Faşizm
Aftermath of World War I: Rise
of Benito Mussolini (Video Content)
- Fascism
and Mussolini
- Mussolini becomes Prime Minister
- Mussolini becomes absolute dictator (Il Duce)
- Mussolini aligns with Nazi Germans - Adolf Hitler - Germany
Fascism
The Italian
term fascismo is derived from fascio, meaning 'bundle of sticks',
ultimately from the Latin word fasces. This was the name given to
political organizations in Italy known as fasci, groups similar to
guilds or syndicates. According to Italian fascist dictator Benito
Mussolini's own account, the Fasces of Revolutionary Action (Devrimci
Eylemin Yüzleri) were founded in Italy in 1915. In 1919, Mussolini
founded the Italian Fasces of Combat in Milan, which became the National
Fascist Party two years later. The Fascists came to associate the term
with the ancient Roman fasces or fascio littorio, a bundle of rods tied
around an axe, an ancient Roman symbol of the authority of the civic
magistrate carried by his lictors, which could be used for corporal and
capital punishment at his command.page needed.
The symbolism of the fasces suggested strength through unity: a single
rod is easily broken, while the bundle is difficult to break. Similar
symbols were developed by different fascist movements: for example, the
Falange symbol is five arrows joined by a yoke.
Payne's definition of fascism focuses on three concepts:
1. "Fascist negations" anti-liberalism, anti-communism, and
anti-conservatism.
2. "Fascist goals" the creation of a nationalist dictatorship to
regulate economic structure and to transform social relations within a
modern, self-determined culture, and the expansion of the nation into an
empire.
3. "Fascist style" a political aesthetic of romantic symbolism, mass
mobilization, a positive view of violence, and promotion of masculinity,
youth, and charismatic authoritarian leaders.
Giorgia Meloni
Değerlendirme: AvroFaşizm
Devletlerin şirketleşmesi,
her türlü kamuculuğun piyasa ilişkilerine feda edilmesi, iktidar
küreselleşirken siyasetin yerelleşmesi (Bauman), dinî-etnik-cinsel
farklılıklar temelinde örgütlenmenin demokrasi ve insan hakları olarak
merkezden savunulması, güneyden ve doğudan gelen kimliksiz göçmen
akınlarının yarattığı yabancılaşma, orta ve alt-orta sınıfları
vatan-millet-aile gibi geleneksel değerleri savunan partilere
yöneltmektedir. Bütün bu sebeplere, kültürsüzleşmeyi, dijital iletişimin
yarattığı belirsizlik ve kaosu, tüketim imkânlarının daralmasını, güvenliğin
özgürlüğe tercih edilmesini ve nihayet nükleer ya da konvansiyonel savaş
korkusunu ekleyebiliriz.
Neo-faşist hareketler neoliberalizmin kılık değiştirmiş hâli olarak
değil, ona alternatif olarak ortaya çıkıyor. Ağır iktisadi kriz
koşullarında yükselen sol hareketlerin devrim tehdidi karşısında faşizme
razı olacak, 1920lerdeki 30lardaki gibi bir burjuvazi günümüzde hiçbir
yerde yok. Küreselleşen burjuvazi yerel düzeyde faşizmi desteklemez. Zira
iktidardaki faşizm, tabiatı gereği, sermayenin küresel hareketlerini
kısıtlayacak, aşırı serbest piyasaya disiplin getirecek, kaynak kullanımını
denetleyecektir.
Neoliberal iktisat politikaları gelir eşitsizliği yarattı,
çalışanların kazanılmış haklarını kısıtladı, kamunun elinde olan bütün
hizmetleri özelleştirdi. Neo-faşistin söylemi, bu temelde, piyasayı değil
devleti yücelterek taraftar topluyor. Liberalin serbest piyasa
kapitalizmi ve enternasyonal kozmopolit kültürü ile faşistin devlet
denetiminde kapitalizmi ve geleneksel yerel kültürü (vatan-aile-ırk-kilise
vs) bağdaşmaz.
Avrupada faşizm sosyal demokrat ve sosyalist hareketlerin bıraktığı boşluğu
biraz gecikerek dolduruyor. Bu hareketlerin iktidarda uyguladıkları
programlar başarısızlığa uğradı, muhalefette savundukları programlar ise
bazı durumlarda ayırt edilemeyecek ölçüde neoliberalizme yaklaştı.
Mussolini hayranı Meloninin seçim kazandığı İtalyada Komünist Partisinin
popüler lideri Enrico Berlingueri, komünistlerin Hıristiyan Demokrat
Partiyle kurdukları, adına da Tarihsel Uzlaşma dedikleri ittifakı
(1970ler) hatırlayan var mı? İtalyan, İspanyol ve Fransız Komünist
Partilerinin benimsedikleri Avrupa Komünizmi ya da Avrokomünizm akımı,
Avrupa sosyalist solunu Sovyet sosyalizmi tartışmalarının, Pekin-Moskova
çatışmasının dışına çekerek yaşlı kıtaya özgü bir sosyalist iktidar programı
oluşturmaya çalıştı ve başarısızlığa uğradı. Amaç sosyalist solun o zamana
kadar savunduğu bütün şablonların ötesine geçerek ve orta sınıflara açılarak
kitle tabanını genişletmekti. Bu hareketler 1980lerde bir dizi seçim
yenilgisiyle marjinalleşti ve giderek sahneyi terk etti.
Fransada sol neredeyse tamamen silindi. Son seçimlerde neo-faşist Le Pen,
neoliberal Macronun kıl payı gerisinde kaldı. Bir sonraki seçimleri
kazanacağı neredeyse kesin gibi görünüyor. Bugün Fransada Mitterandın
1981-1995 arasında savunduğu, belli başlı sanayi kuruluşlarını
kamulaştırmayı, sendikaları güçlendirmeyi, sosyal yardımları artırmayı
öngören reform programını savunan ya da hatırlayan var mı? Tony Blairin
Üçüncü Yolu Avrupa sosyal demokrasisinin tabutuna son çiviyi çakarak yüz
yıllık sosyal demokrat geleneği neo-liberalizme yükleyip tarihe havale etti.
Bu arada Avrokomünist partilerin dönüşümü tamamlandı. Sovyetler Birliği
dağıldığında geleneksel sol derin bir krize girdi ve bir daha çıkamadı.
İsimlerini amblemlerini değiştirdiler. Mesela İtalyan Komünist Partisi adını
Demokratik Sol Parti olarak değiştirdi; sonra Solu atıp Demokratik Parti
oldu. Geleneksel solcu gruplar bütüncül devrim teorilerini ve tarihle
uğraşmayı bırakarak ekolojiyle; azınlık, göçmen, eşcinsel haklarıyla
ilgilenmeye başladılar.
Başarısızlığın ve güç kaybının ardından melez sol hareketler geldi. Her
türlü solcu grubun (programatik ve teorik ayrıntılarda, tarih yorumunda,
ideolojik tutumda ayrışan) içinde yer aldığı, aynı zamanda çevreci ve
feminist hareketler ortaya çıktı. Bunlar kendilerini geleneksel sosyalist
partilerin disiplinli kadro hareketlerine alternatif kitle hareketleri
olarak gördüler. Fakat ortaya tutarlı ve gerçekçi bir ekonomi programı, en
genelde yeni bir toplum tasarımı koyamadılar. Savundukları özgürlükleri
tanımlayamadılar, sınırlarını belirleyemediler.
Bu radikal karma hareketlerin gelişini ve gidişini Yunanistandaki Syriza
(Radikal Sol Koalisyon-İlerici İttifak) deneyimiyle modellemek mümkün.
Politik grevler ve muazzam kitle hareketlerinin eşliğinde iktidara gelen
Çipras ülke ekonomisi iflas ettiğinde emeğiyle geçinenleri kollayan kamucu
bir iktisat programıyla, başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerini
müzakere masasına davet etti. Avrupa ülkelerinin karar merkezi bu Keynesçi
asgari programı reddetti. Nakit akışını yeniden sağlamak için Yunan
hükümetine bir dizi koşul dayattılar. Koşullar referanduma sunuldu ve %61
oyla reddedildi. O sırada Avrupada Grexitten söz ediliyordu. Fakat Çipras
havlu attı. Günümüzde çağdaş bir Spartaküse yer olmadığı anlaşıldı. Ya
halkı ayaklandırıp devrim yapmayı deneyecekti ya da Avrupanın finans
merkezlerine teslim olacaktı.
İkincisini seçti. AB Komisyonu ve IMFnin alternatif programını uygulayarak
halkı kemer sıkmaya zorladığında, yenilikçi ve devrimci havasıyla birlikte
kendi kitlesinin güvenini de kaybetti. Syriza hızla dağıldı.reketi hızla
dağıldı.Ha Bereket yerini Altın Şafak Hareketine değil de Miçotakis
sülalesinin veliahtına bıraktı. O da AByi dengelemek için ülkesini Amerikan
ordusuna işgal ettirdi. Fransadan alınan Rafale savaş uçaklarını Ortodoks
Metropolitin Başbakanın huzurunda takdis ve kutsal suyla vaftiz ettiği
sahne hayret verici ve çok manidardı.
Özetle tekil toplumları ve birlik ülkelerini bir arada tutması gereken
siyasî merkez dağılırken aşırı sağ ve neo-faşist hareketler başarısız
sosyalist solun ve sosyal demokrasinin bıraktığı boşluğu doldurdular.
Neoliberalizmin yarattığı öfkeyi örgütleyen, herkesin anlayabileceği basit
ve açık bir programla kitlelerin önüne çıkan kişi, Mussolini sempatizanı
değil Mussolininin kendisi bile olsa, nüfusun önemli bir bölümü onun
peşinden gidecektir. Siyasî merkez oluşmadıkça ya da sol kendisini yeniden
tanımlayarak örgütlü bir güç olarak ortaya çıkmadıkça, faşizm hayaleti
Avrupa ülkelerine uğramaya ve bazılarına yerleşmeye devam edecektir(ya).
|