|
Medeniyetlerin
Menşei Hakkında Nazarıyeler
a- Evolution
(gelişme, tekâmül) nazariyesi b- Diffusion
(yayılma, intişar) nazariyesi c- "Yüksek
Kültür" nazariyesi d- "Ana kültür kalıbı"
nazariyesi
a- Evolution (gelişme,
tekâmül) nazariyesi
Bu teoride medeniyetin, vahşet devirlerinden zamanımıza kadar
devamlı ilerleme kaydeden insan kültürünün mahsûlü olduğu,
ilerlemenin de basitten karmaşığa doğru düz bir çizgi hâlinde,
birbiri ile tutarlı merhaleler aşılmak suretiyle vukua geldiği iddia
edilmiştir. Buna göre, gelişmeye ayak uyduramadıkları için iki bin
yıl öncesi seviyede kalan günümüzdeki ibtidaî kavimlerin kültüründe,
ilk merhalelerin canlı izlerini görmek mümkündür. Yâni bunların
teşkilâtında, örf-âdetlerinde, inanç ve san'atlarında kadîm
medeniyetin ön hatıraları hâlâ mevcut bulunmaktadır[1]. Evolution
teorisi, insan ruhunun her yerde bir ve aynı olduğu düşüncesine
dayanmaktadır, dola-yısiyle çeşitli topluluklar eşit şartlar altında
aynı şeyleri vücuda getirmeğe, birbirine paralel şekilde düşünmeğe
ve aynı mahiyette keşifler ve icatlar yapmağa muktedirler. Bu
sebeple "paralelci"ler de denilen evolution nazariyesi
taraftarlarınca her kavimde ayrı ayrı meydana çıkan medeniyetler,
paralel şekilde, kendiliklerinden gelişip giderler.
Fakat bu görüş tenkitlere uğramıştır: Birçok sahalarda kültürel ve
sosyal ilerleme bir çizgi hâlinde ve aynı yönde gelişme
göstermemektedir; zaman zaman değişmeler, duraklamalar dikkati
çekecek kadar açıktır. Nazariyenin en zayıf tarafı, insanlık
tarihinde tek bir kültür türünün kabul edilmesidir. Halbuki aynı
kültür dünyanın her yerinde mevcut değildir; birçok kültürleri
vardır. Aralarındaki farklar bilhassa teknik âletlerde, din, san'at,
sosyal dayanışma gibi manevî alanlarda görünür. Bu itibarla "evolution"cuların
karmaşık kültür olgularını basitleştirmeleri doğru bulunmamıştır
[2].
Diffusion (yayılma, intişar)
nazariyesi
Bu teori insanlar arasındaki sosyal münasebet temeline dayanır. Gei
çekten en ibtidaî kavimlerin bile birbirleri ile daima temas hâlinde
okluklarına şüphe yoktur. Böylece medeniyet "yayılma" imkânına
kavuşmuştur, "Diffusion"cular da, esasta kültürde "gelişme"yi kabul
etmektedir, fakat bu "gelişme" sebebini, toplulukların karşılıklı
tesirlerine bağlamaktadırlar. Böylece bir kültürden ötekine sirayet
eden kültür unsurlarının kaynaklarını tâyin etmek üzere tarihe
başvurulduğu için bu nazariyeye "tarihçi ekof adı da verilir. Alman
bilgini A. Bastian ile başlayıp (1881), tanınmış etnolog, coğrafyacı
ve jeopolitikçi F. Ratzel'in "Völkerkunde" (I-III, 1885-1888) adlı
esen ile temeli atılan bu teorinin hareket noktası da insanların
taklit eğilimleri dir. "Diffusion"culara göre, insan her yerde
başkalarında gördüğünü kolayca alabilmekte, keşif ve icat gayretleri
ikinci plânda gelmektedir.
"Tarihçi ekol" mensupları iki gruba ayrılmışlardır: İngiliz
Diffusioncuları ve Viyana Diffusioncuları.
1. İngiliz Diffusioncuları
İngiliz grubunun başında yer alan G. Elliot Smith (ölm. 1937)'e göre
dünya medeniyetinin beşiği Mısır kıt'asıdır. Medeniyet yeryüzüne
oradan yayılmıştır. İddiaya göre, yüksek bir kültürün meydana
gelmesi için, buna el verişli bir çevreye ihtiyaç vardır; her yerde
"elverişli çevre" mevcut olmadığı için de "paralel" kültürler ortaya
koymak mümkün değildir; halbuki Mısır, medeniyetin yaratılmasına en
uygun imkânlara sahip bulunuyordu; nitekim medeniyet, bu kıt'aya
uzaklıklarına göre çeşitli bölgelerde gittikçe zayıfla maktadır vb...
İlk devirlerde insanların kültür adına ne varsa hepsinden mahrum bil
hâlde, âdeta maymundan farksız bir hayat sürdüğü düşüncesinden
hareke) eden G. E. Smith, medeniyetin ilk ışığını Nü nehrinde tesbit
ettiği kanaatin dedir: Bu nehir yılın belirli mevsiminde muntazaman
taşar ve mecrama çe kilirken verimli kil tabakası bırakır. Burada
kendiliğinden yabanî arpa yed şir. Nehrin taşması eski Mısırlı'ya
sulama tertibatının kurulması lüzumunu duyurmuş, arpanın zuhuru da
ziraat yapma fikrini vermiştir. Diğer taraftan, taşarı nehir
sularının kurak günler için muhafazası, çanak, çömlek yapımını ve
depolar inşâmı hatıra getirmiş, bu da bina ihtiyacını ortaya
koymuştur. Dolayısiyle ilk defa Mısır'da sabit meskenlerde oturan
çiftçi bir halk kütleli görünmüştür. Ayrıca, Nil'in hep aynı
mevsimde taşması da Mısırlıda zaman ve takvim fikrini uyandırmış,
antropoloji ve astronomi bu yolla ilerlemiş, bundan da, inanç
sistemi olarak Güneş kültü teşekkül etmiştir. Nil'in taşma zamanının
yaklaştığını ilân ederek halkı uyaran Firavun, halkın gözünde
ölümsüzlüğe yükselmiş, hâkimiyet telâkkisi böylece belirmiş ve
hükümdarın ebedîliği düşüncesi mumyaların, tapınak inşâmın, ölü
gömme törenlerinin ve bununla ilgili olarak musikinin meydana
gelmesine yol açmıştır[3].
G. E. Smith'den başka, W. J. Perry ve W. H. R. Rivers vb. gibi
taraftarlar[4] ve diğer kültür tarihçilerince medeniyeti "Mısırhlaştırma"
("Egyptioni-siiııtc") veya "Pan-Egyptologiste" teorisi diye ad
takılan bu nazariyenin elbet ki birçok eksik ve yanlış tarafları
vardır. Önce, zikredilen medeniyet belirtilerinin Mısır'da ne zaman
ortaya çıktığı ve hangi tarihlerde, nerelere kadar yayıldığı tesbit
edilememiştir. İkincisi, aslında megalitik (büyük taş) eserler inşâı
üzerine kurulu ve Güneş kültürüne dayalı bu "hanedan medeniyeti"nin
bütün Ön-Asya'yı, İndonezya adalarını ve Okyanus'u aşıp Amerika'ya
kadar uzandığı ve oradaki Mexico-Andien medeniyetine temel olduğu
iddiaları teori üzerinde şüpheler uyandırmıştır. Üstelik arkeolojik
keşiflerle de hayli yıpranan bu teori Mısır'da benzeri bulunmayan
Sümer çivi yazısı ile Fenike yazısını izah edememektedir[5]. Nihayet
Mısır medeniyetinin oldukça geç bir devre âit olduğu, yâni
yeryüzünde ondan da eski "kültür çevreleri"nin bulunduğu beyan
edilmiştir[6].
2. Viyana Diffusion'cuları (aşağıda görülecektir)
c- "Yüksek Kültür"
nazariyesi
Bu teoride topluluklardaki kültür ve tarih ortaklığı esas alınmakta
ve aralarında siyasî bağlantı ile dil birliği bulunan yerleşik
kütlelerin, aynı zamanda "medeniyet" kavramını ifade eden "yüksek
kültü"ü ortaya koydukları ileri sürülmektedir. Meselâ eski
Mısırlılar; Çinliler; Asur, Babil, Fenike, Kaide grubu bu suretle "kültür
ve tarih ortaklığına" dayanan tipte medeniyetler kurmuş
topluluklardır. Teorinin başlıca temsilcilerinden olan tanınmış Rus
Pan-İslâvist'i N.Y. Danilevsky (ölm.1885)[7] bu medeniyetin;
parçaları birbirine ve bütüne, bütünün de parçalarına bağlı bir "organizm"
teşkil ettiğini, organizm (canlı uzviyet) kadar sıkı şekilde
bütünlük gösterdiğini söylemiş, medeniyet unsurlarının da, tıpkı
organizm gibi, doğup, büyüyüp, olgunlaşıp, nihayet öldüklerini iddia
etmiştir. "Yüksek kültür" nazariyesinde, belirli topluluklar
arasındaki tarih ortaklığı ve kültür birliği (veya benzerliği)
hâlinin medeniyetlerin karakterini yansıttığı ve bu sebeple meselâ
eski Grek medeniyetinin estetik, Hind medeniyetinin dinî, Batı
medeniyetinin meka-nik-teknik vasıf taşıdığının tesbit edilebildiği
ileri sürülmüştür. Buna göre de, medeniyet ile sosyal sistem âdeta
ayrılmaz bir çift gibi düşünülmekte, diğer bir deyişle, her
medeniyet bir sosyo-kültürel bütün sayılmaktadır.
Bu teoriyi işleyenler arasında önemli yeri olan O. Spengler (ölm.
1936)[8] "yüksek kültür" tipi medeniyetleri birbirinden açık şekilde
ayırt eden bir takım "ana sembol"ler tesbitine çalışmıştır. Dediğine
göre, her medeniyet onun sahibi olan topluluk ile alâkalıdır, hattâ
bahis konusu sosyal grup (millet) ile ortaya koyduğu "yüksek kültür"
arasında tam bir aynîlik görmek bile mümkündür. Bu medeniyetleri
sembollerle ifadelendirmek gerekirse, Antik-çağ (Eski Yunan-Roma)
medeniyetine Apolloncu, Ortaçağ medeniyetine Büyücü, zamanımız Batı
medeniyetine Faustcu demek doğru olur: Apolloncu medeniyeti "hisli
insan vücudu", Faustcu medeniyeti ise "saf bir feza ile iradecilik"
karakterize eder. Spengler, bu "ana sembol"lerin her yüksek kültürde
çekirdek teşkil ettiği ve medeniyetin gelişmesinde birinci derecede
rol oynayan çekirdek muhtevasının bütün o medeniyet unsurlarında
mevcut olduğu iddiasındadır; dolayısiyle her yüksek kültürde yer
alan unsurlarla bütün arasında "manalı" bağlılık vardır. Ancak,
medeniyetlere birer başlangıç, oluş ve ölüm sınırları çizen ve
herbiri için bir yaşama süreci tâyinine çalışan Spengler'e göre,
böyle "yüksek kültür"ler daha ziyâde "devlet kisvesi"ne bürünmüş
milletlerde ortaya çıkar ve o devlet tarafından temsil edilir.
Çağımızın şöhretli tarih felsefecisi A. J. Toynbee[9](ölm. 1974)'nin
düşünceleri de yukarıdakilere yakındır. Avrupa'da Batı
medeniyetinden başka bir medeniyet tanımayan yaygın görüşe haklı
olarak karşı çıkan ve "medeniyeti Mısırlılaştırma" taraftarlarını da
tenkid eden Toynbee, bazı kuruluş ve tekniklerin cemiyetten cemiyete
intikalini tabiî saymakla beraber, çeşitli toplulukların, zaman
içinde yokluğunu hissettikleri bazı ihtiyaç madde ve âletlerini
kendi fikrî faaliyetleri neticesinde keşf etmeye, aynı maksada
yö¬nelik buluşlar ortaya koymaya muktedir olduklarını,
dolayısiyle tek bir merkeze bağlı kalmaksızın benzer kültür
değerlerinin meydana çıktığını belirtmiştir[10]. Ancak, esasta "yüksek
kültür" teorisi izinde yürüyen Toynbee, medeniyet ile sosyal grup (topluluk,
millet) arasında ayrılmazlık, aynîlik kabul ederek ve incelemeğe
çalıştığı bütün insanlık tarihini bu açıdan değerlendirerek başlı
başına birer "bütün" gibi gördüğü 20'den fazla "medeniyet" tesbit
etmiştir. Bilhassa din unsurunu başlıca kültür faktörü olarak aldığı
sezilen Toynbee, medeniyeti "Bütün sosyal, siyasî, iktisadî
faaliyetler ve manevî unsurların tek bir sosyal bütün içinde
koordine edilmiş olma durumu" diye tarif ettiği hâlde, tarihte,
yerleşik ve "devlet kisvesi"ne bürünmüş hissini uyandıran, din
cephesi çok belirli topluluklar dışındakileri "yüksek kültür"e lâyık
görmemiştir.
Anlaşılmaktadır ki, bu teori taraftarları:
1. Yüksek kültür veya medeniyet dedikleri şeyi gerçek bir bütün
olarak kabul etmektedirler.
2. Belirli karakter taşıdığını ileri sürdükleri yüksek kültür veya
medeniyetleri belirli sosyal gruplara bağlamaktadırlar.
3. Medeniyetleri belirli "sosyal gruplar"la kaaim saydıklarından, "yüksek
kültür"lerin de ilgili topluluklarla birlikte nihayet bulduğunu
düşünmektedirler.
Bundan dolayı "yüksek küllin" nazariyesine "kapalı medeniyet"
teorisi ile denilmektedir[11].
d- "Ana kültür kalıbı" nazariyesi
Buna "kültür-proto-tipleri" teorisi adı da verilir. Çünkü, buna göre,
tarihin her çağında herhangi bir topluluk veya millet belirli bir
kültür ilk tipinin veya anakültür kalıbının taşıyıcısı olabilir.
Ancak kültür prototipi, taşıyıcısı ile mâhiyet aynılığı içinde
olmayıp, ondan başka bir varlık hâlinde mevcudiyetini muhafaza eder.
Belirli bir anakültür kalıbının tarih boyunca çeşitli sosyal
gruplarla birleşmiş olması da bunu gösterir. Meselâ eski Yunan ve
Roma cemiyetleri nihayete ermiş, fakat onların kültür sistemi birçok
unsur lan ile, "kültür değerleri" olarak yaşamağa devam etmiştir:
Felsefe, resim, heykel, mimarî, müzik vb. Demek ki, "ana kültür
kahbı"nın veya kültür prototipinin değerleri, daha sonra, başka
toplulukların iç âhenkleri ile uyuşarak gelişebilmekte ve farklı
kültür sistemleri içine sirayet ederek "sosyal ve manevî gerçeklere
oturma" esnekliği ölçüsünde yeni kültürün unsurları ile tu (arlılık
kazanmakta ve yaşamaktadırlar. Böylece, belirli medeniyetleri
belirli sosyal gruplara bağlamayan, kültür bütünlerinin
topluluklardan mültl kil olduklarını ileri süren bu görüşe "açık
medeniyet teorisi" de denir. Açık medeniyet teorisinin tesbit ettiği
esaslardan biri de "medeniyet" adını verdiğimiz sosyal belirtinin "vahdetli
bir bütün olmayıp", birbirinden farklı birçok kültür değerlerinin,
ahenk içinde, bir araya gelmesinden doğduğu düşünce sidir[12] ki,
kültürlerin gelişmesi ve medeniyetlerin kuruluşuna dâir baş taraftı
verdiğimiz izahata uyar.
Medeniyetin mâhiyeti konusunda elde edilen yukarıdaki sonuçlar en
iyi şekilde çağdaş sosyolog P. A. Sorokin tarafından pekiştirilmiş
görünmektedir. "Yüksek kültür" veya "kapalı medeniyet" teorisini
şiddetle tenkid ederek, medeniyetler "vahdef"li sistemler midir,
yoksa kültür yığınları mı? sorusunu cevaplandırırken, bizzat
Danilevsky, Spengler ve Toynbee'nin verdikleri tarihî örnekleri ele
alan; biraz daha ayrıntıya inerek, Antikçağ medeniyetinden başka,
Asur, Bâbil kültürlerinin bile türlü kültür unsurlarını ihtiva
ettiğini, bunların hiçbiri için "vahdef"in bahis konusu
olamayacağını belirten ve zamanımız Batı medeniyetindeki bazı
felsefî, fikrî, estetik, teknik unsurların ve davranışların
Antik-çağdaki köklerini şahit göstererek ebedî kültür değerlerinin
daima canlı kaldıklarını; bu itibarla medeniyetlerin bu ölümsüzlüğü
karşısında, "kapalı medeniyet" müdafaacısı yukarıdaki üç düşünürü "medeniyet
mezarcıları" olarak vasıflandırmakta haklı bulunduğunu söyleyen
Sorokin, kendi nazariyesini; 1. kültür yığını, 2. kültür yarıyığını,
3. millî birlik, 4. mânalı millî birlik şekillerine dayalı "süper
sistem"ler olarak kurmuştur[13]. Oldukça güç anlaşılmakla ve pek
tabiî bazı itirazları davet etmekle beraber[14] Sorokin, kültür
anlayışı ve medeniyet olgusunun tahlilinde tarihî ve sosyal
gerçeklere parmak basmış görünmektedir.
Dipnotlar:
1– Bk. Bu nazariyenin başlıca temsilcisi: A. L. F. Pitt-Rivers, The
Evolution ofCulture, Oxford 1916
2 – Tafsilen bk. M. Turhan, ayn.esr., s. 4 vd.
3 - Tafsilen bk. G.E. Smith, İn the Beginning The Origin of
Civilisation; ayn. müell., Human History, s. 181, 267-297; M. Turhan,
ayn. esr., s. 7 vd.
4 - İngiliz Diffusioncuları için bk. R. H. Lowie, The History of
Etnological Theory, s. 156-176.
5 - Buna başta "run" tipi yazı olmak üzere diğerleri de ilâve
edilebilir.
6 – Bk. aş. "Viyana ekolü". Bununla beraber, medeniyetin tek bir
bölgeden cihana yayıldığı tarzındaki Diffusioncu görüşün
müdafaacıları henüz vardır. Ancak medeniyetin çıkış noktası
değiştirilmiş, Mısır yerine Mezopotamya konulmuştur. Buna göre, ilk
tarıma geçen topluluk Sümerlerdir ki, yerleşme sahaları olan
Dicle-Fırat nehirleri arasında taşkınlara karşı yapılan sedler ve
sulama kanalları vb. dolayısiyle, yerleşik nüfus arasında beliren
bir nev'i iş-bölümü ilk medeniyet ışığı olmuştur. Bu medeniyet, Nil,
İndus vb. gibi nehir bölgelerine ve sonra dünyaya yayılmıştır.
İddiaya göre, birçok yerlerde medeniyetin çeşitli türlerde görünmesi,
bölgenin ve halkın kendi özel du-ı ulularından ileri gelmektedir (Tafsilen
bk. W. H. Mc Neill,>1 World History, New York 1967. Sümerlerden çok
daha eski devirlerde "medeniyef'in 4 merkezinden biri: Yakın-Doğu,
bk. P. L. Zambotti, Les origines et la diffusion defa civilisation,
Paris 1949). Ancak nehir kıyılarını ve büyük vAdıleıi temel alan bu
görüşe de karşı çıkılmış ve haklı olarak, eski çağlarda, meselâ
Mısır ve Mezopotamya ile aynı iklim şartlarındaki Rio Grande,
Colorado River bölgelerinde (Birleşik Amerika'da), yine Akdiniz
adaları ile benzer çevreye sahip meselâ Japon adalarında neden
medeniyetlerin görünmediği sorulmuştur. (Bk A. Toynbee,A. Study of
History (Abridged), s. 57 vd.).
7 - N. Y. Danilevsky (Eseri "Rusya ve Avrupa" 1869) daha ziyade,
kendi zamanında siyâsî ve kültürel dağınıklık içinde yaşayan İslâv
kavimlerini, Rusya'nın liderliği altında toplayıp birleştirmek
mak-Hdim hizmet eden bu "teori"si ile Pan-İslavizm (İslâv
birliği).hareketinin fikriyatını besleyen çok tesirli düşünürlerden
biri olmuştur (Tafsilen bk. A. N. Kurat, Panslavizm, s. 265-278).
8 – Başlıca eseri, Der untergang des Abendlandes, Heidelberg 1922.
9 - En mühim eseri olan, A Stıtdy of Histoıy (I-X, 1934-1954) adlı
kitabın bir cilt hâlinde kısaltılmış şekli: A. J. Toynbee, A Study
of Histoıy / Abridged idition / London 1962. " A 15
10 - Study of History, Abridged, s. 40 d.
11 - Tafsilen bk. Sorokin - Toynbee, Sosyal Değişmeler Üzerine
Denemeler, s. 2-6; M. Eröz, ayn. esr., s, 90-94. Bunların kanaatine
göre bir medeniyetin hayatı, temsil ettiği topluluğun dağılması veya
siyâsî istiklâlin sona ermesi ile kapanır; başka bir medeniyet ise,
diğer bir topluluğun tarih sahne sinde görünmesi ile başlar. Nitekim
Toynbee, dünya tarihinde tesbit ettiği medeniyetlerden İd lıı
nesinin "ölmüş" olduğu, geri kalan 5'inin de Batı medeniyeti
tarafından yok edilme tehlikelim düştüğü, hattâ Batı medeniyetinin
bile buhranlı bir devreye girdiği görüşündedir (A. Tonybee, ayn. esr.,
s. 15-35). Bu endişesinden dolayı Toynbee, birçok yerlerde, bu arada
memleketimizde verdiği konferanslarda Batı'nın kurtarılması için
dine (Hıristiyanlık) önem verilmesi gm-klip.ıııı belirtmigtir. Bu
bakımdan Danilevsky'nin Batı Avrupa'nın can çekiştiği (onun
vazifesini İslâv dünyalının üzerine alması gerektiği) iddiası ile
Spengler'in eserinin "Batının Çöküşü" adını lıifi ması, manalıdır.
12 - Sehubart, Schwcitzer, Northrop, Kroeber ve Sorokin
taraflarından temsil edilen bu görüş için tafsilen bk. Sosyal
Değişmeler, s. 4 vd.
13 - P, A. Sorokin, Sociotogical Theories of Today, 1966; ayrıca bk.
Sosyal Değişmeler, s. 1-19
14 - 20 vd. M
|
|