|
Bilim,
Kültür, Bilim Kültürü İlişkileri
Bilim kültürü yeni bir kavram olarak son yıllarda sıkça
kullanılmakla birlikte içeriği konusunda tam bir netlik
görünmemektedir. İlk bakışta bu kavram insana bilim ve kültürün
birleşmesinden oluşmuş izlenimi veriyor olabilir. Bilim ve kültür
denilince insanların akılına neler gelir; ya da gelmeli? Bilim
kültürü deyince de öyle!... Asıl sorun neyi, nasıl anlamalıyız,
bilim kültürü deyince beklentimiz ne olabilir. Aslında bu soruların
yanıtını kimse tam olarak bilmiyor.
Bilinmeyeni bilmek için belli kurallar ve ölçütler doğrultusunda
yapılan faaliyetlerin tümüne bilim diyebilir miyiz? Ünlü düşünür
Bertrand Russela göre Bilim, gözlem yoluyla ve bu gözlem üzerine
kurulmuş akıl yürütmeyle, önce dünya ile ilgili belirli olguları
sonra da bu olguları birbirine bağlayan yasaları bulma ve geleceğin
önceden kestirilmesini olanaklı kılma girişimidir. Ünlü bilim
tarihçisi Adnan Adıvar diyor ki Bilim, gerçeklikler arasındaki
bağıntının tümüdür. Bütün bu tanımlardan çıkan ortak görüş, bilimin
evrende olup biteni öğrenme gereksinim ve isteğinden doğduğudur.
Amacı da, olup bitenlerin iç yüzünü, yani gerçeği bulmak, ortaya
çıkarmak ve geleceğe ilişkin kimi varsayımlarda bulunabilmektir.
Bilimle ilgili olarak daha birçok tanımlamalar yapılmıştır ve herkes
tarafından kabul edilmiş tek bir tanımı yoktur. Bilim felsefecileri
neyin bilim olup olmadığı konusundaki tartışmalarını halen
sürdürmektedirler. Kültür de öyle!...
Araştırmacılar kültür için yüzlerce tanımın yapıldığını ortaya
koymuş bulunuyorlar. Türk Dil Kurumu sözlüğünde kültürün tanımı
şöyle verilmektedir: Bir topluluğun bütün fertlerinin sahip olduğu,
olayları ve meseleleri karşılayan, duyuş, düşünüş şekilleriyle tarih
içinde meydana gelen fikir ve sanat verimleri ve değer hükümlerinin
bütünü. Prof Dr. Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi adlı
kitabında kültür için diyor ki: Kültür, bir toplumda geçerli olan
ve gelenek halinde devam eden her türlü dil, duygu, düşünce, inanç,
sanat ve yaşayış öğelerinin tümüdür. B. Malinowskiye göre ise
Kültür, insan gereksinimlerinin karşılanması için doğrudan doğruya
ya da dolaylı olarak çalışan araç ve gereçler ile gelenek-görenekler
ve bedensel veya düşünceyle ilişkili alışkanlıkların tümüdür.
Kuşkusuz bu tanımların hiçbiri kültürü tam olarak yansıtmaktan
uzaktır. Prf. Dr. Nermi Uygur, Kültür Kuramı adlı yapıtında kültür
kavramının geniş kapsamlı bir tanımını vermektedir: Kültür, insanın
ortaya koyduğu, içinde insanın var olduğu tüm gerçeklik demektir.
Bilim, teknik, sanat, ekonomi, hukuk, estetik, devlet, yöntem gibi
insanın meydana getirdiği her şey kültüre girer. Örgütler, dernekler,
kurumlar, okullar, üniversiteler, tüm kendilerine ilişkin şeylerle
birlikte kültürden sayılırlar. İnsanlar arasındaki her çeşit
karşılıklı etkileşmelere, her türlü yapıp yaratma alışkanlıklarına,
bütün manevi ve maddesel yapıt ve ürünlere kültür denir. Her
şeyden önce insan bir kültür varlığıdır, onu hayvanlardan ayıran en
önemli özelliği kültürlülüğüdür. Kültürlü insan derken onun ne kadar
uygar olduğunu da ifade etmiş oluruz. Bu nedenle kültür ile uygarlık
arasında bir ayrılık ya da karşıtlık yoktur. Bunlar birbirinin
yerine kullanılabilen kavramlardır.
Dikkat edilirse bütün bu tanımlarda bilim, kültürün bir öğesi olarak
ortaya çıkmaktadır. Bilim, bilgi temeline yani bilmek istek ve
yeteneğine dayanan bir istem, bir gerçekler ve değerler topluluğudur.
Kültür bu değerleri bilmekle edinilen ve sürdürülebilen bir bütün
olduğuna göre, bilgi/bilim, kültürün ayrılmaz bir parçası demektir.
Kültürü oluşturan öğelerden biri olan bilgi/bilim aynı zamanda onun
yapılmasını öngördüğü ya da yasakladığı etkinlikleri, eylemleri
yönlendirmeye yarayan düşünsel bir davranıştır. Bu nedenledir ki
bilim/kültür ilişkilerini inceleyen B. Malinowski gibi düşünürler,
bilimsel davranışlardan ve bunu değerlendirme yeteneğinden yoksun
kalan toplumların kültürlerini, dolayısıyla da kendi varlıklarını
devam ettiremeyeceklerini öne sürmüşlerdir.
Gerçekte insanlar bir bakıma alışkanlıklarının ve geleneklerinin
tutsaklarıdırlar. Kişi, zorunlu olmadıkça alıştığı şeylerden kolayca
vazgeçemez. Bireylerden oluşan toplumlarda da bu eğilim ve davranış
sezilir. İşte bilimin etkisi ya da gücü burada belirmektedir. Bilim
felsefecimiz Aydın Sayılının deyimi ile Bilim, toplumların
durağanlaşma, canlılığını yitirme eğilimlerini önleyen, onlara
canlılık getiren bir etmen olarak ortaya çıkmaktadır.
Bilimde kesinlik olmadığı için, sürekli bir araştırmadır bilim;
sorularına sınır, buluşlarına dur durak yoktur. Bilimde hiçbir
konuda henüz son söz söylenmiş değildir. Kendi mantığı eseri sonsuz
bir evrimdir bilim.
Bilimi, kesin gözüyle bakılan bir takım vargıların toplamı olarak
anlamak yanlıştır. Bilim yalnızca birtakım vargılar değildir; bilimi
bilim yapan, tüm bilimsel vargıları vareden bilim kafasıdır,
insandır, insana özgü yaratıcılıktır; soran, arayan, araştıran,
deneyen, denetleyen; sonra bütün bu başarılarını yeniden ele alan,
onaran, düzelten, daha sonra yeni atılımlara yönelen ve bunu hep
böyle sürdürüp giden insandır. Bu etkinliklerin tümüne birden açık
düşünme diyebiliriz. Şöyle ki, bilimde açık düşünme, durmayı,
katılaşmayı önleyen, bilimi durmadan yenileştirip iten güçtür. Bilim
kafası, düşünmeyi hiçbir zaman kapamayan, bu uğurda hiçbir emeği
esirgemeyen kafadır. Rasgele bir düşünceye, tek yönlü bir bakış
açısına takılıp kalmayan, açık düşünceye özenle bakım gösteren bir
uygarlıktır bilim uygarlığı.
Uygarlığın temel öğelerinden biri olan kendini yenileyebilme,
kendini aşabilme yetisi bilimdeki gelişmelerle yakından ilgilidir.
Toplum hayatındaki en büyük gelişmeler bilimden kaynaklanan, bilime
dayananlardır. Bilim, biryandan teknolojinin yol açtığı maddi
değişim ve dönüşümleri büyük ölçüde temellendirirken, öte yandan da
görgü ve kavrayış ufkumuzun gelişmesini, manevi hayatımızın sağlam
düşünce temelleri üzerine oturmasını sağlar ve böylelikle de manevi
hayatımıza, tinsel yaşam ve yaşantımıza, değer yargılarımıza yön
vermeye yarar. Böylece bilim, insan hayatı için güven verici bir
kılavuz yerine geçer. Bunun sonucunda insanlar bilimle düşünme
alışkanlığını kazanır. Bu gerçekleştiği takdirde insanların bir
bilim kültürüne sahip olduğu söylenebilir.
Bilim kültürü; insanların bilimin önemine inanması, bilimle
ilgilenmesi, bilime destek vermesi, bilimin dışında yol gösterici
aramaması için çok gerekli olan yüce bir kazanımdır. Bilim kültürü
gelişmeyen toplumlarda bilmin gelişmesi ve ürüne dönüşmesi pek
mümkün olamaz. Bilim kültürü olmayan uluslar bilgi üretemez,
yaşamını değiştiren bir şey yapamaz. İnsanın yaşamını kolaylaştıran,
değiştiren, geliştiren önemli buluşlar bilim üretmenin sonuçlarıdır.
İnsanın hayatını değiştirmeyen ve etkilemeyen, pratik hayata
uygulanamayan hiçbir buluş, buluş değildir.
Bilim kültürünün en önemli yanı durağan değil dinamik oluşudur.
Bilim kültürüne sahip olamayan ya da onu özümseyemeyen,
devingenliğini önemsemeyen toplumlar daima çağın gerisinde kalmaya
mahkûmdur. Maddi ve manevi dünyada hangi alana ilişkin olursa olsun
bir kez dört elle sarıldıkları bilgilere kendi gözüyle bakan
toplumlar, bilimin o yaratıcı, o sürekli üretkenliğini zamanla
göremez ya da görmezlikten gelirler. Bu nedenle de bilimlerde
devrimler ortaya çıkınca bu tür toplumlar geride kalır ya da yok
olur giderler. Osmanlı İmparatorluğu buna iyi bir örnektir. Bilim
uygarlığı açısından bakılınca böyle ülkeler çokça kendi kendilerine
biçtikleri bir yaşayış biçimine katlanmak zorunda kalırlar. Kapalı
toplum, baskıcı yönetim, ezberci eğitim, kısır edebiyat, tıkanık
felsefe, ilkel sanat, çağ dışı ekonomi, ithal teknoloji, bu tür
yaşayışa sahip toplumlara yakışan nitelemelerden birkaçıdır. Böylece
bilimi kesinlikle durdurmak isteyen her yorum, insanı çağdaş bilim
uygarlığının dışına iter.
Konuya bu açıdan bakıldığında toplumumuzun çağdaş bilim uygarlığının
içine girebilmesi ve bilim kültürünün yükseltilmesi için daha çok
büyük işler yapmamız gerektiğini görüyoruz. Bilimsel kültürün
gelişmesini sağlayan ya da onu engelleyen koşullar iyi bilinmedikçe
ve bu konuda gereken önlemler alınmadıkça bilim okur-yazarı olan,
bilim kafalı bireylerin çoğalması ve toplumda bilim kültürünün
tabana yayılması kolay olmayacaktır.
Bilimsel kültürün gelişmesini sağlayan koşullar yedi maddede
özetlenebilir:
1.
Toplumsal değerler: Bilimsel kültürün bir ülkede
oluşması ve gelişmesi için önce bilimin gelişmesi gerekir. Bilimin
gelişebilmesi, her şeyden önce o toplumda bilime verilen değere,
bilimsel etkinliklerin önemsenmesine bağlıdır. Bunun için de
öncelikle bilimin ne olduğunun ne olmadığının iyi algılanması
gerekir. 17. yya kadar neredeyse din ile bilim eş anlamlı
kullanılmış, din dışında bir bilim düşünülmemiştir. Bilimin dinin
etkisinden kurtarılması ve Hayatta en hakiki mürşit ilimdir
özdeyişiyle bilimin, birey ve toplum için en yansız yol gösterici
olduğu bilincine ulaşılması kolay olmamıştır. Bunun için bilimin
ana dayanağı olan aklın, imanın emrinden çıkmasını ve akılcılık (rasyonalizm),
olguculuk (pozitivizm) gibi akımların güçlenip toplumsal değerler
kazanmasını beklemek gerekmiştir. Bu nedenle bilimin her toplumda
her zaman çok önem verilen, övgüye değer görülen bir uğraş
sayıldığı kolay kolay söylenemez. İslam toplumlarında ve geri
kalmış ülkelerde bunun örneklerini fazlasıyla görüyoruz.
2. Yasal düzenlemeler:
Çağımızdaki katılımcı demokrasilerde yasalar, aydınlamacı görüşe
uygun olarak kamu istek ve iradesini yansıtan metinler olarak
nitelendirilmektedir. Yasal düzenlemelerin bir ülkede bilimsel
araştırmaları sınırlandırmaması, aksine desteklemesi
öngörüldüğünde, bilimin gelişmesi için uygun bir ortam hazırlanmış
olur çünkü bilim, ancak özgürlükçü bir ortamda ve düzende serpilip
gelişebilen bir nesnedir. Bilim kurumlarına ve bilim adamlarına
yasalarla tanınan yeterli maddi ve manevi olanaklar ve haklar
bilimin gelişmesini olumlu yönde etkilemektedir.
3. Siyasal iktidarın tutumu:
Siyasal iktidarların bilime kendi anlayışları ve programları
açısından yaklaşımları bilimsel gelişmeyi olumlu ya da olumsuz
yönde etkilemektedir. Siyasal yetkilerini kullanan yöneticilerin
bilime, bilim kurumlarına ve bilim adamlarına karşı tutumları,
onlara ilişkin değerlendirmeleri bir yerde toplumu bile
yönlendirebilir ve koşullandırabilir. Bilim çevrelerinin ve
kurumlarının, iktidardaki siyasetçiler tarafından boyuna
suçlandıkları, aşağılandıkları bir ülkede, bilimin değer kazanması,
gelişmesi, bilim kültürünün oluşması güçleşir. Bu nedenledir ki
bilimi siyasetçilerin, siyasal görüş ve baskılarının dışında
tutabilmek için üniversitelerin bilimsel özerk olması
gerekmektedir.
4. Parasal ve teknik olanaklar:
Deneye, gözleme ve araştırmaya dayalı bir uğraş olan bilimin,
kendini doğrulaması, yenilemesi, yeni buluşlara ve uygulamalara
ayak uydurabilmesi için manevi desteğin yanında daha fazla maddi
desteğe gereksinim vardır.
5. Verilerin gözden geçirilmesi:
Bir ülkede bilimin gelişmesi, bilim kültürünün oluşması için
bilimle uğraşan kişilerin ve kuruluşların uymaları, uygulamaları
gereken bazı ilkeler vardır. Bunlardan biri yeniden gözden
geçirme diye bilinen ilkedir. Bilimsel gelişmeler çok hızlı
olduğu için sık sık sonuçların yeni verilere göre düzeltilmesi
gerekmektedir. Aksi halde bilimde ilerlemek olanaksızdır.
6. Uygulamaya dönüşüm: Elde
edilen araştırma sonuçlarının uygulanabilir olması da bilimsel
gelişmeyi sağlayan etkenlerden biri olarak kabul edilmektedir.
Kuşkusuz her bilimsel araştırmanın ya da buluşun hemen uygulamaya
konulması ve topluma gözle görülür maddi bir yarar sağlaması
mutlak bir zorunluluk olamaz. İnsandaki öğrenme eğilimine yanıt
vermek, gerçeğin ne olduğunu ortaya çıkarmak da başlı başına
psikolojik ve toplumsal bir kazançtır. Ne var ki, uygulanabilirlik,
sağladığı olanaklarla bilime duyulan gereksinimi ve güveni
pekiştirmekte ve bilimsel araştırmaları destekleyici bir ortamın
oluşmasına yardımcı olmaktadır. Bu nedenle sanayileşmeye koşut
olarak günümüzde bilim-sanayi, bilim-teknoloji ve bilim adamı-iş
çevreleri işbirliği önem kazanmış bulunmaktadır.
7. Neden-Sonuç ilişkilerini gözetme:
Bilimle uğraşanların uyması gereken bir diğer ilke de neden-sonuç
ilişkilerini gözetmektir. Bu bir bakıma girişilen eylemin toplumda
doğurduğu tepkiyi saptamak demektir. Bilimsel bir buluş,
uygulamaya konulduğunda umulan sonuç alınmıyorsa ya da
anlaşılamıyorsa, yöntemde bir yanlışlık varsayılmalıdır. Alınan
sonuç ve karşılaşılan tepkiye göre yöntemde gereken düzeltmeler
yapılmalıdır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki bilim
olmadan bilim kültürü oluşmuyor. Bilim ve bilgi üretmenin de ön
koşulu bilim kültürünün oluşmasına bağlıdır. Her şeyden önce aklın
inançtan, bilimin dinden tam bağımsızlığı sağlanmadan ve eğitimi
ezbercilikten kurtarmadan bir toplumda ne bilim üretilir ne de bilim
kültürü oluşturulabilir. Ancak nakilcilik yapılır.
İnanıyoruz ki yukarıda sözünü ettiğimiz temel koşulları yerine
getirdiğimiz; laik, pozitivist, ulusalcı, demokratik, Atatürkçü
eğitim ilkelerini uygulamaya koyabildiğimiz ve eğitim kurumlarımızı
yeniden bu doğrultuda yapılandırabildiğimiz takdirde Türk ulusunun
özünde var olan o yüksek bilim kültürü açığa çıkacak, Türk ulusu
büyük bilimsel buluşlarını gerçekleştirecek ve çağdaş medeniyet
ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır!...
Prof. Dr. Süleyman Bozdemir, Ç.Ü.
Fen Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü
|
|