Son günlerde ülkemizde öyle
enteresan gelişmeler oluyor ki, insan gayri ihtiyari "acaba üzerinde
yürüdüğümüz çağdaşlık ve medeni dünyayı yakalama yolunda attığımız
adımlarda" bir yanlışlık mı var sorusunu sormaktan kendini alamıyor.
Belki sizler de son seçim sonuçları, bu sonuçlara ulaşmak için
iktidar partisinin, özellikle halkın fakir kesimlerinde hem dinsel
ve hem de iktisadi açıdan yaptığı hamlelerle ne gibi faaliyetler
içine girdiğini, büyük şehirlerin merkez kesimleri ile varoşlarında
yaşayan insanların siyasallaşmadaki farklılıklarını, ülkenin entel
kesimi ile cahil kesimi, Laiklerle Radikal Dinciler arasındaki
anlayış farklarını ve benzeri pek çok gerçeği izledikçe rahatsızlık
duymuşsunuzdur. Belki sizler de kendi kendinize acaba "Demokrasi"
gerçekten de rejimlerin en mükemmeli midir? Yoksa bazı konularda
aksaklıklar mı var? sorusunu sormuş olabilirsiniz. Bu gün sizlerle "Siyasi
Düşünceler Tarihi" derinliklerinde bir yolculuğa çıkacak ve bazı
ünlü siyasi düşünürlerin tercihlerini gözden geçirerek sorunun
cevabını bulmaya çalışacağız.
Basitçe "Demos Halk" ve "Kratos Yönetim" kelimelerinin
birleşmesinden meydana gelen ve "Halkın Yönetimi" olarak
tanımlanan(1) demokrasinin beşiği Yunanistan ve Anadolu
yarımadalarıdır. Demokrasi, yönetim biçimi olarak ilk defa Heredot (M.Ö.
490-420) Tarihi adlı yapıtta tartışılmıştır. Bir sefer sırasında,
Anadolu'da bir araya gelen "Yedi Pers Soylusu", kendi aralarında bir
kişinin yönetimi "monarşi", bir grubun (veya bir soydan gelenlerin)
yönetimi "oligarşi" (veya aristokrasi) ve halkın yönetimi
demokrasinin yarar ve zararlarını tartışmışlardır(2).
Konuşmacılardan ilki Otanes, İran halkının kendi kendisini
yönetmesini öneriyor ve şöyle diyordu:"Ben, içimizden birini ayırıp
başa geçirmeyi doğru bulmuyorum; bu ne hoş bir şeydir, ne de bir
kurtuluş yoludur... Bir kimseye hiçbir hesap verme külfetine
katlanmadan dilediğini yapmak imkanını veren monarşide sürekli bir
denge kurulabilir mi? Bu kadar gücü kuvveti dünyanın en aklı başında
adamına verseniz, o bile sapıtır. Kendini beğenmişlik uğursuz bir
şeydir, eldeki güç onu besler ve haset insanoğluna daha doğduğu anda
pençesini geçirir. Bu iki kusur insanı canavar haline getirir...
Buna karşılık halk idaresi, en başta adı güzel, İsonomi, yasalar
karşısında eşitlik. İkincisi, hükümdarın aşırılıkları bunda yok;
yöneticiler kura ile seçilirler; yöneticiler sorumluluk taşırlar;
her karar kamuya dayanır. Benim önerim bu, monarşiyi bırakalım, halk
yönetimine geçelim; zira her iyilik halk yığınlarındadır" (3).
Demokrasinin ilk kurulduğu
toplumlarda askerler, demokrasinin lideri ve koruyucusu durumunda
bulunuyorlardı. Stratejler (Generaller) ülkelerinde halklarının
kurduğu siyasal düzene bağlı ve gururludurlar. En ünlü generallerden
biri olan Atina Demokrasisinin lideri olan Perikles, ülkesi için
duygularını ünlü cenaze töreni söylevinde şöyle dile getirmiştir:
"Başka ulusların yasalarına
bakarak kurulmamış olan bir idare şeklimiz var; başkalarını taklit
etmek şöyle dursun, biz kendimiz başkalarına örnek oluyoruz. İdare
şeklimizin adı DEMOKRATİA'dır. Bu ad, ona bir kişiye değil, bütün
yurttaşlara dayandığı için verilmiştir. Yasalarımız kişisel işlerde
herkese aynı hakkı veriyor. Devlet işlerinde herkesin alabileceği
yer, şu ya da bu soydan oluşuna göre değil, gösterdiği yüksek
yetenekle kazandığı üne göredir. Yurda iyiliği dokunabilecek bir
yurttaşın şerefli bir yer kazanmasına da fakirliği, düşük bir
sınıftan oluşu engel değildir(4)."
Siyasi düşünce açısından ünlü Yunan
düşünürü Sokrat; "Kollektivist" bir sistemi savunurken, Platon: "Isparta
aristokrasisini" savunuyordu. Aristo ise en iyi yönetim şekli olarak
"Monarşiyi" savunurken, yönetimleri günümüzdeki anlayışa çok yakın
bir şekilde şöyle sıralamıştır:
"Tek kişinin yönetimi krallık (Monarşi),
bunun bozulmuş şekli Tiranlık. Azınlığın genel yararı korumak için
kurduğu yönetim Aristokrasi, bunun bozulmuş şekli Oligarşi.
Çoğunluğun yasalar çerçevesinde kurduğu yönetim Politeia, bunun
bozulmuş şekli de Demokrasi'dir." (5)
Bu ifadelerden anladığımız kadarı
ile; Eski Yunan'da üç dev ismin (Sokrat, Eflatun ve Aristo)
Demokrasiyi tutmamaktaydılar.(6). Demokrasiye karşı olan bir başka
isim Alkibiadesti. Peleponez savaşlarına doğru Alkibiades: "Demokrasiye
gelince, çılgınlık olduğu tespit edilmiş birşeyi, tartışmaya ne
lüzum var" demişti(7).
Egemenlik olarak adlandırdığımız, devlet yönetimini düzenleyen o
büyük Güç"ün tanımını ilk defa ortaya koyan Fransız hukukçusu Jehan
Bodin; 1572'de Fransadaki ünlü Saint Barthelemy Katliamı'ndan hemen
sonra, 1576'da yayınlanan "Devlet Üzerine Altı Kitap" (Six Livres de
la Republique) adlı eserinde kralın haklarına temas ederken,
Demokrasiye çatmadan geçemiyor ve görüşlerini şu sözlerle dile
getiriyordu: (8)
"Demokraside egemenlik bir
çoğunluğun elindedir. Çoğunluk ise, en iyi durumda bilgisiz, budala
ve duygularına kapılan bir güruh olup yıldan yıla değişir."
J. Bodin böylece insanların eşit
olmadıklarını ve Demokraside öbür yönetim biçimlerinde olduğundan
daha az özgürlük bulunduğunu belirterek, demokrasi fikrini bir yana
atmaktadır. Üyeleri arasındaki kavgalar ve kıskançlıklar sonunda
kesinlikle ortadan kalkacağına inandığı Aristokratik Devleti de
tutmamaktadır. Ona göre düzeni yalnızca Monark sağlayabilir ve ondan
başka kimse bir birlik duygusu yaratamaz(9).
J. Bodin, Monarşi savunmasını Tanrıya değil, eşyanın özelliğine
dayandırırken, İngiltere'de I. James basılı eserlerinde "Kutsal Hak"
kavramını işliyor ve 1598 yılında başladığı kuramcılığında, kralın
Tanrının vekili olduğunu ve "Monarşinin Tanı'nınkine en yakın
hükümet biçimi" olduğunu ileri sürüyordu(10).
Ünlü Voltaire'in de "Aydınlanmış Monarşi"yi desteklediği
bilinmektedir. "Demokrasi ancak çok küçük bir ülke için uygun bir
şeydir" demekte, eşitliliğe inanmamakta ve herhangi bir Parlamento
biçimine tam bir güven beslememektedir.
"Tek bir insanın tiranlığı ile
çoğunluğun tiranlığı arasında farklar vardır... Hangi tiranlığın
altında yaşamak isterdiniz? Hiç birinin. Fakat eğer ben seçme
olanağı bulsam, tek bir insanın tiranlığını çoğunluğun tiranlığına
yeğ tutardım. Bir despotun iyi olduğu anlar vardır, ama bir
despotlar topluluğunun hiçbir zaman yoktur(11)"
Bilindiği gibi Montesquieu
İngilizlerin sırrının "Kuvvetler Ayrılığı" prensibi olduğuna
inanmıştı. Yasama, Yürütme ve Yargı fonksiyonlarının birbirinden
ayrı tutulmasının gerekli olduğuna inanıyordu. Bu nedenle Amerika
Birleşik Devletleri Kurucuları tarafından adeta putlaştırılmış
gibiydi(12).
Jan Jack Rousseau, insan mutsuzluklarının en fazla birey ile toplum
arasındaki sürtüşme ve çatışmalardan kaynaklandığını düşünüyor ve bu
mutsuzlukların çoğundan toplumu sorumlu tutuyordu.
"Şayet insanlar kötü ise bu kötü
terbiye ve ortam onları bozduğu içindir. Felakete yol açan, bozuk
toplumsal düzenlemeler, adaletsiz konular, despot idarelerdir. İnsan
tabiatı gereği iyidir. Şayet insan, kötü şartlar tarafından
bozulmasaydı, tabii iyiliği ile eşitlik ve adalete dayalı özgür bir
toplum kurulabilirdi."
Rousseau, yaklaşık iki asır önce
yayınlanan iki kitabını da bu düşünceden hareketle yazmıştı. "Emile"
şu cümleyle başlıyor: "Tanrı her şeyi iyi yarattı, insanların
dokunmasıyla her şey kötüleşti.", "Toplumsal Sözleşmenin" ilk
bölümü de şöyle başlıyor: "İnsan hür doğdu, bugün ise her yerde
zincire vurulmuş halde..." (13)
Günümüzde "Demokrasi" kelimesi ile ilişkilendirdiğimiz pek çok fikir,
Kuzey Amerika, İngiltere, Fransa ve hatta Latin Amerika'da Tom Paine
(1737-1809) sayesinde tanınmıştır. Şu sözler onun temel görüşlerini
yansıtmaktadır.
"Hükümet bir milletin işlerini
idare etmekten başka ne olabilir ki? O, bir kimsenin yahut bir
ailenin mülkü değildir, tabiatı gereği olamaz da. Tüm topluma aittir.
Her ne kadar güç ve hile ile gasp edilmiş ve babadan oğula geçer
hale getirilmiş ise de bu gasp, doğruyu değiştirmez. Hakimiyet, bir
şahsın değil, milletindir; uygun bulmadığı hükümeti kaldırıp onun
yerine çıkarına, mizacına ve tabiatına uygununu kurmak, bir milletin
en tabii ve elinden alınmaz hakkıdır. İnsanların, insanlığa
yakışmayan hayali bir şekilde kral ve tebaası diye ayrılması, saray
mensuplarının durumuna uysa da ülke çapında geçerli olamaz ve bu
ayrım, hükümetlerin kuruluşunun dayandırıldığı ilke tarafından yok
edilmektedir. Her vatandaş iktidarın bir üyesidir ve hiçbir şahsi
bağımlılığı , itaati kabul edemez, ancak yasalar karşısında boyun
eğer... İktidarın veraset yoluyla elde edilmesi sistemi, insan
aklına olduğu kadar insan haklarına da aykırıdır; saçma olduğu kadar
adaletsizdir. (14)"
Bütün bu tartışmalara rağmen
Demokrasi, özellikle 20nci yy.dan sonra çok gelişmiş ve gelişmek
isteyen bütün toplumlar için vazgeçilemez bir tutku halini almıştır.
Bize göre de belirtilen bazı mahzurlara rağmen Demokrasi özgür
insanlar, erdemli insanlar rejimidir. Bu özgürlük tanımının başına "Dinsel
Özgürlüğü" koymak gerekir. Sandık başına giden özgür birey her türlü
maddi, manevi, Irksal ve Dinsel baskıların etkisinde kalmadan
kararını ve oyunu vermelidir. O zaman o ülkede sağdan- sola 180
derecelik açı içindeki bütün siyasi görüşler değer bulur ve
Cumhuriyet ve Meşrutiyet yönetimleri sınırlı bir görüş içinde kalmaz,
Demokratik sistem belirli kesimlerin değil, bütün Ulusun mutlu bir
şekilde yaşamasına imkan verecek şekilde gelişebilir. Sözlerimizi
ünlü bir siyasi düşünürün Demokrasi konusundaki görüşleri ile
noktalamak istiyoruz.
"Demokrasi, insan haklarının
yazılı anayasalarla teminat altına alınmasından sonra süratli bir
gelişme göstermiştir. Yirminci yüzyılın başında hiçbir siyasal
ideal, demokrasi ideali kadar sağlam bir biçimde yerleşmiş
görünmüyordu. Demokrasi ideali, çoğu burjuva liberalleri, aydınlar
ve sosyalistler arasında kutsal ve gerçek saygınlığına sahipti.
Demokrasi sözcüğü, birçok ülkede, gelişmenin sırtından hala
atamadığı bir kambur olarak gördükleri despotluğun ve feodalliğin
kalıntılarından hoşlanmayan hemen herkes tarafından bir parola gibi
kuşaktan kuşağa geçirile gelmiştir".(15)
Dr. M. Galip
Baysan
Dipnotlar:
(1) Victor Ehrenberg, The Greek State, s.55-58 (Basil BlackwelL
Oxford-1060)
(2) The History of Herodotus s.250 (Translated by George Rawlinson,
Volume-One); Heredotos, Heredot Tarihi, s.177-178 (Remzi Kitabevi,
Türkçe'si Müntekim Ökmen, Azra Erhat, İstanbul-1983)
(3) Heredot Tarihi, s.177-178: The History of Herodotus, s.250-251
(4) Mete Tuncay,Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi,c.1, s.24
(Ankara-1985)
(5) Toktamış Ateş,Demokrasi,. s.30-31( İstanbul-1976); C.Northcode
Parkinson: Siyasal Düşüncenin Evrimi,s.165-166 (Çev. M. Harmancı,
Remzi Kitabevi, İstanbul )
(6) Eflatun, Devlet-III, s.64 (Milli Eğitim Basımevi, Ankara-1946)
(7) A.D. Lindsay, Demokrasinin Esasları, s.2 (Milli Eğitim Basımevi,
Ankara-1973)
(8) Turhan Feyzioğlu: Türk Milli Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün
Temel İlkelerinden Biri Olan Millet Egemenliği s.3 (TTK Ankara-1987)
(9) C.N. Parkinson, age. s.77-78
(10) Voltaire's Philosophical Dictionary, London-1929
(11) C.N. Parkinson, age. s.82
(12) David Thomson, Siyasi Düşünce Tarihi, s.107 (Political İdeals,
Şule Yayınları, İstanbul-1966)
(13) Aynı Eser, s.122-123
(14) Aynı Eser, s.130-131
(15) Edward Mc Nall Burns, Çağdaş Siyasal Düşünceler, 1850-1950, s.3
(Ankara-1984) |