|
'Yunan Ayaklanması
Günlerinde Mora'daki Türkler Nasıl Yok Edildiler?', Prof. Salâhi R.
SONYEL
Diri Olarak Ateşte Yakılan Türkler
Nisan ayında Hidra, Spetsa ve Psara adalarının Grek sakinleri
âsilere katılıyor; Osmanlı bayrağını taşıyan gemilere saldırıyor;
gemicileri yakalayarak öldürüyor veya denize atıyorlardı. Mekke'ye
Hacca gitmekte olan birçok Müslümanları da yakalayarak
öldürüyorlardı. St. Clair, Howarth ve Miller gibi İngiliz yazarların
anlattıklarına göre, bir Türk gemisinin 57 tayfası yakalanarak,
zafer çığlıkları arasında Hidra adasına götürülüyor ve orada,
sahilde, diri olarak ateşte yakılıyorlardı[20].
Tesalya, Makedonya ve Halkidiki'de birçok Grekler ayaklanmaya
katılıyor ve acımasızca Türklere saldırıyorlardı. Bazı bölgelerde
âsi önderler, bütün Greklerin ayaklanmaya katılmalarını sağlamak
amacıyla Türkleri kasten kırımdan geçiriyorlardı. Türk komşularını
gaddarca öldüren alelâde Grek köylüler, bu ayaklanmayı dinsel yok
etme olarak görüyor; onlara önderlik eden piskoposlarla papazlar da
aynı görüş ve duyguları paylaşıyorlardı[21].
Monemvasia ve Navarin Kırımları
1821 yılı Ağustos ayında, sarılmış bulunan Monemvasia adlı küçük
kentin Müslümanları, açlığa ve hastalığa dayanamayarak, âsilere
teslim oldukları halde, gaddarca boğazlanıyor; bu olaylar, Batı
Avrupa'da "liberalizmin ve Hıristiyanlığın bir zaferi" olarak ilân
ediliyordu[22]. Birkaç gün sonra, Navarin Müslümanları da aynı
akıbete uğruyor; 2.000 ile 3.000 arası Müslüman öldürülüyordu. Türk
kadınlar çıplatılarak altın eşya bulmak için üzerleri aranıyor;
kurtulmak için denize atlayan bazı kadınlar suda vurularak
öldürülüyor; Müslüman çocuklar, denize atılarak boğduruluyor;
yavrular ise, annelerinden koparılarak, kayalara çarpmak suretiyle
canlarına kıyılıyordu. Yarı çıplak ve korku içinde canlı tutulan
Müslüman kız ve erkek çocuklar, daha sonra fahişe olarak satışa
çıkarılıyor; bazıları aklını oynatmış bir halde yıkıntılar arasında
dolaşıp duruyorlardı[23].
Çok geçmeden Mora'daki kentleri, surlar dışında başı kesik
cesetlerin çürümesinden meydana gelen bir koku sarıyor; başıboş
köpekler ve vahşi kuşlar, cesetleri parçalıyor; ölü dolu kuyulardaki
sular zehirleniyor; veba salgını baş gösteriyordu. Her yanda,
iskeletleşmiş ve korku içinde bulunan Müslüman genç kız ve erkek
çocuklar, yarı çıplak biçimde inliyorlardı. Bu arada Navarin
Grekleri, orada vuku bulan korkunç kırımı övünerek anlatıyorlardı.
Greklerden birisi, 18 Türk'ü öldürdüğünü övünerek açıklıyor; başka
birisi, 9 kadın ve çocuğu yataklarında bıçaklayarak nasıl
öldürdüğünü anlatıyordu.
Bu acımasız katiller, kısa bir süre önce ırzlarına geçerek, kol ve
bacaklarını kestikten sonra surlardan aşağı attıkları kadınların
cesetlerini, Helen savına yardımcı olmak üzere Avrupa'dan gelmiş
bulunan gönüllülere gururla gösteriyorlardı[24]. Ama bu korkunç
sahneler Avrupalı gönüllüler üzerinde iyi izlenim bırakmıyor,
onlarda şok ve tiksinti duyguları uyandırıyordu. Almanyalı Lieber,
gönüllüleri, hala hayatta olan ve ırzlarına tecavüz edilen bu
kadınlara tasallût etmeye çağıran Grek âsilere karşı ne kadar nefret
ve tiksinti duyduklarını anlatır[25].
Tripolitsa Kırımı
Mora'da Türk valinin ikamet ettiği ve 35.000 Türk, Arnavut, Musevi
ve öteki sakinlerden oluşan Tripolitsa kentinde, 5 Ekim 1821'de
yapılan ve iki gün süren kırım sonunda 10.000 kişi öldürülüyor;
onların çoğunun kafaları kesilerek vücutları parçalanıyordu[26].
Paralarını gizledikleri sanılan Müslümanlara işkence yapılıyor ve
St. Clair'la Howarth, İngiliz Sömürgeler Bakanlığı ile Dışişleri
Bakanlığı raporlarına göre, "kollarıyla ayakları kesilerek ateşte
yavaşça yakılıyorlardı". Hamile kadınlara neler yapıldığını tahmin
edebilirsiniz.
Çoğu kadınlardan oluşan 2.000'e yaklaşık tutsak, büsbütün soyularak,
kentin dışındaki bir vadiye sürülüyor ve orada öldürülüyordu. Bu
olaydan sonra, haftalarca açlık içinde kıvranan Müslüman çocuklar,
ümitsizlik içinde şuraya buraya koşuyor; coşku içinde olan ve
ağızları köpüren Grek âsiler tarafından boğazlanıyor veya vurularak
öldürülüyordu[27]. Yunan tarihinin sözde "kahramanları" arasında yer
alan baş çapulcu Thedoros Kolokotronis de, bu korkunç kırım ve
yağmalara zevkle katılıyordu[28].
Tripolitsa kırımı sırasında kentte bulunan ve aralarında İskoçyalı
Albay Thomas Gordon da olan Avrupalı subaylar, oradaki tüyler
ürpertici sahnelere şahit oluyor ve bazıları, daha sonra bu olayları
bütün çirkinlikleriyle anlatıyorlardı. Albay Gordon, bu
Helen/Grek/Yunan/Rum barbarlıklarından o kadar tiksiniyordu ki,
Greklerin hizmetinden çekiliyordu. Bu sahnelere dayanamayan
Almanyalı Helen dostu genç doktor Wilhelm Boldemann, zehir içerek
intihar ediyordu[29]. Hayal kırıklığına uğrayan Helen yandaşı öteki
kimi Avrupalılar da intihar ediyorlardı.
Akrokorinth Kırımı
1822 yılı Ocak ayının sonuna doğru, Akrokorinth kentinde 1.500'den
çok Müslüman, âsilere teslim oluyor, ama Kolokotronis ve öteki âsi
önderlerin adamları tarafından korkunç bir şekilde öldürülüyorlardı.
Bu kanlı olaylar, daha sonra bir Alman subay tarafından şöyle
anlatılıyordu:[30]
"Güzel Müslüman kadınların canları bağışlanıyor, ama köle olarak
satılıyorlardı. Bu satışlardan sağlanan paralar, Mavrokordatos gibi
âsi elebaşların ceplerine akıyordu. Mavrokordatos, kadınları, bir
İngiliz gemisinin kaptanına satıyordu"[31].
Türk kadınlar, yaşa ve güzelliğe göre, 30 ile 40 kuruş arasında
satılıyordu.
Brengeri adlı bir İtalyan gönüllü, Korinth'e gitmeden önce, yolda,
bir Türk'ün cesedine rastlıyor, biraz sonra da onun karısıyla
yavrusunu canlı ama aç olarak buluyordu. Yardım olmak üzere kendisi
ve arkadaşları kadına biraz para veriyorlar, ama oradan
uzaklaşırlarken, bazı Greklerin, kadınla yavrusunu öldürerek parayı
çaldıklarına tanık oluyorlardı[32]. Brengeri, Korinth kırımı
sırasında bazı Greklerin bir Türk ailesini öldürmeye çalıştıklarını
görüyor; Türk'ün karısını öldürmeden önce peçesini yırtarak yüzünü
görmeye çalışıyorlardı. Tam o sırada, kadını bağışlamalarını rica
ediyor; âsiler de 50 kuruş karşılığında onu öldürmekten
vazgeçiyorlardı[33].
Akrokorinth'de, teslimden sonra sahile doğru yürümekte olan bir Türk
çift, çocuklarını taşıyamayacak kadar aç ve cılız oldukları için
yavruyu bir Grek'e uzatıyorlar, o da bir kama çekerek, anne-babanın
gözleri önünde yavrunun kafasını kesiyor ve ona engel olmaya çalışan
bir Alman subaya, Türklerin yetişip büyümelerine engel olmanın iyi
olduğunu anlatmaya çalışıyordu[34].
1822 yılı yazına dek, Yunan ayaklanması, 50.000'den çok Türk, Rum,
Arnavut, Musevi ve öteki kişilerin hayatına mal olmuştu. Binlerce
kişi de kölelik veya yoksulluk seviyesine düşürülmüştü. Doğrudan
doğruya yapılan karşılıklı çarpışmalarda, buna oranla pek az kişi
ölmüştü. Bu sözde "Yunan bağımsızlık savaşı", bir savaş olmaktan
çok, "fırsatların silsilesi" haline gelmişti. Öldürülen Türklerin ve
âsi Greklerin çoğunluğu asker değildi, sivil kişilerdi. Kurbanlar,
ayrı ayrı yerlerde, mensup oldukları cılız toplumların kefaretini
ödüyorlardı[35].
Atina ve Akropolis Kırımları
Bu sırada, uzun bir süreden beri Atina'nın Akropolis semtinde
kuşatılmış bulunan ve susuzluk çeken birçok Müslümanlar,
piskoposların, papazların ve âsi önderlerin, onların canlarına
kıyılmayacağına dair vermiş oldukları söz üzerine, 21 Haziran
1822'de teslim oluyor; ama yabancı konsoloslarca ve büyük güçlükler
içinde kurtarılmış olan birkaç kişi dışında hepsi de acımasızca
öldürülüyorlardı. Aynı zamanda, Atina kentinin savunmasız 400
Müslüman sakini de sokaklarda parçalanıyordu.
Grek âsiler Modon'a saldırırken, surlar dışında yakaladıkları bir
Türk'ün kafasını kesiyor; kazık üzerine takarak Navarin'e götürüyor
ve sokakta, top gibi tekmeliyorlardı[36]. İngiliz gemicilerin
anlattıklarına göre, âsiler, denizde yakaladıkları Türklere çok
işkence yapıyorlardı. Hollandalı Anemat'a göre, âsiler, denizden
baygın halde kurtarılan Türk denizcileri ayıltıyor, sonra da onları
işkencelerle öldürerek cesetlerini parçalıyorlardı. Hollandalılar,
Grekleri, "korkak ve barbar" olarak niteliyorlardı[37].
Dervenaki Kırımı
1822 yılı yazında Türk ordusu Korinth'de belirince, Argos'ta
kurulmuş olan sözde Grek yönetimi panik içinde sahile doğru
çekilmeye ve gemilerle kaçmaya çalışıyor; tüm Argos ovasında
binlerce Grek göçmen de onları takip ediyor ve Mainotlu Grek
haydutlar, kaçmadan önce, bizzat kendi ırktaşlarını soymaya
çalışıyorlardı. Türk ordusunun erzak ve mühimmatı çok geçmeden
tükeniyor; Korinth'e çekilmeye çalışıyor, ama dağ geçitleri
Kolokotronis'in çapulcularının işgalinde olduğu için, Dervenaki
olarak anılan geçitte yüzlerce Türk kırımdan geçiriliyordu. Âsiler
cesetleri soymakla vakit geçirmeseler, tüm Osmanlı ordusu büsbütün
perişan olabilirdi. Yıllardan sonra bölgeyi gezen turistler,
Türklerin yığınak halinde kemikleriyle karşılaşıyorlardı[38].
Navplia Kırımı
1822 yılı Aralık ayında sıra Navplia liman kentine geliyordu. Uzun
süreden beri âsilerce kuşatılmış olan bu kentin sokaklarında
açlıktan ölen çocukların cesetlerine sık sık rastlanıyor;
iskeletleşmiş kadınlar, çirkefler arasında yiyecek bulmaya
çalışıyorlardı. Navplia olayları sırasında kentte hazır bulunan
Avrupalı gönüllülerden Kotsch adlı bir Alman subayın anlattığına
göre, Türklerle ilişki kurduğu sanılan bir Rum papazın parmakları
Grek âsilerce kırılıyor ve tırnakları yakılıyordu. Daha sonra
Grekler tarafından üzerine kaynar su dökülüyor; boğazına kadar
toprağa gömülüyor ve sineklerin saldırısına uğraması için yüzüne
pekmez sürülüyordu. Papaz, altı gün can çekiştikten sonra ölüyordu.
Kentten kaçmaya çalışan bir Musevi, büsbütün çıplatılarak, organları
kesiliyor; o durumda kentte dolaştırıldıktan sonra asılıyordu[39].
Navplia kenti 12 Aralık'ta âsilere teslim olunca, korkunç bir kırım
başlıyor; âsiler, öldürülenlerin kafalarını bir piramid gibi
diziyorlardı. Bu sırada, deniz yarbayı Hamilton'un kaptanlığını
yaptığı Cambrian adlı İngiliz savaş gemisinin limana gelişi, kentin
Müslüman ve Musevi sakinlerinden bazılarını ölümden
kurtarıyordu[40]. Kentte yapılan yağmada arslan payını Grek âsiler
alıyordu. Avrupalı subaylara ödül olarak iki veya üç Türk kız
veriliyor; onlar, kızları Atina'ya götürerek konsoloslara satıyor;
konsoloslar da kadınları Anadolu'ya sevk ederek kurtarıyorlardı.
Misolongi açıklarında karaya oturan bir Türk gemisinde, kendi
ülkelerine dönmekte olan 150 Arnavut, Mavrokordatos'un vermiş olduğu
söz üzerine teslim oluyor, ama âsi önderlerden biri tarafından
paraları çalındıktan sonra hepsi de öldürülüyordu.
Yunan Yandaşı Avrupalı Gönüllüler de Öldürülüyor
Grek âsiler, hayvanî davranışlarında o kadar ileri gidiyorlardı ki,
kendilerine yardımcı olmak üzere yabancı ülkelerden ve özellikle
Avrupa'dan gelen yandaşlarını da öldürüyorlardı. Navplia liman kenti
âsilerin eline geçtikten sonra, bazı Greklerin, yabancı kimi
yandaşlarını, kentteki bir hamama sokarak öldürdükleri meydana
çıkıyordu. Grek hamamcı, yabancıları, giysilerini çıkarmaya
inandırıyor ve böylece, onları öldürürken, elbise ve çizmelerinin
kana bulanmamasını sağlıyor; onları daha sonra satıyordu[41].
Mora'daki jenosit orjisi, ancak öldürülecek Türk kalmayınca sona
eriyordu[42]. Yunanistan'a yardıma giden ve 1822 ile 1823 yılları
arasında yurtlarına dönmeye başlayan Helen yandaşı gönüllüler, o
korkunç günlerin kâbusundan hayatları boyunca kurtulamıyorlardı.
Helen/Grek/Yunan ve Rumlardan çok şeyler beklerken, hayal
kırıklığına uğruyor; onlardan nefret ediyor ve onlarca
aldatıldıkları için kendi kendilerini lânetliyorlardı. Birçokları,
Avrupa'daki Grek derneklerinin baskılarına karşın, kendi
tecrübelerini kâğıda dökmeye başlıyorlardı. Bütün yazılanlarda aynı
duygular yansıtılıyordu. Bir örnek verelim: "Başkalarının, benim
işlemiş olduğum hataları işlememesi için bu yazıyı kaleme alıyorum.
Modern Yunanistan, eski Yunanistan gibi değildir. Grekler, şükran
bilmeyen, gaddar ve barbar bir soydurlar"[43].
Lord Byron Nasıl Kullanıldı?
Grek âsiler, Lord Byron gibi tanınmış İngiliz şairleri de kendi kötü
işlerinde istismara kalkışıyorlardı. Oysaki onlardan diledikleri tek
şey, özellikle Lord Byron'un servetine el koymaktı[44]. Lord Byron,
19 Nisan 1824'de sözde Grek "özgürlük savaşçılarını zafere ulaştıran
bir önder" olarak değil, tutulmuş olduğu hastalıktan kurtulamayarak
kendi yatağında can veriyordu; ama Grekler, onu, kendi sözde
"bağımsızlık ihtilâlinin bir mücahidi" olarak
efsaneleştirmişlerdir[45].
Bu arada Girit, Kıbrıs, Sisam, Sakız, Tesalya, Makedonya ve Epir'de
de ayaklanmalar oluyor[46]; Osmanlı katlarının âsilere karşı almış
olduğu sert önlemler, Helen yandaşları ve propagandacıları
tarafından Batı'ya, "Hıristiyan halka karşı Türk barbarlığı" olarak
yansıtılıyordu[47]. Yunanistan'daki Türklere karşı girişilmiş olan
yok etme eylemlerine kör ve sağır kalan Batı, Osmanlı tepkisine
karşı ses yükseltiyordu. 1821 yılı Ağustos ayında, Hamburg'da
dağıtılan şu bildiriye bakınız:
"Almanya'nın gençliğine çağrı. Din, yaşam ve özgürlük savaşımı bizi
silâhaltına çağırıyor; insanlık ve görev, bizi, kardeşlerimiz olan
asil Greklerin yardımına çağırıyor. Kutsal dava için kanımızı,
hayatı-mızı feda etmeliyiz. Müslümanların Avrupa'daki yönetiminin
sonu yaklaşıyor. Avrupa'nın en güzel ülkesi, canavarlardan
kurtarılmalıdır! Var gücümüzle mücadeleye atılalım... Tanrı
bizimledir, çünkü bu, kutsal bir davadır - insanlık davasıdır - din,
hayat ve özgürlük için savaşımdır..."[48]
Bu Helen yandaşı ve Grek propagandasının antidotu, Mora'daki kanlı
olaylara görgü tanığı olarak yurtlarına dönen Batılı gönüllüler
olmuştur. 1822 yılı Nisan ayında Yunanistan'dan Marsilya'ya dönen
birçok Fransız su-baylar, Grekleri şöyle gösteriyorlardı: "Alçak,
korkak ve iyilikbilmez bir soy!" Korinth kırımına şahit olan
Prusyalı bir subay, oraya gitmeye hazırlanan yeni gönüllülere şöyle
sesleniyordu:
"Orada yalnız sefalet, ölüm ve nankörlükle karşılaşacaksınız. Size
Almanya ve İsviçre'de söylenenlere inanmayınız; yaşlı bir askerin
söylediklerine inanınız'[49].
Prusyalı başka bir subay şunları yazıyordu:
"Eski Grekler artık yoktur. Solon, Sokratis ve Dimosthenis'in yerini
kör cehalet almıştır. Atina'nın makul yasalarının yerini barbarlık
almıştır... Grekler, basın aracılığıyla yabancılara vermekte
oldukları çekici sözleri yerine getirmiyorlar"[50].
Aynı subay, Tripolitsa'nın âsilerce işgalinden sonra orada
kaydedilen olayları şöyle anlatıyordu:
"Trova'nın kraliçesi Helen kadar güzel, genç bir Türk kız,
Kolokotronis'in erkek yeğeni tarafından vurularak öldürüldü; bir
Türk çocuk, boğazına halat takılarak çevrede dolaştırıldı; bir
çukura atıldı; taşlandı, bıçaklandı ve sonra, hala hayatta iken, bir
tahtaya bağlanarak ateşte yakıldı; üç Türk çocuk, anne ve
babalarının gözleri önünde, bir ateşin üzerinde yavaşça yakıldı.
Bütün bu çirkin olaylar olurken, ayaklanmanın elebaşısı İpsilântis
(? Aleksandros Mavrokordatos) seyirci kalıyor ve âsilerin bu
davranışlarını, 'savaştayız; herşey olur' şeklinde mazur göstermeye
çalışıyordu"[51].
Sonuç
Yunan ayaklanması günlerinde İngiliz, Fransız ve Rus hükümetleri,
âsilere dolaylı biçimde yardımcı oluyorlardı. Onlara para, silâh ve
savaşçı gönderilmesine ses çıkarmıyor; kendi gizli istihbarat
servislerince de yardımda bulunuyorlardı. Öte yandan, 1826'da
Yunanistan'da bulunan İngiliz rahip John Hartley, daha sonra kaleme
aldığı ve 1831'de Londra 'da yayınlanan Researches in Greece and the
Levant (Yunanistan ve Levant'ta araştırmalar) adlı kitabında,
Türklerin Hıristiyan olmayı kabullenmedikleri için, Greklerin
ellerinde birçok kötülüklere uğradıkları ve Osmanlı
İmparatorluğu'nda kanlı olaylar kaydedildiği iddiasında bulunuyordu.
1825 yılında şans değişerek, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'nın oğlu
İbrahim Paşa'nın ordusu Mora'yı yeniden ele geçirmeye başlayınca,
teslim olan Grek âsilerin hayatları bağışlanıyor ve kimsenin kılına
bile dokunulmuyordu. 1826 yılı Nisan ayında Tripolitsa, Argos,
Kalamata ve Misolongi yeniden Türklerin eline geçince, tüm Avrupa
Türklere karşı cephe alıyordu.
Türklerle Yunanlıların arasını bulmak amacıyla 4 Nisan 1826'da
İngiltere ile Rusya arasında St. Petersburg'da bir protokol
imzalanıyor; daha sonra bu protokole Fransa da katılıyordu. Yunan
yandaşı İngiltere, Fransa ve Rusya'nın 6 Temmuz 1827'de
imzaladıkları Londra Antlaşması gereğince duruma karışmalarıyla ve
20 Ekim 1827'de Türk donanmasının Navarin'de, aynı devletlerin
donanmaları tarafından batırılması üzerine, 22 Mart 1829'da bağımsız
bir Yunanistan'ın hudutlarını saptayan bir protokol imzalanıyor; bir
yıl sonra Yunan devleti kuruluyor; bu zoraki devlet, 1832'de Bavyera
kralının oğlu Prens Otto'ya krallık öneriyor; böylece Yunanistan
krallığı kuruluyor ve Meğali İdea'dan esinlenen Yunan emperyalizmi,
Osmanlı İmparatorluğu'na ve daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi
yönetimine karşı yayılma politikası izlemeye başlıyor; 9 Eylül
1922'de, Batı Anadolu'da, Türk'ten, hiç de unutamayacağı bir ders
alıyordu[52].
--------------------------------------------------------------------------------
[22] The Examiner, 1831, 2/632.
[23] St. Clair, s. 41-2; Howarth, s. 56-8; Miller, s. 76; George
Finlay: History of the Greek revolution (Yunan ihtilâlinin tarihi),
Edinburgh, 1861, c. 1, s. 263.
[24] E.V. Byern: Bilder aus Griechenland und der Levant, Berlin,
1833, s. 58.
[25] Franz Lieber: Tagebuch meines Aufenthaltes in Griechenland,
Leipsig, 1823, s. 73; St. Clair, s. 83.
[26] Howarth, s. 58; ayr. bkz. Dakin, s. 67; Miller, s. 77.
[27] St. Clair, s. 43-5; Howarth, s. 60-61; İngiliz Sömürgeler
Bakanlığı belgeleri (Colonial Office), CO 136/1095.
[28] Ayr. bkz., Brengeri: "Adventures of a foreigner in Greece" (Bir
yabancının Yunanis-tan'daki maceraları), London Magazine (Londra
Dergisi), II, 1827, s. 41.
[29] Bkz. Le Febre: Relation de divers faits de la guerre de Gréce,
s. 9.
[30] Le Febre, a.g.e., s. 21.
[31] Howarth, s. 88.
[32] A.g.e., (ibid.), s. 87.
[33] A.g.e., s. 87.
[34] St. Clair, s. 50.
[35] St. Clair, s. 92.
[36] Johann Stabell, Leipsig.
[37] Hastings Anıları, 6.7.1822.
[38] St. Clair, s. 104-6; Howarth, s. 107-8; Dakin, s. 97.
[39] St. Clair, s. 107.
[40] St. Clair, s. 107; Howarth, s. 110-122.
[41] George Finlay: "An adventure during the Greek revolution"
(Yunan ihtilâli günlerinde bir macera), Blackwood's Edinburgh
Magazine (Edinburg Dergisi), 1842.
[42] St. Clair, s. 12; Thomas Gordon: History of the Greek
revolution (Yunan ayaklanmasının tarihi), 2 cilt, Edinburg ve
Londra, 1832; Rev. Robert Walsh (rahip): Residence at Constantinople
during the Greek and Turkish revolutions (Yunan ve Türk ihtilâlleri
döneminde İstanbul'da ikamet), 2 cilt, Londra, 1836; ayr. bkz.
Douglas Dakin: "The origin of the Greek revolution" (Yunan
ihtilâlinin kökeni), History, 1952.
[43] St. Clair, s. 116.
[44] A.g.e., s. 150 vd.; Howarth, s. 12, 135 vd.; Edward John
Trelawny: Recollections of the last days of Shelley and Byron
(Shelley ve Byron'un son günlerinden anılar), Londra, 1858.
[45] Howarth, s. 163-5.
[46] Dakin: Greek struggle..., s. 2.
[47] The Examiner, 1821, 372, 456, 631, 689.
[48] Wilhelm Barth ve Max Kehring-Korn: Die Philhellemenzeit,
Munich, 1960, s. 95.
[49] Le Febre, a.g.e., s. 29.
[50] L. de Bolmann: Remarques sur l'etat moral, politique et
militaire de la Grece, Marseilles, 1823.
[51] St. Clair, s. 75 vd.
[52] Ayr. bkz. S.R. Sonyel: Türk Kurtuluş Savaşı'nda Dış Politika,
Ankara C. 1 ve 2, 1973 ve 1986.
|
|