İnce Bir Sanat
Dostoyevski, Karamazov Kardeşlerde romanın kahramanlarından İvan
Fiyodoroviçin ağzından şunları söyler:
Bazen insanların katı yürekliliğinden bahsederken vahşi bir hayvan gibi
denilir. Ama bunu söylemekle vahşi hayvanlara karşı büyük bir haksızlık edilmiş
olur. Vahşi bir hayvan, hiçbir zaman insan kadar katı yürekli, onun kadar
işkencede ince bir sanat göstererek, onun kadar ustaca kötülük edemez.
Hayalinde
canlandır bakalım: Daha memede olan bir çocuk, elleri tiril tiril titreyen
annesinin kucağında
Etraflarını içeriye giren yabancılar almış. Akıllarına çok
eğlenceli bir şey gelmiş. Çocuğu okşuyorlar, onu güldürmek için kahkahalar
atıyorlar, sonunda çocuk gülmeye başlıyor. İşte o sırada, adamlardan biri
tabancayı çocuğa doğru tutuyor; bebeğin yüzüne dört karış mesafeden nişan alıyor.
Çocuk sevinçle kahkahalar atıyor, küçük ellerini tabancayı tutmak için uzatıyor,
işte o zaman o büyük sanatçı tetiği çekip tam yüzüne ateş ederek çocuğun başını
parçalayıveriyor
Şimdi söyle, bu işte, ince bir sanat yok mu yani?
Bu sanatın en gelişmiş şeklini 20. yüzyılda Naziler sergiledi! Çingenelerden
eşcinsellere, komünistlerden Protestan din adamlarına, akıl hastalarından
özürlülere kadar milyonlarca insan bir soykırımın kurbanı oldu. Ama esas mağdur,
Yahudilerdi!
Sıradan bir katliam değildi uygulanan, incelikli bir yok edişti! 20. yüzyılda
ulaşılan gelişmişlik, insanın kendi türdeşlerini yok etmesinde ustalıkla
kullanıldı. İnsan zekâsı öldürümü pratikleştirmede yaratıcılığın sınırlarını
zorladı. Kurşuna dizmekten kamyonlara doldurulan insanların egzos gazı ile
topluca zehirlenmesine kadar uzanan bu vahşet, en sonunda gaz odalarını içeren
Ölüm Fabrikaları ile doruğuna ulaştı. Katledilenleri ortadan kaldırmak için
başvurulan pratik yöntem ise fırınlarda yakmaktı! Soykırım mağdurları, aynı
zamanda Nazi biliminin (!) kobayları oldular. Yüksek ya da alçak hava basıncının
insanlar üzerindeki etkisini ölçmekten tutun da vücuduna petrol şırınga edilen
bir insanın verdiği tepkileri gözlemlemeye kadar birçok deneysel çalışma (!)
da bu vahşetin bilime yaptığı katkı idi! Katledilenlerin dişlerinden saçlarına
kadar her şeyleri, sergilenen vahşetin bir anlamda ekonomik getirilerinden
biriydi! Nazi toplama kamplarında soykırımın başyapıtı yaratıldı!
Yahudiler, bu başyapıttan derslerini aldılar. Ve 21. yüzyılda bu işin üstadı
olarak ortaya çıktılar! Nazilerin, soykırımın ilk aşamalarında kullandıkları
toplu kurşuna dizme yöntemi nasıl ki zamanla pratik bir yol olmaktan çıkmışsa,
insanlığın genel gelişimi de bugün gaz odaları gibi metotları uygulamayı
anlamsız kılıyor artık. Şimdi daha uygar ve teknolojik gelişme ürünü olan
yöntemler var! İnsansız uçaklar, uzaktan kumandalı füzeler, kimyasal silahlar,
nükleer katkılı bombalar, misket bombaları, nokta suikastlar, ekonomik ablukalar,
açlık, susuzluk, sefalet ve bütün bunları kullanarak sergilenen vahşetin,
televizyonlardan ve internetten dünyaya anında duyurulması
Bugün moda olan,
soykırımı Naziler gibi gizli-kapaklı yapmak değildir. Yapılanları, en gelişmiş
kitle iletişim araçlarını kullanarak tüm dünyaya gösterip gözdağı vermek, artık
bu vahşetin olmazsa olmazıdır. Ne toplama kampları ne ölüm fabrikaları var
artık! Hedefteki şehirler, hatta ülkeler ölümün vadisi haline getirildi!
Bu çerçeveden bakıldığında, örneğin 20. yüzyılda Cezayir, Vietnam, Halepçe,
Ruanda, Bosna ve Srebrenicada yapılanlara, İsrail Filistinde yaptıkları ile
derinlik katıp, soykırım tarihine adını altın harflerle yazdırdı! 1940larda
Auschwitz, Dachau, Chelmno, Treblinka, Majdanek, Belzec neyse, bugün Sabra,
Şatilla, Ramallah, Batı Şeria ve Gazze de odur!
Sanatsal incelik bütün bu yaşanan vahşetin neresinde peki? Katliamın
neresindedir o sanat!
Hukukunda!
Birleşmiş Milletlerin 9 Aralık 1948 tarihli 260 sayılı kararı ile imzaya açılan
ve 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe giren Soykırım Suçunun Önlenmesi ve
Cezalandırılması Sözleşmesi, adından da anlaşıldığı gibi soykırımı önlemeyi ve
cezalandırmayı amaçlayan bir başyapıt, bir hukuk harikası
Ve bu Sözleşme, bugün de hâlâ yürürlükte!
Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırması Sözleşmesine imza atan taraflar, ister
barış zamanında isterse savaş zamanında işlensin, önlemeyi ve cezalandırmayı
taahhüt ettikleri soykırımın uluslararası hukuka göre bir suç olduğunu ilan
etmiyorlar mı?
Diğer bir ifadeyle Sözleşmeye (madde 2) göre, ulusal, etnik, ırksal veya
dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla, bu gruba
mensup olanların öldürülmesi; grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya
zihinsel zarar verilmesi; grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını
ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarının kasten değiştirilmesi; grup
içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler alınması; gruba mensup çocukların
zorla bir başka gruba nakledilmesi soykırım suçunu oluşturmuyor mu?
Yine aynı Sözleşmede (madde 3) cezalandırılacak eylemler de soykırımda
bulunmak; soykırımda bulunulması için işbirliği yapmak; soykırımda bulunulmasını
doğrudan ve aleni surette kışkırtmak; soykırımda bulunmaya teşebbüs etmek;
soykırıma iştirak etmek şeklinde sıralanmıyor mu?
Sadece bu kadar mı?
Soykırımla suçlananların yargılanması, cezalandırılması, suçluların iadesi,
Birleşmiş Milletler ile nasıl işbirliği yapılacağı, sözleşmenin nasıl yorumlanıp
uygulanacağı, kısacası bütün bunlar hukuk harikası Birleşmiş Milletler
Sözleşmesi ile kayıt altına alınmış değil midir bugün?
İşte insanlığın 21. yüzyılda televizyonlardan canlı yayınlanan bir soykırım
karşısında sergilediği sanatsal incelik de tam buradadır! İsrailin bugün
Gazzede, birkaç yıl önce de Batı Şeriada yaptıklarına ve on yıllardır
Filistinde sergilediği vahşete seyirci kalan sözde uygar dünyanın, vicdan
azabını dindirmek için böyle bir Sözleşme ortaya koyması, sonra da o
Sözleşmedeki yasaklara ve yaptırımlara rağmen yaşanan bu vahşet karşısında
herkesin neredeyse üç maymunu oynaması, seyirci kalması
O zaman biz de Dostoyevski gibi soralım şimdi:
Söyle, bu işte ince bir sanat yok mu yani!
Serdar Ant
|