Türkiye ve Dünya Gerçekleri

TransAnatolie Welcomes You  to Turkey

 

Demokrasi


 

 

Home ] Up ] Türkiye Gerçekleri ] Strateji ve Politikalar ] İçerik ] Ara ]

 

 

Dinler Tarihi ] [ Demokrasi ]

 

 

Up
Case

Acaba demokrasi en mükemmel rejim değil mi?

   
   

Demokrasi, bir amaca sahip çıkan kişiler arasındaki mutabakatta söz sahibi olmaktır. Bunu yapabilecek, oy hakkını kazanacak ve oyunu (hem oy, hem oyun) koruyacak kapasitede olunması gerekir. Bu da düzen ve kural demektir. Her kuraldan ve çağdaş telakkiden nefret eden milyonların yaşadığı Türkiye'de demokrasinin ön koşulları eksiktir. Demokrasiyi yıkmak isteyen milyonlar üstelik var olan demokrasiyi kullanarak bunu büsbütün dejenere etmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, biz demokrasiye çok hızlı geçtik. 1908'den sonra 11 yıl aralıksız savaş ve bir yıl sonra Cumhuriyet, sonra iki adet çok parti denemesi ve Cumhuriyetin 23. senesinde çok partili seçimlere geçer geçmez emperyalizmle uzlaşma, birkaç sene sonra emperyalist ağa takılıp kalmak, önemli kurumları ihanet şebekelerine terk etmek. Bu koşullarda demokrasi olmaz (mta).

   
   
Son günlerde ülkemizde öyle enteresan gelişmeler oluyor ki, insan gayri ihtiyari "acaba üzerinde yürüdüğümüz çağdaşlık ve medeni dünyayı yakalama yolunda attığımız adımlarda" bir yanlışlık mı var sorusunu sormaktan kendini alamıyor. Belki sizler de son seçim sonuçları, bu sonuçlara ulaşmak için iktidar partisinin, özellikle halkın fakir kesimlerinde hem dinsel ve hem de iktisadi açıdan yaptığı hamlelerle ne gibi faaliyetler içine girdiğini, büyük şehirlerin merkez kesimleri ile varoşlarında yaşayan insanların siyasallaşmadaki farklılıklarını, ülkenin entel kesimi ile cahil kesimi, Laiklerle Radikal Dinciler arasındaki anlayış farklarını ve benzeri pek çok gerçeği izledikçe rahatsızlık duymuşsunuzdur. Belki sizler de kendi kendinize acaba "Demokrasi" gerçekten de rejimlerin en mükemmeli midir? Yoksa bazı konularda aksaklıklar mı var? sorusunu sormuş olabilirsiniz. Bu gün sizlerle "Siyasi Düşünceler Tarihi" derinliklerinde bir yolculuğa çıkacak ve bazı ünlü siyasi düşünürlerin tercihlerini gözden geçirerek sorunun cevabını bulmaya çalışacağız.

Basitçe "Demos – Halk" ve "Kratos – Yönetim" kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen ve "Halkın Yönetimi" olarak tanımlanan(1) demokrasinin beşiği Yunanistan ve Anadolu yarımadalarıdır. Demokrasi, yönetim biçimi olarak ilk defa Heredot (M.Ö. 490-420) Tarihi adlı yapıtta tartışılmıştır. Bir sefer sırasında, Anadolu'da bir araya gelen "Yedi Pers Soylusu", kendi aralarında bir kişinin yönetimi "monarşi", bir grubun (veya bir soydan gelenlerin) yönetimi "oligarşi" (veya aristokrasi) ve halkın yönetimi demokrasinin yarar ve zararlarını tartışmışlardır(2).

Konuşmacılardan ilki Otanes, İran halkının kendi kendisini yönetmesini öneriyor ve şöyle diyordu:

"Ben, içimizden birini ayırıp başa geçirmeyi doğru bulmuyorum; bu ne hoş bir şeydir, ne de bir kurtuluş yoludur... Bir kimseye hiçbir hesap verme külfetine katlanmadan dilediğini yapmak imkanını veren monarşide sürekli bir denge kurulabilir mi? Bu kadar gücü kuvveti dünyanın en aklı başında adamına verseniz, o bile sapıtır. Kendini beğenmişlik uğursuz bir şeydir, eldeki güç onu besler ve haset insanoğluna daha doğduğu anda pençesini geçirir. Bu iki kusur insanı canavar haline getirir... Buna karşılık halk idaresi, en başta adı güzel, İsonomi, yasalar karşısında eşitlik. İkincisi, hükümdarın aşırılıkları bunda yok; yöneticiler kura ile seçilirler; yöneticiler sorumluluk taşırlar; her karar kamuya dayanır. Benim önerim bu, monarşiyi bırakalım, halk yönetimine geçelim; zira her iyilik halk yığınlarındadır" (3).

Demokrasinin ilk kurulduğu toplumlarda askerler, demokrasinin lideri ve koruyucusu durumunda bulunuyorlardı. Stratejler (Generaller) ülkelerinde halklarının kurduğu siyasal düzene bağlı ve gururludurlar. En ünlü generallerden biri olan Atina Demokrasisinin lideri olan Perikles, ülkesi için duygularını ünlü cenaze töreni söylevinde şöyle dile getirmiştir:

"Başka ulusların yasalarına bakarak kurulmamış olan bir idare şeklimiz var; başkalarını taklit etmek şöyle dursun, biz kendimiz başkalarına örnek oluyoruz. İdare şeklimizin adı DEMOKRATİA'dır. Bu ad, ona bir kişiye değil, bütün yurttaşlara dayandığı için verilmiştir. Yasalarımız kişisel işlerde herkese aynı hakkı veriyor. Devlet işlerinde herkesin alabileceği yer, şu ya da bu soydan oluşuna göre değil, gösterdiği yüksek yetenekle kazandığı üne göredir. Yurda iyiliği dokunabilecek bir yurttaşın şerefli bir yer kazanmasına da fakirliği, düşük bir sınıftan oluşu engel değildir(4)."

Siyasi düşünce açısından ünlü Yunan düşünürü Sokrat; "Kollektivist" bir sistemi savunurken, Platon: "Isparta aristokrasisini" savunuyordu. Aristo ise en iyi yönetim şekli olarak "Monarşiyi" savunurken, yönetimleri günümüzdeki anlayışa çok yakın bir şekilde şöyle sıralamıştır:

"Tek kişinin yönetimi krallık (Monarşi), bunun bozulmuş şekli Tiranlık. Azınlığın genel yararı korumak için kurduğu yönetim Aristokrasi, bunun bozulmuş şekli Oligarşi. Çoğunluğun yasalar çerçevesinde kurduğu yönetim Politeia, bunun bozulmuş şekli de Demokrasi'dir." (5)

Bu ifadelerden anladığımız kadarı ile; Eski Yunan'da üç dev ismin (Sokrat, Eflatun ve Aristo) Demokrasiyi tutmamaktaydılar.(6). Demokrasiye karşı olan bir başka isim Alkibiadesti. Peleponez savaşlarına doğru Alkibiades: "Demokrasiye gelince, çılgınlık olduğu tespit edilmiş birşeyi, tartışmaya ne lüzum var" demişti(7).

Egemenlik olarak adlandırdığımız, devlet yönetimini düzenleyen o büyük Güç"ün tanımını ilk defa ortaya koyan Fransız hukukçusu Jehan Bodin; 1572'de Fransadaki ünlü Saint Barthelemy Katliamı'ndan hemen sonra, 1576'da yayınlanan "Devlet Üzerine Altı Kitap" (Six Livres de la Republique) adlı eserinde kralın haklarına temas ederken, Demokrasiye çatmadan geçemiyor ve görüşlerini şu sözlerle dile getiriyordu: (8)

"Demokraside egemenlik bir çoğunluğun elindedir. Çoğunluk ise, en iyi durumda bilgisiz, budala ve duygularına kapılan bir güruh olup yıldan yıla değişir."

J. Bodin böylece insanların eşit olmadıklarını ve Demokraside öbür yönetim biçimlerinde olduğundan daha az özgürlük bulunduğunu belirterek, demokrasi fikrini bir yana atmaktadır. Üyeleri arasındaki kavgalar ve kıskançlıklar sonunda kesinlikle ortadan kalkacağına inandığı Aristokratik Devleti de tutmamaktadır. Ona göre düzeni yalnızca Monark sağlayabilir ve ondan başka kimse bir birlik duygusu yaratamaz(9).

J. Bodin, Monarşi savunmasını Tanrıya değil, eşyanın özelliğine dayandırırken, İngiltere'de I. James basılı eserlerinde "Kutsal Hak" kavramını işliyor ve 1598 yılında başladığı kuramcılığında, kralın Tanrının vekili olduğunu ve "Monarşinin Tanı'nınkine en yakın hükümet biçimi" olduğunu ileri sürüyordu(10).

Ünlü Voltaire'in de "Aydınlanmış Monarşi"yi desteklediği bilinmektedir. "Demokrasi ancak çok küçük bir ülke için uygun bir şeydir" demekte, eşitliliğe inanmamakta ve herhangi bir Parlamento biçimine tam bir güven beslememektedir.

"Tek bir insanın tiranlığı ile çoğunluğun tiranlığı arasında farklar vardır... Hangi tiranlığın altında yaşamak isterdiniz? Hiç birinin. Fakat eğer ben seçme olanağı bulsam, tek bir insanın tiranlığını çoğunluğun tiranlığına yeğ tutardım. Bir despotun iyi olduğu anlar vardır, ama bir despotlar topluluğunun hiçbir zaman yoktur(11)"

Bilindiği gibi Montesquieu İngilizlerin sırrının "Kuvvetler Ayrılığı" prensibi olduğuna inanmıştı. Yasama, Yürütme ve Yargı fonksiyonlarının birbirinden ayrı tutulmasının gerekli olduğuna inanıyordu. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri Kurucuları tarafından adeta putlaştırılmış gibiydi(12).

Jan Jack Rousseau, insan mutsuzluklarının en fazla birey ile toplum arasındaki sürtüşme ve çatışmalardan kaynaklandığını düşünüyor ve bu mutsuzlukların çoğundan toplumu sorumlu tutuyordu.

"Şayet insanlar kötü ise bu kötü terbiye ve ortam onları bozduğu içindir. Felakete yol açan, bozuk toplumsal düzenlemeler, adaletsiz konular, despot idarelerdir. İnsan tabiatı gereği iyidir. Şayet insan, kötü şartlar tarafından bozulmasaydı, tabii iyiliği ile eşitlik ve adalete dayalı özgür bir toplum kurulabilirdi."

Rousseau, yaklaşık iki asır önce yayınlanan iki kitabını da bu düşünceden hareketle yazmıştı. "Emile" şu cümleyle başlıyor: "Tanrı her şeyi iyi yarattı, insanların dokunmasıyla her şey kötüleşti.", "Toplumsal Sözleşmenin" ilk bölümü de şöyle başlıyor: "İnsan hür doğdu, bugün ise her yerde zincire vurulmuş halde..." (13)

Günümüzde "Demokrasi" kelimesi ile ilişkilendirdiğimiz pek çok fikir, Kuzey Amerika, İngiltere, Fransa ve hatta Latin Amerika'da Tom Paine (1737-1809) sayesinde tanınmıştır. Şu sözler onun temel görüşlerini yansıtmaktadır.

"Hükümet bir milletin işlerini idare etmekten başka ne olabilir ki? O, bir kimsenin yahut bir ailenin mülkü değildir, tabiatı gereği olamaz da. Tüm topluma aittir. Her ne kadar güç ve hile ile gasp edilmiş ve babadan oğula geçer hale getirilmiş ise de bu gasp, doğruyu değiştirmez. Hakimiyet, bir şahsın değil, milletindir; uygun bulmadığı hükümeti kaldırıp onun yerine çıkarına, mizacına ve tabiatına uygununu kurmak, bir milletin en tabii ve elinden alınmaz hakkıdır. İnsanların, insanlığa yakışmayan hayali bir şekilde kral ve tebaası diye ayrılması, saray mensuplarının durumuna uysa da ülke çapında geçerli olamaz ve bu ayrım, hükümetlerin kuruluşunun dayandırıldığı ilke tarafından yok edilmektedir. Her vatandaş iktidarın bir üyesidir ve hiçbir şahsi bağımlılığı , itaati kabul edemez, ancak yasalar karşısında boyun eğer... İktidarın veraset yoluyla elde edilmesi sistemi, insan aklına olduğu kadar insan haklarına da aykırıdır; saçma olduğu kadar adaletsizdir. (14)"

Bütün bu tartışmalara rağmen Demokrasi, özellikle 20nci yy.dan sonra çok gelişmiş ve gelişmek isteyen bütün toplumlar için vazgeçilemez bir tutku halini almıştır. Bize göre de belirtilen bazı mahzurlara rağmen Demokrasi özgür insanlar, erdemli insanlar rejimidir. Bu özgürlük tanımının başına "Dinsel Özgürlüğü" koymak gerekir. Sandık başına giden özgür birey her türlü maddi, manevi, Irksal ve Dinsel baskıların etkisinde kalmadan kararını ve oyunu vermelidir. O zaman o ülkede sağdan- sola 180 derecelik açı içindeki bütün siyasi görüşler değer bulur ve Cumhuriyet ve Meşrutiyet yönetimleri sınırlı bir görüş içinde kalmaz, Demokratik sistem belirli kesimlerin değil, bütün Ulusun mutlu bir şekilde yaşamasına imkan verecek şekilde gelişebilir. Sözlerimizi ünlü bir siyasi düşünürün Demokrasi konusundaki görüşleri ile noktalamak istiyoruz.

"Demokrasi, insan haklarının yazılı anayasalarla teminat altına alınmasından sonra süratli bir gelişme göstermiştir. Yirminci yüzyılın başında hiçbir siyasal ideal, demokrasi ideali kadar sağlam bir biçimde yerleşmiş görünmüyordu. Demokrasi ideali, çoğu burjuva liberalleri, aydınlar ve sosyalistler arasında kutsal ve gerçek saygınlığına sahipti. Demokrasi sözcüğü, birçok ülkede, gelişmenin sırtından hala atamadığı bir kambur olarak gördükleri despotluğun ve feodalliğin kalıntılarından hoşlanmayan hemen herkes tarafından bir parola gibi kuşaktan kuşağa geçirile gelmiştir".(15)

Dr. M. Galip Baysan

Dipnotlar:

(1) Victor Ehrenberg, The Greek State, s.55-58 (Basil BlackwelL Oxford-1060)

(2) The History of Herodotus s.250 (Translated by George Rawlinson, Volume-One); Heredotos, Heredot Tarihi, s.177-178 (Remzi Kitabevi, Türkçe'si Müntekim Ökmen, Azra Erhat, İstanbul-1983)

(3) Heredot Tarihi, s.177-178: The History of Herodotus, s.250-251

(4) Mete Tuncay,Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi,c.1, s.24 (Ankara-1985)

(5) Toktamış Ateş,Demokrasi,. s.30-31( İstanbul-1976); C.Northcode Parkinson: Siyasal Düşüncenin Evrimi,s.165-166 (Çev. M. Harmancı, Remzi Kitabevi, İstanbul )

(6) Eflatun, Devlet-III, s.64 (Milli Eğitim Basımevi, Ankara-1946)

(7) A.D. Lindsay, Demokrasinin Esasları, s.2 (Milli Eğitim Basımevi, Ankara-1973)

(8) Turhan Feyzioğlu: Türk Milli Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün Temel İlkelerinden Biri Olan Millet Egemenliği s.3 (TTK Ankara-1987)

(9) C.N. Parkinson, age. s.77-78

(10) Voltaire's Philosophical Dictionary, London-1929

(11) C.N. Parkinson, age. s.82

(12) David Thomson, Siyasi Düşünce Tarihi, s.107 (Political İdeals, Şule Yayınları, İstanbul-1966)

(13) Aynı Eser, s.122-123

(14) Aynı Eser, s.130-131

(15) Edward Mc Nall Burns, Çağdaş Siyasal Düşünceler, 1850-1950, s.3 (Ankara-1984)
 

 
Why Democracy? Stanley Fish
   
   
   
   
 
 

 
   
   
   

 

 

 

Home ] Up ] Türkiye Gerçekleri ] Strateji ve Politikalar ] İçerik ] Ara ]

Dinler Tarihi ] [ Demokrasi ]