Ayasofya Müzesi
Ayasofya
Müzesi (Hagia Sophia), Bizans İmparatoru I.
Jüstinyen tarafından M.S. 537 yılında İstanbul'un eski şehir merkezine
katedral olarak inşa ettirildi. İsmi Yunanca "Kutsal Bilgelik" anlamına
gelen bina, 532-537 yılları arasında, 6 yılda tamamlandı. Dünya’nın en
eski ve en hızlı inşa edilen katedralidir. Günümüzde, dünyanın yüzölçümü
bakımından dördüncü büyük katedrali olarak kabul edilir.
1500 yıllık tarihi olan Ayasofya, sanat tarihi ve mimarlık dünyasının
baş yapıtları arasında yer alır. Başlangıçta bir kilise olarak inşa
edilen ve Osmanlı döneminde camiiye çevrilen Ayasofya, günümüzde bir
müze olarak hizmet vermektedir.
İçerik
1 Tarihi
1.1 Doğu Roma dönemi
1.2 Osmanlı dönemi
2 Mimari özellikleri
Ayasofya Müzesi'nin Tarihi
Doğu Roma dönemi
Bizans tarihçileri (Theophanes, Nikephoros, Gramerci Leon) ilk
Ayasofya'nın İmparator I. Constantinus (324-337) zamanında yapıldığını
ileri sürmüşlerdir. Birinci Ayasofya’nın inşasına Konstantinos zamanında
başlanmışsa da inşaatin 360 yılında tamamlandığı sanılmaktadır. Bazilika
planlı, ahşap çatılı bu yapı, bir ayaklanma sonunda yanmıştır. Bu
yapıdan hiçbir kalıntı günümüze gelmemiştir.
İmparator II. Theodosius, Ayasofya'yı ikinci defa yaptırmış ve 415'te
ibadete açmıştır. Yine bazilika planlı bu yapı 532'de Nika ihtilali
sırasında yanmıştır. 1936 yılında yapılan kazılarda bununla ilgili bazı
kalıntılar ortaya çıkmıştır. Bunlar mabede girişi gösteren basamaklar,
sütunlar, başlıklar, çeşitli mimari parçalardır.
İmparator Justinianus (527-565) ilk iki Ayasofya'dan daha büyük bir
kilise yaptırmak istemiş, çağın ünlü mimarlarından Miletos'lu İsidoros
ve Tralles'i Anthemios'a günümüze ulaşan Ayasofya'yı yaptırmıştır.
Yapımına 23 Aralık 532'de başlanmış, 27 Aralık 537'de tamamlanmıştır.
Miletli Isidore ve Trallesli Anthemius tarafından tasarlanan binanın
Aralık 557 depreminden sonra zayıflayan kubbesi Mayıs 558'de çökünce
farklılaştırılarak yeniden inşa edilmiştir. Anadolu, Mısır ve Yunan
antik şehir kalıntılarından sütunlar, başlıklar, mermerler ve renkli
taşlar Ayasofya'da kullanılmak üzere İstanbul'a getirilmiştir. Bu üçüncü
Ayasofya’nın inşası tamamlandığı gün, Ayasofya o zamana kadar en büyük
yapı olarak kabul edilen Süleyman Tapınağı’ndan daha büyük olduğundan
İmparator Justinianus (Jüstinyen) halka yaptığı açılış konuşmasında “Ey
Süleyman! Seni yendim” demiştir. Döneminin en geniş kubbesine sahip olan
yapı, asırlar boyunca sık sık yenilendi. Ayasofya’nın Bizans döneminde
birçok kez çöken kubbesi Mimar Sinan’ın istinat duvarlarını eklemesinden
itibaren hiç çökmemiştir. Bu kubbe, katedral kubbeleri içinde çapı
bakımından dördüncü büyük kubbedir . i
Osmanlı dönemi
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'a girişinin ardından ilk iş olarak
Ayasofya'nın onarılmış olması dikkat çekicidir. Bazı rivayetlere göre
cami tam kıble yönünde olmadığı için Fatih'in eli ile duvarı kıbleye
doğru iterek düzelttiği anlatılır. Rivayetin kökeni aslında diğer en
eski kiliselerde olduğu gibi absidi Kudüs’e yönelik olarak yapılmış
olması gereken Ayasofya’nın absidinin hafifçe kıbleye yönelik olmasıdır.
Ayasofya'daki papaz odalarını medrese olarak faaliyete başlatmış,
İstanbul Üniversitesi'nin temeli sayılan bu medreseler 1934 yılında
Müzeler Müdürlüğü tarafından her nedense yıktırılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet tarafından döneminde camiye çevirilmiş olan Ayasofya,
Osmanlılar arasında 500 yıl içinde İstanbul'un en önemli camilerinden
birisi oldu. Yapıya çeşitli padişahlarca dört minare eklendi.
Ayasofya İstanbul'un fethi ile birlikte başlayan Türk döneminde çeşitli
onarımlar görmüştür. Mihrap çevresi, Türk çini sanatı ve Türk yazı
sanatının en güzel örneklerini içerir. Bunlardan kubbedeki ünlü Türk
Hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin Kuran'dan alınma bir suresi
ile 7.50 m. çapındaki yuvarlak levhalar en ilgi çekici olanıdır. Bu
tahta levhalarda, Allah, Muhammed, Ömer, Osman, Ali, Ebu Bekir, Hasan ve
Hüseyin'in isimleri yazılıdır. Mihrabın yan duvarlarında ise Osmanlı
padişahlarının yazıp buraya hediye ettiği levhalar vardır.
Sultan II. Selim, Sultan III. Mehmet, Sultan III. Murat ve şehzadelerin
türbeleri, Sultan I. Mahmut'un şadırvanı, sıbyan mektebi, imareti,
kütüphanesi, Sultan Abdülmecit'in hünkar mahfeli, muvakkithanesi,
Ayasofya'daki Türk çağı örnekleri olup türbeler, iç donanımı, çinileri
ve mimarisiyle klasik Osmanlı türbe geleneğinin en güzel örneklerini
oluşturmaktadır.
Ayasofya 1935 yılında müze haline getirildi.i
Mimari özellikleri
Bizans dönemi mimarisinin ve sanatının en görkemli örneklerine sahip
olan yapı, Mimar Sinan'ın yaptığı Süleymaniye ve Selimiye Camii'nin esin
kaynağı oldu. 916 yıl kilise olarak kullanıldıktan sonra 1453 yılında
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethi ile birlikte camiye dönüştürüldü
ve cumhuriyetin ilanından sonra 1935 yılında Atatürk'ün emriyle müze
olarak kullanılmaya başlandı.
Mozaikleriyle ünlü yapıyı 55.60 m. yüksekliğinde ve içten 30.80.-31.88
m. çapında 40 kaburgalı bir kubbe örtmektedir. Binanın ağırlığını 40'ı
aşağıda, 67'si üst katta 107 sütun taşımaktadır. Mimari yönden
incelendiğinde büyük bir orta mekân, iki yan mekân (nef), absis, iç ve
dış nartekslerden meydana gelmiştir. İç mekân, 100 x 70 m. ölçüsünde
olup, üzeri dört büyük ayağın taşıdığı 55 m. yüksekliğinde, 30.31 m.
çapında kubbe ile örtülmüştür.
Ayasofya'nın mimarisinin yanı sıra mozaikleri de büyük önem taşımaktadır.
En eski mozaikler iç narteks (Bizans kiliselerinde avluya verilen isim)
ve yan neflerde altın yaldızlı geometrik ve bitkisel motifli olan
mozaiklerdir. Figürlü mozaikler 9.-12. yüzyıllarda yapılmıştır. Bunlar
İmparator kapısı üzerinde, absiste, çıkış kapısı üzerinde ve üst kat
galeride görülmektedir. Üst galerideki, Meryem Ana’nın ve Vaftizci
Yahya’nın da temsil edildiği büyük mozaikte İsa Peygamber’in yüzünün sağ
ve sol yarıları birbirinden farklı olarak temsil edilmiştir. Bu özellik
Leonardo da Vinci’nin ünlü eserinde de görülmekle birlikte,
Ayasofya’daki bu mozaik 12.yy.’da yapılmış olduğundan Vinci’nin
eserinden daha eskidir. Ayasofya'da, mevlut okuma balkonunun yanında,
zeminde bulunan, çeşitli renklerde dairesel taşlar içeren, Yerin göbeği
anlamındaki Omphalion (omphalos) adını taşıyan, kare biçimli alan,
Bizanslılar'ca Dünya'nın merkezi olarak kabul edilmiş olduğundan Bizans
imparatorlarının taç giyme törenlerine sahne olmuştur.
i
|