Kapadokya: Kirsehir-Nevsehir-Aksaray-Kayseri-Nigde
Hitit ve Frig mitolojisinde Kapadokya Nevsehir bölgesi volkan tanrilarinin
olusturdugu, yagmur ve rüzgar tanrilarinin yumusak ve sihirli ellerinde
biçimlendirdigi, doganin yazip çizdigi ve bize bahsettigi büyülü bir
masaldir. Doga ve tarihin Dünyada en güzel bütünlestigi yerdir.
Cografik olaylar Peribacalarini olustururken, tarihi süreçte, insanlar da,
bu peribacalarinin içlerine konut oymus, kilise oymus ve fresklerle süsleyerek,
binlerce yillik yasli medeniyetlerin izlerini tasimistir günümüze. Bu
akilalmaz kültür hazinesini kurtarabilmek, baskalarina kaptirmamak için
Miletli Thales bile, Lidya Krali'nin Pers istilalarina karsi koyabilmek için,
Kizilirmak’i (Halys) ikiye bölerek orduyu karsiya geçirmis ve tarihteki ilk
bilimsel hesaplarini yine buralarda gerçeklestirmistir. Nevsehir Kapodokya’nin
baskentidir. Ancak, Kapodokya'nin sohreti günümüzde öylesine artmis ve
sinirlarindan öylesine tasmistir ki, Nevsehir'in adi Kapadokya'nin içinde
kaybolmaya yüz tutmustur. Bu nedenle burada, Nevsehir bölgesinin
tarihi-kültürel konumu bütünündeki yerini sunmayi amaçladik.
Avanos, Zelve, Göreme çevresinin tabii güzellikleri ve kültürel
zenginlikleri yüzyillar boyunca tarih yazarlarinin ve seyyahlarinin ilgisini
çekmistir. Kapadokya Persler döneminde "Katpatuka" adiyla anilmaya
baslamis ve Katpatukka iyi at yetistirilen bölge anlamina gelmistir. Ancak
kelimenin Hatti, Luvit, Hitit ve Asurlu oldugu tartismasi hala gündemdedir. Bu
alanda at ve atçilikla ilgili kaynaklar da mevcuttur. Büyük Devlet zamaninda
da (M.Ö 1460-1190), Hititler at yetistirmeye büyük onem veriyorlardi. Bu
maksat için Mitanni memleketinden uzman at yetistiricileri getirttikleri ve
onlarin tavsiyelerini tabletlere yazdirarak kusaktan kusaga naklini
sagladiklarini anliyoruz. Gerçekten de Bogazköy Devlet arsivi arasinda Kikkuli
isminde Mittanili genç bir at yetistirme uzmani tarafindan yazilmis bir eser
ele geçmistir.
Xenophon M.Ö. 401'de Amasya’li Strabon M.S. 18 yillarinda, Nissa'li
Gregoir M.S. 334-394'te ve yine Maçan'li (Göremeli) genç bagci (M.S 495-515)
bize, yöre tarihi hakkinda önemli yazilar birakmislardir. Fransa Kraliyet
Sarayi tarafindan Akdeniz ülkelerine geziler yapmakla görevlendirilen Paul
Lucas da bu ilginç bölgeyi seyahatnamesinde yakin dönem Avrupasi’na tanitan
ilk kisidir.
Kapadokya'dan Izlenimler
Dogu ülkelerinde, incelemeler yapmak üzere Fransa Krali XIV. Louis
tarafindan görevlendirilen Paul Lucas, Agustos 1705’de, Ankara'dan Kayseri'ye
giderken, Avanos ve Ürgüp çevresine geldiginde hayretler içinde kalir.
Bölgenin adeta bir masal ülkesini andiran jeolojik yapisi, özellikle içinde
insanlarin yasadigi ilginç kaya mekanlari, kiliseler ve içlerinin renkli
dünyasi onu saskina çevirir.
Paul Lucas
Lucas, memleketine döndükten sonra, gezi notlarini iki ciltlik bir
seyahatname halinde 1712'de Paris’de yayinlar; Kapodokya bölgesinde
gördüklerini, hayal gücünü de katarak oldukça abartili bir anlatimla
tasvir ederken: "...Kizilirmak’in karsi kiyisindaki eski yapi
kalintilarini gördügümde, inanilmaz bir saskinliga düstüm. Bunlar çok
sayida hiç görülmemis piramitlerdi. ... Hepsinin içinde güzel bir kapisi,
yukari çikmak için güzel bir merdiveni ve tüm odalarin aydinlanmasini
saglamak için büyük pencereleri vardi. Tek bir kaya kütlesinin içine
üstüste oyulmus birçok daireden olusuyordu....Bunlarin sayisi iki ya da üç
yüz degil, iki binden fazlaydi. Ilk önce bu piramitlerin eski keşişlere ait
konutlar olabilecegini düsündüm. Gördügüm bu sekiller bana keşişlerin
basliklarini animsatti. Fakat daha sonra baska degisik sekillerin de oldugunu
farkettim." demektedir.
Bölgeden 1714 yilinda ikinci geçisinde de bu peri bacalarini "yok
olmus antik bir sehrin mezarligi" olarak nitelendirdi. Bunun üzerine Kral
XIV. Louis'in sarayinda büyük bir skandal patladi ve Paul Lucas'in yalancilik
hastaligina (mithomanie) yakalandigina inanmaya basladilar, hatta bunun için
Istanbul'daki Fransiz Büyükelçisi Comte Desalleurs'tan bu yöreye gidip Paul
Lucas'in dogruyu söyleyip söylemedigini arastirmasini istedi. Mr. le Comte
Desalleurs, olayin dogru oldugunu ve binlerce piramit seklinde yapinin
varoldugunu dogruladi. Seyahatname yayinlandiginda Avrupa kamuoyunda büyük
tartismalara yol açmistir. Gravürde görülen Ürgüp ve çevresi, o günün
Avrupas’i için oldukça uzak bir diyardir. Üstelik Lucas'in yöre hakkinda
verdigi bilgiler, Kapadokya konusunda antik kaynaklarda geçenlere de
uymamaktadir. Paul Lucas'in bu fantastik tasviri Bati’da büyük ilgi çekmis
ancak bazilarina inandirici gelmemis ve süphe ile karsilanmistir. Alman yazar
C.M. Wieland (1733-1814) elestirilerini su cümlelerle dile getirmistir: "Herhangi
eski bir yazarin kitabinda veya seyahatnamesinde en ufak bir bahsine
rastlamadigimiz bu denli çok sayıda ev biçiminde oyulmus piramidlerin
varligina inanmak imkansizdir."
Charles Texier
Ürgüp ve Göreme'nin daha gerçekçi tanimi ise bölgeye Lucas'tan yaklasik
130 yil sonra gelen Fransiz seyyah Charles Texier'e aittir. Fransa Hükümeti
tarafindan Anadolu'da arastirmalar yapmakla görevlendirilen bu ünlü mimar,
1833 ve 1837 yıllarindaki seyahatleri sırasinda Kapadokya bölgesini de
ayrintili bir sekilde ele almistir. Daha sonra Anadolu'daki gezi ve
incelemelerinin sonuçlarini alti ciltlik "Description de I'Asie Mineure..."
adli anitsal eserinde gravür ve planlariyla birlikte yayinlarken "...Doga,
hiçbir zaman kendini bir yabancinin gözlerine böylesine olaganüstü bir
sekilde sergilememistir. Dünyanin hiçbir bölgesinde böylesine sürekli ve
daha düssel bir tabii olay varoldugunu duymadim." demektedir.
W. F. Ainsworth
Lucas'tan sonra bölgeye, Avrupali seyyahlar 19. Yüzyilda daha çok bilimsel
amaçlarla araştirmalar yapmaya gelmisler ve bu degisik jeolojik yapi
karsisinda saskinliklarini gizleyememislerdir. Ingiliz Seyyah W.F. Ainsworth,
volkanik vadinin gerçek disi görünümünü şöyle aktarir: "Nehir
boyunca uzanan bir vadiden geçtikten sonra, kendimizi birden bire sonsuz bir
karmasa halinde çevreleyen koni ve sütun biçimli kayalardan olusan bir
ormanda bulduk. Çok eski ve büyük bir kentin harabelerini geziyor gibiydik.
Bazi koniler üstte büyük ve sekilsiz kaya parçalari tasiyordu."
W. J. Hamilton
1837 yili Temmuz'unda bölgeye gelen ünlü Inngiliz jeologlarindan W.J.
Hamilton "Kelimeler bu olaganüstü yörenin görünümünü anlatmaya
yetmemektedir" diyerek Texier'in görünüşüne katilmaktadir.
Feldmaresal Moltke
1838 Ekim'inde Prusyali ünlü Feldmaresal Moltke, Kayseri'den Nevsehir'e
giderken Ürgüp'e ugramis; "Dimdik ve magaralarla garip bir şekilde oyuk
oyuk olmuş bir kayaligin üzerindeki eski bir kale, kasabanin tepesinden
bakiyordu. Ürgüp'ün evleri tastan, son derece zarif yapilmistir...
Ürgüp'ün arkasindaki yayla baglarla örtülüdür ve derin vadilerle
bölünmüstür. Bunlarin yamaçlarinda eski duvar kagitlarda görülen resimler
gibi garip kaleler yükselir" diyerek yörenin karakteristik dokusuna
dikkat çekmektedir.
Texier'in 1862'de yayinlanan "asie Mineure" adli kitabinda kaya
kiliseleri ile ilgili bilgiler daha genis bir sekilde yer alir. 1864'te ise
Ingiliz mimar R.P. Pullan ile birlikte yayinladigi Bizans mimarisi ile ilgili
eserde Ürgüp ve çevresindeki kaya kiliseleri de ayrintili bir sekilde yer
almaktadir. Ingiliz W.J. Hamilton ise "Kelimeler bu olagan üstü yerin
görüntüsünü tasvir etmeye yeterli degildir " cümlesi ile hayranligi
belirtir. Bilimsel arastirmalar ve yayinlar 19. yüzilin sonlarinda baslamistir.
Kapadokya bölgesinin fiziki yapisinin analizi ve tarihi kaynaklarinin
tanitilmasi A.D. Mordtmann, W.M. Ramsey, J.R.S. Sterret ve Ch. Texier gibi bilim
adamlari tarafindan gerçeklestirilmistir. 1907-1912 yillarinda G. de
Jerphanion'in Kapadokya Kaya Kiliseleri adli anitsal eser, kaya kiliseleri,
manastirlar ve içindeki duvar fresklerini sanat tarihi açisindan sistematik
sekilde ele alan ilk büyük çalsmadir. 1958'de Fransiz Nicole Thierry ve
Catherine Jolivet rahip Jerphanion'un incelemesinde bulunmayan kiliseleri
nesrederek Kapadokyanın bugünkü söhretine erismesine yardimci olmustur.
Kapadokya'da İlk İnsan
İzleri
Bölgede paleolitik izlere rastlanmakla birlikte bu tür kültürlerin
tarihleri çok uzaga gitmemekte, belki son paleolitik dönemi temsil
etmektedirler. Her halûkarda günümüze dek ele geçen veriler bu yöndedir.
Bunun sebebi olarak da 'Würm' Buzulunun Anadolu platosunda uzun süre kalmis
olmasi ve bilhassa volkan patlamalarinin insan yerlesimlerine müsaade etmemis
oldugunu varsaymamiz gerekmektedir. Ancak tüm bu kanit eksikligine ragmen
Kapadokya bölgesinin nehir kiyilarinin ve tatli su kaynaklarinin bol oldugu
vadiler, ilk insan oturumlarina çok müsait dogal yasam kaynaklari sunmus
olduklari açiktir. Çogu kez metal kullanimina bile gerek duymadan (zira daha
sert bir tasla, örnegin obsidienle) kolaylikla oyulabilen tüf kayalarin
insanlara sicak konut teskil etmis olduklarini düsünmek de yanlis olmayacaktir.
Vadi kenarlarindaki yüksek kaya mekanlarin da korunmaya müsait oldugu açiktir.
Biliyoruz ki yüzbinlerce yil insan topluluklari meyva toplayiciligi, av ve
balik avciligi yaparak varliklarini sürdürmüsler ve suya olan hayati
bagimlilikdan dolayi da nehir kenarlarina yerleşmislerdir. Bu baglamda
Kizilirmak bu tarihi görevini kuskusuz sessizce yerine getirmistir. Ancak
bunlari kanitlayacak izlere rastlanmamasi Kapodokya'nin yasayan dogasinin sonucu;
zaman süreci içinde bu izlerin bir sonra gelenler tarafindan genisletilip
tekrar oturuma sahne olmasiyla silinmekte, yok olmaktadir. Bu nedenle Kapodokya
kaya mekanlari tarihlendirmek çok zor, hatta bazen imkansiz olmaktadir.
Kimler Geldi... Kimler Gecti...
-
Gelveri yakininda Kita Avrupa'si kültürleri ile de baglantili bir
prehistorik oldugu kadar Hitit döneminden de bölgede önemli yerlesimler ve
eserlerin yani sira, Ürgüp'ün 8 km. güneydogusunda Avla Tepesinde Ingiliz
arkeologlari paleolotik ve neolatik döneme ait tas aletler bulmuslardir. Ayni
sekilde Ankara Ingiliz Arkeolojisi Enstitüsü'nün 1964-1966 yillari arasinda
yaptigi prehistorik arastirmalar ortaya oldukça ilginç bulgular çikartmistir.
Ian Todd baskanliginda gerçeklestirilen bu yüzey arastirmalari sonucu, çogu
Nevsehir, Nigde, yöresinde olmak üzere Neolotik Dönem'den baslayan bir çok
yerlesme saptanmistir.
Igdeli Cesme, Acigol, Tatlarin
Nevsehir il sinirlari içinde kalan Igdeli Çesme, Acigöl, Tatlarin
kasabasinda çok büyük bir Neolitik çag yerlesimi bunlardan bazilaridir.
Acemhoyuk
Aksaray'in 18 km. kuzey batisinda Tuz Gölüne (Tatta) yakin Yesilova'da
yapilan Acemhöyük kazilari oldukça ilginçtir. Yapidaki buluntulari IV. yy.
sonu, VII. yy. ortasina iliskindir. Bizans yapilarinin altinda, düzenli
dizilmis evlerden olusan bir yerlesme ortaya çikarilmistir. Buluntulardan,
buranin tarimla ugrasan savunmasiz bir yerlesme oldugu anlasilmaktadir. Bizans
yerlesmesinden sonraki katin (III. kat) Roma Döneminden olmasi gerekirken,
Helenistik özellik tasiyan seramikler ve MÖ. I. yy ile MS. I. yy arasina
tarihlenebilir. Bunun altindaki yaklasik dört metrelik bir kültür kati da
yine Helenistik Dönem'e iliskindir. Dört mimari kattan olusan bu yerlesmelerin
hemen tümünde yangin, deprem izleri görülmektedir. IV. kat yerlesmesi
siddetli yanginla son bulmustur. V. katta ise üstlerine gelen bir seyden
korunmaya çalisan, kivrilmis iki yasli insan bedeni korkunç bir depremi çok
açik olarak anlatmaktadir. Yanginla yikilmis VII. katta da iki genç insanin
kivrilmis vücutlari bulunmustur. VIII. kattan sonra megaron planli evler
görülmeye baslar. XVI. katta dolma set üstüne oturan kerpiçten sur duvari
ortaya çikarilmistir. M.Ö. 600-500'e tarihlenen XVII. katta , geometrik
motifli, parlak al seramikler bulunmustur. XIX.-XXIV. katlar arasinda Hitit ve
Ilk Bronz Çag kültür kalintilari vardir. XIX. XX, XXII. katlarda basit
teknikle yapilmis sur kalintilari, Hitit geleneginden kaplar bulunmustur. M.Ö.
4000 yillarina kadar uzanan kalkolitik ve erken Bronz Çagi kalintilari düzenli
bir sekilde saptanmistir.
Haci
Bektas Hoyugu-Topakli Hoyuk
1968 yilinda Haci Bektas höyügu (Sulucakarahöyük) bölgede eski Hitit'ten
baslayarak Orta Hitit, Frig, Roma, Geç Roma ve Bizans izleri vermesi Topakli
Höyükte Italyanlar'in 1967'de baslattigi kazilarda Ilk Bronz Çag'dan Bizans
Dönemi'ne uzanan 24 mimari kat ortaya çikarilmis olmasi, Nevsehir yöresinin
çok eski bir oturum yeri oldugunu kanitlamaktadir.
Kultepe-Kanes-Avonos
Yerlesik hayata geçisten itibaren, yerlesim birimleri arasinda, temel
ihtiyaçlarin karsilanmasi için ticaret ve benzeri iliskiler dogmus ve ihtiyaç
duyulan temel maddelere sahip olan ve üreten birimler her devirde önemli
merkezler haline gelmistir. Eski Bronz Çagi (M.Ö.3200-1950) sonlarinda, Asurlu
tüccarlar Kizilirmak yayi içindeki bölgeye "Hatti Ülkesi" derlerdi.
Kuzey Mezopotamya'daki Asur sehri tüccarlari Iç Anadolu'da genis ve etkili bir
ticaret agi kurmuslardir. (M.Ö. 1950-1750) Bu ticaret aginin merkezi Kayseri
yakinindaki Kültepe-Kanes'dir. Biraktiklari onbinlerce pismis topraktan ticaret
mektuplarinda dokuz büyük ticaret merkezinin ve yüzlerce küçük sehrin
isimleri görülür. Bunlarin arasinda Nenessa'yi da görmekteyiz. Bunun yaninda
Aksaray'dan Kayseri'ye giden dogal ana yollardan birisi Kizilirmak kenaridir.
Hititler zamaninda iskân gördügüne dair bilgiler vardir. Ancak Asur
tabletleri bugün Nevsehir sinirlari içinde bulunan Avanos hakkinda degerli
tarihi kanitlari sunmakta ve Nevsehir bölgesinin tarihini Avanos'un tarihini
takip ederek bilebilmekteyiz.
Incesu-Aksaray-Konya-Bor-Nigde-Eregli
J.C. Gardin ve P.Garelli; M.Ö.19. yüzilin baslarina ait, Asurlular'in
ticaret yollarini incelerken, ticari sinirlarin Incesu, Aksaray, Konya, Bor,
Nigde ve Eregli bölgelerine kadar uzandigini tesbit ettiklerinde, Nenessa ve
Washania'nin bu bölgenin sinirlari içinde oldugunu gördüler. Ayrica
tabletler, iki Asurlu tüccarin Kanes'ten (Kayseri-Kültepe) Burushattum'a (Acemhöyük)
dört günde gitmek için sürekli Washania, Nenessa ve Ullama'da geçtiklerini
yazmaktadir. 1926'da da dilbilimcisi Emile Forrer, Bogazköy Hitit Kraliyet
Arsivleri'nde yaptigi arastirmalar sirasinda bir tablette Zu-Winassa sehrinin
adini okudu. Zu-Winassa Hitit, Nenessa Asur dilinde ayin sehri isaret ediyor
olmaliydi. Nenessa, (veya Nissa'li Gregoir'in bahsettigi St. Vanot) N.Therry'nin
çalismalarina göre Venessa ve Avanos'a dönüsmüstür. Osmanli belgelerinde
Avanos, "Enes, Uvenez, Evenez" olarak geçer.
M.Ö. 2000 yillarinda orta Anadolu'da sehir devletlerini görmekteyiz. Bu
devirde Hititler Orta Anadolu'ya yani Hatti ülkesine gelerek M.Ö. 1750
yillarinda hakimiyet kurmuslardir. M.Ö. 1200 yillarinda Trakya'dan gelen
kavimler ve Akdeniz-Ege kavimleri Homeros'un destanlarina konu olan Troia'ye
ezerek Hitit Imparatorlugu da yikmislardir. Anadolu bu istilalarla 400 yilllik
karanlik devre gömülmüs ve bölgeye Frigler sahip olmustur.
Bor-Tyana-Kemerhisar
M.Ö. 800 yillarinda Hitit Tabal kralliginin tekrar bölgede görüldügüne
tanik olmaktayiz. Tabal kralligi at yetistiriciligi ile söhret kazanmis ve M.Ö.
700 yillarinda ortadan kaldirilmistir. Bu kralligin merkezi Bor civarindaki
Tuvannadir (Tiana-Kemerhisar). Kapadokya bölgesinin ilk halklari Hattiler,
Luviler ve Hititler'di. Bu bölgede I.Ö. III. binyil sonuyla ikinci binyil
baslarinda Asurlular ticaret kolonileri kurmuslardi (Asur ticaret kolonileri
çagi). Kültepe'de (Kanes) bulunan ve "Kappadokia tabletleri" diye
adlandirilan Asurca çivi yazili tabletler (IÖ. ikinci binyil basi) Anadolu'nun
ilk yazili belgeleridir. Tabletler üzerinde yapilan çalismalar ve yazinin
okunmasi, bunlarin Asurlu tüccarlara ait oldugunu ortaya koydu. Dönemin
toplumsal ve siyasal yasamina isik tutan bu tabletler aslında ticari ve
ekonomik sözlesmelerdi. Bu belgelere göre bu dönemde Orta Anadolu'da, merkezi
bir yetkiye bagli olmayan, küçük yerel kralliklar, beylikler vardi. Bunlar
genellikle küçük bir bölgeyi ellerinde tutuyor ve baris içinde yasiyorlardi.
Kanes (Kultepe)-Hacibektas-Karaburna-Topada (Acigol)-Gulsehir-Zile
Dönemin en önemli kenti olan Kanes (Kültepe), Anadolu'daki ticaret
etkinliginin merkeziydi. MÖ. IX, yüzyilin ikinci yarisinda çok genisleyen
Tabal Kralligi bölgeyi tamamen ellerine geçirmislerdir. Hacibektas-Karaburna,
Topada (Acigöl), Gülsehir-Sivasa (Gökçetoprak) da çikan hiyeroglif kaya
yazitlari bunu göstermektedir.
Hitit Imparatorlugu'nun çekirdegini olusturan bölge daha sonra
Phrigialilar'in, Persler'in egemenlik alanina girdi. Bundan sonra bölge
Kimmerlerin, Iskitlerin istilasina ugramis, M.Ö.700 yy. dan hemen sonra Lidya,
Med ve Pers imparatorluklarinin egemenligine girmistir. VI. yy. dan itibaren
Nevsehir ve yöresinin Lidyalilarin egemenligine girdigini görüyoruz.
VI. yüzyilin ortalarinda Lidya krali Cresus, Pers ataklarini durdurmak için
Kizilirmnak'i geçer. (M.Ö. 575-546) Cresus'a irmagi asmanin çaresini
Miletoslu Thales göstermistir. Tarihçi Heredot bunu söyle anlatiyor; "O
sirada onun konak yerinde bulunan Thales, derin bir hendek kazdirdi, konak
yerinin üst yönüne dogru ve yarim ay biçiminde; öyle ki eski yatagindan
sapan irmak konak yerinin ters yönünden giriyor ve çevresini dolandiktan
sonra gene ilk yatagina dönüyordu; ve böylece ikiye bölünmüs olan irmagi
asmak daha kolay olmustu."
Bu savasta Creus'un yenilmesiyle yöre Perslerin (Ahamenid) eline geçer.
Persler, halki göçe zorlamadilar. Ancak, büyük topraklarin yönetimini Pers
kökenli asker-soylulara, halkin yerel dinsel önderlerine biraktilar. Buralarda
yerel kültür Pers kültürü kaynasti; Heradot Perslerin kültürel yapisini
ise söyle anlatir:
"Tanri heykeli, tapinak, sunak gibi seyleri yapmayi bilmezler;
kurbanlari dag baslarinda keserler ve Zeus dedikleri de tanrisal gök kubbedir.
Günese, aya, topraga, atese, suya ve rüzgara da kurban adarlar".
Persler'in ates kültü özellikle Kapadokya bölgesinde önem kazandi,
volkanik Argaios (Erciyes) dagi, bu kült için çok uygundu. Pers tanrilarinin,
diger dinlerin tanrilari gibi tam manada tapinaklari yoktu. Buna karsin kutsal
alanlari vardi; bölgeye serpilmis bir halde bulunan kutsal alanlar, çok sayida
atesgede tekkelerine bagli bulunuyorlardi. Yunan müellifleri bu kutsal alanlara
Pirhethee ve rahiplere de Piree yani atesyakici demislerdir. Zend dilinde bu
rahiplere Atharvan yani ates rahibi deniliyordu. Atesgedeler, kutsal alan
dahilinde yüksekçe bir yerde, içinde hiç sönmeden ates yanan kül ile
kapali bir tas kovuktan ibaretti. Arkalarina uzun beyaz roplar, baslarina
uçlari dudaklara kadar uzayan yün külahlar giyen Atarvanlar (mugrahip) her
gün ellerinde bir deste çali oldugu halde kutsal alana girer ve atesgedenin
dibinde bir saat kadar ilahi okurlardi. Bazan kurban olarak içkiler sunar,
yahut hayvan keserlerdi. Kurban takdim eden, bu is için tahtadan bir balyoz (billot)
kullaniyorlardi: "Demir istimali siddetli memû idi..."
Pers dilinin Kapadokya'daki kutsal alanlarindan en önemlisi Zela (Zile) idi.
Starbon Zela kutsal alaninin, adlarini Anaitis, Omanos ve Anadates diye
kaydettigi popüler üç tanriya hasredilmis oldugunu Ord.
Prof. Günaltay, özellikle belirtir. Perslerin atese tapma inançlari
Kapadokyalilar tarafindan kolaylikla kabul gördü. Bilhassa Persler inanç
kavramlarini destekleyen kusursuz bir cografyayla karsilastilar. Ates ve
volkanlarla kapli bu bölge inançlari için ideal bir manzara olusturuyordu. Bu
baglamda tarihçiler MS. IV. yüzyillara dek uzanan ates tanrisina adanmis
mabedlerin varligini açiga çikarmislardir..
Kapadokya Ismi
Persler zamaninda bölgeye "Kapadokya" denilmeye başlanmis ve
burada Kapadokya Satrapligi (eyaleti) tesis edilmistir. Pers döneminde
Kapadokyada hayvanciligin çok geliskin oldugunu ve yillik 360 talent vergi
olarak Perslerin 1500 at, 2000 katir, 50000 koyun aldiklarini bilmekteyiz.
Kiyilardaki ticaret ve para ekonomisine karsin, iç kesimlerde kapali bir kara
ticareti egemen oldu. Ekonomik olanaklari sinirli kalan Pers devleti, gücünü
giderek yitirdi. Ord. Prof Günaltay'a göre; "Iran fethi esnasinda,
münbit topraklar ordu ileri gelenlerine verilmis; köylüler topraga bagli
köle durumuna düsürülmüslerdi. Pers asilzadeleri, debdebeleri, av
eglenceleri, safahat hayatlari yüzünden servetlerini kaybedince köylülerini
Yunanli veya Romali esircilere satarlardi. Yalniz tapinaklarin köleleri (serf)
alinip satilamazlardi. Bu olaylar, pek eski zamanlarda yani Kültepe tabletleri
devrinde Mezopotamya'dan gelmis olan medeniyetin bu yüzden tamamiyle ortadan
kalkmis oldugunu pek güzel anlatmaktadir. Bu gibi sosyal facialar yüzünden
Kapadokyalilar milli geleneklerini unutmus, buna karsi Iyonya medeniyetini de
temessül edememislerdi."
Avanos ve Izlenimler
Makedonya krali genç Iskender, M.Ö 334 ve 331'de Pers ordularini ard arda
bozguna ugratarak büyük imparatorluğu çökertti. Bu huzur Makedonyali
Büyük Iskender'in (M.Ö. 333-323) dogu seferi ile son bulur ve bu huzursuzluk
Iskenderin generalleri ve onlarin mirasçilarinin sürekli savaslari ile devam
eder. Ilk tarihi bilgilerimize göre Avanos M.Ö.332 yilinda Büyük Iskender'in
tegmeni Eumenes tarafindan kurulmustur. Iskender'den sonra Kapodakya'da merkezi
Kayseri (Mazaka) olan Kapodakya Kralligi kurulmustur. Mazaka'daki Kapodakya
tahti birkaç kez eldegistirdi. Siyasal iktidardaki sürekli degisikliklerin
yani sira, bölgeyi istila edenlerin, her seferinde, ürünleri yagmalamalari ve
baski yapmalari Kapadokya halkini bezdirmisti. Kapadokya, Roma imparatorluk
merkezinde yönetiminin devrilmesinden sonra, giderek Roma'nin agir baskisi
altina girdi. Krallar, Roma'nin birer uydusu olmaktan öteye geçemediler.
Kapadokya M.S.17'de Roma'nin Asya'daki bir vilayeti oldu. Bu dönemde, Roma
Imparatoru Tiberius, Kapadokya'nin içine düstügü yoksulluk karsisinda,
bölgeden alinan agir vergilerin hafifletilmesini buyurmak zorunda kaldi. Ertesi
yil da Kapodakya'ya bir Roma valisi (legat) atandi. Starbon'un anlatimina göre
(M.S.18) Avanos karsimiza çok zengin ve gelismis bir sehir olarak çikiyor. Bu
dönemlerde bölgede (Kapadokya'da) Avanos en önemli üç sehirden biridir.
Avanos (Venessa), Kayseri'den sonra bölgenin ikinci büyük dini merkezi ve
monarsinin üçüncü büyük politik-idari (Kayseri ve Comano'dan sonra)
merkezi idi. Zira Avanos'un büyük rahibi kirallik hiyerarsisinin üçüncü
büyük kisisiydi. 3000 hieradul ve 15 Talents (günümüz kur'una göre 500 kg.
gümüs) geliri vardi. Hizmetçi Euphrates de bize Venessa'da çok saglam ve
güçlü bir aristokrasinin varligini göstermektedir. Avanos hakkinda en
ilginç bilgileri rahiplerin biraktigi yazilarda buluyoruz.
Nissa'li Gregoir ve Avanos Izlenimleri
Bunlardan birincisi: Nissa'li Gregoir (M.S. 334-394), arkadasi Adelphois'a
yazdigi mektupta, Venassa'dan geçtigi sirada Adelphios'un ona tahsis ettigi
villa için tesekkür eder. Villa, en lüks baskent villalarindandir. Mektuba
göre Venessa çok gelismiş müreffeh bir sehirdir. Harikulade bir sehitligi,
sahane meyve bahçeleri ve üzüm baglariyla çok kalite saraplari olan bir
bölgedir. Nissa'li Gregoir'in bize biraktigi bu mektup Avanos'un antik çagdaki
durumunu anlatan tek dökümandir. Nissa'li Gregoir mektubunda şöyle diyor:
"Avanos'un güzelligini anlatmak için kelimeler bulmak zor. Gidip görmek
lazim... Ömrümde çok yerler gördüm, çok şeyler duydum ve güzelliğini
duyduğum her yeri gittim gördüm. Ama Avanos'u gördükten sonra bunlarin
hepsi Avanos'un yaninda bir hiç kalir. Ne meshur Helicon, ne Mutluluk Adalari,
ne Sission ovalari, ne Thessalia, hepsi Avanos'un yaninda bir hiç kalir.
Dünya'nin hiç bir yerinde böyle sanatsal yaratilmiş bir doga görebilmek
mümkün degildir. Koyunlarini otlatan çobanlarin ayaklarinin yanindan
kirmiziya bürünmüs akip giden (Halys) Kizilirmak görülmeye deger.
Kizilirmak'in öteki yakasinda da yemyesil meyve agaçlari, olagan üstü
bollukta üzüm bahçeleri Avanos'a bir cennet güzelligi vermektedir. Herhalde
Homer Avanos'un üzüm bahçelerini, inci güzelliginde armut çiçeklerini
görmemis olmali. Bütün bunlar doga güzelliginden çok, bir ressamin elinden
çikmiş tablo güzelligindedir..." diyor Nissa'li Gregoir. Anlattigina
göre sehrin girisinde insa halinde bir kilise vardi. Daha çatisi eksikti ama
bitmemis olmasina ragmen olaganüstü güzellikte bir kilise idi. Sözkonusu
kilisenin, N.Thiery'nin isaret ettigi Dere Yamanli Kilise olmasi ihtimali
güçlüdür.
Diocletianus'un (284-305) hiristiyanlari takibata ugratma siyaseti basarisiz
kalmis.. I. Konstantin zamaninda yasanan dini heyecan devrinin, ayni zamanda bir
çok muhtelif kült'e birden inanmanin pek tabii sayildigi bir dini senkretizm
devresidir. Eger I. Konstantin en geç 312'den beri hiristiyanligi kabul etmis
olsa da bu onun bütün putperest gelenegine yüz çevirdigi anlamina gelmez.
Onun putperest inanç ve adetlerinden de vazgeçmedigi hatta özellikle Günes
kültüne sadik kaldigi ve bu tarikata destek ve yardim sagladigi bilinmektedir.
Nissali Gregoir'in yazdiklarina göre, (M.S.370-375'de) hiristiyan dini
törenlerinde bile eski çok tanrili dönemlerden kalan Zeus'a yönelik ibadet
şekillerinden kalintilar vardir. Hatta eski, çok tanrili dini kavramlar belli
bir süre üstünlük bile kazanmislar fakat maalesef Gregoir'i bu kadar
kederlendiren bu dinsel kavram karisikliginin Avanos'ta ne kadar sürdügünü
bilemiyoruz. Ayrica, onun ölüm yataginda vaftiz oldugu da söylenmektedir.
Goremeli Hieron ve Izlenimleri
Buradan itibaren (M.S.4.yy.'dan sonrasi) Venessa'nin (Avanos'un) tarihini
takip edebilmemiz için elimizde bir tek mektup var, o da Maçanli Göremeli
Hieron'unki "Passio Proir". Ne Romalilar ne de ondan sonra gelenler (Bizanslilar)
bölgeyi kendi kültürlerine asimile etmek istemislerdir. Onlarin en önemli
ugraslari açik ticaret yollarini kontrol etmek ve bu genis Kapadokya
bölgesindeki insan potansiyelini Bizans ordusu için kullanabilmek düsüncesi
hakim olmustur.