|
Türk
Sanat ve Mimarisi: Mimar Sinan
Osmanlı
Imparatorluğu’nun doruğa ulaştığı XVI. yy’da klasik Osmanlı mimarisi,
dönemin hassa başmimarı Sinan’ın adıyla özdeşleşmiştir. Kendinden
önce gelen bütün geleneklerin sentezini yapan Sinan, kubbeli
strüktüre kazandırdığı yeni estetik ifadeyle evrensel düzeyde bir
yaratıcı olarak sivrilmiştir. Camiden sukemerine, türbeden köprüye
çok sayıda esere imzasını atan Sinan yaratıcı ve yenileyici bir
mimar olduğu kadar, çağının önde gelen yapı mühendislerinden biridir.
Adının
efsaneleşmesine rağmen Sinan’ın hayatıyla ilgili bilgiler oldukça
sınırlıdır. 1490 yılında Ağırnas’ta (Kayseri) doğduğu sanılır. Bu
konudaki kaynakların başında, arkadaşı nakkaş Sai Mustafa Çelebi’nin
Sinan’ın ağzından yazdığını söylediği için otobiyografi niteliğinde
olan Tezkiretü’l-Bünyan ve Tezkiretü’l-Ebniye adlı eserleri gelir.
Ayrıca Sinan’a ait iki vakfiye onun hayatına bir ölçüde ışık
tutmaktadır.
Ismail
Hakkı Konyalı’nın yayımladığı belgeler Sinan’ın Kayseri’nin Ağırnas
köyünden, Hıristiyan kökenli bir aileye mensup olduğunu
göstermektedir. Bunlar Kıbrıs’ın 1570’teki fethinden sonra Kayseri
bölgesindeki Hıristiyanların Kıbrıs’a gönderilmesi söz konusu
olduğunda Sinan’ın padişaha başvurarak akrabalarının affedilmesini
istediği mektup ve bu konuda Akdağ kadısına gönderilen 1573 tarihli
hükümdür. Bu hükümde Sinan’ın Ağırnaslı olduğu ve akrabalarının
zimmî olduğu belirtilmektedir. Konyalı, Ağırnas’ın hiç Ermenisi
olmayan bir Rum köyü olduğunu kaydetmektedir. Konyalı 1584’te
yapılan bir tahrirde bu köydeki 189 vergi mükellefinden yalnızca
5’inin Müslüman olduğunu, köyün üç mahallesinde yaşayan
Hıristiyanların Türk ve Müslüman adları taşıdıklarını belirtmektedir.
1490’lı yıllarda doğduğu tahmin edilen Sinan, Yavuz Sultan Selim
döneminde (1512-1520) devşirilip yeniçeri olarak yetiştirilmiştir.
Bu serüvenini Tuhfetü’l-Mimarin’de şöyle anlatır: ÇAbdullah oğlu
olmakla sinin-i sabıkada kanun-i münif-i Osmaniye ve ayin-i latif-i
hakaniye üzre vilayet-i Karaman ve bilad-ı Yunanın devşirme
oğlanlarıyla der-i devlete gelip ve anda birkaç zaman taşrada bazı
hidemematta kullanılıp ta ki acemioğlanlığı payesini kat edip
yeniçeri olmak rütbesine eriştim." Kanunî Sultan Süleyman’ın Belgrad
(1521) ve Rodos (1522) seferlerine atlı sekban olarak katılan Sinan,
Mohaç seferinden (1526) sonra acemi oğlan yayabaşısı oldu. Zamanla
kapı yayabaşılığına, ardından zemberekçibaşılığa yükseldi. Viyana
(1529) ve Irakeyn (1534-1535) seferlerine katıldı. Bu son sefer
sırasında Van Gölü’nü geçmek üzere inşa edilen üç teknenin yapımında
gösterdiği başarı dolayısıyla padişahın maiyetinde hizmet veren
haseki sınıfına alındı. Boğdan seferi (1538) sırasında Prut Nehri
üzerine 13 günde bir köprü kurdu. Istanbul’a dönüşte Acem Ali’nin
ölümüyle boşalan hassa mimarbaşılığına (ser mimaranı hassa)
getirildi. Mimarbaşı olarak Kanunî Sultan Süleyman’a 28 yıl, II.
Selim’e 8 yıl ve III. Murad’a 14 yıl hizmet etti.
Sinan’ın
ölümüne kadar 50 yıl süren mimarbaşılığı dönemi hummalı bir inşaat
faaliyeti içinde geçti. Bu süre içinde 477 yapı ve onarımın
tasarlayıcı ve uygulayıcısı olmuş veya uygulamasına nezaret etmiştir.
Bunların 300 kadarı Istanbul ve yakınlarındadır. Bunların ne
kadarının doğrudan kendi eseri olduğu bilinmemekle birlikte belli
başlı eserlerinin tasarım ve uygulamasının kendisi tarafından
gerçekleştirildiği kesindir. Sinan bir mimar olarak tasarımını ve
uygulamasını gerçekleştirdiği birçok yapının yanı sıra, hassa
mimarbaşısı olarak sultan yapılarının eminliğini yapmak, başkent
Istanbul’daki yapı faaliyetlerini denetlemek, imparatorluğun çeşitli
yerlerindeki yapılara mimarlar atamak, Hassa Mimarları Ocağı’nın
etkin biçimde çalışmasını sağlamak ve yeni mimarlar yetiştirmek gibi
görevlerden de sorumluydu.
Sinan’ın
özel hayatına ilişkin bilgiler sınırlıdır. Vakfiyelerinden dört kızı
ve iki oğlu olduğu anlaşılmaktadır. Yaklaşık 25 yıllık mimarbaşı
iken 1563’te hazırladığı vakfiyesinde 23 ev, 34 dükkán, 1 değirmen,
1 bostan, 1 kayıkhane, 2 menzil, 5 çeşme, 3 mektep ve 1 mescitten
oluşan malvarlığından söz edilmektedir. Sinan 1584’te hacca gitmiş
ve yerine vekil olarak Mehmet Ağa’yı bırakmıştır. 1587-1588’de (Hicri
996) ölen Sinan Süleymaniye Külliyesi’nin kuzeydoğusunda, altı
ayağın taşıdığı sivri kemerlere oturan bir çatıyla örtülü, kendi
yapısı olan türbesine gömüldü. Türbenin dua penceresi üzerinde
Karahisarî hattıyla şu mısra yazılıdır: "Geçdi bu demde cihandan
pîr-i Mimaran Sinan, (996)." Top
Sinan’ın
yaratıcılığı büyük ve orta boy camilerinde gerçekleştirdiği yapı
şemalarının özgünlüğünde yatar. Kubbeli strüktürün varabileceği
bütün olanakları deneyen Sinan, bir yandan var olan biçimleri kendi
anlayışları içinde değerlendirerek aşarken, bir yandan da yepyeni
çeşitlemelerle değişik katkılarda bulunabilmenin yollarını aramıştır.
Sinan mimarbaşılığa atandığında karşısında ona meydan okuyan beş
önemli eser bulunuyordu. Bunların şüphesiz en başta geleni, iki
yarım kubbeyle desteklenen büyük kubbesiyle Ayasofya’ydı. Mimar
Hayreddin’in Ayasofya’dan hareketle gerçekleştirdiği Beyazıt Camii
bu tipte ikinci örneği oluşturuyordu. Arap camileriyle bunlardan
esinlenen Selçuklu ve erken Osmanlı camilerinin enine dikdörtgen
planlı, çok ayaklı, çok işlevli plan şemasını iki ayaklı bir
sistemle çözüme ulaştıran Edirne’deki Üç Şerefeli Cami başka bir
geleneğin temsilcisiydi. Sekiz ayağa oturan merkezi kubbesiyle eski
bir kilise olan Küçük Ayasofya Camii bu plan şemasından haraketle
etkileyici bir iç mekán yaratmakta yeni imkánlar sunan dikkat çekici
bir yapıydı. Son olarak fetihten az sonra inşa edilen Fatih Camii
dikdörtgen planı, ortada büyük kubbe üç yanda birer küçük kubbe ve
mihrap üzerinde bir yarım kubbeden oluşan örtü sistemiyle daha da
geliştirilebilecek bir örnek olarak duruyordu.
Meslek
hayatının başlangıç yıllarında, 1543-1548 arasında gerçekleştirdiği
Şehzade Camii ile hem plan, hem hacim ve mekán düzenlerinde mutlak
denilebilecek bir merkeziliğe ulaşarak Ayasofya ve Beyazıt
camileriyle hesaplaşmayı başardı. Sinan çıraklık eserim diye
nitelediği Şehzade Camii’inde, merkezi kubbeyi dört yarım kubbeyle
çevirerek köşelere birer küçük kubbe yerleştirmiştir. 1550-1557’de
gerçekleştirdiği Süleymaniye Camii’inde ise merkeziliği ana kubbenin
ortasından geçen birbirine dik iki eksenin hacimsel dengesiyle elde
etmiştir. Eksenlerin birinde ana kubbeyi Ayasofya’da ve Beyazıt
Camii’nde olduğu gibi iki yarım kubbeyle desteklerken yanlarda küçük
kubbelerden yararlanmıştır. Istanbul’a siluetini kazandıran önemli
eserlerden biri olan Süleymaniye’yi Sinan, kalfalık eseri olarak
niteler. Sinan Ayasofya’nın planına benzer bir başka denemesi de
1580’de inşa ettiği Kılıç Ali Paşa Camii’dir. Orta sahın iki yarım
kubbeyle desteklenen merkezi kubbeyle, yan sahınlar çapraz
tonozlarla örtülüdür. Sinan, Kılıç Ali Paşa Camii’nde
Ayasofya’dakine benzeyen bir plan şeması uygulamıştır.
Çok
ayaklı, enine dikdörtgen planlı Arap ve Selçuklu camilerinin
gelişmiş bir örneği olan Edirne’deki Üç Şerefeli Camii’de ana mekán
bir büyük kubbe ve iki yanda ikişer kubbeyle örtülmüştü. Sinan, Kara
Ahmet Paşa (1554-1555), Molla Çelebi (1561), Sokullu Mehmet Paşa (Kadırga,
1571-1572), Atik Valide (1583) camilerinde ana kubbenin köşelerini
yarım kubbelerle destekleyerek bu sistemi daha da geliştirmiştir.
Piyale Paşa Camii’ni (1573) ise çok kubbeli, çok işlevli ulu cami
tipinden esinlenerek tasarlamıştır. Sinan burada dikdörtgen
biçimindeki ana mekánı iki büyük sütunu bağlayan kemerlere oturttuğu
altı kubbeyle örtmüş ve yanlara doğru tonozlarla genişletmiştir. Üç
yandan iki katlı revaklarla çevrilmesi, yapıya değişik bir görünüm
kazandırmaktadır.
Fatih
Camii’nin bir ana kubbe, mihrap önünde ona dayalı bir yarım kubbe ve
üç yandaki kubbelerden oluşan örtü sistemini Üsküdar’daki Mihrimah
Sultan Camii ile daha ileri bir düzeye ulaştırdı. Ana kubbeyi üç
yönden yarım kubbelerle destekledi ve yarım kubbeleri köşelere doğru
mukarnas dolgulu çeyrek kubbelerle genişletti.
Küçük
Ayasofya’nın sekizgen şemasını ise Rüstem Paşa Camii’nde (1562)
denedikten sonra 1568-1574 arasında inşa ettiği ünlü eseri
Edirne’deki Selimiye’de doruğuna ulaştırdı. Sinan’ın Rüstem Paşa
Camii’nde dikdörtgen planlı ana mekánı örten büyük kubbeyi yanlarda
sekizgen kesitli ikişer filayağına, mihrap ve giriş yönlerinde
ikişer duvar payesine oturtması yeni bir denemeydi. Sinan özlediği
geniş ve zengin iç mekánı, iyi seçilmiş bir yapı strüktürünün
verdiği imkánlarla Çustalık eserim" dediği Selimiye’de
gerçekleştirmiştir. Onikigen kesitli sekiz filayağı üstüne oturan
31,22 m. çapındaki muazzam kubbe, kendisini destekleyen yarım
kubbelerle arasındaki oran zıtlığı dolayısıyla içten ve dıştan
yapıya egemendir. Ana kubbe cami alanının yalnızca yüzde 38,5’ini
kapladığı halde hacmin tümü kubbenin altındaymış gibi görünür.
Kubbeyi adeta parmakları üzerinde taşıyan küçük yarım kubbelerle
geçiş pandantifleri, eşşiz bir uyum ve ivmeli bir ritimle yapıya
olağanüstü bir dinamizm kazandırırlar. Sinan’ın sekizgen plan
üzerine bir başka çeşitlemesi Azapkapı’daki Sokullu Mehmet Paşa
Camii’dir. 1577-1578’de tamamladığı bu eserde 12 m. çapındaki kubbe
altısı açıkta, ikisi mihrap duvarına dayalı sekiz ayağa oturur.
Merkezi kubbe sekiz yarım kubbeyle çevrelenmiştir.
Sinan’ın
inşa ettiği medreselerde üç plan tipi ayırt edilir. Birinci grupta
ortadaki avluyu çevreleyen revaklar ve onların arkasında yer alan
hücreleri ve dershanesiyle geleneksel tipte medreseler yer alır.
Bunlar bazen Soğukkuyu ve Yavuz Selim örneklerinde olduğu gibi tek
olarak, bazen Haseki, Üsküdar Mihrimah Sultan, Süleymaniye, Selimiye,
Kılıç Ali Paşa örneklerinde olduğu gibi külliyenin bir parçası
olarak inşa edilmişlerdir. Dershanenin yerini caminin aldığı medrese
tipi ikinci grubu oluşturur. Edirnekapı Mihrimah Sultan, Kadırga
Sokullu Mehmetpaşa, Zalmehmet Paşa külliyelerinin medreseleri,
camiyle bütünleşen bu türün örnekleridir. Üçüncü olarak, Sinan,
kompleks medrese diye adlandırılan türün öncüsüdür. Kompleks
medreseler aynı avlunun etrafında yer alan ve ana unsuru medrese
olan yapılar topluluğudur. Bu medrese tipinin külliyeden farkı, ana
unsurunun cami olmaması ve bütün birimlerin ortak bir avlu etrafında
toplanmasıdır. Sinan’ın yaptığı Üçbaş ve Şemsi Ahmet Paşa
medreseleri komleks medrese özelliklerini tam olarak yansıtmasalar
da, daha sonra yapılan kompleks medreselerin öncüsü olmuşlardır.
Sinan
camiler ve diğer yapı türlerinde olduğu gibi türbelerde de eski
örneklerin hemen her türünde denemeler yapmış, zaman aralıkları ile
aynı şemaya yeniden dönmüş, sürekli yenilikler aramıştır. Sinan’ın
1539’da yaptığı baldaken tarzında, açık Ayaspaşa Türbesi’nden sonra
bir dizi sekizgen planlı türbe yaptığı görülmektedir. Barbaros
Hayreddin Paşa için 1541-1542’de yaptığı türbe sekizgen prizma
gövdeli, sekizgen tamburlu kubbeli sade bir yapıdır. 1543-1544
tarihli Şehzademehmet Türbesi’nde sekizgen gövdenin köşeleri
yuvarlak gömme sütunlarla bezenmiştir. Türbenin her yüzü iki sıra
çift penceredir ve zengin silmeli kitabeler, yazılar ve kırmızı taş
motiflerle zenginleştirilmiştir. Yine sekizgen planlı Hüsrev Paşa
Türbesi (1545) köşelerindeki yedi tam iki yarım köşeli başlayan
onikigen sütunlar tanbura kadar yükselir. Sekizgen planlı türbenin
duvarlarında üstte sivri kemerli, altta dikdörtgen biçimli
pencereler açılmışsa da önceden yapılmış olan revak nedeniyle ikinci
kat pencereleri yalnız içten etrafı çini süslü kör birer niş
biçimindedir. Süleymaniye Külliyesi’ndeki sekizgen planlı Hürrem
Sultan Türbesi kapısının iki yanı çini panolarla süslenmiştir.
Türbelerinde esas itibariyle geleneksel türbe şemalarına sadık kalan
Sinan, Kanunî Sultan Süleyman ve II. Selim için yaptığı türbelerde
yeni bir mimari aramış, çift kubbeli yeni bir plan geliştirmiştir.
Türbe duvarlarına oturan dış kubbenin altında iç revaklar tarafından
taşınan daha küçük bir kubbe vardır. Girişte iki yanda duvar içinde
kubbelerin arasına çıkan merdivenler yer alır. Çift cidarlı kubbeler
dünya kubbe mimarisinde binaların dış profilinin yüceltilmesi
amacıyla kullanılmıştır. Osmanlı mimarisinde cami yapımlarında çift
cidarlı kubbelere yer verilmemiştir. Sinan’ın Kanunî ve II. Selim
türbelerinde ayrıntılara ve değişik süslemelere ne kadar çok yer
verilmişse, kare planlı ve küçük boyutlu Şemsi Ahmet Paşa (1580) ve
Yahya Efendi (1570-1571) türbelerine sadelik o kadar hákimdir.
Top
Sinan
cami, medrese, türbe gibi dini yapıların yanı sıra köprüler,
sukemerleri, maksimler de inşa etmiştir. Tezkirelerden ve diğer
belgelerden Sinan’ın 12 köprü yaptığı anlaşılmaktadır. Bunlardan
Büyükçekmece Köprüsü dışında hiçbirinin kitabesinde Sinan’ın adı
bulunmamaktadır. Bu köprüler içinde en ünlüleri Büyükçekmece Köprüsü
ile Bosna-Hersek Visegrad’daki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü’dür.
Büyükçekmece Köprüsü, Büyükçekmece Gölü ile deniz arasındaki boğaz
üzerinde uç uca inşa ettiği dört köprüden oluşur. Kanunî Sultan
Süleyman’ın kendisinden Büyükçekmece’de bir köprü yapılmasını
istemesi üzerine Sinan, Tezkiretü’l-Bünyan’da "Deryadan canibi hem
sığ hem sağ yerdir. Deryadan tarafa köprü yapılmak ahsendür deyu
köprüyü resm edüp arz eyledim" demektedir. Sinan köprüyü ucuza mal
etmek için altıgen biçiminde, yaklaşık 50 m. genişlikte üç ada
oluşturmuş ve birbirinden bağımsız dört köprü inşa etmiştir.
Köprülerin genişliği 7,17 m. ve toplam uzunluğu 635, 57 m.’dir.
Büyükçekmece tarafındaki birinci ve ikinci köprü yedişer, üçüncü
köprü beş, dördüncü köprü ise dokuz gözlü olarak inşa edilmiştir.
Hikáyesi Ivo Andriç’in Drina Köprüsü adlı romanına konu olan Sokullu
Mehmet Paşa Köprüsü, Saraybosna’nın 110 km kadar doğusundaki
Visegrad’da Drina Nehri üzerindedir. Kasabayı çevreleyen dağların
hemen ardındaki Sokolovic köyünden 10 yaşlarındayken devşirilen
Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa tarafından doğduğu topraklara bir
armağan olarak yaptırılmıştır. Kesme taştan köprünün toplam uzunluğu
179 m., dıştan dışa genişliği 7, 20 m., yol genişliği 6 m.’dir.
Nehir içinde 10 gözü olan köprünün kemer açıklıkları 11-15 m.
arasında değişir. Köprünün ortasının iki yanında dışa taşan bir
yazıt sahanlığı ile bir sofa yer alır. Köprünün yapım tarihi
sahanlıktaki iki yazıttan birinde 1571, diğerinde 1577 olarak
yazılıdır. Meriç üzerinde Cisri Mustafa Paşa’daki (bugün Svilengrad,
Bulgaristan) 295 m. uzunluğundaki Mustafa Paşa Köprüsü, Halkalı’daki
Odabaşı Köprüsü, Gebze Dil Iskelesi yakınındaki Kanunî Sultan
Süleyman Köprüsü, Lüleburgaz’daki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü,
Silivri’deki Sokullu Mehmed Paşa Köprüsü, Alpullu’daki Sokullu
Mehmet Paşa Köprüsü, Haramidere’de Kapuağası Köprüsü, Edirne’de
Kanunî Sultan Süleyman ve Yalnızgöz köprüleri Sinan’ın inşa ettiği
diğer köprülerdir. Sinan ayrıca Bolvadin’deki Roma köprüsüne 175 m.
uzunluğunda 22 gözlü bir bölüm eklemiştir.
Sinan
tarafından yapıldığı bilinen suyolları Edirne’deki Taşlımüsellim,
Istanbul’daki Süleymaniye ve Kırkçeşme suyollarıdır. Taşlımüsellim
suyolu iki koldan oluşmaktadır. Biri Sinanköy, ötesi Taşlımüsellim
köyü güneyinden çıkan iki kol, Küçük Döllük köyünün kuzeydoğusunda
birleştikten sonra Taşlık’taki maksime ulaşmaktadır. Sinanköy
kolunun uzunluğu 6 km, Taşlımüsellim kolunun uzunluğu 15 km,
birleştikten sonraki bölümün uzunluğu 20 km’dir. Yol üzerinde toplam
uzunluğu 3, 8 km’yi bulan 5 tünel uzunlukları 20 m. ile 105 m.
arasında değişen 12 sukemeri yer almaktadır. Kemerlerin toplam
uzunluğu 520 m.’dir.
Süleymaniye
suyolları, camii 1557’de ibadete açılan Süleymaniye Külliyesi’ne su
temin etmek amacıyla inşa edilmiş ve aynı yıl bitirilmiştir. Halkalı
suları tesislerinden biri olan Süleymaniye suyolları şehrin
kuzeybatısındaki çeşitli kaynakların sularını Aypah ve Çınar
adlarıyla anılan ve Taşlıtarla’da Çiçoz kubbesinde birleşen iki
kolla iletilen suları bazı ara dağıtımlardan sonra Süleymaniye
Camii’ne ulaştırır. Aypah kolu IV. yy Doğu Roma yapısı olduğu
sanılan Mazul Kemer üzerinden Avasköy Kemeri ve Ali Paşa
kemerlerinden geçerek Çiçoz kubbesine ulaşır. Çınar kolu ise Veysi
Paşa Kemeri, Kahvecibaba Kemeri, Karakemer ve Kumrulu Kemer ile
çeşitli galerilerden ve 1.300 m. uzunluğundaki taş lağımdan geçerek
Aypah kolu ile birleşir. Rami kışlası güneyindeki galerilerden
geçerek Edirnekapı’da surlardan içeri girerek Löküncüler, Karagümrük,
Fatih Camii avlusu Bozdoğan Kemeri üzerinden Şehzade Camii’ne su
verdikten sonra Süleymaniye’deki maksime ulaşır. Bu suyolu
üzerindeki 11 gözlü ve tek katlı Kara Kemer’le tek açıklıklı Kumrulu
Kemer özellikle dikkat çekmektedir.
Kırkçeşme
suyolları Sinan’ın yaptığı en mükemmel su tesisidir. Káğıthane
Deresi’nin Belgrad Ormanı’ndaki kollarının sularını Eğrikapı’daki
maksime, oradan şehrin çeşitli yerlerine ulaştırır. Toplam uzunluğu
55 km.’den fazla olan suyolu üzerinde yer alan kemerlerin en
önemlileri Paşa Kemeri (uzunluk 102 m., yükseklik 11 m., iki katlı),
Kırık Kemer de denen Kovuk Kemer (uzunluk 408 m., yükseklik 35 m.,
üç katlı), Kurt Kemeri (uzunluk 275 m., yükseklik 7 m., tek katlı),
Uzun Kemer (uzunluk 711 m., yükseklik 25 m., iki katlı), Muallak
Kemer de denen Mağlova Kemeri (uzunluk 258 m. temelden yüksekliği 47
m., iki katlı), Güzelcekemer’dir (uzunluk 165 m. temelden yüksekliği
34, 5 m., iki katlı). Kırkçeşme tesisleri gerek hacim, gerekse
masraf açısından Mimar Sinan’ın en büyük eseridir. Süleymaniye
Külliyesi 35 milyon akçeye çıkarken Kırkçeşme tesisleri için
harcanan para 50 milyon akçedir. Top
Sinan’ın
yaratıcılığı kubbeli strüktüre kazandırdığı yeni estetik ifadede
yatar. Onun için önemli olan kubbe biçimi değil, kubbeli strüktürün
biçimlenmesidir. Bu özelliği ile yapı elemanları yapı bütününde
birbirlerini tamamlayarak gelişmekte ve yapı, adeta havaya asılı bir
kubbeyle taçlanmaktadır. Onun genel mimarlık anlayışı her zaman
akılcılık ve insanilik ölçütlerine bağlı kalmış, estetik değerler
adeta taşıyıcı sistemin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Yapıyı süsten arındırarak gerçek mimari ve konstrüksiyonu öne
çıkarmayı temel bir anlayış olarak benimsediği söylenebilir. Onun
başlıca endişesi her yapıyı kendine özgü biçimiyle ele almak, biçim
ve konstrüksiyon birliğini, iç ve dış mekán bütünlüğünü kurmak,
malzeme kullanımında akılcılık ve sadelik olarak belirmektedir.
Ancak bu genel ilkeler çerçevesinde her yapıya kendine özgü
özellikler kazandırdığı da tartışılmaz bir gerçektir. Her uygulamada
ayrı bir sistem analizine yönelmiş, her yapıya özgü yer seçimi,
kütle kompozisyonu, iç mekán değerlendirilmesi, cephe düzenlemesi
gibi sorunlarda değişik çözümler ortaya koymuştur.
Sinan’ın
yapılarında uyguladığı yapım tekniği kendinden önce var olanla hemen
hemen aynıdır. Ancak daha önceki yapılarda görülmeyen yoğunlukta
demir kullandığı görülmektedir. Daha önce kemer gergilerinde
kullanılan demir, onun yapılarında kágir kapıyı güçlendirmek için
düz tavanlarda, kubbe ve tonozlarda da kullanılmıştır. Malzeme
kullanımında çeşitli renk ve dokuda değişik malzemeler kullanmak
yerine, aynı malzemeye çeşitli biçimlerde zenginlik getirmeyi tercih
etmiştir. Ağırbaşlı ve sade bir anlatımı amaçlamış, yalnızca
dekoratif bir görünüm elde etme amacına yönelik uygulamalardan
kaçınmıştır. Yapılarındaki süslemeler eğri yüzeylere geçerken
uyguladığı mukarnaslar ve kapı çevrelerinde genellikle sade taş
bordürlere yer vermiştir. Sinan ayrıca statik kaygılardan
kaynaklanan kalın taşıyıcı duvarların kesitlerini inceltmiş,
kubbenin beden duvarına oturuşunda veya cephe kuruluşunda eskinin
boşluk bırakmayan anlayışını terk ederek bu noktalarda pencere
dizileri oluşturmuş ferah ve aydınlık bir iç mekán yaratmaya özen
göstermiştir. Top
Kırkçeşme
suyolunun bir parçası olarak Alibeyköy Deresi üzerinde inşa edilen
Mağlova Kemeri eşsiz bir mimari tasarımın ürünüdür. Adının kaynağı
hakkında değişik görüşler ileri sürülen bu sukemeri
Tezkiretü’l-Bünyan’da "Muallak Kemer" olarak geçer. 258 m.
uzunluğunda 47 m. yüksekliğinde iki katlı olarak inşa edilmiştir.
Her katta dört büyük göz ile çok sayıda küçük açıklıklar ve
hafifletme kemerleri bulunmaktadır. Üst gözlerde kemer açıklığı
13,45 m., alttakilerde 16,75 m.’dir. Taşkınlara mukavemet edebilmesi
için ayaklar üzerinde de açıklıklar bırakılmış, sel sularının
ayaklar önünde oyuntu yapmaması için menba tarafında ayaklara özel
bir biçim verilmiştir. Üst kemerin duvar kalınlığı 3 m., alt
kemerinkiyse 4,5 m. olarak tutulmuştur. Çok yüksek ve narin olan
kemerlerin devrilmelerini önlemek için ayaklar tabana doğru piramit
biçiminde genişletilmiş, böylece kemerlerin alışılmamış ölçüde ince
tutulması sağlanmıştır. Ayaklar içinden bir geçit yapılarak alt
kemerin üstünün köprü olarak kullanılması sağlanmış ve geçit
ustalıklı bir biçimde yamaçlara bağlanmıştır. En üstten geçen
galeriyse kemerin içine gömülmüş ve üstü 1 m. yüksekliğinde bir taş
çatı ile örtülmüştür. Top
Hassa
Mimarlar Ocağı’nın başı olarak Sinan’ın çeşitli faaliyetleri
arasında daha önce yapılmış eserlerin korunması ve onarımının da
önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Sinan yalnızca anıtların
onarımıyla yetinmemiş, çevrelerinin yabancı unsurlardan
arındırılmasına da özen göstermiştir.
1573’te Sinan’ın Beyazıt Camii’ni
büyük bir kemerle takviye ettiği görülmektedir. 1572’de Zeyrek Camii
(Pantokrator Kilisesi), Eskiimaret Camii (Pantepoptes Kilisesi) ve
Kalenderhane Camii (Maria Kiriotissa Kilisesi) gibi yapıların
içlerinin ve çevrelerinin arındırılmasıyla uğraşmıştır. Çevrede
yapılan evlerin, bu yapıların kapı ve pencerelerini kapadıkları gibi
yapılara da büyük zarar verdileri belirtilmektedir. Söz konusu
yapıların içleri ve çevreleri temizlenerek yeniden kullanıma
açılmaları sağlanmış ve bundan sonra yapılacak yapıların bu eserlere
5 arşından daha fazla yakın olarak inşa edilmeleri yasaklanmıştır.
Sinan
1573’te harap durumda olan Ayasofya’nın onarımına başlamıştır.
Gecekondu tarzında konutlarla her tarafından çevrilmiş olan yapıda,
bu konutların sahiplerinin payeleri ve kemerleri ocaklar, pencereler,
dolaplar, helalar yaptıkları belirtilmektedir. Sinan yapıyı yabancı
unsurlardan temizleyerek payelerle desteklemiş ve günümüze kadar
gelmesini sağlamıştır. Bundan sonra alınan bir kararla Ayasofya’ya
35 arşından daha yakın bina yapımı yasaklanmıştır.
Osmanlı
Imparatorluğu’nun doruğa ulaştığı XVI. yy’da klasik Osmanlı mimarisi,
dönemin hassa başmimarı Sinan’ın adıyla özdeşleşmiştir. Kendinden
önce gelen bütün geleneklerin sentezini yapan Sinan, kubbeli
strüktüre kazandırdığı yeni estetik ifadeyle evrensel düzeyde bir
yaratıcı olarak sivrilmiştir. Camiden sukemerine, türbeden köprüye
çok sayıda esere imzasını atan Sinan yaratıcı ve yenileyici bir
mimar olduğu kadar, çağının önde gelen yapı mühendislerinden biridir.
Top |
|