'Kim
takar AB'yi', Prof. Hasan Ünal
AB'DEN gelen açıklamalar AKP'yi körü körüne
savunma çabası içerisinde olmayan herkesi rahatsız etti. Hatta rahatsız
olanların arasına AKP'ye bir veya iki seçimdir oy verenlerin bir bölümünü de
eklemek gerekir.
Kapatma davasından bu yana AB yetkilileri birbirinden sert açıklamalar yaptılar.
Önce AB içerisinde parti kapatılmadığını söylediler ki, bunun doğru olmadığını
defalarca ele aldık. Sonra AB ile Türkiye arasındaki müzakerelerin
durdurulabileceğini anlattılar.
Küstahlık...
BU açıklamalardaki küstahlık katsayısı fena halde yüksek. Türk hukuk sistemine
açıktan bir saldırı niteliğindeki bu açıklamalar ve girişimler aslında AB'nin
savunageldiği prensiplerden hukukun üstünlüğü kavramına ciddi bir darbe anlamına
geliyor ki, bu konuları da ele almıştık.
Bilhassa "laiklik olmasa da olur" anlamına gelen seslerin yükselmesi tam bir
garabet. O zaman Refah Partisi'nin ne suçu olduğunu sormak lazım. Ankara'ya
gelen AB Komisyonu Başkanı Barroso türban konusunda Türkiye'ye bir standart
veremeyeceklerini söylüyor.
O halde Refah Partisi neden kapatılmıştı Bay Barroso? Ve bu kapatma kararını
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi neden onaylamıştı? Aynı meseleden dolayı değil
mi? Yani mesele Refah'ın kapatılması ise her yol mübah; ama AKP ise hiçbirisi
değil mi diyeceğiz? Bu da yeni bir AB kriteri mi oldu?
Tehditlere gelince...
İŞİN en garip tarafı ise AB'nin elinde Türkiye'ye karşı kullanabileceği bir
manivela olmadığı halde, sanki çok büyük güç ve imkanlara sahipmiş edasıyla
Türkiye'yi tehdit etmesi. Bilhassa müzakerelerin askıya alınabileceğini
söyledikleri zaman komik oluyorlar. Ya da, bizim daha doğrusu Türkiye'nin
gerçekte olmayan AB perspektifini ballandıra ballandıra anlatan; ama toplumda
hiçbir inandırıcılıkları kalmamış güruhun zeka seviyesiyle alay ediyor gibiler.
Çünkü Türkiye ile AB arasındaki müzakereler 2006 yılının Haziran zirvesi
kararlarıyla askıya alınmış durumda. Kıbrıs Rum Yönetimi'nin bastırması,
Yunanistan'ın desteklemesi ve AB içerisinde Türkiye'nin üyeliğine şiddetle karşı
çıkan çevrelerin alttan alta omuz verdiği bir sürecin sonunda Ek Protokol'den
dolayı Türkiye'nin müzakereleri askıya alındı.
Nasıl mı?
GÜMRÜK Birliği ve Gümrük Birliği ile doğrudan veya dolaylı olarak
alakalandırılabilen bütün fasıllar askıya alındı. Ayrıca diğer fasıllar da
açılabilecek; ancak hiçbirisi kapatılmış sayılamayacak. Yani her fasıl açılıp,
Türkiye ile AB Komisyonu arasında teknik müzakereler yapılabilecek; fakat,
teknik müzakereler tamamlansa bile fasıl yani dosya kapanmış sayılmayacak. Taaa
ki, Türkiye Ek Protokol'ü Meclis'te onaylatarak uygulamaya koyuncaya kadar
Daha açık bir ifadeyle Türkiye müzakere etmiyor veya etse bile yol katetmiyor.
Olduğu yerde patinaj yapıyor. Ancak bu patinaj hasarlı bir sürece dönüşmüş
durumda. İşte bu çerçevede AB'nin "müzakereleri durdururuz haaa" açıklamaları
gelince, bunun inandırıcılığı olmadığı halde neden söylendiğini merak etmek
lazım.
Yapısal olarak
Meseleye yapısal bir çerçeveden bakacak olursak, AB'nin tehditlerinin hiçbir
yaptırım tarafı olamayacağı daha açık görülüyor. Örneğin Türkiye'nin AB'ye üye
yapılıp yapılmaması üzerine yürütülen tartışmalara, AB üyesi ülkelerin
kamuoylarında gözlemlenen Türkiye karşıtlığına ve bilhassa son yıllarda Almanya
ile Fransa'daki siyasi havaya bakalım. Bunların hepsi de Türkiye'nin AB'ye üye
yapılmayacağına işaret ediyor. Hatta açık açık gösteriyor.
Kaldı ki, 17 Aralık 2004 tarihinde Türkiye hakkında alınan AB zirve kararları
Türkiye'ye AB konusunda tam üyelik perspektifi vermekten çok uzaktı. O belge ve
daha sonra hazırlanan Müzakere Çerçeve Belgesi ve Katılım Ortaklığı Belgesi
Türkiye'nin nasıl ve ne zaman üye olacağını değil; neden ve niçin üye
olamayacağını izah eder gibiydiler. Bu belgeler ve AB'nin sanki Türkiye üye
yapılacakmış gibi davranmasının iki sebebi vardı.
Birincisi, AB Gümrük Birliği ile Türkiye aleyhine oluşturulmuş bulunan
düzenlemelerin kalıcı olmasını temin ediyor ve Gümrük Birliği yoluyla kendisine
fayda sağlıyor. İkincisi ise, AB süreci yoluyla Türkiye'nin yeniden
yapılandırılması amaçlanmıyordu. Bu iki konuda da AKP AB'nin işbirlikçisi gibi
hareket ettiğinden dolayı AB'nin mevcut iktidara her türlü desteğini vermesi
mecburiyeti var.
Ama öyle anlaşılıyor ki, bunların sonuna gelindi. AB'nin bugüne kadar savunduğu
hukukun üstünlüğü ve laiklik ilkelerini ayaklar altına almak pahasına Türk
demokrasisine saldırması bundan dolayı. Adamlar haksız mı? Ya başka birileri
gelir de "biz AB oyununa son vereceğiz ve şu Gümrük Birliği'ni masaya
yatıracağız kardeşim" derlerse ne olacak? Avrupa Topluluğu adıyla 1970'lerde ve
80'lerde Avrupai kavramların referans kaynağı olarak herkesin saygısını kazanmış
olan AB, Türkiye ile ilişkilerde adeta yalancılar ve sahtekarlar topluluğuna
dönüştü.
|