Batı 
            standardı 
            
            
		Gandi'ye, 'Batı medeniyeti hakkında ne düşünüyorsunuz?' diye 
            sorulduğunda, 'İyi bir fikir olabilirdi' diye cevaplamış, bu cevabı 
            ünlüdür.  
             
            11 Eylül'den sonraki ilk yazıma da bu gönderme ile başlamıştım. 11 
            Eylül, tarihin çok önemli bir dönüm noktasının işaretiydi, ne yazık 
            ki, hemen ertesinde Afganistan'a müdahale gibi sıcak gelişmeler, bu 
            dönüm noktasının her boyutu ile tartışılmasını gölgelediler. 
            Dikkatimiz, ister istemez, askeri müdahalelere, işgale, savaşa, 
            Ortadoğu'daki gündemin detaylarına yoğunlaştı. Bu yoğunlaşma büyük 
            resmi perdeledi.  
             
            Diğer taraftan, tüm dünyanın kaotik bir döneme girdiği, bu kaosun, 
            yanı başımızda Irak'ta vahim gelişmelere sahne olduğu son dört-beş 
            yıl Türkiye giderek içine, kendi gündemine kapandı. Ortadoğu'da 
            olanlar, Türkiye bunların içine itildiği veya başka bir deyişle, 
            ilgilenilmesi kaçınılmaz olduğu ölçüde politik gündem oluşturdu, ama 
            neredeyse sadece o kadar. Tüm dünya ölçeğinde olan bitenle ilgimiz, 
            'iletişim, bilgi çağının gerekleri' gibi fasa fiso bir çerçeve 
            içinde kaldı. Dünya ile kurduğumuz ilginin en geniş penceresi AB 
            politikalarıydı.
		AB bizi dünyaya taşıyacak, dünyalı yapacak, 
            yönümüzü tayin edecekti.  
             
            Uzun süredir AB üzerine bir şey yazmaktan kaçınıyorum, yine 
            yazmayacağım, zira artık söylenecek fazla bir şey de yok. Diğer 
            taraftan, asıl mesele AB veya Türkiye'nin AB üyeliği ile sınırlı 
            değil. Asıl sorun, dillere pelesenk edilen, her iyi, olumlu şeyin 
            başına getirilmesi âdet olan 'Batı standardı'. Eskiden 'Batı 
            medeniyeti'nden ne kastediliyor, ona ne atfediliyor, ondan ne 
            bekleniliyorsa, şimdi, aynı anlamlar 'Batı standardı'na atfediliyor. 
            Türkiye'nin AB üyeliği adı altında ileri sürülen politikaların çıkış 
            noktası da buydu.  
             
            Bırakın AB üyeliğini, bu sürecin sarpa sarmasını veya sarpmamasını. 
            Hatta bırakın sadece AB-Türkiye hattını. Ortada daha ciddi bir sorun 
            var, 'Batı standardı' diye bir şeyden bahsetmek, tüm dünya ölçeğinde, 
            giderek zorlaşıyor. Bence, politik kavramlara, ilkelere doğrudan 
            gönderme yapmak yerine, 'Batı' diye tescillemek zaten doğru bir şey 
            değil. Ancak, illa, 'Batı'nın bugün bulunduğu yer, nispet edilecek 
            en iyi yerdir' diye düşünüp, orayı bir standartlar dünyası olarak 
            işaret etmekte ısrar edenlerin, 11 Eylül ve özellikle Irak 
            işgalinden sonra, bir kez daha düşünmelerinde fayda var.  
             
            Batı'da olanları, 'Batı homojen değil, işgalci Avrupa ayrı, karşı 
            çıkan ayrı, ırkçısı ayrı, olmayanı ayrı' diye izah etmeye çalışmanın 
            da fazla anlamı yok. Ona bakarsanız hiçbir toplum, ülke bu manada 
            homojen değil. Yok, siyasi ilkelerden bahsedeceksek, yani mesela 'demokrasi', 
            'özgürlük' diyeceksek, neden doğrudan bu kavramların faziletlerinden 
            söz etmek yerine, Batı standardı üzerinden konuşuyoruz. Bu 
            göndermeyi yapmakta ısrar edersek, değil Türkiye'de, daha kötüsü, 
            yakın bir gelecekte, dünyanın hiçbir köşesinde kimseyi demokrasi, 
            insan hakları, özgürlükler gibi kavramlara ikna edemeyeceğiz.  
             
            Bakın, bir ay kadar önce, İngiltere'de, Suudi Arabistan'a yapılan 
            büyük ölçekli bir silah satışı üzerinden büyük bir rüşvet skandalı 
            yaşandı. Ancak bir süre sonra, soruşturma, Başbakan Blair'in 
            müdahalesi ile durduruldu. Bu olayın ardından, Blair, Davos'ta, 
            Afrika'da yolsuz rejimlerle mücadele yürüttüğünü söylediğinde, bir 
            gazeteci 'İyi ama siz kendi ülkenizde rüşvet soruşturmasına müdahale 
            ettiniz, bunu nasıl açıklıyorsunuz?' diye sordu. Blair, bu soruyu 
            son derece pişkin bir şekilde, 'O konu stratejik çıkarımızla ilgili, 
            bu koşullar altında Suudi Arabistan ile ilişkilerimizi riske 
            edemeyiz' cevabını verdi.  
             
            11 Eylül sonrası politikalarının listesini yapmaya girişmeyeceğim (işi 
            dallandırıp, budaklandırmamak için, tabii Batı tarihine de hiç 
            girmeyeceğim) sadece şunu söylemek istiyorum; insanlık için iyi 
            olduğunu düşündüğümüz bir kavram, ilke, politikadan bahsetmek 
            istiyorsak, doğrudan ondan söz edelim, bırakalım şu 'Batı standardı' 
            denilen ve ikiyüzlülüğü her gün giderek daha fazla sırıtan zırvalığı. 
            Derdimiz, insanlık adına daha iyi bir gelecek kurmak ise, Batı'da da, 
            Doğu'da da, Kuzey'de de, Güney'de de, iyi insanlar, iyi fikirler, 
            iyi esin kaynakları var, hepsi bu. 
		Sayfa 
            Basi 
		 
             
            
            Nuray Mert    
		   |