Batı
usulü edepsizlik
BİR yandan bakıyoruz Adalet ve
Kalkınma Partisi (AKP) hakkında Anayasa Mahkemesi’nde açılan dava tabii
seyrinde ilerliyor.
Nitekim dün "davanın kabul edilmesine" oybirliğiyle karar verdiler.
Gerisi de usul ne ise ona göre yürüyecek.
"Seçmenden yüzde 47 oy alan parti kapatılamaz" diyenler de,
"Bu saatten sonra Türkiye’de parti kapatma olmaz" diyenler de kuzu
kuzu davanın sonunu bekleyecek.
Onlara beklemeleri gerektiğini öğreteceğiz de Avrupa Birliği’nin
sözcülerine ağızlarını tutmayı nasıl öğreteceğiz, o belli değil.
Son yıllarda iyice tadını kaçırdıkları, "Kaşınızı kaldırırsanız AB’ye
giremezsiniz"; "Bakışınız yumuşak olmazsa müzakereler sekteye uğrar"
türü ipe sapa gelmez tehditlerinden bıktığımızı hálá anlamamış olmalılar
ki son olarak Yargıtay Başsavcısı’nın açtığı davaya
taktılar. Onunla kalmayıp bağımsızlığını tartışamadıkları Anayasa
Mahkemesi’ni baskı altına alan demeçler verdiler.
Her konuya nane olan -kendisi eniştemizdir- Türkiye-AB Karma
Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk Bey’e göre, "Türkiye’de
siyasi sürece yargı darbesi yapılıyor"muş. "Yargı, halkın
çoğunluğunun seçimine yanlış diyor"muş. "Bu hiçbir şekilde kabul
edilemez"miş.
Türkiye’de ne olup bittiğini bunlar dürbünün tersiyle mi izliyor?
Bir defa kimse "yüzde 47’nin seçtiğini" tartışmıyor. İkincisi
"siyasi sürece yargı darbesi yapmak" ne demek? Bu adam Türkiye
Cumhuriyeti’nin yargı sistemini hiçbir hukuk devletinin ve
haysiyet sahibi hiçbir devlet adamının kabul edemeyeceği kadar ağır
şekilde suçluyor ve bu devleti yönetenler "Haddini bil efendi!"
demeye gerek duymuyor.
Bakıyorsunuz Avrupa Parlamentosu adına Türkiye hakkında
rapor hazırlayan Hollandalı parlamenter Ria Oomen-Ruijten
Hanım, Joost Bey’den geri kalmamış. O da "TBMM üçte iki
çoğunlukla ’üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasına’
karar veriyor, fakat uygulanmıyor. Ben dünyada böyle başka bir ülke
bilmiyorum" buyurmuş.
Bu hanıma biri, "Kendisini iktidara getiren Anayasa’nın temel
ilkelerinin ve ona dayalı rejimin altını oyan hiçbir iktidar gördün mü?"
diye sormalı. "Avusturya’da kendinize göre aşırı sağcı bulduğunuz
Jörg Haider’in koalisyon ortağı olmasına bile tahammül edemeyen siz
değil miydiniz? Haider’e o oyu Avusturya halkı değil de patatesler mi
vermişti?" demeli. "HAMAS’a oy veren Filistinlilerin oyları hangi
demokrasiye göre oy sayılmıyor söyler misiniz?" diye sormalı.
Son olarak aba altından sopa gösterme rolünü AB’nin "genişleme"sinden
sorumlu komiseri Olli Rehn oynadı. Açıkça söylemiyor ama "dava
kapatma ile sonuçlanır da Tayyip Erdoğan’a siyasi yasak konursa,
müzakere sürecini gözden geçirmeye mecbur kalabilirler"miş.
Demek Avrupa Birliği’ndeki dostlarımız (!?) üzülmesinler
diye, Türkiye’yi "Türkiye" yapan temel değerlerin altının
oyulmasına ses çıkarmayacağız. Böyle bir tehlikeyi yok sayacağız. Sonra
da onlar bize, "Türkiye’nin hukuk devleti ilkelerini tam olarak
uygulaması ve hukukun üstünlüğüne saygı göstermesi önemlidir"
dediklerinde samimiyetlerine inanacağız.
Hadi efendim sende!
Oktay EKŞİ
|