Nasıl
Bir Kemalizm?
Somut koşullar içinde yaşıyoruz.
Halkımız sıkıntılarla boğuşuyor, oradan oraya savruluyor. Bugünlere
nasıl gelindiğinin hikâyesini hepimiz biliyoruz, burada yinelemeye gerek
yok.
Bu zorluklar bağlamında
-
antiemperyalist
olmak,
-
mazlum
milletlerden yana olmak,
-
bağımsızlık,
-
çağdaşlaşmak,
-
akılcılık,
-
bilimi kılavuz
kabul etmek,
-
barış,
-
güvenlik,
-
halkçılık gibi
Kemalizm için "olmazsa olmaz"
sayılabilecek ilkeler ne anlam ifade ediyor?
Türkiye bugün öyle bir aşamaya gelmiştir ki, yukarıda sayılan ilkeleri
soyut bir şekilde dile getirmenin ötesine taşıyıp halkın gündemindeki
sorunlar ekseninde somutlaştırmak kaçınılmazdır artık. Yoksa Kemalist
tutum, söylem düzeyini aşamamak gibi bir tehlike ile karşı karşıya
kalacaktır. Bu çerçevede sadece antiemperyalist olmak değil, aynı
zamanda toplumsal yaşamda belirleyici olan sınıfsal çelişkiler konusunda
da net olmak gerekir. Kemalizm adına ortaya çıkan türlü çeşit sahtekâr,
bu noktanın gözlerden saklanması için ellerinden geleni yapmaktadır.
Örneğin bağımsızlığı savunmak, aslında ulusal egemenliği savunmaktır,
milli olana sahip çıkmaktır. Bu milli soyutlamasını, salt ulusal kimliği
tanımlayan bir söylemin ötesinde sosyoekonomik boyutlara taşımak yaşamın
dayattığı bir gerekliktir artık. Bu çerçevede sermayenin gayri milli
karakteri ve yönelimi ile üzerinde yaşadığı vatanından başka gidecek
yeri olmayan emeğin milliliği, bu iki kesimin sınıfsal çıkarlarının
uzlaşmazlığı koşutunda bir geçerliliğe de sahiptir. Bu iki yön arasında
birbirini tamamlayan bir ilişki vardır. Halk antiemperyalist bir duruşu,
bağımsızlık için mücadeleyi, mazlum milletlerden yana olmayı, bu duruş
ancak kendi yaşamındaki somut sorunlar için bir çözüm getiriyorsa
benimseyecektir. Halk ile Kemalistlerin ve Kemalizm'in yeniden
buluşmasının tek yolu bugünkü koşullarda bu köprüyü kurabilmek ve
toplumsal mücadele alanına taşıyabilmektir. Ötesi, "tören
Atatürkçülüğü" olur ki, bu kafa her sıkıştığında gider Anıtkabir'de
birilerini Atatürk'e şikâyet eder ya da ordudan bir şeyler bekler durur.
Oysa politika güç ile yapılır, o güç de halktadır. Bizim İsviçre
bankalarında milyarlarca dolarımız yoktur! Halkın sorunlarını çözecek
bir tavır alan, halkı da kazanır.
Örneğin TEKEL özelleştirilirken Kemalistler kimin yanında olacaklardır?
Ya da TÜPRAŞ, SHELL-Koç ortaklığına peşkeş çekilirken, Kemalistler de
İlhan Selçuk gibi" "yüreğine sular serpilerek" bu talanı
alkışlayacaklar mıdır? AB'ye üyeliği savunmak "uygarlık projesi"
diye yutturulmaya çalışılsa da, aslında bir sosyoekonomik sistem
tercihidir. Çünkü AB, temelde, sermaye sınıfının dünya çapındaki
emperyalist rekabette ayakta kalmak için başvurduğu bir birlik
projesidir.
TEKEL'in özelleştirilmesi sonucu sokağa atılacak, işsiz kalacak olan
emekçi, geçtiğimiz seçimde AKP'ye oy vermiş olabilir, başı örtülü de
olabilir... Ama Türkiye'nin sürüklenmiş olduğu bugünkü koşullarda
Kemalist olan kişinin yapması gereken Anıtkabir'e gidip ağlamak değil,
emperyalizm işbirlikçilerinin ağına düşmüş bu emekçiyi, yani halkı
kazanmaktır, onunla omuz omuza milli varlıkların talan edilmesine
direnmek, Cumhuriyet'i bu güç birliğini, bu eksende bir çekim merkezini
yaratarak savunmaktır. O emekçinin kafasındaki örtüyü değil, sermayenin
sömürüsü karşısında gözlerine bağlanan örtüyü yırtıp atmak öncelikli
görevdir.
"Antiemperyalist olmak", "mazlum milletlerden yana olmak",
"bağımsızlık", "çağdaşlaşmak", "akılcılık", "bilimi
kılavuz kabul etmek", "barış", "güvenlik", "halkçılık"
Bütün bu ilkeler, aslında emek-sermaye çelişkisi gibi evrensel bir
mahiyettedir. Onun için örneğin Çin'de okullarda okutulan tarih
kitaplarında Atatürk anlatılmakta, hatta kitabın kapağına resim
olmaktadır. Oysa kimilerince millete "çağdaş uygarlık" diye
yutturulmaya çalışılan AB hedefi çerçevesinde, Atatürk resimlerine bile
tahammül edilememektedir Türkiye'de... Ya da Küba, Atlas Okyanusu
kıyısına Atatürk'ün heykelini dikerken, bizdeki emperyalizm taşeronları
Atatürk'ün ismine bile katlanamamaktadır artık. Atatürk'ün resmini de
ismini de heykelini de hazmedemeyen bu işbirlikçi vatan satıcısı takımı,
TÜPRAŞ'ı, TEKEL'i yağmalayanların safındadır ama... Kemalist tavır,
halkımıza bu gerçeği göstermektir! Bugün Güney Amerika'da yapılanlar ile
Mustafa Kemal'in 1920 ve 1930'lu yıllarda Türkiye'de yaptıklarının özü
aynıdır. "Mazlum milletler" sadece 1920'lerin koşullarının
dayattığı bir söylem değildir, hâlâ günümüzün gerçeğidir ve Atatürk de
mazlum milletler dünyasının en büyük liderlerinden, ölümsüz ilham
kaynaklarından biridir.
O zaman Kemalizm'i bu evrensel bakış açısıyla buluşturmak ve halkımıza
da bu perspektiften tanıtmak yaşamsal önemde bir gerekliliktir.
S. Ant
|