Up
| |
|
Kimlikler
Dünyada ırkçılığı anlayamayan iki grup insan var. İlki ırkçıların
kendileri. Çünkü tüm enerjilerini ırkçı olmadıklarını kanıtlamaya
harcadıklarından, analiz yapacak güçleri kalmıyor.
İkinci grubuysa Türkler oluşturuyor. Irkçılıktan o kadar uzaklar ki
kendi kişiliklerine bakıp ırkçılığı anlamaları mümkün değil. Ama
içlerinden bir bölümü tüm kötülüklerin kaynağında kendi milletlerini
gördüğünden, ırkçılığı da kimselere bırakma niyetinde değiller.
Siyaset psikolojisi birçok kavram gibi ırkçılığı da sosyolojiden
daha iyi açıklıyor. Bebek altı aylık olduğunda annesiyle yabancıyı
ayırabiliyor; annesinde huzur buluyor, yabancıdan korkuyor. İleride
her insanda görülen yabancıya karşı önyargıların ve 'Biz ve Onlar'
ayrımının kaynağı bu. Buradan 'habis' önyargılara, yani ırkçılığa
çok uzun bir yol var.
Her insan gibi, her toplum da kendini şu veya bu şekilde
diğerlerinden üstün görüyor. Bu, kişide benliğin, toplumda
milliyetçiliğin temelini oluşturuyor. Ama milliyetçilik,
başkalarının aşağılanması anlamına gelmiyor. Aşağılara kıyasla üstün
olmak bir üstünlük sayılabilir mi?
Tabii milliyetçiliğin aşırısı da var. Şovenlik de denen bu özellik
kendi üstünlüğüne aşırı vurgu yapıyor. Siyasi ve askeri mücadele
içinde bulunduğu toplumlara karşı şiddet ve nefret duyguları
geliştiriyor, genişlemeci oluyor, saldırganlaşıyor. Japonya, Almanya
ve İtalya'daki gibi faşizm türü rejimler kurabiliyor ve militarizmle
sömürgeciliğe de yönelebiliyor.
Kuşkusuz her toplum, kendi şartlarına göre, aşırı milliyetçilik
türlerinin tehlikelerine açık.
Ancak megalomani tehlikesi var diye, sağlıklı bir benlik sahibi
olmaktan nasıl vazgeçemezsek, aşırı milliyetçilik tehlikesi var diye
milliyetçilikten de vazgeçemeyiz. Siyaset psikolojisi, kimliğin
temeli olan benlik ve milliyetçilik duygularının tahrip olması
halini, 'borderline', yani çok ciddi psikolojik bozukluklar olarak
tanımlıyor.
Milliyetçilik etnikten çok, kültürel bir olgu. Irkçılıksa, biyolojik
niteliğiyle çok daha 'regressif'. Yani ırkçılığın hâkim olduğu
toplum, ruhsal açıdan tarihin çok erken dönemlerine geriliyor.
Irkçılık, ırkçı aşağılamaların, ayrımcılığın mezalim boyutuna varmış
hali.
Batı Avrupa'da ırkçılık milliyetçilikten yaklaşık 900 yıl önce
başladı. Yüz Yıl Savaşları'ndan bu yana antisemitizm, 'pogromlar',
engizisyon, Katarların katli vb. olaylarda görüldü. Milliyetçiliğin
geliştiği 19. ve 20. yüzyıldaysa, sömürgecilik, sosyal Darvinizm,
'apartheid' ve nihayet Holokost halinde devam etti.
Irkçılıkta bir hedef grup var. Bu grup ırki yani biyolojik olarak
sadece aşağılık görülmüyor, aynı zamanda tüm kötülüklerin de kaynağı
sayılıyor. Buna 'ötekileştirme' deniyor. ('Öteki' ile 'başkası'
arasında dağlar kadar fark var.) İlk aşamada toplum içinde tecrit
edilen bu grup, 1492'de İspanya'da olduğu gibi, korkunç bir
engizisyon mezalimiyle toplum dışına atılıyor veya Katarların
katlinde (13. yy.) ve Holokost'ta olduğu gibi yok ediliyor. Böylece
ülke, dünya, hatta kozmos kötülüklerden temizlenmiş oluyor.
Irkçılıkta baskın grup kendi kimliğinin günah ve suçluluk duyguları
uyandıran kötü yanlarını hedef gruba yansıtıyor. Hedef grup bir süre
kötü olmadığını savunsa da, sonunda kimliği yıkılıyor ve baskın
grubun tüm suçlamalarını kabulleniyor. Böylece kendisini aşağı
görüyor ve direnmeden ölüme gidiyor.
Irkçılıkta baskın grubun kültürü önemli. Bu kültürün bir nedenle
sürekli günah ya da suçluluk duygusu üretmesi ve bunu bir gruba
atmadan kurtulamaması gerekiyor.
Bizde böyle bir durum mu var?
Gündüz Aktan
Kimlikler ve
nüfus
LAİK Türkiye hiçbir zaman insanların mezheplerini sorarak nüfus
sayımı yapmadı, ama 1965 yılına kadar "anadil"i sorarak nüfus sayımı
yaptı.
Bugün elimizde kimliklere dair nüfus sayım rakamları yok. Tahminlere,
temennilere göre rakamlar ileri sürülüyor.
Resmi sayımlarda anadili Kürtçe olanların oranı 1965 yılına kadar
yüzde 8 civarında. O dönemde ekonomik ve sosyal yapıda önemli bir
değişiklik olmadığı için bu civarda sabitleşmiş olması tabiidir.
KONDA'ya göre bu oran artmış. 18 yaşın üstündekilerde anadili Kürtçe
olanların oranı yüzde 12, ama "Ben Kürdüm" diyenlerin oranı yüzde
9'dur; aradaki kesim kendisini "Türk, TC vatandaşı" gibi çeşitli
kavramlarla niteliyor.
Bu anadil ve aidiyet rakamlarına 18 yaş altındaki nüfusu da
ekleyerek hesaplanan Kürt nüfus oranı ise yüzde 15 KONDA'ya göre. Yüzde 15, yani 11 milyon civarında...
Avrupa Birliği'nin 2004 yılındaki İlerleme Raporu, Türkiye'deki Kürt
nüfusun sayısını 15 ile 20 milyon arasında göstermişti. KONDA'nın
araştırması, bu iddianın geçersizliğini ortaya koyuyor.
Oranda artış olmasının sebebi belli: elli yılda Türkiye'nin
batısında eğitim ve şehirleşme gibi dinamikler doğurganlığı düşürdü;
Doğu'da ise yüksek kırsal doğurganlık devam ederken sağlık
hizmetlerinin gelişmesi de nüfus oranını yukarıya çekti.
Kürt nüfusu
İranlı Kürtçü Prof. Mehrdad İzady'nin
iddiasının aksine, bu trend böyle sürüp gitmeyecek. Çünkü
1980'lerden itibaren bölgede hızlanan göç, şehirleşme ve eğitim gibi
dinamikler Kürtlerde de doğurganlığı azaltıyor. KONDA'ya göre,
Güneydoğu'da bir çatı altında 6'dan fazla kişinin barındığı
kalabalık ailelerin oranı yüzde 46.9'dur, ama İstanbul'daki
Kürtlerde kalabalık aile oranı yüzde 35'e düşüyor.
Doğu ve Güneydoğu'da doğurganlık hızı 1973 yılında 7.3 iken, 1998'de
4.2'ye indi. Şehirleşme, eğitim, iletişim, piyasa ekonomisi gibi
dinamikler bölgede de doğurganlığı 3'e doğru aşağıya çekiyor.Konunun diğer yönü, nüfusun ne kadar 'entegre' olduğudur.
Anadolu nüfusu, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar iç içe
geçiyor, entegre oluyor. Ulaştırma, şehirleşme, eğitim, piyasa
ekonomisi gibi dinamikler, asırlarca aynı yerde, aynı köyde oturmuş
insanları yeniden harmanlıyor. İşte "toplumun üçte biri yer
değiştirmiş"tir.
Etnik milliyetçiliklerin tasavvur ettiği "tek tip insan" gerçekdışı
kalıyor; onun için Kürtler ve bütün kimlikler yekpare birer siyasi,
sosyal, ekonomik ve kültürel bloklar olmaktan çıkıyor, iç içe
geçiyorlar.
Alevi nüfusu
Alevi olduğunu "söyleyenlerin"
oranı KONDA araştırmasında yüzde 5, yani 4.5 milyon. Ancak
Alevilerin önemli bir bölümü kimliğini söylemiyor. Uzun asırların
oluşturduğu bir çekingenliğin eseridir bu.
"Değişen Türkiye'de Din, Toplum ve Siyaset" adlı araştırmalarında
Prof. Binnaz Toprak ve Prof. Ali Çarkoğlu, 'yan sorularla' ilginç
bulgulara ulaşmışlardır: Peygamber'den sonraki en önemli din
büyükleri kimlerdir, diye sorulduğunda "Hz. Ali, Hacı Bektaş Veli..."
diye cevap verenlerin oranı yüzde 11.4'e çıkıyor.
Bütün kimlik nüfusları bakımından sayıdan daha önemli iki husus
vardır:
- İlki hoşgörüdür. Saygılı davranmak, 'öbürü'nü rencide etmekten
sakınmaktır.
- İkincisi entegrasyondur. İş ilişkileriyle, sosyal münasebetlerle,
çeşitli partilerin, kulüplerin çatısı altında buluşarak evlilikler
yaparak kaynaşmaktır.
Türkiye kasisli, keskin virajlı, uçurumlu bir yoldan bu yönde
ilerliyor. Düşmeden devam!
Uluslaşma ve Kürtler
ORTADOĞU'da uluslaşması gecikmiş kavim,
Kürtlerdir. Kürt milliyetçileri bunu "sömürgecilik, geri
bıraktırılmışlık" falan diye 'dış güçler'e bağlıyor. Halbuki
İranlı Kürt lider Abdurrahman Qasımlı'nın da gösterdiği gibi, esas
sebep, tarihsel Kürdistan coğrafyasının dağlık ve yayla
özelliğidir. Kürtler bu yüzden asırlar boyu hayvancılığa bağlı dağ
ve yayla göçebeleri olarak aşiretler halinde yaşadılar,
devletleşme ve uluslaşma tarihte gerçekleşmedi.
Ortadoğu'da Farslar en eski yerleşik kavimdir.
Araplarda ise, çöle bağlı 'bedavet' şartları yüzünden bir tarafta
aşiret yapısı devam ederken, öbür tarafta İslamla tarih sahnesine
çıkış ve yazılı dil gibi ortak bir bağa sahip olmaları sayesinde
Arap uluslaşması nispeten erken başladı, hâlâ devam eden çok
sancılı bir süreç.
Türkler ise bozkır göçebesiydi, bu sayede
kolayca tarım ve kent hayatına geçtiler, Selçuklu ve Osmanlı
devlet geleneği ve kurumları da Türklerde uluslaşma süreci için
köklü bir sosyolojik temel yarattı. İlk Kurtuluş Savaşı'nı ve
bölgede ilk ulus devleti Türklerin gerçekleştirmesi ve Türk adının
ırki değil, vatani bir kavram haline gelmesi bu bin yıllık
tarihsel sürecin ürünüdür.
Gecikmiş milliyetçilik
Kürt milliyetçiliği bir "gecikmiş
milliyetçilik"tir. Gecikmiş milliyetçilikler uluslaşmanın ilk
aşamasıdır, taşkın duygular yaratır. Batı'da milliyetçi savaşlar,
Pan hareketleri, doğuda Pan-Türkizm ve Pan-Arabizm böyleydi.
Gecikmiş milliyetçiliklerin "ulus" anlayışı çok
soyut, taşkın ve militandır: Aynı kavimden insanların "bir ulus"
olduğunu iddia eder, bunun için kan döker. Mehdi Zana'nın "Bütün
ırklar kendi ülkesine çekilsin" diye konuşması, Türkiye'nin
doğusunu "Kuzey Kürdistan" diye nitelemeleri böyle "Pan-Kürdist"
şoven iddialar.
Elbette Türkiye'nin 12 ilinde Kürtçe ağırlıklı
olarak kullanılıyor ama bu, "sosyolojik uluslaşma"yı ifade etmez.
Kürtler "sosyolojik uluslaşma"yı Kuzey Irak'ta yaşıyor. Çünkü
orada Kürtler, ihtilaflı Kerkük dışında sınırları belli bir
coğrafyada yaşıyorlar, Irak'ın 'İstanbul'u yok! Eskiden beri
feodal veya modern 'kendi' kurumları var; devlet ilanına sadece
uluslararası konjonktür müsait değil.
Türkiye'de ise...
KONDA'ya göre ana dili Kürtçe olanların oranı
yüzde 12; nüfus projeksiyonuyla yüzde 15; "Ben Kürdüm diyenler"
yüzde ise 9'dur. Dahası:
- Kürtlerin yarısı
ülkenin batı illerinde yaşıyor. Türk-Kürt evlenmesinden doğan 3
milyon insan var! Ekonomik gelişme doğudan batıya iş gücü göçünü,
batıdan doğuya da sermaye ve organizasyon göçünü gerektiriyor.
Nasıl ayırıp ayrı bir "ulus" çıkarılabilir?!
- Kürt milliyetçileri
şoven bir duyguyla bu sosyolojik gerçeği görmüyor ya da zorla,
şiddetle değiştirmek istiyor ama halk bu gerçeği görüyor ve
benimsiyor. İşte KONDA'ya göre Kürtlerin sadece yüzde 38'i Kürt
milliyetçiliğine, DTP'ye oy veriyor, batı illerimizdeki
Kürtlerde bu oran dörtte birden aşağıya doğru iniyor.
Türkiye'de geri çevrilemez bir "sosyolojik
entegrasyon" yaşanıyor, Pan-Kürdist milliyetçilik de Kürtçü veya
Kürtçü etnik milliyetçilikler de bu sosyolojik gerçeğe aykırıdır.
Çözüm etnik milliyetçilik değil, üniter devlet
içinde liberal bireysel özgürlükler ve sosyoekonomik gelişmedir;
entegrasyonun hızlanmasıdır.
Taha Akyo, Milliyet
|
|
Kürt sorununun
algılanması
Tarhan Erdem
yönetimindeki KONDA'nın yaptığı "Biz
kimiz?" anketinin sonuçları bir süredir Milliyet'te yayımlanıyor.
48 bin kişiyle yapılan anketlerin çeşitli sonuçları tartışılıyor.
Nüfusun etnik ve
mezhepsel yapısını anketle tam olarak saptamak elbette mümkün değil.
Anketi nüfus sayımı gibi algılamamak gerekir."Biz kimiz?" anketinin
dün
yayımlanan kısmı "Kürt sorunu"yla ilgiliydi.
Toplumun "Kürt sorunu"nu nasıl algıladığını ortaya koyan sonuçlara
varılmıştı.
Ankete
katılanlara yöneltilen iki soru şöyleydi:
1- Güneydoğu
sorunu veya Kürt sorunuyla ilgili aşağıdaki görüşleri doğru mu,
yanlış mı buluyorsunuz?
2- Güneydoğu sorunu veya Kürt sorununun çözümü için aşağıdaki
politikaları doğru mu, yanlış mı buluyorsunuz?
Sorunun kaynağı
48 bin kişiyle
yüz yüze yapılan bu ankette "Kürt sorununun" nedenleri seçenekli
olarak verilmiş, "doğru" veya "yanlış" yanıtıyla sonuçlara varılmış.
Bu sonuçları değerlendiren KONDA'ya göre toplumun büyük çoğunluğu, "Kürt
sorunu"nun nedenlerini, "önem" sırasına göre şöyle sıralıyor:
1- Yabancı
devletlerin kışkırtması,
2- Kürtlerin ayrı devlet istemesi,
3- Genel sorunların Kürtlerle ilgiliymiş gibi gösterilmesi,
4- Kürtlerin kimlik sorunu,
5- Devletin Kürtlere farklı davranması.
Ankete
katılanların bu sıralaması PKK ve aynı çizgiyi izleyen parti ve
kuruluşların tezleriyle ters bir sıralama...
Şiddetli terör ve
sonrasındaki siyasallaşma sürecinde PKK ve aynı çizgideki
kuruluşların sorunun temel kaynağını, "Kürt kimliğinin tanınmaması"
olarak gördükleri biliniyor. Siyasal proje ise bağımsız Kürt devleti
olarak tanımlanıyordu. "Devletin Kürtlere farklı davranması" da
temel nedenlerden biri olarak sunuluyordu. Bu işin, "yabancı devlet
kışkırtması" olduğu yönündeki görüşler ise reddediliyordu.
Oysa, toplumun
algılaması aksi yönde görülüyor.
Bu algılama, ülke genelinde PKK propagandasının kabul görmediğini
ortaya koyuyor.
Ortak tutum
Anket
sonuçlarında dikkat çeken bir yön, sorunun çözülmesi için terörün
mutlaka yok edilmesi gerektiği görüşü. Yüzde 90 oranında kabul gören
bu görüşü, çözüm için atılması gereken ilk adım olarak algılamak
yanlış olmaz.
Terörün devam
ettiği bir ortamda herhangi bir önerinin yaşama geçirilmesi çok zor
hatta olanaksızdır.
Bu halde önce
terörün yok edilmesi ortak ve ilk hedef olarak görülmeli. Bir yandan
terörü veya terör tehdidini sürdürüp diğer yandan, "çözüm önerileri"
geliştirmek anlamlı değil.
Ankete katılanlar
yüzde 90 oranında bu görüşü doğru olarak nitelerken, diğer önerileri
"yanlış" buluyorlar. Bu tutum, terörün önlenmesini bir "önkoşul"
haline getiriyor. Örneğin milletvekili barajının düşürülmesi, Kürt
kültürünün geliştirilmesi için devletin katkı yapması, Kürtçe eğitim
olanağı sağlanması gibi önerileri yanlış bulanların oranı, doğru
bulanlardan yaklaşık iki kat daha fazla...
Bu sonuçlar
gösteriyor ki, terör ve terör tehdidi sürdükçe, önerilerin destek
bulması mümkün değil.
Fikret Bila, Milliyet |
Gene Kürt
sayısı ve 'Türkiyelilik'
6 Ağustos 2006 ve 11 Mart 2007 tarihli yazılarımda, Türkiye'deki Kürt sayısını,
bu konuda yapılmış bütün bilimsel araştırmaları, istatistikleri ve
spekülasyonları bir arada değerlendirerek aktarmış; ortalıkta dolaştırılan
rakamların siyasî maksatlarla uydurulmuş olduğunu göstermiştik.
Hatırlanacağı üzere, Türkiye'deki Kürt nüfusunun, toplam nüfusun yüzde 7'si
ile 11'i arasında bulunduğu; yani 5 ile 8 milyon arasında değişebileceği ve en
fazla 8 milyon olduğu ortaya çıkmıştır. Bizce, Kürt nüfusu yüzde 8,5 oranında
ve 6,5 milyon civarındadır.
Günümüzde etnik kökeni biyolojik araştırmalarla ortaya çıkarmak mümkün
olmadığına göre, geçerli ölçü, konuşulan ana dile göre değerlendirme
yapılmasıdır. Bu konuda, en gerçekçi ve bilimsel veriler Türkiye İstatistik
Kurumu'nun (TÜİK ), ana dile göre nüfusun tesbit edildiği son sayım olan '1965
Genel Nüfus Sayımı' sonuçlarıdır.
Buna göre, 31.391.421 olan Türkiye Nüfusu'nun 2.219.502'si ana dili olarak
Kürtçe'yi beyan etmiştir. Bu sayı ise toplam nüfusun yüzde 7,07'sine tekabül
etmektedir.
Günümüzde Kürt nüfus oranının artmış olduğunu ileri sürenler, Kürtlerin diğer
etnik gruplara göre daha fazla doğurgan oldukları ve Türkiye ortalamasının
üstünde bir nüfus artış hızına sahip bulundukları görüşündedirler. Doğurganlık
ile ilgili elimizdeki tek veri, TÜİK tarafından yapılan bir çalışmadır. Buna
göre, Türkiye genelinde doğurganlık oranı yüzde 2,23 iken, Doğu ve
Güneydoğu'da bu oran yüzde 3,65'e yükselmektedir.
Buna mukabil, göç eden Kürtlerin yeni yerleşim birimlerinde diğer etnik
gruplara benzeşerek şehirleşmenin etkisiyle doğurganlıkta Türkiye ortalamasına
yaklaştığı görülmektedir. Ayrıca, Doğu ve Güneydoğu'da bebek ölüm oranlarının
yüksek ve ortalama hayat sürelerinin düşük olması da nüfus artışında ters
etkendir. Diğer taraftan, bu bölgedeki Türk ve Arap nüfusunun da
doğurganlığının yüksek olduğu unutulmamalıdır.
KONDA'nın son araştırmasında üzerinde tartışılması gereken bir çok soru
işareti vardır. Önce, bu araştırmadaki soruların, denekleri yönlendirici
olduğunu ve yanlış düzenlendiğini düşünüyoruz. Bir kimlik araştırmasında, 'Türkiyelilik'
'Türkiye'yi sevmek' gibi sorular, 'Etnik kökeni Türk olmak' gibi 'ırk ayrımı'
çağrıştıran bir soruya alternatif tutulursa, ilk grubun cevaplandırılması
oranının yüksek olacağı bellidir. Bu nevi kimlik araştırmalarında esas olan
ucu açık sorulardır.
Yönlendirmede bulunmadan tevcih edilen ucu açık bir kimlik sorusuna hiç kimse
'Türkiyeliyim' diye cevap vermez. Siz hiç İngiltere 'e, Fransa'da, Almanya'da
yapılan bir kimlik araştırmasında, deneklerin 'İngiltereliyim', 'Fransalıyım',
'Almanyalıyım' dediğini duydunuz mu?
Diğer taraftan araştırmada, 'Türkler' ile 'Türk kökenliler' bile ayrı grup
içinde ele alınırken, birbirinden tamamen farklı etnik ve dil yapısına sahip
bulunan Kürtler ile Zazaların aynı grup içinde değerlendirilmesi de, ilk göze
çarpan yanlışlıklar arasındadır.
Bugüne kadar bilimsel metodlarla yapılmış hesaplamalarda bulunan en yüksek
Kürt nüfus oranı, 1990 yılı için yüzde 12,6 mertebesindedir. Bu ise, 2006 yılı
itibariyle 9,3 milyon nüfusa tekabül etmektedir (Servet Mutlu, "Population of
Turkey by Ethnic Groups and Provinces").
KONDA'nın son araştırmasında ileri sürülen, nüfusun yüzde 15,6'sının Kürt
olduğu, böylece Türkiye'de 11 milyon 445 bin Kürt bulunduğu iddiası yanlıştır
ve bizzat kendi ana dil rakamlarına ters düşmektedir. Çünkü, araştırmada
yetişkinler içinde Kürtçe'yi ana dil olarak gösterenlerin oranı yüzde
11,97'dir. 18 yaşın altındaki nüfusun 3,6 puan oynaması mümkün olmadığı gibi,
yetişkin olmayan nüfusun kimliğinin zaman içinde aynı trendi göstereceği
varsayımı da doğru değildir.
Buna göre, ana dil rakamları açısından yüzde 11,97'lik bir oran da 8 milyon
850 bin civarında bir nüfusu ifade eder ki, bu sonuç da başlangıçtaki
tahminlerimizin teyidi mahiyetindedir.
Kaldı ki, yıllardır anlatmaya çalıştığımız gibi, yüzde 84,54'ü yani yaklaşık
olarak yüzde 85'i aynı dili benimseyen bir topluma asla 'mozaik' denilemez.
Hasan Celal Güzel
Psikolojik Harekâtın Hedefi (1)
Sevgili okuyucular, bu pazar sohbetinde, her gün maruz kaldığımız ancak pek de
farkında olduğunuzu sanmadığım bir 'psikolojik harekât'tan bahsetmek istiyorum.
Türkiye bugün Kürtler, Kuzey Irak, peşmergeler, Türkmenler ve PKK konularında
yüksek yoğunluklu bir psikolojik harekâtın hedefinde bulunuyor. Hergün,
birileri medyada arz-ı endam eyleyerek, 'ezber bozma' adı altında aynı şeyleri
tekrarlayıp duruyorlar. Ünlü kitle psikolojisi uzmanı Gustave le Bon,
kitlelerin ruhuna bazı fikir ve inançları yerleştirmek için 'iddia-tekrar-sirayet'
ten oluşan üçlü bir yönteme başvurulduğunu belirtir.
Bu hafta, sütunlarımın elverdiği nisbette, Türkiye'nin ve halkımızın maruz
kaldığı bu psikolojik harekâttan misaller vermeye çalışacağım.
'Türkiye
bir mozaiktir'
Bu iddia, bir zamanlar KGB'nin Türkiye üzerinde yürüttüğü bir psikolojik
harekât sloganıdır. Ne yazık ki, ülkemizde cumhurbaşkanları, başbakanlar bile
bu sloganın tuzağına düşmüştür. Bu sloganda vurgulanan esas nokta, Türkiye'nin
etnik yapısıdır.
Bu konuda asıl hedef, Türkiye'nin etnik bütünlüğünün olmadığını ileri sürerek
federatif sisteme ve bölünmeye giden yolu açmaktır. Halbuki, çeşitli
araştırmalara ve istatistiklere göre, Türkiye'de yaşayan insanların en az
yüzde 85'i Türk kökenlidir. Bu derece homojen bir yapıyı, hiç bir millî
devletin bünyesinde kolay kolay gösteremezsiniz. ABD'de 'Ethnologue Data from
Languages of the World' adlı araştırma kurumunun hazırladığı 'Türkiye'de Etnik
Dağılım' başlıklı raporda, 2001 yılı içinde Türkiye'de etnik nüfus oranı yüzde
13.79 olarak gösterilmiştir (Yani, yüzde 86.21 Türk asıllıdır). Gene Eylül
2005'te AB Eurobarometer Anketi'nde, ana dilini Türkçe olarak bildirenlerin (yani
Türk kimliğini benimseyenlerin) oranı yüzde 93 olarak tesbit edilmiştir.
Böyle bir topluluğa 'mozaik' diyebilir misiniz?
Bu arada, geri kalan yüzde 7'lik kısmın da bizim kardeşimiz olduğunu ve hiçbir
ayrım yapmadığımızı belirtmeliyiz.
'Hangimiz
Türküz canım?'
Büyük Atatürk, bu vatan topraklarında yeni kurulan Türk Devleti'nin köklerini
sağlamlaştırmak için 'tarih tezleri' ortaya koymaya çalışmışken, günümüzde
bazı sütü bozuk aydın mâkulesinin bir teranesi vardır: 'Canım, hangimiz Türküz
ki?' diye tekrarlayıp dururlar. Kimi, 1071'den sonra Anadolu'ya gelen birkaç
Türk boyu ile Türkleşmenin sağlanamayacağını söylerken, kimileri de 'Anadolu
uygarlıkları' safsatasıyla bizi, İyonların, Bizanslıların torunu hâline
getirmeye bayılırlar. Hatta, son zamanlarda Türkiye'deki insanımızın
kafatasıyla, kanıyla, genetik yapısıyla uğraşanlar dahi zuhur etmiştir. Bütün
milliyetçileri/vatanseverleri yerli yersiz ırkçılıkla itham edenler, âdeta
insanımızın Türk olmadığını ispatlamayı kendilerine iş edinmişlerdir.
Halbuki, Marko Polo bile tâ 13. asırda bu ülkeye 'Türkiye' demiştir. Başta
Anadolu olmak üzere, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar'daki bin yıllık Türk
yerleşimleri ve bu bölgeye akın akın göç eden Türk nüfusu, arşiv kayıtlarında
ayrıntılı şekilde tescil edilmiştir.
'Türkiye'de
25 milyon Kürt var'
Evvelâ şunu belirtelim ki, Türkiye'de yaşayan insanımız Türk, Kürt veya başka
bir etnik yapıda olsun bizim için aynı değerdedir. Dönüp de bir bakınız,
bugüne kadar hangi milliyetçi bu ayrımı yapmış; eserlerinde etnik nüfus
istatistikleri vermiştir? Lâkin, ırkçılık yapan bölücü Kürtçüler, sanki Kürt
asıllı vatandaşlarımızın sayısı bizi rahatsız edermiş gibi, Türkiye'deki Kürt
sayısını açık artırmaya çıkarmışlardır.
Önceleri 9 milyondan başlayarak (Talabani, Der Spiegel, Mart 1991); sonra 15
milyona (Kemal Burkay, daha sonra Muzaffer Demir); nihayet 20-25 milyona
ulaşmışlardır.
Akılları sıra, böylece Kürt sayısının Türkiye nüfusunun üçte biri üzerinde
olduğunu ileri sürerek Türkiye'nin bölünmesi tezlerine gerekçe uyduracaklardır.
P. A. Andrews'in yaptığı araştırmaya göre, Türkiye'deki Kürt nüfusu oranı
yüzde 8,36 olarak bulunmuştur (Prof. Dr. Mehmet Şahingöz). TÜİK'in ana dili
esas alarak yaptığı sayımlarda bu oran yüzde 7,07'dir. Hacettepe Üniversitesi
Nüfus Etüdleri Enstitüsü'nün yaptığı araştırmaya göre yüzde 6,2'dir (Prof. Dr.
Aykut Toros, 1992). Ayrıca, Ali Tayyar Önder, Kürt ve Zaza nüfus oranını yüzde
7,84 olarak hesaplamıştır.
Kısaca, bu oranın en fazla yüzde 8,5 civarında olduğu ve bunun da 6,5
milyonluk bir nüfusa tekabül ettiği anlaşılmaktadır.
'Kürtler
ezilmiş ve hakları verilmemiştir'
Popülist politikacıların ve papağan aydınların ne yazık ki ikide bir
tekrarladıkları bu slogan, tamamen gerçek dışıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşundan bugüne kadar Türk, Kürt ve diğer
vatandaşlarımız arasında hiçbir ayrım yapılmamıştır. Kürtler asla azınlık
olarak kabul edilmemiş; her türlü siyasî ve hukukî haklara sahip olmuşlardır.
Tek parti rejimi ve özellikle şeflik döneminde insan hakları ve hürriyetler
konusundaki baskılar sadece Kürtler için değil, Türkiye'de yaşayan herkes için
geçerlidir. Herhangi bir vatandaşa, ırk esası üzerinden ayrımcılık ve zulüm
yapıldığı söylenemez.
12 Eylül Dönemi'nde Türkçe'nin dışındaki diller ile ilgili sınırlama da,
demokrasiye dönülünce uygulamaya konulmadan kaldırılmıştır.
Türkiye'de, Kürt asıllı Türk vatandaşları, devletin ve toplumun en üst
kademelerinde görev almışlar; cumhurbaşkanı, başbakan, genelkurmay başkanı,
savcı, hâkim, kaymakam, vali olmuşlardır. Biz bunu söyleyince, bazıları itiraz
edip 'Kendi kimlikleriyle olmamışlardır' diyorlar. Üniter bir devlette birden
fazla millet ve millî kimlik olmaz. Çok imrendikleri Amerika'da, İngiltere'de,
Fransa'da, Almanya'da birden fazla siyasî kimlik gösterebilir misiniz?
'Kürt
sorununa siyasal ve demokratik çözüm'
İlk nazarda kulağa çok hoş gelen bu 'barışçı' sloganın asıl hedefi, Türkiye'de
terörle mücadele için alınacak tedbirleri gevşetmek ve yönetimi atalete sevk
etmektir. Bu parlak lafların sihrine kapılan aydınlar, aslında ırkçı
ayrılıkçıların yürüttüğü ve arkasında ABD-AB çevreleri olan bir psikolojik
harekâtın istismarına maruz kalmaktadırlar.
Kendilerine 'Siyasal ve demokratik çözüm nedir?' sorusunu yönelttiğimiz bu
aydınlardan hiç biri, tutarlı ve çözüm teşkil edecek bir cevap verememişlerdir.
Çünkü, bu sözde çözüm talepleri, her defasında mahiyet değiştirerek karşımıza
çıkmakta; Türkiye'nin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan
kaldıracak boyutlara ulaşmaktadır. Önce bazı masumane kültürel talepler, sonra
teröristlerin affı, daha sonra da siyasî talepler birbirini takip etmekte;
çözüm iddiaları özerk yönetim ve federasyona kadar uzanabilmektedir.
Bütün bunlardan sonra bölünme aşamasına gelineceğini anlamamak için ya çok saf
ya da art niyetli olmak gerekir.
Hasan Celal Güzel
Türkiye, Yüksek Yoğunluklu Psikolojik Harekâtın Hedefi (2)
Sevgili okuyucular, geçen pazar sohbetinde yazdıklarımız çok ilgi çekti.
Özellikle Türkiye'deki Kürt sayısı hakkında sunduğumuz bilimsel veriler,
değerli gazeteci Oktay Ekşi'nin deyimiyle 'balonu patlattı'. Buna karşılık
olarak ileri sürülen sayılar, tamamen mesnetsiz ve gerçek dışıdır. Meselâ,
sevgili Yalçın Doğan, eski Olağanüstü Hâl Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu'nun
telaffuz ettiği 12 milyonu 'devletin resmî rakamı' olarak varsaymış. Bu sayı,
hiçbir şekilde resmî ve bilimsel değildir; sadece kişisel bir tahminden
ibarettir.
Bu hafta da Türkiye'nin maruz kaldığı psikolojik harekâtın örneklerini vermeye
devam ediyoruz.
'Üst
kimlik Türkiyelilik'
Efendim, bizdeki bazı sözde aydınlar ile Kürtçüler, 'Tek kültürlü ulus-devlet
modeli yerine, Türkiyelilik üst kimliği altında çok kültürlü yeni bir toplum
modeli' iddiasındadırlar. Tabiatıyla bu çok parçalı toplum modelinin de, kısa
zamanda yeni bir siyasî modele, yani 'federal' bir sisteme geçilerek bölünme
yolunu açacağı bellidir. Çünkü, 'çok milletli' bir devletin siyasî varlığını
devam ettirmesi mümkün değildir.
Dünyanın hiçbir üniter (tekçi) devletinin anayasasında, sadece coğrafyaya
dayanan bir vatandaşlık tanımı gösteremezsiniz. Vatandaşlar, Amerikan, İngiliz,
Fransız, Alman, İtalyan vs. olarak vasıflandırılır. Kendisini sadece yaşadığı
coğrafya ile ifade eden, köklü bir tarih ve kültüre sahip ülke gördünüz mü? Bu
ülkelerde yaşayanların kendilerini 'İngiltereli', 'Fransalı', 'İspanyalı' ya
da 'Yunanistanlı' olarak tanımladıklarını hiç duydunuz mu? Herhangi bir
yabancı dilde 'Türkiyeli' sözünün karşılığı var mıdır?
Sorarım size, bu topraklarda yaşayan bunca insanın coğrafyadan başka ortak
değeri yok mudur?
Anayasa'nın 66. maddesine göre, 'Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı
olan herkes Türktür'. 'Türk' , 'Türk milleti', 'Türk devleti' derken
kullandığımız 'Türk' sıfatı da etnik bir tavsifi değil, vatandaşlığı ve üst
kimliği ifade etmektedir. Üst kimlikteki 'Türklüğün' yerine 'Türkiyeliliği'
koyarsanız, içi boşaltılmış kuru bir pasaport ve ırkçılık peşindeki insanlarla
karşılaşırsınız.
Türkiye'de yapılması gereken, çok kültürlü federatif model arayışlarından
vazgeçilerek, 'Türk kimliği'nin iyi anlaşılması ve hazmedilmesidir.
'Yükselen
milliyetçilik tehlikelidir'
Türkiye'de son dönemde 'milliyetçiliğin yükseldiği' ve demokratik rejimi
tehdit eden boyutlara ulaştığı iddia edilmektedir. Bu iddiaların dayanağını
araştırdığımızda, Mersin'de Türk bayrağının yakılması olayına karşı tepkileri,
Trabzon'daki Rahip Sartoro cinayetini ve özellikle Hrant Dink cinayetini
görürsünüz. Hiç şüphesiz, çocuk yaşta da olsalar, bu cinayetlerin failleri hoş
görülemez ve bu cinayetler milliyetçi tepki olarak gösterilemez. Ancak, bu
gerekçelerle Türkiye'de -Avrupa'daki benzerlerinde olduğu gibi- şiddete dayalı,
nasyonalist/faşist anlamda bir milliyetçiliğin varlığından ve yükselişinden de
söz edilemez.
Türkiye'deki 'milliyetçilik' anlayışıyla, Batı'da özellikle iki dünya savaşı
arasında görülen ırk ayrımcısı 'nasyonalizm' birbirinden tamamen farklıdır.
Olayları Batı gözlüğüyle değerlendiren, toplumuna yabancılaşmış aydınlar, Türk
insanının millî tepkilerini 'yükselen milliyetçilik' olarak görmekte ve
vatansever kitleleri faşistlikle suçlamaya kalkmaktadır.
Son yıllarda Türk milletinin maruz kaldığı baskılar karşısında, hangi millet
olsa çok daha fazla milliyetçi tepkiler gösterirdi. Şöyle bir düşünelim: AB
kapısında yarım asırdır bekletilmemize rağmen alınmamışız; bizden çok
sonraları başvurmuş olan üçbuçuk Demirperde gerisi ülkesi bile alınırken, bize
'özel statü' teklif edilmiş. Kıbrıs'ta her türlü çözüme razı olmuşken, bir
avuç Rum, AB'ye üye alınıp, üstelik başımıza oturtulmuş ve vaatler yerine
getirilmemiş. Kendi öz kardeşlerimiz olan Alevileri ve Kürtleri 'azınlık'
saymamız istenmiş.
Atalarımız, birer soykırımcı katil olarak vasıflandırılmış; üstelik bizim de
bu iftiraları kabullenmemiz için baskılar yapılıyor. Böylesine haksız bir
tablo karşısında vatansever insanımızın gösterdiği tepkiler haksız mıdır?..
Bizim insanımız ayrımcılığa o derece karşıdır ki, ırkçı-bölücü teröristlerin
şehit ettiği Mehmetçiklerin albayrağa sarılı cenazelerinde bile, teröristleri
lânetleyen sloganların dışında tek bir ayrımcı tepki göstermemiştir.
Türk toplumu, vatansever ve sağlıklı bir toplumdur. Milliyetçilik, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin bekasının teminatı ve sigortasıdır. Bizim
milliyetçiliğimiz, tarihimizin hiçbir devresinde ırkçı ve ayrımcı olmamıştır.
Unutmayınız ki, bugün 18 Mart'ta kutladığımız Çanakkale Zaferi, atalarımızın
imanı, milliyetçiliği, vatan ve millet sevgisi sayesinde kazanılmıştır.
Türkiye'de Kürt sayısı nedir?
Sevgili okuyucular, bu pazar sohbetinde, üzerinde bol bol tartışılan ve
spekülasyonlar yapılan Türkiye'deki Kürt nüfusu hakkında bildiklerimi
aktarmaya çalışacağım.
Evvelâ, şu noktanın altını çizmeliyim ki, Türk-Kürt ayrımına tamamen karşıyım.
Türkiye'de yaşayan her vatandaşın eşit olduğunu düşünüyorum. Altkimlikleri
nasıl ifade edilirse edilsin, Kürtler Türk Milleti'nin ayrılmaz bir parçası ve
bizim öz kardeşlerimizdir. Onlardan bahsederken 'biz-onlar' ayrımını yapmak
bile beni incitiyor.
Lâkin, Türkiye'de ayrılıkçı-ırkçı-Kürtçülerin nasıl ayrımcılık yaptıklarını ve
bazı dış mihraklar tarafından da nasıl desteklendiklerini hepimiz biliyoruz.
Atmasyonun böylesi görülmemiştir
Kürtçülerin, tamamen ayrılıkçı emellerle Türkiye'deki Kürt nüfusunu yüksek
gösterme gayretleri bazen 'açık arttırma'ya dönüştürülmektedir. Meşhedi
Cafer'e rahmet okutturacak şekilde rakamlar savuranlar, iddialarını toplam
nüfusun yüzde 15'inden başlatarak yüzde 20, yüzde 25, hatta üçte birine kadar
yükseltmektedirler. Ancak, mübalağalı, siyasî ve ideolojik varsayımlı bu
iddiaların hiçbirinin bilimsel, hatta mantıklı bir kaynağa dayanmadığı
görülmektedir.
Bir haftalık dergide de yer alan Mehrdad İzady'nin tahminlerine(!) göre, 2050
yılında Türkiye'deki Kürt nüfusu Türk nüfusunu geçecekmiş. Meşhedi Cafer'in
ahfadından(!) geldiğini sandığımız İranlı Kürtçü İzady, 1991 Kasım'ında New
York'ta Kürt Enstitüsü'nde yapılan bir konferansta, Türkiye'deki Kürt
nüfusunun 2020 yılında 34 milyona ve 2050 yılında 49 milyona çıkacağını iddia
etmişti. İzady, Prof. Justin McCarthy'nin, görüşlerinin hangi bilimsel
verilere dayandırıldığına dair sorusuna ise "İstatistiklere değil,
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kaya Toperi'nin Körfez Savaşı sırasında telaffuz
ettiği bazı rakamlara, geçen yüzyılda atla dolaşıp tahminlerde bulunan
seyyahlara ve siyasî beyanlara" dayandırıldığını söylemişti (Mustafa Akyol).
Time dergisi 18 Mart 1991 tarihli sayısında, Türkiye'de 8 milyon Kürt olduğunu
yazmış; ancak iki hafta sonraki 1 Nisan 1991 tarihli sayısında -bu rakamı az
bulmuş olacak ki- Türkiye'deki Kürt nüfusu sayısını bir anda ikiye katlayarak
14.5 milyona çıkarmıştır (Mustafa Akyol).
Aynı yılın mart ayında Paris Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan, 'Türkiye'de
25 milyon Kürt var' diye açıklama yapmıştır. Talabanî, 1991 Mart'ında Der
Spiegel'e yaptığı açıklamada, 'Topraklarında 9 milyondan fazla Kürdün yaşadığı
Türkiye...' şeklinde beyanda bulunmuşken; Kemal Burkay, aynı yılın aralık
ayındaki basın açıklamasında Türkiye'de 15 milyon Kürt olduğunu iddia etmiştir.
Gene, 24 Aralık 1994 tarihinde yayımlanan aynı TV programında Kürtçü
milletvekili Muzaffer Demir Kürt nüfusunu 15 milyon, Mahmut Alınak ise 20
milyon olarak ileri sürmüşlerdir.
Bütün bunlar, aynı dönem itibariyle Kürtçülerin kendi aralarında bile nasıl
çelişkiye düştüklerini ve Türkiye'deki Kürt sayısı hakkında hiçbir bilimsel
dayanağı olmayan rakamlar verdiklerini göstermektedir.
Gerçek rakam nedir?
Türkiye'deki Kürt nüfusu hakkında en gerçekçi ve bilimsel veriler Devlet
İstatistik Enstitüsü'nün (şimdi TÜİK) 1965 nüfus sayımlarıdır. Buna göre,
31.391.421 olan Türkiye Nüfusu'nun 2.219.502'si ana dili olarak Kürtçe'yi
beyan etmiştir. Bu sayı, toplam nüfusun yüzde 7.07'sine tekabül etmektedir. Bu
tarihten sonra yapılan nüfus sayımlarında nüfusun ana dile göre dağılımı
yapılmamıştır.
Günümüzde Kürt nüfusu oranının artmış olduğunu savunanlar, Kürtlerin diğer
etnikaltı gruplara göre daha fazla doğurgan olduklarını ve Türkiye
ortalamasının üstünde bir nüfus artış hızına sahip bulunduklarını ileri
sürmektedirler. Doğurganlık konusunda elimizdeki tek veri ise, gene İstatistik
Kurumu'nca yapılan bir çalışmadır. Buna göre, Türkiye genelinde doğurganlık
oranı yüzde 2.23 iken, Doğu ve Güneydoğu'da bu oran yüzde 3.65'e
yükselmektedir.
Buna karşılık, göç eden Kürtlerin yeni yerleşimlerinde diğer etnikaltı
gruplara benzeşerek şehirleşme sonucunda nüfus artış hızı bakımından Türkiye
Türkiye ortalamasına yaklaştığı görülmektedir. Diğer taraftan, anılan
bölgelerde bebek ölüm oranlarının yüksek ve ortalama hayat sürelerinin düşük
olması ise nüfus artışında ters etkenlerdir.
Kürt nüfusu hakkında, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü Başkanı
Prof. Aykut Toros ve ekibi, genel nüfus sayımlarını esas olarak yaptıkları
projeksiyonlarda, 1992 yılında ana dili Kürtçe olanların oranını yüzde 6.2
olarak tesbit etmişlerdir.
Türkiye'nin etnik yapısı konusunda bugüne kadar yapılan çalışmaları bilimsel
şekilde değerlendiren Ali Tayyar Önder ise 2006 yılı itibariyle 74 milyonluk
Türkiye nüfusu içerisinde Kürt sayısını 5 milyon (yüzde 6.76), Zaza sayısını
800 bin (yüzde 1.08) olarak tesbit etmiştir. Buna göre -Zazalar Kürt
olmadıkları halde- Kürt ve Zaza nüfusunun toplam içindeki oranı yüzde 7.84
olarak bulunmaktadır.
Gazi Üniversitesi'nden Prof. Mehmet Şahingöz'ün, P. A. Andrews'in merkezi
ABD'de bulunan 'Ethnologue Data from Languages of the World' adlı kuruluşta
hazırladığı çalışmasında, Kürt nüfusunun oranı yüzde 8.36 olarak tesbit
edilmiştir. Bu konuda, bugüne kadar bulunan akademik temelli en yüksek oran,
Andrews'in 'Türkiye'de Etnik Dağılım' başlıklı raporunda 2001 yılı içinde
toplam etnik nüfus yüzde 13.79 olarak gösterilmiştir.
Ayrıca, Eylül 2005'te 'AB Eurobarometer Anketi'nde, ana dilini Türkçe olarak
bildirenlerin oranı yüzde 93 olarak bulunmuş ve Kürtleri de içine alan geri
kalan nüfusun yüzde 7'yi geçmediği görülmüştür.
Kürt nüfusunun hesaplanmasında Kürtçü siyasî partilerin aldıkları oylar da bir
gösterge sayılabilir. Her ne kadar Kürt nüfusunun tamamının bu siyasî
partilere oy vermedikleri bilinse de, seçimlerde ortaya çıkan sonuçlar, Kürt
nüfusunun Kürtçülerin mübalağalarına uygun miktarda olmadığını göstermektedir.
Nitekim, 1995 Aralık Genel Seçimlerinde HADEP, PKK'nın tehdit ve baskılarına
karşılık -Kürtçüler dışındaki sol oyların da eklenmesiyle- ancak yüzde 4.17
oranında oy alabilmiş; gene 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinde de DEHAP'ın yüzde
6.2 oranında oy alarak yüzde 10'luk seçim barajının altında kaldığı
görülmüştür.
Bütün bu analizlerin sonucunda, 1965 Nüfus
Sayımı sonuçlarının Kürt nüfusu lehine yüzde 50 oranında arttığı varsayılsa
bile, 2006 yılı itibarıyla Türkiye'deki Kürt nüfus oranının en fazla yüzde
11'e çıkabileceği (yüzde 7 ile yüzde 11 arasında bulunduğu); Kürt sayısının da
5 ile 8 milyon arasında değişeceği ve en fazla 8 milyon olduğu
hesaplanmaktadır (Safiye Dündar).
Böyle bir topluma hiç 'mozaik' diyebilir misiniz?
Hasan Celal Güzel |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|