|
Birinci Bölüm
- Türkiye'ye Göz Dikenler
- Ermenileri, Süryanileri ve
Kürtleri alet olarak kullanmak isteyenler
- Kürt-Ermeni
çatışması
- Kürt öğelerin
Genç Türkler'e karşı tutumları
- 31 Mart (13
Nisan) Olayları
- Kürt -Ermeni
Kongresi
- Kürtler gizli
örgütler kuruyor
- Türkiye -
İtalya savaşı ve Rus kışkırtmaları
- Her yanda
Kürt taşkınlıkları ve cinayetleri
Türkiye'ye
Göz Dikenler
Son zamanlarda kimi Avrupa ve Amerika arşivlerinde araştırıcılara
açılmış olan ilk kaynak belgelerin de kanıtladığı gibi, Fransa,
İngiltere, Rusya ve Almanya denli güçlü devletler, Yakın ve Orta
Doğu'yu kendi etki ve egemenlikleri altına almak için yıllardan beri
birbirleriyle yarışıyorlardı. Birinci Dünya Savaşı'ndan önce, savaş
günlerinde ve savaştan hemen sonra, onların düzenlerine hedef
oluşturan başlıca ülke, Osmanlı İmparatorluğuydu. Güçlü devletler,
Osmanlı ülkelerinin bol kaynaklarını sömürmek ve İmparatorluğu kendi
pazarlarına bağlamak amacıyla her türlü önleme başvurarak Türkiye'ye
sızmak için uğraşıyorlardı. Onları en çok ilgilendiren kaynaklardan
biri de petroldü. Orta Doğu ülkelerindeki bol petrol kaynaklarını
ele geçirmek için birbirleriyle düşmanlık düzeyinde bile yarışa
girişiyorlardı. Gerçekte, Birinci Dünya Savaşı'nın patlamasına neden
olan başlıca etkenlerden biri de, güçlü devletlerarasındaki bu
ekonomik yarışmaydı.
Bu devletler, henüz XVIII. ve XIX. yüzyılda, gezgin, misyoner ve
diplomat rolüne bürünen çeşitli ajanlarını Osmanlı ülkelerine sevk
ediyor; onlara, birçok stratejik yerlerin haritalarını çizdiriyor;
sömürebilecekleri kaynakları, araç olarak kullanabilecekleri
Hıristiyan ve Müslüman toplumları (ya da azınlıkları) saptayarak
onlarla ilişki kuruyorlardı. Bu ajanlar arasında, Fransa'dan Père
Thomas Bois, politikacı Franklin-Bouillon ve Albay Moujin;
İngiltere'den Yarbay Rawlinson, Binbaşı V. Millingen, Binbaşı Soane,
Yarbay Mark Sykes, Yarbay T.E. Lawrence ve Binbaşı Noel; Rusya'dan
Subay S. Proskoviakov, Albay V.A. Kartsov, Yüzbaşı P.Y. Averianov,
Vladimir Minorski, Prens Boris Shakovski ve Boris Nikitin;
Almanya'dan Wilhelm Wasmuss, Schönemann ve Litin; ABD'den Amiral
Chester, Tümgeneral Harbord, v.s. akla gelir.
Ermenileri, Süryanileri ve Kürtleri alet
olarak kullanmak isteyenler
Güçlü devletler ve özellikle Rusya, kendi sinsi amaçları için âlet
olarak kullanabilecekleri Müslim ve gayri-Müslim Osmanlı toplumları
arasında daha çok Ermenilere, Süryanilere ve Kürtlere önem
veriyorlardı. Özellikle Çarlık Rusya yönetimi, 1820'li yıllarda
İran'la girişmiş olduğu savaşlarda, İran ordusunun büyük bir
bölüğünü Kürtler oluşturduğu için onlarla ilgilenmeye başlıyor;
1828-9 Türk-Rus savaşı günlerinde ve özellikle 1853-6 Kırım Savaşı
sırasında onlara epeyi dikkat göstermeye başlıyor; Kürtleri kendi
hizmetine almayı; onları Osmanlı Padişahı ve İran Şahına karşı âlet
olarak kullanmayı veya Rusya'ya karşı savaşmalarını engellemek için
onları etkisiz bırakmayı tasarlıyordu. Rus yönetimi, ayrıca,
Türklerle Kürtlerin ve Ermenilerin karışık biçimde yaşadıkları
Türkiye'nin Doğu İlleri'ne de göz dikiyor, aynı zamanda, Kürtleri
Ermenilere ve Osmanlı yönetimine karşı, Ermenileri de Kürtlere ve
hükümete karşı kışkırtıyordu. Bunu yapmaktaki amaçları, Osmanlı
İmparatorluğu'nu içeriden çöktürmek için Osmanlı yönetimi üzerindeki
baskıyı sürdürmek ve Doğu Anadolu'da karışıklık ve anarşi yaratmaktı.
Rusya'nın bu tutumunu iyi bilen Cemal Paşa şöyle der:
"Türk ve Ermeni öğeler arasındaki düşmanlık duygularından Rus
politikasının sorumlu olduğuna kesinlikle inanıyorduk.. Ruslar,
arsız gözlerini Osmanlı İmparatorluğu'na çevirince, Hıristiyan
öğeleri kendi düzenlerinde âlet olarak kullanırlarsa, bunun siyasi
etkisi olacağını düşünmeye başladılar. Ermeniler, kendi taleplerini,
sayıca kendilerinden üstün olan Kürtlere ve Türklere zorla kabul
ettirebilecekleri bağımsız bir devlet kurma meyli gösterdikleri için,
Kürtlerle Türkler, bu plânın gerçekleşmesine pek doğal olarak karşı
çıktılar... çünkü bu projenin, halkının üstün çoğunluğu Türklerden
ve Kürtlerden oluşan Anadolu'nun büyük bir bölüğünü koparıp almak
için Rusya tarafından bir özür olarak kullanıldığını pek iyi
anlamışlardı. Dolayısıyla, Türkler ve Kürtler, Ermenistan'ı (Ermenileri),
kendilerine karşı özgür bırakılan bir yılan gibi görüyorlardı"[1].
Kürt-Ermeni çatışması
Ermenilerin, Doğu Anadolu'da, kimi güçlü devletlerin yardımlarıyla
özerk veya bağımsız bir devlet kurma çabalarına ek olarak,
1880'lerden beri ülkenin her yanında sürdürdükleri tedhiş (terör)
davranışları, herkes gibi Kürtleri de bezdirmişti. Bu tedhişin
sonucu olarak, 1894–6 arasında, Batı'nın tarihine kasıtlı ve
haksızca "Ermeni kırımı" olarak yansıtılan Türk-Ermeni-Kürt olayları
patlak vermiş; bu olaylardan sonra Kürtler, Ermenilerin çoğunun
usulsüzce ele geçirmiş oldukları mal ve mülklerine el koymakla
suçlandırılmışlardı. Ermeniler, bu malların kendilerine geri
verilmesi isteminde bulunuyor, ama Kürtler buna yanaşmıyorlardı.
1908 yılı Temmuz darbesiyle iktidara geçmiş olan ve Genç Türkler'ce
desteklenen yeni rejimin tüm çabalarına karşın sorun çözümlenemiyor;
bunun sonucu olarak Osmanlı yönetimi, Ermeniler ve Kürtler arasında,
uzun süren, can sıkıcı ve sızlandırıcı bir durum meydana geliyor;
bundan da ancak ülkenin düşmanları yararlanıyordu.
Bu sıralarda, Kürtlerin, Tiyari Köyü'nde "mal ve mülkü yağma ederek
yaktıkları" yolunda, Van'daki İngiliz konsolos yardımcısı tarafından,
İstanbul'daki İngiliz büyükelçi Sir Gerard Lowther'e bilgi
gönderiliyordu. Kürtlerle Ermeniler arasında, fiatak yakınlarında
çıkan çarpışmada 11 Ermeni ve 2 Kürt öldürülmüştü. Büyükelçi Lowther,
bu raporu 16 Ağustos 1908'de İngiltere Dışişleri Bakanlığına
gönderiyor; bakanlıkta, bu olaylar, "son günlerde (meşrutiyetin
açıklanmasından sonra), ciddi biçimde belirtilmiş olan kardeşlik
duygularından sonra meydana gelen tepkinin başlangıcı" olarak
nitelendiriliyordu[2].
Kürt öğelerin Genç Türkler'e karşı
tutumları
İkinci Meşrutiyet'in, 1908 yılı Temmuzu'nda ilânından sonra,
İstanbul'daki Kürt öğeler arasında, Genç Türkler'i destekleyenler ve
desteklemeyenler olmak üzere iki grup beliriyordu. Özellikle, 1890
yılı Kasım ayında Erzurum'da kurulmuş ve daha sonra Müşür Çerkez
Mehmet Zeki Paşa'nın uğraşmalarıyla tüm Anadolu ve Arabistan'a dek
yayılmış olan Hamidiye Süvari Alayları'nda[3], II. Sultan Hamit'e
bağlılıkla hizmet etmiş olan Kürtler, Genç Türkler'den hiç
hoşlanmıyorlardı. Kimi Kürt öğeler de, Abdülhamit günlerinde bazı
ilçelerde yönetmen (vali yardımcısı, mutasarrıf, kaymakam) olarak
görev yapmışlardı; ama Padişah, 1909 yılında, 31 Mart (13 Nisan)
olayları sonucunda tahtından indirilince, Kürt öğelerin çoğu bu
yararlardan yoksun bırakılmışlardı.
İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kurucuları ve yandaşları arasında
İshak Sukûti, Abdullah Cevdet, Abdurrahman Bedirhan, Hikmet Baban,
İsmail Hakkı Baban ve öteki kimi Kürt öğeler bulunuyorduysa da, bu
gibi öğelerin, Anadolu'daki halkın gerçek duygu ve görüşlerini
yansıtmadıklarına inanılıyordu[4]. Buna ek olarak, Genç Türk
ihtilâlinden sonra anayasanın yeniden yürürlüğe girmesini kimi Kürt
aşiret önderleri ve ruhani liderler iyi karşılamamışlardı. Bu
önderler, Genç Türkler'i "Allahsız ve âsi" olarak
nitelendiriyorlardı. Maarten van Bruinessen adlı Avrupalı yazara
göre, Abdülhamit'in sabit yandaşı olan ve 1890'larda Stokholm'da
Osmanlı orta-elçisi bulunan Baban ailesine mensup Mehmet Şerif Paşa
ve Bedirhan ailesinin önderi Emin Âli, Genç Türklere muhaliftiler.
Bu Kürt eşraf, Genç Türklerin "Osmanlılık" ideallerini benimsiyor,
ama onların liberal görüşlerine karşı çıkıyordu.
Kürt önderlerin genel olarak Kürt halka karşı tutumları bir
gösterişti, çünkü, Kürt halkın çoğunluğunun yaşadığı söylenen Doğu
İlleri'yle ciddi herhangi bir ilişkileri yoktu. Öte yandan, Genç
Türkler de, "özgürlük" ilkesinin, Osmanlı İmparatorluğu'nu bölmek
amacı güden akımları dizginsiz bırakmak anlamına gelmediğini, çok
geçmeden açıklıyorlardı[5]. Yine de kimi Kürt aşiretler, Genç Türk
akımına karşı olan çeşitli gerici grupları desteklerken, Araplarla
Ermenilerden geri kalmayı dilemeyen ve az sayıda kişilerden oluşan
Kürt militanlar, o sıralarda moda haline gelmiş olan gizli örgütler
kurmayı sürdürüyor; Bedirhan'ın, 1898'de Kürdistan adlı bir gazete
yayımlamaya başlayan oğulları, bu örgütlerin kuruluş ve eylemlerinde
büyük rol oynuyorlardı. Yeni düzenden hoşnut kalmayan kimi Kürt
öğeler ise, çok geçmeden, "Hürriyet ve İtilâf Fırkası" gibi
muhalefet partilerine katılıyorlardı.
31 Mart (13 Nisan) Olayları
Bu arada, Genç Türk ihtilâline karşı bir tepki olarak "31 Mart
Vak'ası" (13 Nisan Olayı) olarak bilinen reaksiyon patlak veriyor;
İstanbul, ilkin gericiler, daha sonra da Genç Türkler'in Hareket
Ordusu tarafından işgal ediliyor; bu olaylarda ve daha sonra
Adana'da Türklerle Ermeniler arasında çıkan ve her iki yandan da
birçok kişilerin ölümüne neden olan olaylarda[6] parmağı olduğu öne
sürülerek suçlanan Abdülhamit, tahtından indiriliyor; yerine, V.
Mehmet (Reşat) tahta çıkarılıyordu. Adana olaylarında Ermeni papaz
Muşeg ve Ermeni tedhiş örgütü Daşnaksutyun'un da kışkırtıcı rolleri
olmuştur.
Bu olaylardan hemen sonra ve özellikle 1910 yılı Nisan ayında, Doğu
Anadolu'daki İngiliz konsolos yardımcıları, daha çok Bitlis ilinde,
Kürtler arasında bir akım başladığını yansıtmaya başlıyorlardı.
Bitlis'te, Protestan Ermeni kökenli olan İngiliz konsolos yardımcısı
vekili A.F. Safrastian (Safrasyan), Erzurum'daki İngiliz konsolos
P.J.C. McGregor'a 22 Nisan'da gizli bir yazı gönderiyordu.
Safrastian'a göre, Kürtlerin durumunu incelemek amacıyla son
günlerde Van gölünün kuzey kıyılarını dolaşmış olan jandarma
komutanı Hüseyin Bey, kendisine şu gizli bilgiyi veriyordu:
"Kürtlerin öcüyle tehdit edilen Adilcevaz ilçesindeki kimi Ermeni
köyleri, savunma amacıyla geniş ölçüde silâhlanmaktadır. Yıldız
Sarayı'nda, meşrutiyete muhalif bazı gizli hizipler, Kürtleri,
hudutta, hükümete ve anayasaya karşı kışkırtmaktadırlar".
Safrastian'a bakılacak olursa, bu sırada Muş ilindeki durum oldukça
kötüye gidiyordu, çünkü Kürtler, sürekli olarak Ermenilerin
hayvanlarını aşırıyor; her iki halk arasında kin ve nefret duyguları
egemen olmaya başlıyordu. Buna karşın, Safrastian, Bitlis'teki
Kürtlerin yönetime ve anayasaya karşı davranışa geçmelerinin
beklenmediğine inanıyor; konsolos McGregor'a 22 Eylül'de gönderdiği
yazıda şöyle diyordu: "Kürtler ne Arap ne de Arnavutturlar... Kürt
önderlere, yarın geçinme olanakları sağlanırsa, tüm mutsuzluk ve
siyasi kışkırtmalar belki de birkaç yıl içinde sönüp gidecektir"[7].
Kürt-Ermeni Kongresi
1910 yılı Ağustos ayının üçüncü haftasında, Gavvar ilçesindeki
Kürtlerin isyan ettikleri ve Gavvar'la Başkale'deki Hıristiyanların
güvenlik amacıyla Van'a kaçmaya çalıştıkları yolunda çevrede
haberler dolaşmaya başlıyordu. Oradaki Kürtler'in Hıristiyanları
kişisel olarak tehdit ettikleri söyleniyor; durumu yatıştırmak için
o yöreye asker gönderiliyor; güven yeniden kuruluyor; ama Kürtlerle
Ermeniler arasındaki toprak anlaşmazlığı sürüp gidiyordu. Van'daki
İngiliz konsolos yardımcısı James Morgan, İstanbul'daki İngiliz
Büyükelçi Lowther'e 25 Nisan'da gönderdiği yazıda şu bilgiyi
veriyordu:
"Son günlerde yapılan Ermeni-Kürt kongresinde, Kürtlerin, Ermeni
topraklarını 1910 yılı ilkbaharına dek boşaltmaları yolunda alınmış
olan kararın uygulanamayacağına inanılmaktadır. Bu yüzden, Kürtlerin
elinde bulunan topraklar için tapuları olan Ermeniler, mahkemeye
başvurmak zorunda kalacaklardır. Kürtler ise, bu topraklar yasal
olarak ellerinden alınıncaya dek onları işgal edeceklerdir. Ondan
çok şeyler beklenen Kürt-Ermeni kongresi büyük bir komedi olmuştur"[8].
İngiliz konsoloslar, Osmanlı yönetimi enerji ve ivedilikle
davranmazsa, Türkiye'nin Doğu İlleri'nde o güne dek egemen olan
huzurun pek yakında bozulacağına inanıyorlardı[9].
Kürtler gizli örgütler kuruyor
1910 yılı Ağustos ayının sonlarına doğru Ermenilerle Kürtler
arasındaki ilişkiler oldukça kötüleşiyor; toprak sorunu bunalımlı
bir kerteye geliyordu[10]. Eylül'e doğru, Diyarbakır'daki durumun
düzgün olduğu bildirilmekle birlikte, o yöredeki Kürtlerin
tutumundan hiç de memnun olmayan İngiliz büyükelçi Lowther,
Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey'e 4 Eylül'de şu bilgiyi
gönderiyordu: "Kesinlikle (Kürtler) arasında, üyelerini
silâhlandıran gizli dernekler vardır; ama bunlar herhangi bir
biçimde örgütlenmiş ve bir akım için hazırlıklı değillerdir.
Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında eşitliği kabullenemiyorlar;
aynı zamanda, haydutluğun ve aşiretler-arası çarpışmaların
bastırılmasını hoş karşılamıyorlar"[11].
1911 yılı girerken, Kürtlerle Ermeniler arasındaki nefret duyguları
ve olaylar sürüyordu[12]. Özellikle Muş ve Bitlis'te birçok Kürt
saldırıları kaydedildiği bildiriliyor, ama bu olaylar, Bitlis'teki
Ermeni kökenli İngiliz konsolos yardımcısı vekili Safrastianca
abartılıyordu. Safrastian, 23 Eylül'de Bitlis'ten gönderdiği bir
raporda, o ilde anarşinin egemen olduğunu; son birkaç gün içinde, "kesinlikle
Ermeniler tarafından öldürülen" 10 Kürt de dahil olmak üzere, 15
kişinin öldürüldüğünü bildiriyordu. Bu rapora tepki gösteriliyor ve
İngiltere Dışişleri Bakanlığında 1 Kasım'da şu çıkma kaleme
alınıyordu: "Bu, oldukça kötü bir rapordur. Görünürde Ermeniler de
Kürtler kadar suçludurlar; ama Safrastian bunu itiraf etmiyor"[13].
Türkiye - İtalya savaşı ve Rus
kışkırtmaları
1911 yılı Ekim ayında Türkiye ile İtalya arasında Trablus-u Garp
savaşı çıkıyor; Kasım ayı ortalarına doğru Bitlis'te Kürtler
arasında Rus propagandası yaygın bir biçime geliyordu. O yöredeki
İngiliz konsolos yardımcısı vekili (Ermeni) Safrastian, 17 Kasım'da
kaleme aldığı bir raporda, propagandacıların, "o bölgenin Ruslarca
işgaline ortam hazırlamak için Malazgirt ve Bulanık'taki birçok
hoşnutsuz Hamidiye subaylarını kışkırttıklarını" kaydediyor, şöyle
diyordu: "Rus tezinin, hoşnutsuz Kürtler arasında geniş ölçüde
yayıldığını gösteren, gerçekten çarpıcı kanıtlar vardır". Bu Rus
propagandasını ve Rusların Kürtlere bol para dağıttığını duyan
Babıali, Trablus-u Garp'taki acı deneyden kaygılanarak, ilin vali
vekiline, ivedilikle Malazgirt'e gidip durum hakkında soruşturma
yapmasını öneriyordu.
Bu arada, Bitlis'teki Rus konsolosluğuna yardımcı sekreter olarak
atanmış olan M.P. Loiko adlı bir Rus, görevine başlamak üzere kente
ulaşıyordu. Rus konsolos M. Chirkov'un Safrastian'a gizlice
bildirdiğine göre, kendisi (konsolos) bir anda görevinden ayrılmak
zorunda kalırsa, ona Loiko vekillik edecekti. Safrastian, bu
konudaki raporunu şöyle bitiriyordu: "şimdiki durum içinde, Bitlis'e,
ek olarak bir Rus konsolos yardımcısının gönderilmiş olması,
buradaki Müslümanları çok kaygılandırıyor ve onları, Ruslar'ın bu
bölgede kimi davranışlarda bulunmaya başlayacaklarına inandırıyor.
Buradaki yetkili Kürtlerin bana bildirdiklerine göre, Rusların bu
bölgeyi işgal etmeleri olasılığı konusunda geniş yorumlar yapılıyor.
Korku içinde olan halk, Osmanlı İmparatorluğu'nu, içinde bulunduğu
bunalımdan ancak Büyük Britanya'nın içten dostluğunun
kurtarabileceğini sanıyor"[14].
Safrastian, Erzurum'daki İngiliz Konsolos McGregor'a 3 Aralık'ta
gönderdiği bir yazıda ise, Bitlis'teki durumun, 1908 yılı Temmuz
ayından bu yana çok daha kötü olduğunu, genel olarak Kürtlerin ve
özellikle Mutki aşireti mensuplarının sert davranışlarda bulunarak "cinayet
işlediklerini ve eşkıyalık yaptıklarını"; Hıristiyanlara karşı
yöneltilen bu olaylar konusunda yetkililerin,"suç oluşturacak" bir
tutum izlediklerini iddia ediyor; "öldürülen Ermeniler ve yağma
edilen köyler" hakkında bilgi veriyor; Bitlis ve Van'daki yerel
yönetim yetkililerini, "eşkıyalarla işbirliği yapmakla" suçluyordu.
Safrastian'a bakılacak olursa, yasal yönetim, "Kürt saldırganlığına
karşı davranmayışını haklı göstermek için, Kürtlerin, birleşerek
hükümete karşı ayaklanmaları korkusunu istismar etmeye başlamıştı".
Bu Ermeni asıllı İngiliz konsolos yardımcısı vekili yazısına şöyle
son veriyordu: "Kürt önderler arasında bile herhangi bir ulusal
idealin ve birleşme olasılığının büsbütün yokluğu gözönünde
tutulursa, yönetimin, Kürtler arasında, önümüzdeki on yıl boyunca,
ciddi bir akım başlamasından korkmasına herhangi bir neden olamaz".
İstanbul'daki İngiliz Büyükelçi Lowther, bu raporun bir suretini 26
Aralık'ta İngiltere Dışişleri Bakanı Grey'e gönderirken şu görüşleri
öne sürüyordu: "M. Safrastian bir Ermeni'dir; dolayısıyla
görüşlerinde herhalde yan gütmektedir". Bakanlıkta bu konuda şu
yorum yapılıyordu: "Safrastian Bey bir Ermeni olarak yan güdebilir,
ama durumda pek az gelişme olduğuna ve yeni rejimin, Kürtlerle
uğraşırken, eski rejim gibi sakıncalı davrandığına hiç kuşku yortur"[15].
"Her yanda Kürt taşkınlıkları ve
cinayetleri"
Safrastian, kötümser raporlarıyla İngiliz yönetimini rahatsız etmeyi
sürdürüyordu. 18 Aralık tarihli yazısında, Bitlis'ten Erzurum'a
giderken, Muş ovasının doğu kesiminde Ahlat, Bulanık ve Hınıs'tan
geçtiğini; Hınıs dışında, sözü edilen her ilçede durumun "ümitsizlik
derecesinde kötü olduğunu"; Hıristiyan ve Müslüman olmak üzere, tüm
barışsever halkın "sürekli olarak dehşet içinde bulunduğunu"; "her
yerde Kürt taşkınlıkları ve cinayetleri" kaydedildiğini; yönetimin
yetkisinin her geçen gün "ancak bir gölge" biçimine geldiğini ve "gaddar
bir şeytan olan (Kürt önder) Musa Bey'in elinin uzandığı ilçelerde
epeyi huzursuzluk olduğunu" iddia ediyordu[16].
Türkiye'nin Doğu İlleri'ndeki durumun kötüye gittiğini, Bitlis'teki
Amerika'lı misyonerlerden rahip G.P. Knapp da doğruluyordu. Rahip
Knapp, Erzurum'daki İngiliz konsolos P.J. McGregor'a 30 Aralık'ta
gönderdiği yazıda, Güzeldere, Ahlat ve Bulanık ilçelerinde üç hafta
süren bir gezi yaptığını; 25'e yaklaşık köyü ziyaret ettiğini;
Ermeni köylülerin, "Kürtlerin saldırılarından dolayı büyük korku
içinde olduklarını" ve Ermeni gençlerin geceleyin köylerde bekçilik
yaptıklarını; özellikle Molakand olayından sonra güney Bulanık'ta
epeyi korku olduğunu bildiriyordu. Molakand'da Hacı Musa Bey veya
kardeşlerinin, köydeki Ermeni dükkânına saldırarak yağma ettikleri
ve onun sahibi olan üç kardeşten birini öldürdükleri
söyleniyordu[17]. Ama Musa Bey'in yaşamı çok sürmüyor; 6 Ağustos
1913'te, Van Gölü'nün güney-batısındaki Karçigan İlçesi'ne bağlı
Kindartz (?) Köyü'ne yakın bir yerde, Daşnak Ermeni örgütüne mensup
11 kişilik bir yerel çete tarafından vurularak öldürülüyordu[18].
Erzurum'daki İngiliz konsolos McGregor, İngiliz büyükelçi Lowther'e
Doğu İlleri'ndeki durum hakkında 15 Ocak 1912'de bilgi gönderiyor;
Bitlis ilinden Van'a asker gönderildiğini ve birçok yerlerde Ermeni
köylülerin, "yasayı başarıyla kendi ellerine aldıklarını"
bildiriyordu. McGregor'un anlattığına göre, "Bitlis'teki Ermeni
öğretmenlerin ve öteki Daşnak'çı ajanların çabaları sayesinde, ilin
ve özellikle Muş ilçesinin Hıristiyan halkı, o sırada etkili biçimde
silâhlandırılmıştı". Bu amaç için Erzurum'da para toplandığına da
değinen konsolos şöyle diyordu: "Yerel katların yeteneksizliği
gözönünde tutulursa, bu önlemleri (silâhlanmayı) yadsımak güç
olacaktır"[19].
|
|
Dipnotlar
[1] Djemal Pasha: Memories of a Turkish statesman, 1913-1919 (Bir
Türk devlet adamının anıları, 1913-1919), New York, 1973, s. 241-6.
[2] İngiliz Devlet Arşivi (İDA), İngiltere Dışişleri Bakanlığı
belgeleri FO. 371/533/28405: Sir Gerard Lowther'den Sir Edward
Grey'e gizli telyazısı no. 225, İstanbul, 16.8.1908; Bakanlık
sorumlularından Lancelot Oliphant'ın 17.8.1908 tarihli çıkması.
[3] İngiliz Parlâmento Belgeleri: AP 41, LXXXVII, 1889-91, c. 5723,
Türkiye no. 1 (1889): Hampson'dan White'a yazı, Erzurum, 30.1.1891,
s. 16-7; Tarık, İstanbul, 8.2.1891; Türkiye no. 3 (1896), c. 8015,
1892-3, no. 7: Chermside'dan Ford'a yazı, 15.12.1892; Ford'dan
Rosebery'ye yazı, 20.12.1892, s. 52-3.
[4] Robert Olson: The emergence of Kurdish nationalism and the
Sheikh Said rebellion, 1880-1925 (Kürt ulusçuluğunun doğuşu ve fieyh
Sait isyanı, 1880-1925), Austin, ABD, 1989, s. 16
[5] William Eagleton Jr.: The Kurdish Republic of 1946 (Kürt
Cumhuriyeti, 1946), Londra, 1963, s. 7-8.
[6] Bkz. S.R. Sonyel:"The Turco-Armenian (Adana) incidents in the
light of secret British documents, July 1908- December 1909"
(İngiliz gizli belgelerinde Türk-Ermeni Adana olayları, Temmuz
1908-Aralık 1909), Belleten, Türk Tarih Kurumu, LI, no. 201, Aralık
1987, s. 1290 vd.
[7] İDA, FO 371/1009/17361: Safrastian'dan McGregor'a yazı, Bitlis,
22.4.1910.
[8] A.g.b.,: James Morgan'dan Lowther'e yazı no.10, Van, 25.4.1910.
[9] İDA, FO 371/1009/17361: Lowther'den Grey'e gizli yazı no. 305,
İstanbul, 11.5.1910; ilişikte, McGregor'dan Lowther'e gizli yazı no.
25, Erzurum, 1.5.1910.
[10] İDA, FO 371/1003/31379; Lowther'den Grey'e yazı no. 596,
Tarabya, 23.8.1910.
[11] İDA, FO 371/1003/33037: Lowther'den Grey'e yazı no. 628,
Tarasbya, 4.9.1910.
[12] İDA, FO 371/1245/6167: Türkiye Yıllık Raporu, 1910; Lowther'den
Grey'e yazı no. 103, İstanbul, 4.2.1911.
[13] İDA, FO 371/1249/41639; Lowther'den Grey'e yazı no. 710,
İstanbul, 14.10.1911; ilişikte, Safrastian'nın 23.9.1911'de
Bitlis'ten gönderdiği raporun sureti.
[14] İDA, FO 424/229/Conf. 10074: Lowther'den Grey'e yazı no. 910,
Beyoğlu, 9.12.1911; ilişikte, Safrastian'ın 17.11.1911'de Bitlis'ten
gönderdiği 31 sayılı yazının sureti.
[15] İDA, FO 371/1484/48: Lowther'den Grey'e yazı no. 954, İstanbul,
26.11.1911; ilişikte, Safrastian'ın Bitlis'ten gönderdiği 3.12.1911
tarihli yazının sureti.
[16] İDA, FO 371/1484/555: Lowther'den Grey'e yazı no. 963,
İstanbul, 30.12.1911; ilişikte, Safrastina'ın 18.12.1911'de
Erzurum'dan gönderdiği yazının sureti.
[17] İDA, FO 371/1484/555: Rahip G.P. Knapp'tan McGregor'a özel
yazı, Bitlis, 30.12.1911.
[18] İDA, FO 371/1775/45736: Marling'den Grey'e yazı no. 835,
İstanbul, 3.10.1913; ilişikte, Konsolos I. H. Monahan'ın
23.9.1913'te Erzurum'dan gönderdiği ve Van İli hakkında bilgi veren
60 sayılı raporun sureti.
[19] İDA, FO 371/1484/4950: Lowther'den Grey'e yazı no. 82,
İstanbul, 29.1.1912 ilişikte, Konsolos P.J. McGreg
- TransAnatolie Tour
- Kültür Gezi
Sağlayıcısı ve Operatorü-Kültür ve Turizm Bakanlığı 4938 No'lu Grup A Lisans
|