'Cahilce
Küstahlık Yelleri', Mümtaz Soysal
İDDİANAME’DEN beri söylenip yazılanlar,
içte ve dışta cahillikle küstahlık karışımı acıklı, ama aynı zamanda
kızdırıcı bir izlenim yaratıyor.
Temel neden galiba şu: Dıştakiler belki biraz haklı olarak, içtekiler de
ülkenin hukuk tarihi konusunda bilgi eksikliğiyle, Türkiye’deki
Cumhuriyet rejiminin 1960′a gelinceye kadar “Meclis üstünlüğü” ne
dayandığını, sonrasında da hukuk denetimine bağlı bir parlamentarizme
doğru gittiğini bilmiyorlar.
1924 Anayasası’na göre, TBMM, biraz İngiliz parlamentosuna benzercesine,
istediği her konuda istediği yasayı çıkarıp yürürlüğe sokabilirdi.
Anayasaya uygunluk koşulunu kendince sağlayarak. İsterseniz, buna
İngilizvari bir “Westminster parlamentarizmi” de diyebilirdiniz.
Ama, 1961 Anayasası ulusal egemenliğin kullanılışını, anayasal esaslara
uyma koşuluyla, başka organlara da vermiştir. Bunlar arasında, yasaların
ve siyasal parti çalışmalarının anayasaya uygun olmasını denetlemekle
görevli bir Anayasa Mahkemesi var. Başka birçok ülkede de görülen bu
sisteme “denetimli parlamentarizm” demek de pek yanlış olmaz.
Gelgelelim, siyasetçilerin çoğu böyle bir denetimi “siyasetin
zayıflatılması” olarak görüyor. Örneğin, koskoca Başbakan, bu denetimi
“milletin çıkarlarından ayrı bir devlet çıkarından söz etme” sayıp
“Milletsiz devlet olmaz” sonucuna vararak Meclis iradesini “milletin
çıkarları” yla özdeşleştirmekte, anayasaya uygunluk denetimini de
“devlet çıkarları” nın savunması diye eleştirmektedir. Vardığı sonuç,
“Siyaseti zayıflatmak, devleti zaafa uğratmaktır” diye özetlenebilir.
Daha doğrusu, çok basılıp parasız olarak çok dağıtılan bir gazete onun
demek istediklerini geçen günkü bir başlıkla böyle özetlemiş.
Bilinçli çarpıtma mı? Demagoji mi?
Yoksa, yargı denetiminin siyaseti anayasa sınırları içinde tutarak başka
türlü müdahalelerden korumak anlamına geldiğini unutmak mı?
Ama hayır, yalnız siyasilere özgü bir tutum değil bu. Aynı gazetenin o
günkü nüshası içte ve dışta çeşitli çevrelerin buna benzer görüşlerini
yansıtan sütunlarla doluydu. Örneğin, İhracatçılar Birliği Başkanı parti
kapatmalarının ve siyasal yasakların Türkiye’ye fayda sağlamadığını
vurgulayıp “ Enver Hoca’nın Arnavutluk’u olamayız” diyerek “Avrupa
sürecine dört elle sarılmalıyız” demekteydi. Dört elle sarılıp AB
sürecini sürdürmelerini beklediklerimiz ise meclislerinde ve
medyalarında “Yargı süreci sürerse AB süreci sürmez” demekten başka bir
şey söylemiyorlar.
Böyle bir ortamda, oradan oraya savrulmak yerine Türkiye’yi Türkiye’den
yönetmek için aklımızı başımıza toplamaktan başka çare var mıdır? Dıştan
esen rüzgârlarla savrulmak, toplanacak akıl da bırakmayabilir insanda.
|