Makûs Talih
Biliyoruz, 1918
Kasımında Almanya Büyük Savaş sonunda hükmen yenik ilan edildi.
Kabul etti. Galipler, İngiltere, Fransa, ABD, İtalya 1919 Ocaktan
başlayıp beş ay Pariste aralarında görüşüp pazarlık yaptılar. Sonunda,
Almanyanın boynuna savaş suçlusu yaftası astılar. Haziranda Almanya
Versayda kabul imzasını attı. Egemenliğini haciz altına aldılar.
Haciz bedeli, savaş yıkımının günahı olarak, savaş borcudur dediler. O
güne kadar borçsuz Almanyanın sırtına ağır mı ağır bir yük yüklendi. Ne
kadar? Bir Savaş Borçları Komisyonu kurdular, o belirleyecek. Her büyük
savaş sonunda galipler bir yeniden bölüşüm yaparlar. Ünlü Alman
enflasyonunun öyküsü buradan başlıyor. Bu öykü herkese lazım.
---
Yenilmek nedir? Savaşla mı
adı konulur, yoksa ekonomi ve finansla bir yol açılıp gerçeğini orada mı
bulur? Almanyanın öyküsünde bazen yavaş, bazen hızla oluşan aşamalar var.
Birinden sonrakine geçtin mi, geri dönüşü yok. Son aşama ağır deflasyon
trajedisi ve buharlaşan egemenlik ile bitiyor, 1924te. Sonrasına, hele
1930ların Almanyasına şimdi girmeyelim.
Büyük, uzun süren savaş her
devlette bütçe açığı yaratır, harcama durmaz. Savaş bitince, yeni harcamalar
zorunlu olur, açık devam eder. Almanya savaştan sonra biraz vergi artırdı,
biraz harcama kıstı, ama yetmedi. Kısa vadeli borçlanma ile açığı kapatmaya
yöneldi. Bu borçlanmanın reel maliyeti ise ancak bir miktar enflasyon
yaparak düşürülebilirdi. Böyle yapıldı. Merkez Bankası (Reichsbank) kamu
borç kâğıtlarını alarak açığı finanse etmeye başladı. Yabancı yatırımcılar
da aldılar. Büyük sanayi kapitalizmi Almanyanın parasının, Reichsmarkın
(RM) zamanla değerleneceği beklentisinde idiler. Bu sermaye girişleri RMı
değerce yüksek tuttu. Ne zamana kadar? Borçlar Komisyonunun Almanyaya
Borç tutarın belli oldu: 132 milyar altın RM ödeyeceksin! dediği 5 Mayıs
1921e kadar. Londra Ültimatomu, diye bilinir. Bu, Alman ulusal gelirinin
üçte birini taksit taksit alıp götürecek bir tutardı! Enflasyon öyküsünde 1.
aşamanın sonu oluyor.
Niçin böyle? En başta Fransa
var. Savaşın gerçek yıkımına uğramış, parasız ve borçlu Fransa bastırıyor.
Almanya ödedikçe o toparlanacak; aksattıkça, geciktirdikçe dişlerini
gıcırdatıyor ve kendi deyişleriyle, Almanyayı Osmanlılaştırmak, yani,
uluslararası borç kölesi haline getirmek istiyor. Parasız kalan Fransa,
Wall Streetten yalvararak yüksek faizle borçlanmaya çalışmaktadır. Bir
yandan da Almanyaya bastırıyor. Ültimatomun başını çekiyor. Ve böylece,
10 Mayısta Alman Hükümeti düşüyor. Yenisi (Merkez Partisinin toparladığı
orta-sağ koalisyon) durumu idare edecektir. O kadar. Ültimatomdan itibaren
dikkat çekici olan: 1) Alman siyasetinin dokusu bu tablo karşısında
güçsüzdür ve taze güç toplayamaz. 2) Para otoritesi Reichsbank ise adım adım
artan belirsizlikleri yönetemeyecektir. Öykünün odak noktasında bu ikisi
var.
Ültimatom bir
turnusol kâğıdı olmuştur.
Londradan altı ay sonra, bu
kez 12 Kasımda Alman sermaye sınıfının ültimatomu geliyor: Alman sanayi
bölgesi Ruhrun en büyük baronu Hugo Stinnesin öncülüğünde toplanan iş
çevreleri, güçlü sağ kanadının yükselen sesiyle, 8 saatlik işgünü başta,
tüm sosyal haklara son verilsin ve Almanya devlet demiryolları tüm
varlıklarıyla özelleştirilsin der. Bu ses şüpheleri somutlaştırır:
Sermaye Almanyayı borç için kaynak yaratacak bir mali yapıya sahip
görmüyor, demektir! (Alman sermaye sınıfının Ekim Devrimi korkusunu da
unutmayalım!) Böyle şeyleri kapitalizmde, önce döviz kuruna bakarak okuruz.
O zaman da böyle oldu: RM, Amerikan doları karşısında 99dan 263e
düşüverdi. Ve Ekonomi Bakanı Hirsch açık konuştu: Doların 300 ya da 500 RM
olasılığını düşünmek istemeyiz. Bugünkü parasal koşullarda bağımsız
(egemenliğe sahip) kalıp kalamayacağımızı ya da kalmak isteyip
istemediğimizi düşünmek istemiyoruz!. Dikkat edelim, egemenlik diyor.
Büyümeye başlayan bir anaforu görüyor. Ve güçsüzlüğü dile getiriyor.
Fransa Almanyanın yapışık, ama zıt, kriz kardeşidir. Anafor Fransayı da
vurarak hızlanır. Orada siyaseti sertleştirecektir. 1922de, 12 Ocakta
orta-sağ çoğunluk esnek Başbakan Aristide Briandı indirir, sertlik
politikası sahibi Raymond Poincaréyi getirir. Almanyada da orta-sağ,
Fransada da! Ama zıt kardeşler. Fransa Almanyayı borç kölesi yani, 2.,
3. sınıf devlet yapma niyetinde ısrarlıdır. Oradan ilerler. Ancak, bu çizgi
Alman öyküsünü yaratan etkenlerden sadece biridir. O kadar.
----
Öykünün odak noktasına
işaret ettik: Alman siyaset topluluğunun çok parçalı, zayıf kalan yapısı ve
Reichsbankın krizdeki yönetim tarzı. Siyaseti uzmanlarına bırakalım.
Reichsbanka (RB) bakalım. RB yetkilileri gitgide yerleşen enflasyonun
kendine özgü yeni yeni etkiler yarattığını, bunun dinamiklerini gördüler.
Yani, enflasyonun seyri içinde fiyatlar önceden kestirilemeyen
istikrarsızlıklar gösteriyor, yatırımcılarda da bilinmeyen beklentiler
yaratıyordu. Çeşitlenen, artan ve yönetilemeyen istikrarsızlıklar. Ama RB,
dalgaları gitgide kabaran bu denizde, hep iki politika çizgisinde ilerledi:
Bir, hazinenin kısa vadeli kâğıtlarını almayı sürdürerek açık finansmana
devam dedi. Ve iki, Alman sermayesine enflasyonun çok altında reel faizli
kredi pompalıyordu; buna da devam dedi. Borç Komisyonu üyesi, iktisatçı
Bresciani-Turroni şöyle yazmıştır: Bu politika iş dünyasına sağlanan bir
gayri meşru sübvansiyondu. Israrla yürütüldü ve öyle bir teşvik politikası
yarattı ki, böylece çeşitli iktidar blokları ve çıkar grupları oluştu ve
bunlar bu enflasyon mekanizmasının sürmesi için çalıştılar! Biz okuyuculara
dış etkene fazla takılmayın, önce Alman sermaye sınıfının ne yaptığına
bakın, demiyor mu?
---
1922 Martında Almanya borç
taksiti ödeyince RBdeki rezervleri dibe yaklaştı. Parasal savunma gücü
biraz daha azaldı. Ödeme takatinin daha da zayıflayacağı görünür oldu.
Sermaye ve mülk sahipleri ise toplumca karşı karşıya kalınan faturadan uzak
duruyorlardı. Savaşta vergi vermemişlerdi. Şimdi de Fransaya gidecekse
niçin devlete kaynak sağlayalım diyerek geçiştiriyorlardı.
Enflasyon öyküsünün 1.
perdesi sona yaklaşırken 2. perdeye geçiş için adeta beklenen şok geldi.
24 Haziranda (tam 100 yıl önce) ırkçı çeteler Dışişleri Bakanı Walther
Rathenauyu vurdular. AEGnin sahibi, liberal, Yahudi kökenli, iş bilen bir
adamdı. Savaş yıllarında hükümette görev alıp, 20. yüzyıl planlamasının ilk
örneği olan lojistik tasarım ve uygulamanın sahibiydi. Bakan olarak, savaş
borcunun anlaşmayla çözümüne, sertliği durdurmaya çalışıyordu. Suikast
Fransanın ödünsüz çizgisini beslerken, uluslararası finans sermayesinin
katılaşan olumsuz tutumunu da ateşleyen etki yaptı. Temmuzdan sonra, RM
karşısında doların artış hızı iç fiyatların artış hızını aştı. Artık RM
düşecek! beklentisi egemendi ve enflasyon Almanyayı yenmek üzere
Rubikonu geçmişti. Bu kırılma noktası oldu ve sonra iç fiyat artışlarıyla
döviz kuru arasında hızlanan yarış başladı. 1922 sonunda dolar 24 kat değer
kazanmış, para arzı 16 kat, iç borç da 5 kat artmıştı. Bir enflasyon
dersidir, diyebiliriz.
Sonrası Alman toplumu için
hazindir. Kriz yerleşirken İngilizler Poincaréyi yumuşatmaya çalıştılar,
fayda etmedi. 10 Ocak 1923te Fransız ordusu, Belçikanın da desteğiyle
sınırı geçip Ruhra girdi, Ödemiyorsun, gelip alacağım! diyordu. Ruhrda
işçiler üretimi durdurdu. Alman hükümeti onlara ücretlerini ödemeyi
sürdürdü. Para basıyordu. Siyaset zemininde inandırıcılık kaybolurken,
Almanya son bir çabayla, RMyi tutabilmek için son rezervlerini de kullandı.
Gerisi biliniyor: Toptan eşya fiyatları indeksi, 1913 yılını 1 kabul
edersek, 1920de 15, 1922de 342, 1923 Ocakta 2.783, Aralıkta ise
1.261.000.000.000 olacaktır. Yani, Merkez Bankası (RB) binası yerinde
duracak, fakat Alman parası RM yok olacaktır! Sistem içinden gümledi.
---
Sona geliyoruz. (Sonun
sonuna değil!) 1923 Kasımında Hjalmar Schacht yok olan RMyi yeniden var
edebilmek için sahneye çıktı.
Almanyanın enflasyonla altüst oluşundan sonra, onun yarattığı başka bir
öykü olan yapay bolluk dönemi başlayacak (1924-28) ve onun devamı da
trajik, bir başka öykü (1929-1945) olacaktır. Şimdilik şunu vurgulayalım:
1924te Almanya, Chicagolu banker Charles Dawes başkanlığında bir
uluslararası heyetin yapacağı programa ve denetimine teslim oldu. Bu
çerçevede çıkarılan 30 Ağustos 1924 tarihli banka yasası Reichsbankı
bağımsız olarak kuruyordu. Bağımsız merkez bankasının 14 kişilik yönetim
kurulu üyelerinin yarısı yabancı temsilcilerdi ve öteki üyeler ile başkan
bunların oylarıyla seçiliyordu! Fazla bilgiye gerek yok. Şunu görmek
yeterlidir: Almanya 1918 Kasımında hükmen yenilmişti. 1923 sonunda
enflasyonla, nakavtla yenildi. 1918de egemenlik haciz altına alınmıştı.
1923te bu haciz iyice ağırlaştı, egemenlik yok derecesine indi. Almanya
enflasyon anaforuna isteyerek, tasarlayarak girmedi. Ama, anafordan
çıkamazsa egemenliğin kaybolacağını öngöremedi. Alman siyaset topluluğu
yetersiz kaldı ve zincirleme yetersizliklerin kurasından sonunda 1930ların
tablosu çıktı.
Görünen o ki Alman sermaye
sınıfı enflasyonu sevdi. Fiyatlar arttıkça kârları da olağanüstü arttı ve
borçları, yükümlülükleri reel olarak sıfırlandı. Servetini korudu.
Heyecanla, Dawes komisyonunun sonunda onlara getireceği müjdeyi, Wall
Street kredilerini bekledi. Egemenlik verilerek krediler alındı. Sermaye
1924 sonunda buna kavuştu.
Biliyoruz, enflasyon içeride
bir bölüşüm mücadelesi alanı açar. Mücadele sürecinde emekçiler kaybederler.
Sonunda (Dawes noktasında) çözüm olarak getirilen ağır deflasyonda bir
daha kaybederler. Toplumun dokusu biraz daha bozulur. Böyle oldu. Üst üste
yaşanan bu iki süreç (enflasyon ve deflasyon) toplumda birbirini çoğaltan
umutsuzluk dalgaları yaratır. Faşizm, biliniyor ki, daima umutsuzlukla
beslenir. Kendini bir çeşit devrim gibi sunan karşıdevrim o ortamda
öngörülebilenden daha hızlı doğum yapar.
BİRAZ İKTİSAT
Çok değil, biraz. Sermaye
sınıfının Alman elitleriyle ortak görüşü Bizi ihracat kurtarır!
söyleminde buluşuyordu. Ucuz ve sürekli kredilerle desteklenmeliyiz
söyleminin ikizi idi. Merkez bankası (RB) da bu bakışı paylaşıyordu. Savaş
borçları boyunduruğundan çıkış için bu politikayı benimsiyordu. Ticaretin
politikası. Dış ticaretin bir fazla yaratacağı ve borç ödemelerinin bu
sayede yapılacağı, diye basitleştirebiliriz. İktisatçı diliyle, ödemeler
dengesinde ticaretin, yani mal ve hizmet işlemlerinin toplamını gösteren
cari hesabında bir fazlalık yaratma politikası. İyi güzel de, normal
ve anormal zamanların politikaları acaba örtüşür mü? Ödemeler dengesinin
bir de sermaye hesabı bölümü var. Orada ülke mülkiyetinde bulunan
varlıkların fotoğrafını görür, bunlardaki değişmeyi okuruz. (Varlıkların
stokunu.) 1918 Versay kararı ile galipler Almanyanın bu varlıklarının
eritilmesini hedefe koymuştur.
TARİHİN SUNDUĞU ZAMANLAR
O halde, işin bam teli
Almanyanın birdenbire içine düştüğü anormal zamanda, savunmasını ne yapıp
edip sermaye hesabını koruma üzerine kurabilmesi değil miydi? Burada
iktisatçının ve özellikle merkez bankası uzmanının entelektüel kapasitesi ve
yaklaşımına geliyoruz. Önemli konu. Çünkü, sermaye hesabının yönetimi
esasta merkez bankasının işidir. 1918-1924 gibi bir anormal zamanda ise bu
bambaşka boyut kazanıyor. Ülke egemenliğinin korunması boyutu. Alman
enflasyonu üzerine çok çalışma yapılmıştır. Görüşler Reichsbankın bu
anormal zamanda pasif kalışını vurgular. Reichsbank, Para talebine bakar,
politikamızı buna ayarlarız demiştir. Ve 1923e, geri dönüşü olmayan
aşamaya böyle gelinmiştir. Ciddi bir noktadır. Merkez bankacılar
düşünmelidir. Değinmekle yetinelim. Ama düşünelim.
Bunları bugünün Türkiyesi
için mi yazıyorum? O aklımızda, ama ayrı bir yazı konusu. Tarihin sunduğu
zamanlar birbirinden farklıdır. İçinde daima farklı ve benzer elemanlar
taşır. İktisatçı ise sadeleştirmek ister. Sadeleştirebilirse işin karmaşık
boyutlarını da keşfedecektir. Enflasyon bu olanağı veriyor. Pergeli
kullanarak ilerleyelim (bk).
Toplumların değişik tarih
zamanlar içindeki mücadeleleri demokratik devrimi öğretebilir. Mustafa
Kemal, Mudanya Mütarekesi ile sivil siyaset yolunu açtı. Lozandan geçerek
toplumu Cumhuriyete ulaştırdı. 20. yüzyıla ayak basıldı. Büyük bir
demokratik devrimdi; geri kalmışlığın katılaşmış kalın kabuğunu kıracaktı.
Cumhuriyet, 13 milyonluk
basit köylüler ülkesinde kuruldu. Sadece basit tarım yapabilen, kerpicinin
içinde yaşayan köylüler. Mustafa Kemalin ilk sözü: Müstahsil (üretici)
köylü efendimizdir!. İşin özünü söylüyor: Köylüyü kerpicinden çıkararak
çiftçi yapabilmek. Köy, toprak, tarımın iç içe bir bütün olduğunu bilerek
ilerleyebilmek.
Köylüler (büyük kitle) güçsüzdür. Gücün sahipleri büyük topraklılar, eşraf,
tüccardır. Ekonomide, siyasette büyük farkla öndedirler, müttefiktirler.
Cumhuriyet 1924te Köy Kanununu çıkarıyor, köy konuşsun istiyor. Ancak,
duyulan ses, büyük topraklıların, zengin çiftçininkidir. Osmanlıdan
devralınan (onun Bizanstan aldığı) prekapitalist rejimde ortakçı, yarıcı,
maraba, toprak işçisi vardır. Sessizdirler.
Cumhuriyet, 1927 ve 1929un
yasaları ile toprak dağıtma adımı atar. Müttefikler tepkilidir. 1932de
eşitlikçi bir kooperatif modeli getirince (Afyon üreticileri) eski
İttihatçı, şimdi CHPli büyük topraklıların sözcüsü Halil Menteşe,
Cumhuriyet yönetimine çıkışır: Kolektivizasyona gidiyorsunuz!
1936ya kadar ilerleme
olamadı. Fakat yeni köy düzeni arayışı başladı. Toprak ve tarım davası ile
iç içe. Atatürk 1936 ve 1937de TBMMde, Toprak Kanununun bir neticeye
varmasını yüksek desteğinizden beklerim. Her çiftçi ailesinin
geçinebileceği, çalışabileceği toprağa sahip olması
diyecek. Ve İnönü,
1936 sonunda vurguları yapar: Toprak işleyenin!, Bin kombina kuracağız.
Ve dağıtılacak toprakları kamulaştırabilmek için anayasa önerisi getirir
(1937, 74. Md.). Müttefikler direnirler; yüksek destekleri söz konusu
değildir.
KILAVUZ
Köye kılavuzla
girilecektir. 1937de Saffet Arıkanın getirdiği Köy Eğitmeni öncüdür. Büyük
adım ise 17 Nisan 1940tır: Köy Enstitüleri. Kılavuz, Enstitü öğretmenidir.
Çizgi, kişinin köylülüğünü yadsımaksızın üretimin özgürleştirici damarını
kavraması, geliştirmesidir. Ve insanlığın ortak değerlerini özümsemesidir.
Bu büyük iddiadır. Köylü kendi potansiyelini keşfederek toplumu dönüştürme
iradesine erişecektir. İddianın sahibi üç kişidir: İnönü, Bakan Hasan Âli
Yücel ve Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç. Tonguç, tasarımcı, mimar,
başöğretmen, usta, hatta işçidir. Müstesna bir belgecidir. Oğlu Dr. Engin
Tonguç, onun günlüklerini, belgelerini kitaplaştırdı: Bir Eğitim Devrimcisi
İsmail Hakkı Tonguç, 1997. Bu kitapla sadece Köy Enstitülerini değil, yalın
gerçekleriyle 1940ların Türkiye dramını tüm boyutlarıyla kavrayabiliriz.
(Dikkat, 1940lar her çeşit efsane ve menkıbe yaratma alışkanlıklarıyla,
ürünleriyle perdelenmiş bir dönemdir.)
İlk adımda 14 Enstitü
kuruldu. Hedef 22 oldu. Enstitülerde eğitim üzerine yazılanlara
değinmiyorum. Bilinenler yeterlidir. Tonguçun gözünden izleyebilirsek,
Cumhuriyetin erişmek istediği, demokratik devrim dediğimiz aşamaları
tanımlayabiliriz. Yok, Cumhuriyetin iç mücadelesinde somutlaşan demokratik
devrim aşamalarını görmezlikten gelirsek, olup bitenlerin anlatımı
sıradanlaşır, tek tük şeyler halini alır.
1942yi anlayabilmeliyiz.
Enstitü hareketi mesafe almıştır. Fark edilmeyen bir güç yaratmıştır. Gücü
büyütme zamanı gelmiştir. 19 Haziranda 4274 sayılı Köy Okulları ve
Enstitüleri Teşkilat Yasası geliyor. (80. yılındayız) Bu, Cumhuriyetin köye
egemen olabilmesinden, büyük bir tarihsel atılımdan önceki fotoğraf gibidir.
Yasa ile okul, köyün merkezi olmaktadır. Kılavuz köy halkını yetiştirecek,
sorunlarını çözebilecektir. Kooperatifleri kurabiliyor. Çalışan köylü için,
antikçağdan beri dünyasında olmayan şey, ödüllendirme geliyor. Yurttaşlığa
büyük adım. Müttefikler bunların ne demek olacağını anlamışlar mı? Hem de
nasıl! Prekapitalist dokunun sürdürülmesi onlar için hayat memattır.
Savaşacaklardır.
DEVRİMİN İKİNCİ AYAĞI
1940 Yasasına iki kişi
Evet oyu vermişti; 150 kişi oy kullanmamıştı. Bu Hayır demekti. 1942de
252 kişi evet oyu verdi; 177 kişi yoktu. Görüşmelerde kıyasıya
direnmişlerdi. (Ayrıntıları, özellikle hangi maddelerde direndiklerini
okuyunuz. Öğrenmek lazım.) Artık Enstitüyü kapsayan fakat aşan büyük bir
adımla mücadele alanına giriyoruz. Gerçekte, sınıfsal muharebe alanına. 20
Temmuzda İnönü, Tonguçu alarak Enstitü ve köy seferlerine başlıyor:
Eskişehir, Sivrihisar, Mahmudiye, Hamidiye, Konya, Karapınar, İvriz, Ereğli,
Bor, Aksaray, Koçhisar ve Ankara Gölbaşı. (Kitaptaki bilgiler
aydınlatıcıdır.)
Gölbaşında İnönüyü
karşılayan CHPnin yeni Genel Sekreteri Memduh Şevket Esendal, Tonguçu
arabasına aldı. Ne gezdirip duruyorsun bunu köy köy. Yarın bizim
söylediklerimize, raporlarımıza inanmayacak! dedi. Bu İnönüydü! Tonguç,
partideki güç yapısının uzaktan göründüğü gibi olmadığını, mücadelede
İnönünün karşısındaki gücün mertebesini artık en iyi kavrayan kişiydi.
Birlikte yaptıkları seferlerde İnönünün kurgusunu kavrıyordu. Bir
kurmaylık. Garp Cephesi Komutanı kimliğiyle kurgulamış gibi: Yüzyıllardan
gelen prekapitalist dokuyu ancak bir tür harekâtla çökertebilirsin. Barış
yıllarında yapılamadı. Şimdi, uygun zaman ayağına geldi: 2. Dünya Savaşı.
Ülkenin, Cumhuriyetin en büyük tehlike ile karşı karşıya geldiği zaman. Ama
içinde bir fırsat taşıyor: Eğer ülkeyi büyük savaş kıyametinin dışında
tutabilirsem, içeride tarihin (bir paradoksla) ikram ettiği bu altın fırsatı
kaçırmamalıyım! Ve hemen, (Alman kuvvetleri Fransayı almaya giderken)
1940ın nisanında başlamalıyım. Gecikmemeliyim. Demokratik devrimin
1940lardaki ilk ayağı olan Enstitü, 1942de, İnönünün savaş yıllarının
yokluklarında azalmayıp artan desteğiyle ileri cephesini kurdu. (Ekmek
karneyle, inşaat çivisi bile bulunmuyor!)
Devamı geliyor. Temmuzda
Başbakan Refik Saydam ölür. Yerine Şükrü Saracoğlu geçer. Tarım Bakanlığına
Şevket Raşit Hatipoğlu gelir. Cumhuriyetin en kayda değer Tarım Bakanı. O da
Tonguç gibi, Almanyada (ve Fransada) okumuş, doktora yapmış, Anadoluyu
karış karış gezmiştir. Köylüyü tanımış, toprak ve tarım davasını dert
edinmiştir. 20 Ağustosta İnönünün Tonguçla başlayan seferinde o da
vardır. Kayseri, Sarımsaklı, Pazarören, Bünyan, Sivas, Yıldızeli, Tokat,
Turhal, Ladik, Samsun ve dönüş. Dönüşte, trende Tonguçu ve Hatipoğlunu
toplantıya çağırıyor. Yollarda, köylerde onlarla daha önce konuştuklarını
harekât hedefi olarak söylüyor: Enstitü sayısı 60a çıkarılmalı ve 200 bin
tarımcı (çiftçi) yetiştirme hazırlığı yapılmalı! Tonguç, İnönüyü özel
merakla izliyor. Büyük toprak sahiplerine, topraksız köylülerin durumuna
tepkisini not ediyor. Ve demokratik devrimin ikinci ayağını (ikinci
cephe de diyebiliriz) keşfediyor: Toprak davası gelecektir. Garp Cephesi
Komutanı sanki bir kıskaç harekâtı tasarlamıştır: Kıskacın bir ayağında
Köy Öğretmeninin Enstitüsü, öbür ayağında Atatürkün özlemi olan müstahsil
köylü, yani, topraklandırılarak doğacak olan çiftçi (iki yüz bin tarımcı).
BİRKAÇ TÜMENİM OLSA
Mücadelenin siyasal söylemi,
duyurusu kasım başında İnönünün TBMM konuşmasıdır:
Cumhuriyet
hükümetlerinin sarf ettikleri gayretlere iki seneden beri cemiyetimiz
tarafından hiç yardım edilmemiştir... Bulanık zamanı bir daha ele geçmez
fırsat sayan eski batakçı çiftlik ağası ve elinden gelse teneffüs ettiğimiz
(soluduğumuz) havayı ticaret metaı (nesnesi) yapmaya yeltenen gözü doymaz
vurguncu tüccar ve bütün bu sıkıntıları politika ihtirasları için büyük
fırsat sanan ve hangi yabancı milletin hesabına çalıştığı belli olmayan
birkaç politikacı büyük bir milletin bütün hayatına küstah bir surette
kundak koymaya çalışmaktadırlar. Sınıfsal blok tablosu berrak değil mi?
1943ün seferleri nisanda
başlayacak. Savaştepe, Kızılçullu, Gönen, Aksu. Sonra, eylülde Erzurum,
Pulur, Kars, Cılavuz, Trabzon. Ve Beşikdüzünde Enstitü öğrencileri motorla
açılmış, türkü söyleyip ağ çekiyorlardı. İnönü, Tonguçla yan yana oturarak
bir motora biniyor, giderken kolunu sıkıyor, acıtarak. Şöyle diyor: Elimde
bunlar gibi gençlerden birkaç tümen olsaydı, Türkiyenin yazgısını
değiştirirdim! Askeri terim kullanıyor: Birkaç tümen. Demek ki 50 bin
kişi bile yok! Esendalı bilmez mi? Yanı başında. Çoğunluk o tarafta ve
eldeki malzeme bu. Bir demokratik devrim hamlesi, ortaçağ yapılarının
tasfiyesi için bir minimum güç istiyor. Çünkü ortaçağ ile hesaplaşma büyük
olacaktır. Ve öyle oldu.
Daha önce Tonguç, 60
Enstitü, 200 bin çiftçi hedefi için kapsamlı bir çalışma yapmıştı. Bakan
Yücelle de uzun uzun görüştüler. Proje, takatlerinin çok üzerindeydi. Ne
devlet yapısındakiler ne de parti destek olurdu. Gerçek bu idi. İnönüye
gittiler. Olamayacak dediler. Kitap şöyle yazıyor: Tonguç, onun yanıtını
yaşamı boyunca unutmayacaktı: İleride çok pişman olacaksınız. Savaştan
sonra bu işlerin hiçbirini bize yaptırmayacaklardır. En önemli olanağı
kaçırıyorsunuz demişti. Tarih henüz 1942 idi. Savaştan sonra deyişi
yaptığı kurguyu açıklıyor.
Biz ve Bize yaptırmayacak
olanlar. Açık değil mi? Enstitüler için İnönüye Bu komünist yuvalarını ne
zaman kapatacaksın? diyen Mareşalden valilere, kaymakamlara kadar gelen
bir kadronun katı tutumu ve devrimciliği 1930ların ortalarında eskimeye
başlamış bir parti yapısı. Peki, Cumhuriyetin köylüler ülkesinde demokratik
devrim mücadelesi kaybetmeyi de göze alarak yapılmayacak mı? Yapılacak.
GERİCİLİĞİN KALIN KABUĞU
Türkiye kendini savaşın
kıyametinden korumuş ama beş yıl boyunca büyük bir orduyu silah altında
tutmak zorunda kalmıştır. Köydeki üretici orduda tüketici olmuştur. Savaş
biterken tarlaya dönüş eski düzene dönüş mü olacaktır? Yoksa o köylü toprağa
kavuşup çiftçi kimliği mi kazanacaktır? Tarım Bakanı Hatipoğlu, 17 Ocak
1945te Çiftçiye Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları Kurulması
tasarısını getiriyor. Demokratik devrimin ikinci ayağı (cephesi).
Hakkıyla tarım yapmak üzere
toprakta yeni mülkiyet getiriyor. Merkeze Bağımsız Çiftçiyi (Çiftçi
Ocaklarını) yerleştiriyor. Ona 30dan 500 dönüme kadar toprak veriyor.
Ortakçı, yarıcı, maraba tarihe karışacaktır. Büyük topraklılar tarım yapmak
istiyorlarsa 500den 5000 dönüme kadar ekim yapabilirler. Ekmezlerse, o
topraklar da kamulaştırılarak bağımsız çiftçiye verilecektir. Köyde
aydınlanan çiftçi, toprakta Cumhuriyetin gerçek tarım ajanı olacaktır. İnönü
ile Hatipoğlunun tarihe geçecek hamlesidir.
SOVYET ÖZELLİĞİ
Usulen, tasarı önce Muhtelit
Encümene (Karma Komisyon) geldi. Çoğunluk tasarıya karşı idi. Hatipoğlu
geniş hazırlığını, uygulama için ayrı bir teşkilat kurulacağını açıkladı.
Yalçın hakikat şudur: Çiftçi dediğimiz kimseler topraksızdır. Toprakları
yetmemektedir. Bu davayı halledelim arkadaşlar. Bu yurtiçinde toprağı
yetemeyen çiftçi ve topraksız çiftçi bulundukça her şey zarar görür.
Kundaklanmış kanun işe yaramaz dedi. Komisyon sözcüsü ise Adnan
Menderesti!
Uzatmayalım. Tasarı köy-toprak-tarım rejiminin fiili sahipleri için
ürkütücüydü. Ortaçağdan gelen statüleri sona erecekti. İnandırıcı tezleri
yoktu. Ancak, çoğunluk sağlayacak taktikleri ve komünizm geliyor
yöntemleri vardı.
KARŞIDEVRİM
Emin Sazak: Rusyada da
aynen böyle olmuştur. Kolektif şirket diye başlamıştır, halk da mecbur
olmuştur. Aynen tatbikatı budur. Recai Güreli: Tasarının dışarıda akisleri
bambaşkadır. Bilhassa ocak meselesi
Diyorlar ki acaba hükümet sola mı
kayıyor? Tüccarlar da acaba bizim elimizdeki mülkleri de taksim edecekler mi
diye soruyor. Feridun Fikri Düşünsel: Nereye gidiliyor? Yalnız toprak
mülkiyetine değil, mülkiyet prensibine ait niteliktedir. Adnan Menderes:
Çiftçiliği özel meslek saymaktaki maksat nedir? Yüksek komisyonunuz buna
lüzum olmadığını ifade etmiştir. Toprak kiralamamak, ziraat amelesini
tamamen ortadan kaldırmak, toprağı bizzat işletmek, toprağı kökünden
kamulaştırmak Sovyet toprak rejiminin belirgin özellikleridir. Atıf
Bayındır: Kullanımda sınırı kabul edersek, bütün servet şekillerinde de
kabul etmek lazımdır. O zaman bunun ismine başka bir şey derler. F. F.
Düşünsel: Çiftçi diye bir sınıf vücuda getiriyoruz. Bizim hukuki bünyemize
uygun mudur? Uygun değildir. Memleketin gelecekteki yönetimine zararları
olabilir mi? Olabilir. Çünkü memlekette bir sınıf bilincinin oluşması muhtaç
olduğumuz siyasal dengeyi yarın bozabilir.
Ve Cumhuriyette de yaşasa,
bir ortaçağ rejiminin toprak mülkiyeti sahibi için, en üstün değerin o
mülkiyet olduğunu anlayabilmemizi çarpıcı biçimde anlatan Emin Sazak: Acaba
bu adamları (büyük topraklılar) ortadan kaldırmak memleketin gelişmesi için
faydalı mıdır? O adamlardır ki Milli Mücadelenin ilk günlerinden beri Garp
Cephesi Kumandanı 100 vagon buğday verin der, yetiştirir
Bakanımızın
tasfiyeye layıktır dediği o ağalar yok mu, oğlunu askere gönderdi, binlerce
vagon zahireyi, yüz binlerce lirayı hükümet yok iken Garp Cephesi
Kumandanının emrine gönderdi
Ne diyor? Senin askerin, senin Milli
Mücadeleni benim gönderdiğim ekmekle yaptı, diyor! Cumhuriyet en ileri
menziline ulaşamadı. Bağımsız çiftçi (Mustafa Kemalin müstahsil köylüsü)
doğamadan öldü. Köy öğretmeni 1945ten sonra yalnızdır. Ortaçağ toprak
rejiminden güç alarak yeni siyaset için sahneye çıkanlar, kılavuzun
güçsüzleştiğini iyi görmüşlerdir. İttifaklarının gücünü artık Enstitüyü
yıkmaya yönelttiler. Geri kalmışlığın kalın kabuğu kırılamadı, biraz daha
kalınlaştı. Demokratik devrimden kalan boşlukta karşıdevrim filizlenmeye
başladı.
Dr. Engin Tonguç, kitabında,
babasının yaşamı boyunca, İnönü aleyhinde konuşan olursa hemen susturduğunu
yazıyor. Acaba neden (bk)?
-----
1939 Eylülünde Almanyanın
başlattığı savaşın çapı ve yıkımı gitgide büyüdü, dünya ölçeğinde bir
Kıyamet halini aldı. 1945e kadar sürecek, 70 milyon (belki daha çok)
insan ölecektir. Türkiyenin başında bunu görebilen kişi ve kişiler vardı.
Onlar gün ve gelecek için toplumun tarihi şansıydı. Bilmek lazım. Siyasette
sağlam kararlar aldılar, esneklik ve cesaretle uyguladılar. Ülkeyi
Kıyametten uzak tuttular. Kimsenin burnu kanamadı. Ekonomide de 1940 Ocak
ayının Milli Korunma Kanunundan başlayıp doğru kararlar aldılar. Bir ölçüde
uygulayabildiler. Bir ölçüde, çünkü savaş ekonomisi başa çıkılmaz
dengesizlikler ve eşitsizlikler yaratan bir senaryodur. Hele o zamanın
maddeten yoksul, kırsal Türkiye tablosu için.
Alman ordusu 1939 Eylülünde
Polonyayı iki haftada işgal edip o toprakları ve Baltıkı Sovyetlerle
paylaştıktan sonra döndü, önce Danimarka ve Norveçi işgal etti. Sonra dönüp
1940 Haziranında Parise girdi. Sonra yine döndü ve 1941 Martında Edirne
sınırına dayandı. Durdu. Sonra haziranda birden Sovyetlere büyük saldırı
başlattı (Barbarossa Harekâtı). Leningradı kuşattı (900 gün sürecek!),
Ukraynayı aldı, Moskovanın varoşlarına geldi ve Bakûya varmak üzere
1942nin güz aylarında Stalingrada dayandı.
Türkiye bir milyon üreticiyi
tarladan alıp asker yaptı. Çoğunluğunu Trakyaya, Alman ordusunun karşısına
yerleştirdi (Mihri Belli anılarında, oradaki askerliği sırasında, İnönünün
nasıl at üstünde kıta teftişleri yaptığını anlatır). Üretici, askerlikle
tüketici oldu. Devlet onu 1945e kadar besleyecek, giydirecektir. Askeri
harcamaların devlet bütçesindeki payı böylece 1930lardaki yüzde 20lerden,
1940tan başlayıp yüzde 50lere çıktı. Büyük harcama yükü altında devlet
bütçesi 1941den sonra ikiye katlandı. Gelirlerin yetersizliğiyle, kısa
sürede kapatılamayacak açık oluştu: Bütçenin üçte biri kadar!
Savaş büyük, sürekli bir
depremdir. Buna kaynak yetiştirebilmenin (her ülke için) üç yolu vardır.
Bir, ek vergi. İki, iç borçlanma. Üç, devlete enflasyonla kaynak çekebilmek,
yani para basmak. O yılların Türkiyesinde, köylüler ekonomisinde vergi yükü
yüzde 10 mertebesindedir. Gelirler 48 kaleme dağılmıştır, yetersizdir. Çoğu
dolaylı vergilerdir. Savaş bütçesinin açığı bunlarla kapatılamaz. Yönetim bu
katı gerçeği biliyor. Ve dayandıkça dayanıyor. İç borçlanma zaten
sınırlarına varmıştır. Kısa vadeli borçlar, vadeleri uzatılarak
çevrilebiliyor. O kadar. Geriye para basmak kalıyor. Çaresiz, basılacaktır.
Ancak, burada para basmak (emisyon) Amerika, hatta İngilterede emisyona
yüklenmeye benzemez. Oralarda savaş emisyonu sanayi sermayesinin yüksek
kapasitesiyle uçak, tank, zırhlı, gemi, çeşitli bomba, cephane, lokomotif
vs. imalatında yaratılan olağanüstü artışlarla emilir ve fiyat artışlarına
pek az yansır. Siviller gıda ve giyecekteki kıtlığı, karne usullerini
sızlanmadan kabul ederler. Türkiyenin basit üretim ekonomisinde tablo
bambaşkadır. Girmeyelim. Ancak şunu biliyoruz: Basit üretim yapısında
ablukaya yakalanmış ekonomi, savaş enflasyonunu kıtlıklarla iç içe yaşar.
Üretimini artıramaz. Kıtlıklar ve enflasyon birlikte artar. Herkes anlayışlı
olmalıdır. Pek az kişi anlayışlıdır.
Cahit (Kayra) Bey her şeyi
gören gözleriyle diyor ki: kıtlıklar, düşük, çok düşük gelirli halk, yani 17
milyon kişi içindir. Çoğu ticaretin köşe başlarını tutan, aracılık yapabilen
birkaç yüz bin kişi için değildir. Birkaç yüz bin kişi kıtlık ve enflasyonlu
ekonomide eskisinden daha da zenginleşiyorlar. Cahit Beyin deyişiyle,
yoksullardan varsıllara kaynak aktaran bir ekonomideyiz. Sanayi
sermayesi yok gibidir. Basit üretim ekonomisinin kalın damarı ticaret
sermayesidir. Silah altında bir milyonun üzerinde asker tutmaya mecbur olan
devlet ise harcamalarını karşılayacak gelire sahip olamaz, gitgide büyüyen
açıklar verir ve yoksullaşır! Ekonomik gücü tükenmektedir. 1942nin
fotoğrafı budur.
1942nin kasım ayında ek
harcamalarla ikiye katlanarak bir milyar liraya çıkmış, bütçenin yüzde 30u
açıktır. Kapatabilmek için Varlık Vergisi getiriliyor. Olağanüstü zamanın
olağanüstü vergisidir. Çaresiz durum. Çoğu ticaret sermayesinde birikmiş
kaynağa başvurulacak, çok kısa sürede tahsilat yapılacaktır.
Vergilendirilecek 114 bin 368 kişi saptanır. (Nasıl saptandı, Cahit Bey
anlatıyor:) Ticaret sermayesi Osmanlıdan gelen yapısı ile gayri müslim
ağırlıklıdır; biraz yabancı, biraz da sayıca çoğalan Türkler var. 465 milyon
TL vergi saptanıyor, 315i ödeniyor, 151i ödenmeyip siliniyor.
Savaşın enflasyonist açığı
bununla kapatılabildi mi? Evet ve hayır! 1942 geçildi, fakat savaşın her
şeyi ve kesintisiz harcama zorunluluğu sürdü. Sıra mecburen köylülere geldi:
1943ün Toprak Mahsulleri Vergisi ile Hayvanlar Vergisi. Bunların yükü orta
ve küçük köylüye bindi. Varlık Vergisi 1943 ödemeleriyle son buldu, fakat
köylülerinki 1946ya kadar sürdü, bütçeye 415.9 milyon TL. getirdi. İşte,
toplamı 730 milyonluk bu gelirlerle Cumhuriyet Kıyametin ekonomideki
fırtınasını göğüsleyebildi. 1946da enflasyon sona erdi, ekonomi büyümeye
geçti. Ama köylünün aklında o vergi yükü ile çektiği sıkıntılar kaldı.
Faturayı CHPye yazdı. Demagoglar bunu tepe tepe kullandılar. Tüketemediler.
Bu köylüler ülkesinde
ekonomik gücün sahipleri büyük topraklılar, eşraf ve tüccardır. Siyasete de
yansır. 1942 Haziranında Köy Enstitülerinin Teşkilat Yasası oylamasında
yoklar 177dir. Peki, Kasımdaki Varlık Vergisi oylamasında herkes var mı?
Yokların sayısı 79dur! Bu 79, önceki 177den daha dikkat çekicidir. O gün
için yorumlanırsa, devlet batarsa, batsın, bana ne! demektir. Gelecek için
yorumlanırsa bir siyasal ipucu bulursunuz: Topraktaki ortaçağ dokusunun
sahipleri artık yalnız değildir. 1942 kasımından sonra ticaret sermayesi
onların toprakta demokratik devrim karşısındaki yeminli müttefiki
olmuştur. Ve yeminli ittifak ilk ve en ciddi yıkımını 1945de
Hatipoğlunun getirdiği bağımsız çiftçiyi doğmadan yok ederek verecektir.
Sonra sıra Enstitüye gelecektir. Devrimci çizgi oluşurken, karşıdevrim de
tırtıldan kelebeğe (ittifaka) geçerek uçmaya başlıyor.
--
Mağduriyet piyasasının
siyasetteki getirilerini son 20 yılda iyice öğrendik. Ama, burada daha temel
bir şey var. 1940ların yeminli ittifakının kemikleşip günümüze uzanan
veraset damarı. 1940larda, Meclis koridorlarında, çalıştırdığı ortakçı ve
marabalar için Bu itlere toprak mı vereceğim? diye bağıran mebusla
(Tonguçun kitabı), Bu devlete kırk para vergi vermem dedikten sonra
büyük nakit servetine el sürdürmemeyi becermiş vergi mükellefi (Cahit
Beyin kitabı) hangi ittifak çizgisinde buluşmuşlarsa, Cumhuriyetle kurulmuş
üretim dünyasını babalar gibi satarak!, elden ele geçen ticaret metaı
yapan ve sermayenin yeni damarlarını besleyen, kalınlaştıran hırs da orada
bir yerde buluşuyor mu, buluşmuyor mu? Bugünün enflasyonu parasal ve
tarafsız bir fiyat artışları olayından mı ibaret, yoksa elden ele
ticareti yapılarak servetlere dönüşen toplum varlıklarına emeğin
gelirlerinden, ve varsa varlıklarından, katlana katlana yeni kaynaklar
ekleyen bir yeni ittifaklar damarının sürekli beslenme yollarından biri
mi? Cumhuriyetin devrimci çizgisini silmek isteyen karşıdevrim, bir tarihi
zamandan bir sonrakinde de daha çok güç kazanarak var olmak için kendine
özgü kombinezonlar kurabiliyor mu, kuramıyor mu?
--
Enflasyon tüm fiyatların
birlikte ve farklı hızlarla koşusudur, yarışıdır. En arkada kalan da en
öndeki kadar hızlı koşmak ister. Koşamayıp yürümeye çalışan ücretlerdir.
Emeğin fiyatıdır. Koşu boyunca emeğin gelirinden, varsa varlıklarından
kârlara sürekli kaynak aktarılır. Emeğin gücü zayıflar, kârlar katlanarak
artar. Bunu yaşıyoruz. Resmi enflasyon bir iki yılda yüzde 20lerden
hızlanarak 70lere gelirken, sermayenin eski/yeni katmanları varlıklarını
büyüttü. Bu varlıkları büyüten her süreç (ki enflasyon onlardan biridir)
modelin sahiplerini memnun eder, onlarda, ek zenginlik ve güç yaratıyor!
düşüncesini besler (bk).
(bk). Prof. Bilsay Kuruç
Makûs Talih
"Yeni Türkiye", Cumhuriyet'in 3 önemli hedefini yok etti - Türkiye Gerçekler
Türkiye
ve Dünya Gerçekleri
Gerçekler:Türkiye
ve Dünya Gerçekleri
|