğunluktaydı. Bunun temel nedeni Hititlerin bu
konuda yazılı bir şey bırakmamış olmalarıdır. Oysa Mısır'daki
tapınaklarda Ramses'in kendi yazdırdığı zafer metinleri var.
Savaşın asıl galibinin Hititler olduğu konusunda bugün bir
tereddüt yok. Çünkü uğrunda savaşılan topraklar sonuçta
Hititlerde kalmış.
Asıl önemli konu savaştan yaklaşık 15 yıl sonra imzalanan Kadeş
Barış Antlaşması. Bu antlaşma Hitit Kralı III. Hattuşili ile
Mısır Firavunu II.Ramses arasında imzalandı.
Antlaşmanın temel düzenlemesi bu iki ülkeden birisine yönelik
bir saldırı ya da tehdide karşı ötekinin ona yardım edeceği ve
savaşa birlikte gireceğini içeren düzenleme. Yani birisine
yönelik tehdidin ortak tehdit olarak kabul edilmesini sağlayan
düzenleme.
Bugün Nato Antlaşmasının 5. maddesini incelediğimiz zaman aşağı
yukarı aynı düzenlemeyle karşılaşıyoruz.
i
Hukukun üstünlüğü geçmişte de söz konusuydu. Ama bu üstünlük
kısas hukukuyla ifade ediliyordu. "Göze göz, dişe diş" ifadesi
kısas hukukunu simgelemekte kullanılan bir deyimdir. Yani birisi
birisine kötülük etmişse cezası aynı kötülüğün kendisine de
yapılmasıydı. Kısas hukukunun temelleri eskiye daynmakla
birlikte bunu gelenekten çıkarıp yazılı hukuka dönüştüren Babil
Kralı Hammurabi'dir.
Başlangıçta Hitit hukukunun da kısas hukuku çerçevesinde
yapılandığını biliyrouz. Zaman içinde, Hammurabi yasalarından
yaklaşık 200 yıl kadar sonra Hitit Hukuku tazminat hukukuna
dönmüş. Babil kralı Hammurabi'nin "Kısas Hukukundan" Hititlerin
tazminat hukukuna geçişleri. Roma hukukundan çok daha eski bir
atılım. Ne var ki tanıtılamamış.
Yasalarda kısas hukukundan tazminat hukukuna geçiş "eskiden"
ifadesinin eklenmesiyle vurgulanıyordu. Buna bir örnek verelim:
"Eğer bir tohum üzerine bir başkası tohum serperse onun
ensesi saban üzerine koyulsun, iki koşum öküzü bağlansın birinin
yüzü bu tarafa ötekinin yüzü o tarafa çevrilsin adam ölsün,
öküzler ölsün ve tarla eski sahibine verilsin, eskiden böyle
yapılıyordu, ve şimdi bir koyun adamın yerine, iki koyun da
öküzlerin yerine konsun, bu kişi, tarlasına tecavüz ettiği
kimseye otuz ekmek, üç kap iyi cins bira versin ve tarlayı daha
önce ekmiş olan kimse onu kendisi için biçsin."
Hukuk sisteminin gelişmesiyle devlet yönetimi sisteminin
gelişmesinin tam ortalarında bir yerlerde ünlü Telipinu Fermanı
var. Telipinu Fermanı. Batıdaki primogenitur yönteminin ilk
adımı. Hitit tahtına geçişler sürekli cinayetlerle olduğu için
Kral Telipinu tahta geçişi bir kurala bağlıyor bu fermanıyla.
Telipinu Fermanı özetle kralın ölümündenb sonra yerine birinci
sıradaki oğlunun geçeceğini, ya da o yoksa hangi sürecin
işletileceğini anlatıyor. Aslında telipinu da tahta I.Huzziya'yı
öldürerek geçtiği halde böyle bir düzenleme yapmak gereksinimini
duymuş. Yaklaşık 3500 yıl öncesinde böyle bir düzenleme son
derecede önemli. Osmanlı İmparatorları böyle bir düzenlemedenm
habersiz oldukları için Fatih Sultan Mehmed'de bu düzenleme
kardeş katlini vacip görerek tuhaf bir cinayet aracı haline
dönüşmüş. 8 Kuşkusuz genel kurala kişiye göre istisna getirme
çabası bu. Fatih Sultan Mehmed birinci sıradaki oğlu Bayezid'i
değil de ikinci sıradaki oğlu Cem'i tahta çıkarmak istediği için
düzenlemeyi böyle yapmış olsa gerek. Ne var ki Telipinu
yönteminin yerine Fatih yönteminin uygulanması Osmanlı hanedanı
için bir ölüm fermanına dönüşmüş görünüyor.
i
Hitit kentlerinde yaşlılar meclisi var. Kent
kralları ya da valileri bu meclisi bir çeşit danışma meclisi
gibi kullanarak karar alıyorlar. Başkent Hattuşa'da ise bir
Soylular Meclisi var. Bunun adı Panku. Panku, Hititçede "hepsi",
"hep birlikte" demek. Panku hem yasama organı hem de yargı
organı olarak çalışıyordu ve Kral ailesinin yargılanması da bu
mecliste yapılıyordu. 9
Kralın gücüne paralel olarak Panku'nun yetkisi ve etkisi zaman
içinde artış veya azalış göstermiş olsa da bu danışma meclisinin
ilk demokratik adım olarak alınması doğru olacaktır. Kralların
veliaht prensleri belirlerken Panku'ya danışmaları ya da en
azından Panku'nun desteğini almaya çalışmaları, bunun en önemli
kanıtlarından birisini oluşturuyor.
Dönemin bütü uygarlıkları arasında bu atılım Hititlere seçkin
bir yer veriyor. Günümüz için de inanılmaz bir başlangıç noktası
oluşturuyor.
i
Hititler, kadın hakları konusunda hiçbir ortadoğu ülkesine
benzemeyen bir yapıya sahiptiler. Hitit Kraliçeleri "Büyük
Kraliçe", Egemen Kraliçe" gibi unvanlar taşıyan Hitit Kralıyla
eşit hükmetme yetkisine sahip bir kişiydi. Aynı zamanda
Başrahibe unvanı da taşır Kralla birlikte dinsel törenleri
yönetirdi. Kendi başına dinsel törenler yönetmesi de söz
konusuydu. Ayrıca Kralın Başkentte bulunmadığı zamanlarda
kararları o mühürlerdi. Hitilerde kararların altında Kralın
mührünün yanısıra Kraliçenin mührünün basılması da adetti.
Kadın eşlitliği yalnızca Kralla iktidarı bir ölçüde paylaşan
Kraliçe açısından söz konusu olan bir husus değildi. Bir erkeği
öldürmenin cezası neyse kadını öldürmenin cezası da aynıydı.
Ayrıca anne, saygısızlık gösteren ya da kusur işleyen erkek
evladı çocukluktan reddetme ve geri kabul etme hakkına sahipti.
Kadına gösterilen saygıyı vurgulamak açısından Hitit
talimatnamelerinden birisini daha aktarmakta yarar var:
"Eğer bir kimse bir kadın ile birlikte olacaksa, o
tanrıların ibadetini ne şekilde düzenlerse ve tanrıya yiyecek ve
içecek ne şekilde verirse, kadının yanına da aynı şekilde
gitsin."
Hititlerin, Anadoluya egemen olan anaerkil aile geleneğinden
etkilenerek böyle bir eşitliğe ulaştıkları sanılıyor. Hititlerde
kadına tanınan haklar ve erkekle eşitlik o dönemin ortadoğusunda
söz konusu değildi. Sanırım bu dönemin ortadoğusunda bile söz
konusu değil.
i
Hitit tahtına III.Hattuşili'den sonra IV.Tuthaliya çıkmıştı.
Biyandan veba salgınlarının yarattığı nüfus azalması öte yandan
kuraklığın yarattığı büyük sıkıntılar imparatorluğu kasıp
kavuruyordu. Sonunda IV.Tuthaliya Kadeş Barış Antlaşması'nın
verdiği cesaretle Mısır Firavunu Merentpah'dan yardım istedi.
Merentpah, Hititlere gıda yardımı yaptı. Ve bunu şöylece
yazdırdı tarihe: "Hatti ülkesini yaşatmak için gemilerle tahıl
yolladım Asyalılara." Bu yardım o dönem için Hititlere bir nefes
alma olanağı yaratmış olsa bile imparatorluğu yaşatma olanağı
sağlayamamış görünüyor. Çünkü M.Ö. 1200'lerin sonunda ortaya
çıkan deniz kavimleri saldırısına karşı direnemeyerek yıkılmış
imparatorluk.
Merentpah'ın yardımı bildiğimiz kadarıyla dışarıdan Anadolu
halkına yapılan ilk yardım. Sonrasında ise bu yardımlar sürüp
gitmiş. En son örnek Dünya Bankası'nın ekonomik kriz nedeniyle
fakirleşen Anadolu insanına 2001 yılında verdiği 500 milyon
dolarlık kredi.
i
Anadolu'nun ortasında, Kızılırmak yayının çerçevesinde M.Ö. 1650
ile 1200 arasında dünyanın en büyük imparatorluklarından
birisini kuran Hititler aynı zamanda dünya tarihinin en gizemli
uygarlıklarından birisi olmaya devam ediyor. Bulunan tabletler
okundukça ve arşivler yayımlandıkça Hitit gizemi yavaş yavaş
çözülüyor. Buna karşın bildiklerimiz hala bilmediklerimizin onda
biri kadar. Hala Hititlerin nereden ve nasıl geldiklerini,
kökenlerinin ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Pek çok konu
henüz spekülasyonla açıklanıyor.
Aslında Hititler hakkında bildiklerimiz de bu kavimle ilgili
gizemli görünümü artırıyor. Çağdaşlarının son derecede basit bir
kısas hukuku uyguladıkları bir dönemde Hititler nasıl olup da
bugünkü hukuk düzeninin temelini oluşturan tazminat hukukuna
geçebildiler? Ya da dünyanın bir çok bölgesinde bugün bile
çözülemeyen kadın - erkek eşitliğini nasıl bir etkiyle yaşama
geçirdiler? Panku'ya nasıl ulaştılar?
Bunlar bugün için spekülasyona açık konular. Yarın öbürgün
tabletler okunup, arşivler açıklandıkça bu soruların daha
doyurucu yanıtlarını bulacağız sanırım.
i
Trevor Bryce, The Kingdom of the Hittites, Oxford University
Press, USA, 1998.
Aygül Süel, Hitit Kadınının Hukuki Durumu, Uluslararası 1.
Hititoloji Kongresi Bildirileri içinde, Ünal Ofset, Ankara,
1990.
Fiorella İmparati (Çeviren Erendiz Özbayoğlu), Hitit Yasaları,
İtalyan Kültür Heyeti, Ankara, 1992
O.R.Gurney, Hititler, Dost Yayınları,Ankara, 2001.
Sedat Alp, Hitit Çağında Anadolu, Tübitak Yayınları, Ankara,
2000.
Mahfi Eğilmez, Anitta'nın Laneti, 5. Baskı, Om Yayınları,
İstanbul, 2001.
Mahfi Eğilmez, Anadolu'da Asur Ticaret Sömürüsü, Garanti
Dergisi, Ekim 2001. i
-
Dr. M. Eğilmez,
Hitit Köşesi
-
Hittites
-
Hattis
-
Anatolian Civilizations Museum
-
Le Musée des Civilisations Anatoliennes
-
Anadolu
Medeniyetler Müzesi
-
Anadolu Medeniyetleri Hititleri Tanıyalım ve Tanıtalım (pdf)
i
|