|
Medeniyetin Doğuş Sebebleri
Medeniyetler
veya medeniyet meydana getiren kültür değerleri, niçin, nasıl ve ne
gibi şartlar altında ve hangi topluluklarda doğmaktadır?
a- Coğrafi çevre
b- İnsan unsuru c- Molivation nazariyesi
d- Cemiyet
Bazı kültürler maddî-mânevî
alanlarda çeşitli kültür vasıta ve davranışları ortaya
koyabildikleri hâlde, bir takım sosyal gruplar böyle bir varlık
göstermekte güçlük çekiyorlar. Neden? Kültür tarihçileri için hayli
müşkül başlıca incelemelerden biri bu olmuştur. Soruyu
cevaplandırmaya çalışanlar arasında, Difüsioncularda gördüğümüz
üzere, meseleyi coğrafî-iktisadî şartlara bağlayanlar olduğu gibi,
metafizike müracaat edenler veya doğrudan doğruya şahis
psikolojisini hareket noktası alanlar vardır.
Meselâ O. Spengler'e göre "yüksek kültür", esrarlı kozmik
kuvvetlerin dünyadaki insan hayatına müdahalesinden doğar.
Danilevsky'ye göre , medeniyetin belirmesindeki faktörlerden biri,
dil birliği ile bağlı kültürlerin siyasî istiklâli, öteki de bu
gruplardaki etnografik malzemenin zenginliğidir. Fakat her iki cevap
da tatminkâr değildir, çünkü bir meçhulü çözmeğe çalışan Spengler
meseleyi "daha karanlık ve karmaşık" hâle getirirken, Danilevsky de
medeniyetin çekirdeği durumundaki "etnografik zenginlikten ne
kastedildiğini, yâni bu zenginliğin vasfını açıklamamakta, üstelik
her siyasî istiklâlin mutlaka bir "medeniyet" yaratacağı yolunda
izahı güç bir iddiada bulunmaktadır.[1]
Toynbee'nin ileri sürdüğü çözüm tarzı şudur: Medeniyetlerin ortayı
çıkması ve gelişmesi;
1. coğrafî çevre şartlarına;
2 toplulukta bir yaratıcı grubun var olmasına;
3 çevre ile insan arasında devamlı bir "meydan okuma" hâlinin mevcut
bulunmasına bağlıdır[2].
Burada cemiyetleri durgunluktan dinamizme geçiren başlıca faktör
olarak coğrafî çevreye ağırlık verilmesi dikkat çekicidir. Ona göre,
çevre çok çetin ise büyük medeniyet ya doğmaz veya doğsa da
gelişemez. Çevre çok elverişli ise, ona karşı koyabilmek için insanı
gerekli gayrete zorlayacak ortam yok demektir. İnsan ne fazlası ile
müsait, ne de aşırı derecede çetin olmayan şartlar altında "yaratıcı
azınlık grup" vasıtası ile "meydan okuma" durumuna girer ve bu hâl
devamlı şekilde yaratıcı kuvvetlerin daha da çeşitlenme ve
gelişmesini sağlayarak, medeniyet seviyesine ulaşır[3]. Bu görüş hem
tabiî, hem beşerî gerçeklere dayandığı için dikkate değer bir vasıf
taşımaktadır. Nitekim insanda mevcut olan "mücadele" hassesi daha
önceleri filozof E. Kant tarafından incelenerek, bunun (insan ile
coğrafî çevre arasında değil, fakat insanların birbirleri, -yâni
cemiyet- arasında) kültür zenginliğine, medenîleşmeğe doğru itici
bir kuvvet teşkil ettiği belirtilmişti[4]. Ayrıca, kültürlerin
doğuşu ve gelişmesinde coğrafya ve iklim şartlarının etkisi üzerinde
çoktan beri durulduğu malum olduğu gibi, insandaki "mücadele" ve
cehid hassesinin kültür değerleri ortaya koymada işgal ettiği mevkî,
aşağıda göreceğimiz "Motivation" teorisi ile doğrulanmaktadır.
Bu konuda Sorokin'in düşüncesi de, bilhassa insan unsuru bakımından
tamamlayıcı vasıfta görünüyor. Ona göre, -kendi deyimi ile-
mânalı-illî kültür bütünlerinin doğuşunda iki dereceli beşerî
faaliyet (a. Zihinde tasarlama, b. Bu tasarının maddî taşıyıcılarda
objektifleşmesi)[5] kültür değerlerinin ortaya konmasında insan
unsurunun mühim yerini göstermektedir. Ancak belirtmek gerekir ki,
Sorokin, insan faaliyetlerinin bu bakımdan verimli olabilmesi için,
-Danilevsky'nin "siyâsî hürriyet" fikrine karşı olarak- "kültür
hürriyeti" prensibini şart koşmuştur[6]. Ayrıca Sorokin'e göre,
yukarıki iki safhada elde edilen sonucun "sistemli" bir kültür
unsuru hâline gelmesinde bir üçüncü adıma ihtiyaç vardır ki, o da bu
unsurun başka fertler arasında veya gruplar içinde yerleşmesi, yâni
topluluk tarafından benimsenmesidir.
Buraya kadar verdiğimiz özetlerden de anlaşılacağı üzere, herhangi
bir medeniyetin, daha doğrusu medeniyeti meydana getiren kültür
değerlerinin doğuşunda başlıca üç faktör yer almaktadır:
a Coğrafî çevre
b İnsan unsuru
c Cemiyet (topluluk)
a. Coğrafî çevre
Birinci faktör üzerinde ayrıntılı olarak durmağa herhalde ihtiyaç
yoktur. Bir topluluğun hayatında ve kültürünün teşekkülünde bölge
coğrafi şart ve imkânlarının: iklim, göller, denizler, akar sular,
bitki örtüsü, tanın ürünleri, orman, mâdenler vb.nin; asalak, çiftçi
ve çoban hayatı, yerleşme ve göç hareketleri, sanayi şekilleri gibi
sosyal, iktisadî faaliyetlere ve dolayısiyle hukûkî, dinî vb.
kültürel davranışlara ne kadar etki yaptığı aşikârdır ve hattâ İlmi
konuda sosyolojide birçok bilginin meşgul olduğu başlı başına bir "coğrafya
ekolü" teessüs etmiştir[7]. Ancak coğrafî faktörün medeniyet
kuruluşunda kafi gelmediği bellidir[8]. Bu durum insan unsuru
üzerine de eğilmemizi gerektirir.
b İnsan unsuru
Bilindiği üzere insanın biri bedenî, diğeri ruhî olmak üzere iki
yapısı vardır. Kültür ortaya koyma bakımından bu yapılar üzerinde
ayrı ayrı durulmuş ve fizikî antropoloji tarafından ırk konusu
işlenmiştir. Vaktiyle âdeta el üstünde tutulan "ırkçılık"ın (insan
beden yapısının / cilt rengi, kafatası biçimi vb. / kültür yaratma
ve kültür değerlerini benimsemede etkin rol oynadığı düşüncesinin)
[9] bugün artık ilmî bir kıymeti olmadığı, kültürleşme veya
medenîleşme eğiliminin daha ziyâde millî kültür unsurlarının (dil,
din, gelenek, davranış vb.) bir nesilden ötekine aktarılması
işleminden ibaret aile terbiyesi ve umûmî eğitim ile ilgili
bulunduğu anlaşılmış[10], böylece üstün ırk, geri ve kabiliyetsiz
ırk gibi bir tasnifin yanlışlığı ortaya konmuştur. Fakat yine de
milletleri birbirinden ayıran bir soy faktörünün varlığı inkâr
edilememiştir. Nitekim De Lapouge ve D. Ammon gibi sosyologlar
fizikî yapı ve hayat şartları yönünden binlerce kişi üzerinde
yaptıkları tecrübe ve müşahedelerde bazı soy özelliklerinin babadan
evlâda geçtiği, soylar arası karışmalarda, toplulukların karakter
değişikliğine uğradığı neticesine varmışlardır. Nüfûs hareketlerini
inceleyen A. Coste da sosyal hâdise, teşkilât, din ve ekonomik
problemlerin ilgili topluluğun damgasını taşıdığını
belirtmiştir[11]. Millet dediğimiz topluluklar, atalarından
devraldıkları millî kültür verasetine eklenen biyolojik kalıtımlar
sayesinde ayrı "kişilik"ler kazanmakladırlar. Yüzyıllardanberi
yanyana yaşamakta olan sınır komşusu milletleri bile birbirinden
ayıran başlıca faktör de bu "kişilik" farklılığıdır. O hâlde, kültür
ve medeniyet konusunda soydan gelen "millî seciye"ye de kuvvetli bir
tesir payı tanınması icap etmektedir.
Kültür bakımından insan unsurunun
diğer bir cephesi de şahsî davranış, yâni ferdî psikolojidir. Sosyal
hayatın oluş ve gidişinde çevrede "biyolojik" tesirlerin rol
oynadığını, fakat asıl faktörün insanın duyguları ve iç tepkileri
olduğunu, kültürün gelişmesinde zekânın faal bir durumu bulunduğunu
söyleyen Ch. A. Ellwood[12]'dan ve "içtimaî hâdiseler arzu, istek ve
eğilimlere dayanan ferdî psikolojik faaliyetlerin, karşılıklı
etkileri neticesidir" diyen G. Tarde dan sonra, bu sahada en kesin
gibi görünen sonuca, H. A. Maslow tarafından çeşitli gruplara mensup
fertler arasında yapılan uzun araştırmalar neticesinde varılmıştır
denebilir. Bu denemeler insanın bir takım ihtiyaçların tesirinde
olduğunu ve bu ihtiyaç'ların insanı harekete, faaliyete sevk etlen "iticilik"
( Motivation) gücü taşıdığını göstermiştir.
c- Molivation nazariyesi
Maslow' un araştırmalarına göre, insanın "ihtiyaçları" ehemmiyet
sırası ile şunlardır:
1.Fizyolojik: Hayat için gerekli maddeler(su, şeker, tuz, protein,
kalsitim, oksijen vb.). Beden bunlardan herhangi birinde eksiklik
hissederse, insan derhal o ihtiyacı karşılamaya girişir.
Aç olan insanın bütün zihnî melekeleri (şuur, idrak, muhakeme) karın
doyurma çareleri üzerinde toplanır, başka şey düşünülmez olur. Böyle
bir insan ekmeğe kavuşunca artık hiçbir arzusu olmayacağını sanır.
Fakat doğru değildir.
Bu ilk fizyolojik ihtiyaç giderilir giderilmez aynı insan ikinci "ihtiyaç"ı
duymaya başlar.
2.Emniyet: Bu defa insan korunma (can güvenliği, barınak vb.)
yollarını arayan bir makine hâline gelir (yetişkin kimselerde
oldukça örtülü durumda görünen bu ihtiyaç çocuklarda ve ilk gençlik
çağındakilerde çok belirlidir).Topluluk hayatında meydana çıkan
teşkilâtlanmalar, nüfuzlu kimselerin himayesine sığınma, huzur
sağlamağa yönelik fikrî, felsefî akımlar vb. "emniyet ihtiyacından
doğan faaliyet sahalarıdır.
3.Sevgi ihtiyacı (dost, arkadaş, sevgili edinme).
4.İtibar (çevrede takdir görme, şöhrete ulaşma). Bu ihtiyaç insanı
cemiyette ehliyet sahibi olma, güç kazanma, kendini çevresine kabul
ettirme faaliyetine sevk eder.
5."Kendini gerçekleştirme" ihtiyacı.
Sayılan ilk dört ihtiyaç safhasında tatmin edilmiş duruma
yükselmekle beraber insan, eğer psikolojik arzularını yerine
getiremiyor, ferdî kaabiliyetinin icaplarını ortaya koyamıyorsa yine
memnun değildir; "ihtiyaç" içindedir. Meselâ edebî duygusu kuvvetli
ise şiir, roman, hikâye, piyes yazmalı; sese karşı hassas ise müzik
eserleri bestelemeli, bir enstrüman çalmalı; san'atı cazip buluyorsa,
resim, heykel, mimarî ile meşgul olmalı; teknik ile ilgili ise
icatlar yapmalı; zihnî kapasitesi elverişli ise felsefe, ilim ile
uğraşmalıdır. "Kendini gerçekleştirme" ihtiyacının giderilmesinde
bir şahsın, gayesinin şart ve imkânlarına sahip bulunup bulunmaması
önemli değildir, diyen Maslovv'a göre, insan hedefine varmak için
kendini devamlı şekilde "bilme ve anlama" gayretleri ile takviye
etmek ihitiyacındadır. İşte bu, yüksek kültüre yöneliş ve
ilerleyiştir[13]. İhtiyaçlardan herbirinin yüzde yüz tatmininin şart
olmadığı, bir ihtiyacın yarıdan fazlası giderilince, ondan sonraki
ihtiyacın hissedilmeğe başlandığı Maslow tarafından teshil
edilmiştir.
Motivation nazariyesinden şu sonuçları çıkarmak mümkündür:
Hangi şart altında ve nerede olursa olsun, sıralanan "ihtiyaç"ları
karşılayabilen herhangi bir fert kültür yaratma iktidarındadır.
İnsanları hiçbirşey düşünmeyecek duruma sokmak için fizyolojik
ihtiyacı temininden uzak tutmak kafidir.
Sun'i yoldan da olsa bir terör havasının baskısı altına alınan
insanlar –daha yüksek seviyedeki sevgi ihtiyacı gibi beşer ve itibar
ihtiyacı gibi sosyal tatminleri hatıra getirmeyecekleri için-
kolayca her emre boyun eğen "sürü"ler haline gelebilir.
Maslow'un belirttiğine göre, dördüncü sırada yer alan "itibar"
ihtiyacının karşılanması "hürriyet"i gerektirmektedir. Zira insan
ancak bu safhada hürriyetin lüzümunu anlamakta ve –topluluk
ölçüsünde ele alındığı taktide- bu anlayış, siyasi istiklal arzusu
olarak ortaya çıkmaktadır
Psikoloji tecrübe ve araştırmanın ortaya koyduğu bu netice ile
sosyolojinin vardığı sonuç arasındaki yakınlık dikkat çekicidir.
Sorokin de medeniyetin doğması için "hürrüyet"in şart olduğunu ileri
sürmüştü. Ayrıca onun "her kültür sistemini önce zihinde
tasarlandığı" görüşü ile "Motivation"un beşinci ihtiyaç safhasında
tespit edilen hususa uygun göstermektedir.
4.Son ihtiyaç safhasında her insanın kendi kültür çevresini
aşamayacağı, ortaya konacak her kültürel gelişmenin milli kültr
çizgisinde gerçekleşeceği unutulmamalıdır ki, burada "cemiyet"in
rolü ortaya çıkar.
d- Cemiyet
Kültür unsuru, bir topluluk içinde ortaklaşa değer vasfını kazanan
ürünler ve davranışlar olduğuna göre, fertlerin ortaya koyduğu
kültür belirtilerinin cemiyet tarafından kabul edilmesi lazımdır. Bu
itibarla kültürlerin doğup gelişmesinde cemiyetin tesiri kendisidir.
G. Trade'ın "taklid nazariyesi" bu noktayı açıkça belirtmektedir.
Burada, topluluktaki karşılıklı sosyal münasebetler önemli rol oynar;
aslı kültürle gelişmeyi fikir, görüş alışverişi sağlamakta,
değerlerin cemiyetçe benimsenmesi, ayrıca kültür birikimlerinin
gelecek nesillere aktarılmesı böylece mümkün olmaktadır. Sorokin'in
dediği üzere, medeniyetler ölümsüzlüğe bu yol ile ulaşır. Bir kültür
sisteminde unsurlar artık şahısların münferit taktir ve davranışları
olmaktan çıkmış, binlerce, yüzbinlerce insandan kurulu cemiyetin
malı haline gelmiştir.. Dolayısıyla, böyle gelişen bir kültür
bütününde fertler düşünce ve tutumlarını cemiyetin benimsediği
çizgiye göre ayarlamak zorundadır. İşte bu, cemiyetin kontrol
gücüdür. Cemiyet, kültür konusunda kendiliğinden "ayırt edici" bir
organ gibi, yeni değerler karşısında hassaslaşarak, kendi yapısına,
seciyesine, umumi telakkilerine uygun düşünenleri kabul, aykırı
olanları reddetmektedir. Kültürler, topluluklardaki dikkat çekici bu
sosyal olgu sayesindedir ki, karakterlerini bozmayan, mevcut
değerlerlerle ahenkli şekilde yaşamağa elverişli yeni davranış ve
ürünlerle aşılanıp canlanarak varlıklarını devam ettirirler.
Milletlerin örf ve adetleri, ana-kültür kalıbına aykırı düşmediği
için yeni katkılarla asıl karakterinden bir şey kaybetmeksizin
hayatiyetini sürdürmeği başaran kültür birikimleridir.[14] Görülüyor
ki, örf ve adetler, bazılarınca sanıldığı gibi taşlanmış, donmuş
tutum ve davranışlar olmayıp, yenilenmelere tabidir ve ancak bozucu,
karakter değiştrici ahlaki, dini, hukuki, vb. dış kültürel
müdahalelere karşı cemiyette adeta bir emniyet subapı durumundadır.
Daha ziyade, tanınmış sosyolog E. Durkheim tarafından ısrarla müdafa
edilen, topluluk hayatının bütün cephelerinde "cemiyet"in kesin
hüküm sahibi olduğu ve fonksiyonun "cemiyet"te bulunduğu
düşüncesinin coğrafi çevre, ırki seciye ve psikolojik alanlarında
son yarım asırdaki ilmi araştırmalarla çok şey kaybettiği
görülmektedir. Bugün kültür ve ortak medeniyet tek yanlı değil,
sayılan türlü açılardan ele alınarak incelenmektedir. Burada,
gerekli şartlar mevcut olduğu taktirde herhangi bir yerde, herhangi
bir insanın kültür değeri koyabileceği hususunda Motivation
teorisini hatırlatarak, Türklerin de, fert veya topluluk olarak, bu
kaidenin dışında kalmasının düşünülemeyeceğini belirtmek ve mili
Türk kültürünün tespit ve izahında; coğrafi çevre başta olmak üzere,
eski Türk topluluğunun "insan unsuru" bakımından özelliklerini ve
sosyal yapısında müşahade edilen hususiliğini hareket noktası yapmak
zaruretine işaret etmek yerinde olacaktır.
Dipnotlar
1- Danilevsky'nin asıl maksadının İslav dünyasını kın laı inak
okluğunu yukarıda söylemiştik.
2– A. Tonybee, ayn. esr., s. 60 vd.
3 - A. Toynbee, ayn. esr., V - VII. bölümler.
4- Bk. M. Gökberk, Kant ile Herder'in Tarih Anlayışları, s. 90-105.
5 - Sorokin'e göre ilmî, felsefî veya ahlâkî, estetik, teknolojik
sistemler önce yaratıcısının kafasında tasarlanır, sonra o tasarı
objektifleşir, yâni meselâ bir kâğıda yazılır veya bir taşa işlenir
vb.
6 - Sosyal Değişmeler, s. 26
7 - Tafsilen bk. Kösemihal, Sosyoloji Tarihi, s. 32-38. Coğrafî
durum ve iklim şartlarının insan luıyıılı üzerindeki tesirleri
meselesi hakkındaki düşünceler oldukça eski tarihlerde başlıyor
goıünnuklı diı. Büyük İslâm tarih felsefecisi İbn Haldun
Unvân'ül-İber adlı tarih kitabının ünlü "Mukaddime" (önsöz)sinde
eski Grek coğrafyacısı Ptolemaios'un eserinden (yazılışı, M. 160-170
arası) ve lu/ı İslâm coğrafyacılarından faydalanarak yeryüzünü aş.
yk. Ekvator'dan itibaren kuzey yarı küresini doğu-batı istikametinde
7 iklime ayırmış, bu iklimlerin herbirini 10'ar bölgeye bölerek,
doğrudan doğruya coğrafî durum ve iklimin tesirleri altında yaşayış
ve kültürlerini tanzim ettiklerini ilen sürdüğü her bölgedeki insan
gruplarının zihnî faaliyet ve karakterini çizmeğe çalışmıştır (bk
İbn 1 laldûn, Mukaddime, Türk. terc./M. E. B. Şark-İslâm Klasikleri
Serisi, I, s. 106-227; ayrıca bk, / F. Kındıkoğlu, İçtimaiyat II.
Metodoloji Nazariyeleri, s. 91-100). Bu sebeple İbn Haldun, ırkların
doğuşunda, ahlâk ve seciyenin çeşitliliğinde en büyük faktörün
iklimler olduğunu söyleyen "ddU ı minist" bir tarih felsefecisi
olarak bilinir. Tabiî fizikî çevre faktörü için son olarak bk. A.
Kul Ikıııı, Fındıkoğlu Armağanı, s. 149 vd.
8 - Bk. not 11. (Toynbee, eserinin gösterilen yerinde şunu da
belirtmektedir: Avrasya bozkırlarındı hareketli bir hayat müşahede
olunmuş iken, aynı besicilik ve çobanlığa çok elverişli olan mesel»
Kuzey Amerika çayırlıklarında ve Avusturalya mer'alarında neden
benzer beşerî faaliyetin p,» rülmemiştir?).
9 - Batıda biyoloji bilgini Linnaeus (1770'ler) ile kendini gösteren
bu hareket, geçen asırda Comlc dr Gobineau'nun "tnsan ırkları
arasında eşitsizlik" (L'Essai sur I'ine'galite' des races humaints,
Parlı 18.15) adlı eıeri ile ideolojiye bürünmeğe başlamıştı.
10 - Beyaz ırkın üstünlüğü hükmüne dayalı ünlü "Aryanizm" teorisinin
tenkidi için tafsilen bk. S. M. Aı sal, Milliyet Duygusunun
Sosyolojik Esasları, s. 27-40; A. Toynbee, ayn. esr., s. 50, 55.
11 - Tafsilen bk. N. Ş. Kösemihal ayn. esr., s. 49-74. Biyolojik
faktör için son olarak bk. A. Kurtkan, aynı yer, s. 147. Tanınmış
sosyolog V. F. Pareto (ölm. 1923)'ya göre de, "sosyal organizasyon,
fertlere etkili olduğu gibi, bir cemiyetteki üyelerin karakteri
sosyal organizasyona tesir eder", ayn. esr., s.328 vd.
12 - N, Ş. Kösemihal, ayn. esr., s. 128 vd., 133 vd.
13 - Tafsilen bk. A. II Maslovv, "A Tlıcory ol Human Motivation",
Psychological Review, Sayı 50, s 370-390; Ayrıca, M, Turhan,ayn. esr.,
s. 37 vd. Fındıkoğlu Armağanı, s.219-22
14-Örf-adet ve bid'at meselelerin en iyi açıklaması için bk. Z.
Gökalp, Örf Nedir*, s. 118-121. Levy-Bruhl tarafından kurulan
"Science des moeurs" (örf-adetler ilmi) için bk. N.Ş. Kösemihal ,
ayn, eser., s. 260-265
|
|