Türkiye ve Dünya Gerçekleri

TransAnatolie Welcomes You  to Turkey

 

Analiz


 

 

Home ] Up ] Türkiye Gerçekleri ] Strateji ve Politikalar ] İçerik ] Ara ]

 

 

TSK-Analiz ] TSK  BOP ] NATO ] Degerlendirme ] [ Analiz ] N-Ulusalcilar ] Milli İrade ] Söz ] Cumhuriyet ] Yönetim ] Mektup ] Mektup ]

 

 

Up

Bir Türkiye Analizi: 'Söylesem Tesiri Yok, Sussam Gönül Razı Değil 1

Evet.
Atatürk'ün koltuğunda o adam oturuyor artık.

Ve çoğunluk, galiba yukarıdaki haleti ruhiye içerisinde, haklı olarak. Şaşkın… Şoka uğramış… Kırgın… Öfkeli… Yorgun… Umutsuz belki…

Psikolojik travma dedikleri bu olsa gerek. Peki ne olacak?

Henüz bir savaş yok ki, onun için de bir yandan dış düşmanla savaşırken öte yandan da ince ince iç hainleri eleyelim Kurtuluş Savaşında olduğu gibi. Emperyalistler akıllandı; iç hainlerle işi götürebildikleri kadar götürecekler.

Daha önce Sam amca solun yok edilmesini istediği için darbe yapan Ordu, şimdi aynı Sam Amca "Recebime, Gülüme dokunma" dediği için kımıldayamaz.

MHP, tam anlamıyla "40 yıllık Yani, olur mu Kâni" deyişini kanıtlama çabasında. Zaten "made in USA" idi; bugün de her haliyle "vallahi billahi yine öyleyim" diyor. 2002'de bu belayı başımıza getiren düğmeye basan da Bahçeli'ydi, 2007'de de başarılı bir koltuk değneği.

CHP şaşkın, zavallı… Doğru dürüst emekçi sınıfın, sendikanın kalmadığı, çağdaş anlamda, Batı'dakilere benzer bir sanayi burjuvazisinin hiç olmadığı bir ülkede "sol"u oynamanın güçlüğü bir yana, CHP ekabirinin ezici çoğunluğunun da zaten böyle bir niyeti olmadığı için tam anlamıyla şaşkın ördek. Sağa benzemeye çalışırken, bunu beceremediği gibi, solluğunu da yitiriyor.

Matbuat tam anlamıyla mütareke matbuatına, sirk maymununa dönüşmüş. Şaklaban, cambaz, işbirlikçi… Kim muz verirse ona takla atıyor. Hatta yer yer buna bile gerek kalmıyor.
Yoksullaştırılarak, cahilleştirilerek, dinle, çıkarla, parayla uyuşturulmuş, kemiğini, kimliğini yitirmiş kitleler…. Ört ki ölem!..

Okumuş yazmış takımı, hatta
aydın takımı (evet bu ikisi arasında ciddi farklar vardır!..) bile aynı durumda. Ya bir başka şekilde satın alınmış, ya bir başka veya aynı şekilde iğdiş edilmiş, uyuşturulmuş.

Tüccar, AKAPE'ye vekil (hatta artık bakan) veren sanayici zaten adı üstünde "sermaye"… Kârından başka şey düşünmüyor.

Ama bu da yetmiyor: En büyüklerinden biri Kürtçü-Ermenici, öteki Yunancı-Rumcu-Patrikçi…

Eeee?... Psikolojik travma şikayetiyle doktorlara mı akın edeceğiz?!..

Hayır!

Aşağıda okuyacaklarınız sizi şaşırtmasın, hele kızdırmasın… Manyak mı bu adam diyebilirsiniz ama, bu adam manyak değil!

Osmanlı Sadrazamı Köprülü Fuat Paşa (yanılmıyorsam), Batılılarla bir görüşmesinde "Bu Osmanlı ne kadar güçlü imiş ki, siz dışardan biz içerden bu kadar uğraştığımız halde bir türlü yıkılmıyor" demişmiş. Doğrudur Osmanlı 230 yılda ancak yıkılabilmiştir.

AKAPE'yi ABD'nin, AB'nin, Arap'ın, Yunan'ın, Talabani'nin, Barzani'nin, Rum'un desteklediği doğrudur. Ama bunların tamamının işinin zor, hatta imkansız olduğu da bir başka doğrudur.

   

ABD İmparatorluğu...
Bütün imparatorluklar çökmüştür. Mario Puzo'nun "Baba" romanının ve bundan uyarlanan filmin, çizgi kahraman Red Kit, hatta Tom Miks, Teksas kitaplarının dahi pek güzel sergilediği üzere, kendi içinde bile tam anlamıyla bir eşkıyalık, talan, soykırım, işgal, entrika şirketinden başka şey olmayan sahte imparatorluk Amerika'nın çöküşü, Osmanlı'nınki kadar da süremez. Amerika, kuruluşu itibariyle bile Avrupa'nın döküntülerinden, çapulcularından, ipsiz sapsızlarından oluşuyordu.

Peki Avrupa?..
Bugün Londra, Paris, Roma da su veya bu ölçüde kap-kaççı yatağıdır. Bu kentlerin metroları, geceleri en güvenliksiz, en tehlikeli yerlerdir. Yolda rahatsızlanıp bayılmış veya trafik kazasına uğrayıp yaralanmış insanların yanından, şöyle bir bakıp geçmektedir bu medeniyet beşiği kentlerde de başka insanlar. İşsizlik diz boyu (tıpkı bizimki gibi yüzde onların üstünde) olduğu gibi, açlık ve yoksulluk da yabana atılır gibi değildir. Uyuşturucu artık doğal afettir. Irkçılık, fanatizm, şiddet oralarda da yaygındır. Her ne kadar Murat Belge nam uzaylı aydınımız bir vakitler "Ben Yozgat'ta, Sivas'ta, Kars'ta değil, Londra'da, Roma'da, Paris'te yaşamak istiyorum" demiş ise de, İngiltere'nin, Fransa'nın, İtalya'nın da Kars'tan, Sivas'tan, Yozgat'tan beter bölgeleri olduğu gibi, Londra'nın, Paris'in, Roma'nın da Sultanbeylileri vardır. Ve nihayet, tıpkı bizim gibi, Amerika hapşırınca onlar da grip olmaktadır, nezle bir yana!...

Bütün bu gerçekler ışığında, aktifini tüketmiş, pasifini yok etmiş, paylaşmayı reddederek dış sömürü olanağını sürekli yitirdiği için, yüksek refaha alıştırdığı kendi halkını memnun edemediği gibi, bindiği dalı kesmekte olan bir emperyalizmin egemen olduğu dünya, bir üçüncü dünya savaşına gebe bir dünyadır denirse, şaşırmayınız, ürkmeyiniz.

AKAPE'nin, Türk milletinden çok daha öte, iflah olmaz destekçileri bu güçlerdir. Hatta 22 Temmuz seçiminin yüzde 47'sinin (aslinda yuzde 33) arkasında bile bu güçler vardır. Yüksek Seçim Kurul'nun son seçimde ilk kez kullandığı Amerikan menşeli bilgisayar programı Amerika'da bile sorun yaratmış, bunu bilen Yunanistan başbakanı bu programı üreten şirketle yapılan ihaleyi iptal etmiş. Bu kadarı bile yetmez mi? "Şüyuu vukuundan beterdir" (dedikodusu, gerçekleşmesinden beterdir) derler.

Kargalar...
AKAPE'nin kılavuzları, birbirleriyle ve karşıtlarıyla kapışma, çöküş aşamasında olan, Kuzey Irak'tan, hatta Bağdat'tan, hatta hatta Bağdat'ın merkezinde oluşturdukları "yeşil alan"dan öte kafalarını uzatmaya bile cesaret edemeyen, Basra'da, Güney Irak'ta ise zaten çoktandır esamileri bile okunmayan bu KARGA'lardır.

Bu kargalar, kendi pislige bulanmışlıklarını unutup, yüzde 47'nin diyetini de isteyeceklerdir. Amerika'sı, AB'si, Yunan'ı, Rum'u, Arap'ı, Kürt'ü ile… Ve içerideki tarikatları, cemaatleriyle… AKAPE de bu hesabı ödemek zorundadır; ama zaten bayıla bayıla öder.. Çünkü bu ödeme onların değil bizim cebimizden, bizim sırtımızdan yapılacaktır. Bu da, altlarındaki ateşin iyice harlanması demektir.

Türkiye'de hala hortumlanacak kaynakları var...
Türkiye'de hala hortumlanacak kaynakları var. Hükumetler on yıllardır doğru dürüst yatırım yapmak bir yana, yapılmış yatırımları da özelleştirme adı altında yok ettiği halde, hayat yine de devam ediyor, çark hala dönüyor. Kömür dağıtmak bile, legal-illegal kaynak ister. Demek ki var. Köprülü'nün dediği hesap…

Ancak bunun daha fazla sürmesi çok zor, hatta mümkün değil. Çünkü kuyu, dökme suyla doldurulmaya çalışılıyor; yani dış kaynakla (borçla), yabancı sermayeyle, yabancıların hakim olduğu borsayla, kısaca Marksist iktisatçıların, sosyal politikacıların çok hoş deyimiyle "kumarhane kapitalizmi"yle dönüyor ekonomi çarkı.

Batı, ama en başta ABD için de bu böyle.
Çin, Amerikan borsalarının, devlet tahvillerinin en büyük müşterisi. Yani hisse ve tahvil karşılığında Çin Amerika'ya büyük miktarda borç vermiş oluyor. Çünkü bunlar düpedüz borç senedi. O kadar ki, kimi görüşlere göre, Çin bu senetlerin karşılığında verdiği borçları istemeye, senetleri paraya çevirmeye kalksa Amerikan ekonomisi allak bullak olacak; Amerikan ekonomisi Çin sayesinde ayakta duruyor.

İşte AKAPE'nin kılavuzu olan karga bu!...Kaynağı bu! Bunlar!.. Kimisi zaten batak vaziyette. Kimisi de tam anlamıyla kumarcı. Sağlamcı kumarcı. Eli tehlikede, riskli gördüğü anda "pas" diyor, paralarını toplayıp oyundan çekiliyor. Oyuna son derece sağlamcı girdiği için, o ana kadar zaten çoktan üçe dörde katlamış ilk elde sürdüğü miktarı. Hem de hiç riske girmeden, oturduğu yerde, Türkiye'ye bile gelmeden, dünyanın bilmem hangi öbür ucundan: klavyeyi veya fareyi tıklayıvererek.

Kumarcılar oyundan çekildiği, batakçılar battığı anda AKAPE'nin de pili bitecek yani.

Biz anlayamıyoruz gariban "zenci" Türkler olarak. Televizyonların, gazetelerin, televole iktisatçılarının tabi onların da etkisiyle en başta karar mekanizmasındaki siyasetçilerin niye böyle borsayla yatıp borsayla kalktığını. Ya da Ahmet Necdet Sezer anayasa kitapçığını fırlatınca düşen borsanın, "o adam" Atatürk'ün koltuğuna oturunca neye coştuğunu.

Oysa her türlü iç siyasi gelişmemizi bu "paralı yabancılar", onların arkasındaki yabancı siyasi güçler belirliyor. Onların işine, kârına, çıkarına AKAPE uyduğu için AKAPE yüzde 47 oy alıyor (aslinda toplam secmenin yuzde 33'u). AKAPE yüzde 47 oy aldığı için onlar ne isterse yapıyor. AKAPE olmazsa yabancılar, başka bir çok şeyin yanında para da kazanamaz; yabancılar olmazsa AKAPE iktidarda kalamaz!

Öte yandan… Bu parasal dalaverenin dışında elbette işin siyasi, rejimle ilgili daha da önemli bir yanı var.

Devrim-karşı devrim çatışması
AKAPE, Atatürk'ten, Cumhuriyet'ten, TSK'dan, laiklikten yani mevcut rejimden rahatsız; istediği Türkiye İslam Cumhuriyeti'ni engellediği için. Humeyni örneği bir "devrimi" gözü yemediği, düşlediği cumhuriyeti seçimle meçimle kurmakta da zorlandığı için…

Atatürk'ten, Cumhuriyet'ten, TSK'dan, AKAPE'nin arkasındaki ABD de rahatsız, AB de rahatsız; bu coğrafyada olmasını istedikleri bir Kürdistan'a, bir Ermenistan'a, Boğazlar'da istedikleri gibi at koşturmalarına engel olduğu, bu toprakları bir Irak yapamadıkları için…

Yunanistan rahatsız; hiçbir zaman iktidar olamadığı, ama niyeyse kendisine ait sanıp hainin iğvasına uyarak saldırdığı Anadolu'da 1922'de yediği dayağın acısını unutamadığı için…

Yunan'la birlikte Kıbrıs Rum'u rahatsız; Ada'yı bütün olarak Yunanistan'ın vilayeti haline getiremedikleri için.

Şeriatçı Arap ve Acem (İran) rahatsız; laik-demokrat düzeniyle kendi halklarına kötü örnek olduğu için…

Türkiye açısından, bizim açımızdan yaşanan, apaçık bir devrim-karşı devrim çatışmasıdır. Batı, zaten 1071'i hele 1453'ü bir türlü hazmedememişti ki 1923'ü hazmetsin. İçerideki Dürrizade, Derviş Vahdeti, Sabri Efendi, Şeyh Sait, Kürt Sait artıkları da 1923'ün hazmı konusunda dışarıdakilerle aynı duyguları paylaşıyor.

Tek kaygıları bu savaşı silahsız, topsuz, tüfeksiz kazanmak... Çünkü çok iyi biliyorlar ki, yeniden bir Birinci Dünya Savaşı'nın, yeniden bir Çanakkale'nin, yeniden bir Kurtuluş Savaşı ve yeniden bir Cumhuriyet dirilişiyle sona erme ihtimali, ermemesi ihtimalinden çok daha yüksektir. Hem içeridekilerin hem dışarıdakilerin demokrasi, insan hakları, Avrupa Birliği sayıklamalarıyla salya sümük Atatürk'e saldırıp durmaları, Ordu'yu zayıflatıp etkisiz hale getirme didinmeleri de bundandır.

En önemlisi de…
İki yüz yıldır savaşlarla, borçlandırarak, düyunu umumiyelerle, IMF'lerle birlikte bu milleti ısrarla, inatla onursuzlaştırma, kişiliksizleştirme, kimliksizleştirme, "bu millet adam olmaz"a, dış desteksiz hiçbir şey yapamayacağımıza, "pabuççu muştası"na inandırma, sanayisizleştirme, üretimsizleştirme, işçisizleştirme, burjuvasızlaştırma didinmeleri bundandır.

B
ütün mesele onurlu toplumcu bir sistem
Bütün mesele, bütün zorluklarına, zahmetine rağmen ONUR'dur, ONURLU olmaktır. Ha yoksul AKAPE'den gelecek kömüre tav olmuş, ha yoksul olmayan AB üyesi olunca kişi başına milli gelirin 10 bin dolar olacağına, yani Avrupalının kendi ekmeğinden kesip bize harçlık verecek kadar salak olduğuna, ha aydın Avrupa Birliğinin bizi demokrat yapıvereceğine inanmış!...

ONUR ölçütü açısından bunlar arasında hiçbir fark yok!

Hadi kömüre gerçekten muhtaç çok yoksulu, muhtaç olmadığı halde uyanık geçinen köylü kurnazını ve Boğaz sahillerine çöreklenmiş en yukarıdaki sermaye aşiretlerini bir yana bırakalım ve çok açık konuşalım.

Tandoğan'da, Çağlayan'da, Gündoğdu'daki milyonların, yani yukaridaki iki grubun ortasındakilerin, yani adıyla sanıyla "bizim", laiklikten başka hangi ortak noktamız vardı? Hepsi laikti o insanların. Hepsi şeriata, şeriatçılığa karşıydı. Kuşku yok. Ama o kadar!

Amerika ile ilişkiler, Avrupa ile ilişkiler, IMF, özelleştirme dediğiniz anda aynı tek parçalığı sağlamanız mümkün müydü? Kaçı Atatürkçülükle, tam bağımsızlıkçılıkla ABD-AB-IMF-Özelleştirme dörtlüsünün bir arada olmayacağının farkındaydı?

O meydanlara elinde köpeğinin ipi, açık göbeğiyle ve tam bir iyi niyetle gelenlerin kaçı mevcut, kurulu düzeninin bozulmasından başka bir kaygıyı taşıyordu?

Kaçı için Atatürk ve tam bağımsızlık, kendi küçük dünyasından, kurulu düzeninden ibaret değildi? Kaçı bunun dışına çıkıyordu?

"Kema tekunu yüvella aleyküm."

Yani "siz ne mahiyette iseniz, başınızdakiler de o mahiyette olur" anlamında bir ayetmiş. Sevgili Ceyhan Mumcu'dan öğrendim.

Hepinizin bildiği "Her millet layık olduğu şekilde yönetilir" de Monteskiyö'nün sözü.

Başka Atatürk var mı?!
Geçenlerde, adının yanına astsubay rütbe işareti koyan bir okurumuz özeti "mesele o adam bu adam meselesi değil. Program meselesi" olan bir yazımız dolayısıyla bizi "Atatürk'ten başkası olsaydı Kurtuluş Savaşı kazanılabilir miydi? Ideoloji bu kadar önemli mi?" diye eleştirirken okurumuz geliyor aklımıza. Kendi tezini kendi sözleriyle çürütmüş olsa da, nahifliğine hayran olmak lazım..

Evet. Elbette o şartlarda o zaferi Atatürk'ten başkası kazanamazdı. ÇÜNKÜ ATATÜRK'ÜN BİR İDEOLOJİSİ VARDI!... Bir programı vardı. Bir hedefi vardı. Cumhuriyet, devrimler…

Atatürkçülüğün bizatihi kendisi bir düşünce sistemi değil mi? Sorun sadece ülkeyi işgalden, düşman saldırısından kurtarmak olsaydı, diğer arkadaşları da ne askeri yetenekleri ne vatan sevgileri açısından Atatürk'ten geri kalan insanlar değildi. Onlar da vatanı kurtarabilirlerdi, askeri açıdan. Ama onlara kalsa, biz bugün hala bir padişahın kulları olurduk. Hala Osmanlı tebasıydık. Çünkü onların bir programı, bir ideolojisi, bir hedefi yoktu. Veya ideolojileri, Atatürk'ün ideolojisine, programına karşı çıkmaktan ibareti. Onun için lider değildiler, olamadılar. Öyle olsa, Birleşmiş Milletler genel kurulunun sandalyeleri başarılı kumandanların kurdukları devletlerin temsilcileriyle dolu olurdu. Dünya tarihinde başka başarılı kumandan mı yok! Peki başka Atatürk var mı?!..

Atatürk'ün kafası da, dünyası da, inancı da kocamandı. Bizimki de öyle olmak zorunda. Bir toplum her dakika Atatürk yaratıp duramaz, hele hiç bekleyip duramaz. Tek tek herkesin Atatürk olması, herkesin kafasının, dünyasının, inancının, güveninin Atatürk kadar büyük olması gerekir. "Baykal gitsin de başka kim gelirse gelsin" ise herhalde büyük dünyalılık, büyük kafalılık, büyük inançlılık değildir. Baykal'ı ve rakiplerini çok büyütmektir. Baykal'dan ve rakiplerinden Atatürk'lük beklemektir. Ve Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu durumun vahametini de çok çok küçültmektir.

Devrim-karşı devrim çatışması kesintisiz bir savaş. Kazanan taraf zaman zaman veya sık sık değişebiliyor. Devrim, yani aydınlanma, muasır medeniyet ve tam bağımsızlık taraftarlarının bir daha kaybetmemesi ise, hele bu topraklarda, herkesin sürekli teyakkuzda bulunmasını gerektiriyor.

Bu terazi bu sıkleti çekmez
Evet bu terazi bu sıkleti çekmez. Dünyanın terazisi çekmez amma, Türkiye'nin terazisi hiç çekmez. Türkiye bu noktada dünyanın eklem yeri. Dışarıdakiler 1071'in, 1453'ün ve 1923'ün hesaplaşmasından, içeridekiler 1923'ün hesaplaşmasından asla vazgeçmeyeceklerine göre, ister bir genel kaos şeklinde ister daha sınırlı, hatta ister dahili kaos şeklinde bu hesaplaşmanın kapışması kaçınılmaz.

Yeter ki hepimiz Atatürk olabilelim, programdan, ideolojiden, özelleştirmeye, AB'ye, ABD'ye, IMF'ye en başta şahsen "hayır" diyebilmekten kaçınmayalım; bu "hayır" ı demeden Atatürkçü, tam bağımsızlıkçı olunamayacağını, laik de kalınamayacağını, öyle biz sıcak yatağımızda uyurken bir Atatürk'ün, bir Baykal'ın veya anti-Baykal'ın, hele hele AB'nin, ABD'nin bizi kurtarmayacağını, kurtaramayacağını, bunların hepsinin birbirine bağlı olduğunu artık lütfen kabul edelim. Önce biz!... Şahsen!..

Yoksa, madem bizim için en önemli şey laiklik; nüfus cüzdanlarımızın üstündeki "Türkiye Cumhuriyeti" ibaresinin yerini fiilen-resmen veya sokaktaki görüntülerle "Türkiye İslam Cumhuriyeti" nin alması yakındır.
Kısaca önce biz ve çuvaldız!..


Ali Tartanoğlu

1. Fuzuli


   
   
   
 
 

 
   
   
   

 

 

 

Home ] Up ] Türkiye Gerçekleri ] Strateji ve Politikalar ] İçerik ] Ara ]

TSK-Analiz ] TSK  BOP ] NATO ] Degerlendirme ] [ Analiz ] N-Ulusalcilar ] Milli İrade ] Söz ] Cumhuriyet ] Yönetim ] Mektup ] Mektup ]