Atatürk'ün Ailesi: Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım evliliğinin trajik
hikáyesi
Mustafa Kemalin hayatını doğduğu
günden itibaren biliyoruz.
Peki, Atatürk doğmadan önce, babası ve annesi nasıl bir hayat yaşadı?
Nasıl evlendiler? Kaç çocukları oldu ve neden öldüler? Ağabeyi Ahmedin
cesedinin başına gelenler neden yıllarca unutulamadı? Dedesi Kızıl Hafız
Ahmed hangi olay nedeniyle Makedonya dağlarına kaçmak zorunda kaldı?
İşte Mustafa Kemal Atatürkün yoksul ailesinin pek bilinmeyen dönemi...
Hafız Ahmed
Zübeyde Hanım, oğlu Ahmedin mezarının açılıp, cesedinin aç çakal sürüsü
tarafından parçalanıp yenildiğini görünce olduğu yere yığılıp kaldı...
Ahmed dedesinin adını taşıyordu...
Tarih 6 Mayıs 1876.
Yer Selanik.
Bir Bulgar kızı, seviştiği tahsildar Emin Efendi ile evlenebilmek için
Müslümanlığı kabul etti. Bulgarlar bu durumu kabul edemedi. Tesettüre
girmiş kızı, jandarmaların elinden zorla alıp, kendilerine karşı koymaya
çalışan 10 kadar Türkü de döverek, Amerika Konsolosluğuna götürdüler.
Olayı duyan Selanikli Müslümanlar, "kızın dini ve ırkı ne olursa olsun,
mademki çarşaf giymiştir, bu kıyafette bir kadının çarşafını yırtılarak
götürülmesi dine, millete, devlete hakarettir. Biz bunu hazmedemeyiz"
diyerek Saatli Camide toplandılar.
Kızın ABD Konsolosluğunda olduğunu öğrenince yabancı görevlilere
saldırdılar. Alman konsolosu M. Abot ile Fransız Konsolosu M. Mulinin
öldürülmesi olayı bir anda uluslararası siyasal krize dönüştürdü.
Başkent İstanbul, Avrupanın büyük devletleri savaş gemilerinin Selanik
limanına gelip gözdağı vermesiyle, olayda adı geçen 53 Müslümanı ağır
hapse, 6 kişiyi de idama mahkûm etti.
Olayda elebaşı olduğu iddia edilenlerden biri de kızıl sakallarından
dolayı "Kızıl Hafız" diye bilinen Hafız Ahmeddi. Kızıl Hafız Ahmed,
yedi yıl boyunca saklanacağı ve orada öleceği Makedonya dağlarına
kaçmıştı.
Selanik Evkaf (Vakıflar) Dairesinde memur olan Ali Rıza Efendi, babası
Kızıl Hafız Ahmedi arayan jandarmalar tarafından birkaç kez karakola
götürüldü.
Zübeyde Hanım kayınpederinin dağa kaçması ve kocasının sürekli gözaltına
alınmasını hep korkuyla izledi. Daha çok gençti; yirmisinde yoktu...
Sarışın bir kız
Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanımın ne zaman evlendikleri tam olarak
bilinmiyor. Tahmini olarak 1870lerin başı deniliyor.
Rivayet odur ki:
Ali Rıza Efendi bir gün rüyasında ak sakallı, nur yüzlü bir pir ve
yanında sarışın bir kız gördü. Pir, kızı göstererek, "Bu senin
kısmetindir" diye müjde verip ortadan kayboldu.
Ali Rıza Efendi rüyasının etkisiyle ablası Nimetinin kızı Haticeye
gidip, "Bana evlenmek için sarışın bir kız bulun" dedi.
O devirde bütün Müslüman çevrelerinde adet olduğu gibi görücüler sokağa
düştü.
Sonunda Sarıgüllü Hacı Sofulardan Feyzullah Ağanın kızı; kumrala çalan
sarışın, beyaz tenli, orta boylu, mavi gözlü, dalgalı kıvırcık saçlı
Zübeyde bulundu.
Annesi Ayşe Hanım kızının evlenmesine karşıydı ama ikna edildi. Zübeyde
Hanım, Ali Rıza Efendinin ailesinin Yenikapı Mahallesindeki evine
gelin gitti.
Ali Rıza Efendi, "Gülzar-ı Cennetim Zübeydem" diye hitap ettiği karısını
çok sevdi. Zübeyde Hanım Yenikapıdaki evde üç çocuk dünya getirdi:
Ahmed, Ömer ve Fatma.
Fatma daha yaşını dolduramadan öldü.
Asker baba
Babası Hafız Ahmedin Makedonya dağlarına gitmesinin birkaç ay sonra,
Ali Rıza Efendi, Osmanlı-Rusya savaşı nedeniyle Selanikte kurulan
Asakir-i Mülkiyeye, yani yardımcı askerler birliğine katıldı.
35 yaşındaydı; okuryazar olduğu için geçici olarak üsteğmen rütbesi
verildi. Askerliği yaklaşık iki yıl sürdü; Ayastefanos Anlaşmasından
sonra askerliğe veda etti.
Askerlikten sonra Ali Rıza Efendi, Osmanlı-Yunanistan sınırındaki
Olimpos Dağının ormanlarla kaplı eteklerinde bulunan gümrük kontrol
noktasına gümrük muhafaza memuru olarak tayin edildi.
Ege denizi kıyısında Paşaköprüsü denilen bu ıssız yer, Selanike 120 km
uzaklıktaydı ama karayolu yoktu. Yaşamak için uygun bir yer değildi; ne
kasaba ne köydü; sadece görevlilerin ailelerinin kaldığı derme çatma
birkaç ev ve gümrük kontrol binasından ibaretti. Üstelik Olimpos Dağı
Rum eşkıyalarla doluydu ve etrafı haraca kesmişlerdi.
Zübeyde Hanım iki çocuğuyla bu ıssız ve kasvetli yere gelmekten hiç
hoşnut olmadı. İkinci çocuğu Ömeri ilaçsızlık ve bakımsızlıktan burada
kaybetti. Fatmadan sonra Ömeri de kaybeden Zübeyde Hanımı bir korku
saldı; "Ya Ahmedime de bir şey olursa?"
Hep Selanike dönmek istedi.
Ali Rıza Efendinin görev yaptığı gümrüğün bütün işleri kereste ihracatı
üzerineydi. Ali Rıza Efendi, görevi sırasında kereste tüccarıyla tanışıp
arkadaş oldu. Bu arkadaşlık ona yeni bir iş kapısı açtı; memurluktan
ayrılıp, kereste tüccarları Cafer Efendi ile ortaklık kurup ticarete
atıldı. 3 lira maaş aldığı devlet memurluğundan sonra bu ticaret Ali
Rıza Efendiye para kazandırmaya başladı. Yoksulluk günleri geri de
kalmıştı işte; bu nedenle Selanike dönmek isteyen eşinden hep sabır
istedi.
Zübeyde Hanım dindar bir kadındı. Beş vakit namaz kılıyordu. Yaşam
gücünü hep dualardan alıyordu. Ancak korktuğu oldu; son çocuğu Ahmed de
öldü. Küçük çocuk sahil kenarındaki kumlukta açılan bir mezara
defnedildi.
O gece çıkan fırtına denizde dev dalgalara neden oldu. Kıyıları döven
dalgalar Ahmedin minik cesedini yerinden çıkardı.
Dağlardan inen aç çakallar kefen içindeki ufacık bedeni paramparça etti.
Sabah haberi öğrenip olay yerine koşan Zübeyde Hanım bu acılı manzarayı
görünce şoke olup oracıkta bayıldı.
Paşaköprüsünde yaşayan bir avuç insan Zübeyde Hanımı teselli etmek
için ellerinden geleni yaptılar. Ancak...
Ahmedin ölümü sonrası yaşananlar Zübeyde Hanımın ruhsal dünyasında
derin yaralar açtı. Günler geçti; Zübeyde Hanımın gözünün önünden o
korkunç manzara gitmedi bir türlü. Geceleri kabus gördü sürekli.
Üstelik hamileydi...
Ahmedin ölümünden sonra Ali Rıza Efendi yine işinin başına döndü.
Eve pek az uğruyor; günlerini işi nedeniyle ormanda geçiriyordu. Bir an
önce para biriktirip bu kasvetli yerden kendini ve karısını kurtarmak
istiyordu. Bu nedenle haraç isteyen Rum eşkıyaların tehditlerine bile
aldırmıyordu.
Kendi başına bir şey geleceğinden korkmuyordu ama eşi için kaygılanmaya
başladı.
Eşini güvenlikli bir yerde rahat doğum yapması için Selanike götürdü.
Artık ellerine iyi para geçiyordu; Ali Rıza Efendi, Ahmed Subaşı
Mahallesinde üç katlı, pembe boyalı bir ev kiraladı. Üftade isimli
siyahi bir kadını da yardımcı tuttu. Ve tekrar işinin başına döndü.
Kardeşinin adı
Zübeyde Hanım daha otuzuna gelmemişti. Ruhsal dünyası evlat acısı
yaşayan tüm anneler gibi altüst olmuştu. Yetmezmiş gibi, birkaç hafta
sonra kocası Ali Rıza Efendiyi Rum eşkıyalar kaçırdı.
Ali Rıza Efendi yüksek bir fidye karşılığı özgürlüğüne kavuşabildi.
Kereste ticaretini bıraktı. Zaten Osmanlı jandarması da, "Rum eşkıyalar
barınmasın" diye ormanı yakmıştı!
Tüm bu olaylar doğum tarihi yaklaşan Zübeyde Hanımın sinirlerini allak
bullak etti.
İyi annelik yapamayacağından, yeni doğacak bebeğinin de öleceğinden
korkuyordu. Elinden tespih, dudaklarından dua eksik olmadı o gergin
günlerde. Bütün duaları doğacak bebeğinin sağlığı içindi.
Bebeğinin kendisi gibi sarışın ve mavi gözlü olmasını istiyordu.
Soranlara kız çocuğu istediğini söylüyordu ama içten içe erkek evlat
arzuluyordu.
Ve isteği oldu; tıpkı kendisi gibi sarışın, mavi gözlü bir oğlu oldu...
Ancak korkuları ve kapıldığı vehimler sonucu oğlunu emziremedi; sütü
kesilmişti.
Yeni doğan bebeğin yüz hatları tıpkı babasıydı. Ali Rıza Efendi oğlunun
kulağına eğilip adını fısıldadı: Mustafa.
Mustafa; Ali Rıza Efendinin daha minik bir bebek iken kaza sonucu
beşikten düşüp ölen kardeşinin adıydı.
Evet, "ölüler evine" benzeyen bu ailenin yaşamında ruhsal travmalar hiç
eksik olmadı. Mustafa Kemalin çocukluğu da mutsuzluk içinde; ruhsal
yaralanmalarla geçti.
Ama o, görkemli benliğiyle mutsuzlukların üstesinden tek başına gelmeyi
başardı.
Çağdaş Türkiyenin kurtuluşu/kuruluşu bu zaferin sonucudur işte.
Ve bu ancak karizmatik liderliğe özgü güçlü bir kişilik yapısıyla
mümkündür.
Atatürkün doğumuna ilişkin belirsizlikler
Hangi tarihte doğdu?
Doğum tarihi, gün, ay ve yıl olarak tam bilinmemektedir. Osmanlı
bürokratik yapısında bebeklerin doğum tarihleri sistematik olarak resmi
kayıtlara geçirilmiyordu. Bu nedenle Mustafa Kemalin doğumuyla ilgili
olarak hiçbir resmi belge yoktu.
Müslüman aileler doğumları Kuran-ı Kerim ya da bir başka değerli
kitapların arkasına not ediyorlardı. Atatürkün de doğumu evdeki iki
Kuran-ı Kerimden birinin arkasına yazılmış ancak bu kutsal kitap
başkasına verildiği için kaybolmuştu.
Zübeyde Hanım, yaşamının son yıllarında verdiği bir röportajda oğlunu
Selanikte "dondurucu kırklar" olarak anılan ve kışın en soğuk kırk
gününü ifade eden dönemde doğurduğunu söyledi.
Atatürk çıkardığı ilk resmi kimlik kartında doğum tarihi olarak Rumi
takvime göre, 1296 yazılıydı. Bu 13 Mart 1880 ile 12 Mart 1881 arasına
karşılık geliyordu.
Atatürk muhtemelen 1880 ya da 1881 kışında doğdu.
Doğum günü olarak "19 Mayıs 1881" tarihinin
belirlenmesi nereden çıktı?
Bir gün Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak Atatürke
bir evrak getirdi. Belge, İngilterenin Ankara Büyükelçiliğinden
geliyordu. Bir ansiklopedide yer alacak biyografisi için Cumhurbaşkanı
Atatürkün tam doğum tarihinin bildirilmesi rica ediliyordu.
Atatürk düşündü fakat doğum gününü tam olarak bilmiyordu. Aklında mayıs
ayı kalmıştı.
Özel Kalem Müdürü Soyaka döndü, "Bu bir 19 Mayıs günü neden olmasın"
dedi. Yani ulusal kurtuluş savaşının miladı olan tarih.
İlginçtir, Atatürkün doğum tarihinin yazıldığı resmi evrak İngiliz
büyükelçiliğine 10 Kasım 1936 tarihinde gönderildi. Yani Atatürkün
ölümünden tam iki yıl önce: "Reisi Cumhur Atatürk 19 Mayıs 1881
tarihinde doğmuştur."
Bu tarihten önce Atatürkün doğum tarihi konusunda bir kesinlik yoktu.
Örneğin, Çankaya Köşkü yaverlik dairesi Atatürkün doğum tarihi hakkında
sorulan bir soruyu 1880 olarak yanıtlamıştı. Halkevlerinin
çalışmalarında da bu tarih kabul görmüştü.
Bazı kaynaklara göre ise doğum tarihi 13 Mart 1881 idi. Bu karışıklığı
Atatürk ölümünden iki yıl önce kendisi düzeltti.
Pembe Evde mi doğdu?
Burada da çelişkili bilgiler var. Genel kabul gören görüşe göre bu evde
doğdu. Ancak kız kardeşi Makbuleye göre, ağabeyi Pembe Evde değil;
babası Ali Rıza Efendinin ailesinin oturduğu Yenikapıdaki evde doğdu.
Bu biraz daha akla yakın geliyor. Zübeyde Hanım rahat doğum yapması ve
bebeğin bakımı için geçici olarak Ali Rıza Efendinin ailesinin yanına
taşınmış olabilir.
Ancak Atatürk annesinden dinlediklerine dayanarak kendisinin Pembe Evde
doğduğu kanısına varmıştı.
Pembe Evin sahibi kim?
Pembe Evi kimin aldığı da muammaydı. Ali Rıza Efendinin aldığı
şeklinde bilgiler olsa da bu pek doğru değildir.
Pembe Ev 1870 yılında Rodoslu bir müderris tarafından yaptırıldı. Sonra
mülkiyeti iki kez el değiştirdikten sonra Ali Rıza Efendiye kiralandı.
Ali Rıza Efendi vefat edince Zübeyde Hanım geçim sıkıntısına düştü. Üç
çocuğu; Mustafa, Makbule ve Naciyeyi alıp üvey dayısı Hüseyin Ağanın
çalıştığı Katipzadelerin çiftliğine taşındı. Burada beş ay kaldılar.
Zübeyde Hanım, Selanik Gümrükler Başmüdürü Ragıp Efendiyle ikinci
evliliğini yapınca tekrar Pembe Eve taşındılar. Herhalde Zübeyde Hanım
bu evi çok sevmişti.
Selanik Belediyesi 1933 yılında aldığı kararla evi Atatürke hediye etti.
1953 yılında Cumhurbaşkanı Celal Bayarın emriyle Pembe Ev müze haline
getirildi.
Sonuçta:
Osmanlı döneminde doğmuş her halk çocuğu gibi Atatürkün biyografisinde
de belirsizlikler vardır. Bu bilinemezlikler, yaşamı boyunca bütün
gücünü ve emeğini Türkiye için harcayan Atatürkü tanımamız için
belirleyici/ tayin edici faktörler midir? Hayır.
Not:
Yeri geldi, bu notu eklemeliyim:
Bugünlerde bazı siyasetçiler Cumhuriyet ideolojisini eleştirmek için
sürekli küfür gibi "seçkinci/elitist zümre" lafını kullanıyorlar. İsim
vermeseler de sözleri hep Atatürkü hedef alıyor.
Oysa:
Atatürkün birlikte yola çıkıp sonra ayrıldığı ve Atatürke seçkinler
yakıştırması yapanların pek sevdiği Rauf Orbaylar, Kazım Karabekirler
saltanatçı seçkinlerdi.
Atatürk halk çocuğuydu. Bu nedenle CHPnin altı okundan biri
halkçılıktı. Ne günlere kaldık:
Toprak reformuna karşı çıktığı için CHPden kopan toprak ağası Adnan
Menderes halk çocuğu oluyor; yoksul ailenin çocuğu Atatürk ise seçkinci
öyle mi?
Kimin hangi sınıf için çalıştığı ortada iken, tarih bu kadar tersyüz
edilebilir mi?
S. Yalçın
|