| 
		
		
		
		
		
		 
		Roma hakkında, "Colosseum yıkılırsa 
		Roma, Roma yıkılırsa dünya yıkılır" görüşüne karşılık, Roma’dan nefret 
		eden görüşler de vardır. 
		
		  
		
		Birçokları için 
		Roma, Yunanistan’ı taklit eden ve onu büyük ölçüde de¬vam ettirenlerin 
		en iyisidir; ama Grek uygarlığı kalite, Roma ise sadece niceliktir; 
		Yunanistan asıldır, Roma türevdir; Yunanistan icat edendir, Roma "Araştırma 
		ve Geliştirme" bölümüdür. 
		
		  
		
		Romalılar, din 
		alanında da Zeus’u Jupiter’e, Afrodit’i Venüs’e vb. dönüştürüp, Olimpik 
		tanrıları toptan almışlardır. Grek ahlak felsefesini kabul etmişler; 
		edebiyatta, Latin yazarlar Grek ustaları bilinçli olarak örnek almışlar; 
		eğitim görmüş bir Romalının Yunanca’yı çok iyi bilmesi gerektiği 
		tartışmasız kabul edilmiştir. 
		
		  
		
		Roma dehası da özellikle hukuk, askeri 
		organizasyon, yönetim ve mü¬hendislik alanlarına yansımıştır. Roma 
		devleti içinde artan gerginlik, en yüksek düzeyde bir edebi ve sanatsal 
		duyarlılık yaratmıştır. Önde gelen pek çok Romalı asker ve devlet 
		adamının çok iyi yazar olmaları bir tesadüf değildir (Davies, 1995; 
		150). 
		
		  
		
		Roma Hukukunun, Avrupa uygarlığının 
		temel direklerinden biri olduğu söylenir. Roma hukukunun özel ve kamu 
		hukuku bölümleri arasındaki fark, gelişen Avrupa politikalarının 
		amaçlarına uygundur; bir çok Avrupa ülke¬sinde medeni hukuk, Roma 
		modeline göre kanunlaştırılmış ilkelere dayan¬maktadır. İyi eğitimli 
		bütün Avrupalı hukukçular, Çiçero’ya ve onun haleşerine olan minnet 
		borçlarının farkındadır. 
		
		  
		
		Ancak, Roma’nın 
		hukuk geleneği, günümüz Avrupa’sına bir basit vera¬set yoluyla miras 
		kalmamıştır. İmparatorların çoğunun yasal düzenlemeleri, İmparatorluğun 
		dağılmasıyla kullanılmaz hale gelmiş ve Orta Çağlarda ye¬niden 
		keşfedilmeleri gerekmiştir. En uzun süre Bizans’ta uygulanmışlar, ancak 
		modern yasa yapma tekniğini güçlü bir biçimde etkilemeleri bu yol¬la da 
		olmamıştır. Muhtemelen en çabuk Katolik kilise kanununun formülas-yonunu 
		etkilemiştir. 
		
		  
		
		Ayrıca Roma, 
		Avrupa’da hukukun çeşitli kaynaklarından sadece birisi¬dir; teamül 
		hukuku da aynı ölçüde önemlidir. Örneğin Fransa’da, Roma ge¬lenekleri 
		ile teamül arasında bir denge kurulmuştur. Almanya’nın büyük bölümüne 
		Roma Hukuku çok geç bir tarihte, on beşinci yüzyılda ulaşmıştır. 
		İngiltere’de ise zaten, örf ve adet hukukunun fiili tekeli vardır 
		(Davies, 1995: 173). 
		
		  
		
		Roma’nın 
		eleştirmenleriyse, son derece iğrenç kölelik kurumuna, ölçüsüz zalimliğe 
		ve soysuzluğa işaret ederler. 
		
		  
		
		Roma’nın ünlü 
		dayanıklılıkacımasızlık bileşimini en iyi sergileyen, Kartaca ile olan 
		yüz yıllık mücadelesidir. M.Ö. 146 yılında şehir yerle bir edilmiş, 
		halkı köle olarak satılmış, "yer yarılmış, yaraya tuz basılmış"tır. 
		Tacitus’un sözleriyle Romalılar «bir çöl yaratmış ve buna barış» 
		demişler¬dir. Acı manzarayı izleyen Scipio Emilianus, İlyada’nın 
		kahramanlarından Hektor’un sözleriyle mırıldanır: "Kutsal Truva’nın 
		düşeceği gün de gele¬cek.» Ne demek istediği sorulunca şöyle karşılık 
		verir: «Bu, olağanüstü bir an... Bir gün kendi ülkemin de aynı akıbete 
		uğrayacağını çok iyi seziyorum.» (Davies, 1995: 153, 155). 
		
		  
		
		Romanın hesaplı 
		kitaplı, bilinçli şiddeti, dış savaşlardaki kasaplıkla¬rı, kent içi 
		didişmelerde de yinelenmiştir. Livy’nin çarpıcı deyimi "Vae vic-tis!" (Vay 
		mağlup olana), boş bir slogan değildir. M.Ö. 188’de, Roma üzeri¬ne 
		yürüyerek rakip Marius yandaşlarını mahkum eden aristokrat "Optimat"ların 
		lideri Kral Mithridates’in (Sulla) emriyle, belki 100.000 bin Romalı bir 
		gün içinde katledilmiş, başsavcı P. Sulpicius Rufus’un kesik başı Forum 
		meydanında sergilenmiş, Concord Tapınağı önünde bir kurban törenini 
		yönetmeye hazırlanan şehir Preator’unun kendisi kurban edilmiştir. M.Ö. 
		87’de Roma, kapılarını Marius’a açtığı zaman katledilme sırası 
		Opti-matlara gelir. Köleler lejyonu ve Dalmaçyalı Muhafızlar, Marius’un 
		selam vermediği bütün senatörleri yere sermiştir. Kurbanlar arasında 
		iktidardaki konsül General Octavius ile üç eski konsül vardır. 86 
		yılında, Marius’un ani ölümünden sonra arkadaşı Q. Sertorius, cellatları 
		ücretlerini dağıtmak ba¬hanesiyle çağırtıp 4 bin kadarını öldürtmüştür. 
		82 yılında Optimatlar nihai zaferi kazanınca, onlar da tutsaklarını 
		kılıçtan geçirmişlerdir: "kırılan kolların çatırtısı ve can çekişen 
		insanların inlemeleri, Sulla’nın (Kral Mith-ridates) Senato ile toplantı 
		yapmakta olduğu Bellona Tapınağından belir¬gin şekilde duyulmuştur." 
		
		  
		
		Daha sonra, bu 
		tür manzaraları önlemek için mahkumiyet yönetemi resmileştirilmiştir. 
		Yenen taraf Forum’a, yenilen taraf liderlerini, yargılanmayı veya 
		mallarına el konulmasını tercihe çağıran bir isim listesi asacaktır. 
		Lis-tedekilerden, genellikle sıcak bir banyoda damarlarını keserek 
		kendilerini zamanında öldürenler, ailelerini mahvolmaktan 
		kurtarabilecektir. Bunu ya-pamayanlarsa, adlarını mermere oyulmuş, 
		yaşamlarını ve mallarını ceza olarak kaybettiklerini bildiren yeni bir 
		listede bulacaktır. 43 yılında ikinci triumvirliğin mahkumiyeti, en az 
		300 senatörün ve 2000 şövalyenin ölü¬müyle sonuçlanmıştır. Bunlar 
		arasında, kafası ve elleri cesedinden kopa¬rılarak Forum’daki konuşma 
		kürsüsünde sergilenen Çiçero da vardır (Davies, 1995; 179). 
		
		  
		
		Ünlü Spartaküs 
		isyanına da konu olan kölelik, Roma toplumunda heryerde her zaman 
		olmuştur; muhtemelen ekonominin kilit kurumudur. Tarım ve sanayie insan 
		gücü sağlamış ve kentlerin lüksünü desteklemiştir. Köleler ve onların 
		çocukları fiziki, ekonomik, cinsel vb. her bakımdan sömürül-müş; 
		milyonlarca düşman askerinin tutsak edildiği Cumhuriyet dönemi 
		sa¬vaşları ve sonraki yıllarda da, sistematik köle kaçırmalar ve köle 
		ticareti ile desteklenmiştir. Julius Sezar, tek bir çarpışmadan sonra 53 
		bin Galli tutsak satmıştır. 
		
		  
		
		Kölelik, yavaş 
		yavaş serşik kurumuna dönüşmeye başlasa da Roma dö¬neminden çok sonra 
		bile, bütün ortaçağ Hıristiyanlığı boyunca Avrupa ya¬şamının bir 
		özelliği olarak devam etmiştir. Kendiliklerinden Hıristiyan olan 
		kölelerin azat edilmesi dışında, Hıristiyanlar arasında genellikle 
		köleliğe izin verilmiştir. Müslüman kölelere geldikleri ülkelere göre 
		davranılan Rö¬nesans İtalya’sında bile kölelik oldukça yaygındır. 
		
		  
		
		Başlangıçta 
		Nisan, Temmuz, Eylül ve Kasım aylarındaki dört hafta için¬de 
		gerçekleştirilen Ludi veya Spor Oyunları, zamanla neredeyse bütün yı-la 
		yayılmış; İmparator Trajan’ın M.S. 264’te düzenlediği festivalde 10.000 
		insan ve 11.000 hayvan öldürülmüştür. 
		
		  
		
		Profesyonel 
		gladyatörlerin karşılaşmalarında, kaybedenlerin cesetleri et çengelleri 
		ile sürüklenerek Ölüm Kapısı’ndan dışarı atılır. 
		
		  
		
		Müthiş 
		manzaralar görme özlemi gösterileri, gerçek boyutlarına eş bir askeri 
		çarpışma ile, hatta su doldurulmuş arenalarda deniz mücadeleleriyle "vahşi 
		hayvan avı"na dönüştürmüştür. Popüler öykülerde, kolları ve ayakla¬rı 
		gerilmiş durumdaki kızlara ineklerin vajina sıvılarının sıvandığı ve 
		vahşi boğalar tarafından tecavüz edildiği, Hıristiyan tutsakların canlı 
		canlı kızar¬tıldığı, çarmıha gerildiği, aslanlara bindirildiği veya 
		aslanların önüne atıldı-ğı, timsahlarla dolu sularda yarı batmış 
		sandallarla gezmeye zorlandığı an¬latılır. Oyunlara ancak M.S. 404 
		yılında Hıristiyan İmparator Honorius ta¬rafından son verilmiştir 
		(Davies, 1995: 180). 
		
		  
		
		İlk imparatorlar 
		arasında iğrenç bir soysuzluk yaygındır. 
		
		  
		
		İmparator 
		Tiberius zamanda, muhbirlerin alevlendirdiği kitlesel mahkumiyetler 
		modaya dönüşmüş; Caligula, kendisini tanrılaştırmış ve atını konsüllüğe 
		atamıştır. Tarihçi Suetonius, "Üç kızıyla birden sırayla ensest yap¬mak 
		onun alışkanlığıydı; büyük ziyafetlerde karısı onun üzerine uzandığı 
		zaman, o da kızlarını sırayla altına alırdı" der. Kendisine çok 
		yakışacak bir şekilde, cinsel organlarına yönelik bir suikast sonucu 
		öldürülür. Messaline ve Agrippina adlı iki katil kadınla evli olan 
		Claudius, yemeğine karıştırılan zehirli sosla öldürülmüştür. 
		
		  
		
		İmparator Neron, 
		başarısız bir suda boğma girişiminden sonra bıçaklayarak annesine 
		tecavüz etmiş; teyzesini çok kuvvetli bir müshil ilacı vererek, ilk 
		karısını haksız bir zina suçlamasıyla, hamile ikinci karısını 
		tekmeleyerek öldürmüştür. Suetonius "Özgür doğmuş oğlanlar ve evli 
		kadınlarla yetinmeyip, Rahibe Bakire Rubria’ya da tecavüz etmiştir. 
		Sporus adlı oğlan çocuğunu hadımlaştırarak kıza dönüştürdükten sonra, 
		bütün Saray men¬suplarının katıldığı, çeyiziyle, gelinliğiyle, duvağıyla 
		tam bir düğün töreni düzenleyerek onunla evlendi ve bir eş gibi davrandı. 
		Neron’un babası Do-mitius da aynı tür bir eşle evli olsaydı, dünya daha 
		mutlu bir yer olacaktı" diye yazar. 
		
		  
		
		Bir asker olan 
		İmparator Galba, asi askerlerce; kardeşi tarafından zehir¬lendiği 
		söylenen Titus’un muhtemel katili İmparator Domitian, karısı ve suç 
		ortakları tarafından bıçaklanarak, Avgustus’un, kendisinden hemen 
		son¬raki on halefinden sekizi iğrenç bir şekilde öldürülmüştür (Davies, 
		1995: 188, 189). 
		
		  
		
		İmparator 
		Constantin öldüğü sırada, "bilinen dünya" hâlâ Romalı ve barbar olmak 
		üzere ikiye ayrılmaktadır. Sınırın bir yanında yeniden birleş¬tirilmiş 
		Roma İmparatorluğu sağlam bir şekilde ayaktadır; öte tarafta ise hâlâ 
		toplumsal gelişmede kabile düzeyini aşamamış huzursuz insan kitlele¬ri, 
		orman temizleyip tarım yapmakta veya ovada dolaşmaktadır. Çoğu Ro¬malıya 
		göre İmparatorluk "uygar"dır, yani düzenli bir yönetimi vardır; 
		bar¬barlar ise, adı üstünde, uygarlaşmamıştır. Gerçekte ise Roma ile 
		Roma dı-şındaki dünya arasındaki fark hiç bir zaman bu kadar katı 
		olmamıştır. Mar-silyalı Salvian’a göre, Gotlara ve Franklara sığınan 
		asil doğmuş ve iyi eği¬tim almış Romalıların çoğu, "barbarlar arasında 
		Roma insanlığını" ara-maktadır, çünkü "Romalılar arasında insanlık dışı 
		barbarlığa" da¬ha fazla dayanamamışlardır (Davies. 213, 214). 
		
		
						
		
		
						
		
		
			  
		
						 
		
		
		
		 |