'AB’nin Türkiye ve
AKP’nin Avrupa Politikaları Neden Örtüşür?', Erol Manisalı
AB’nin Türkiye politikası soğuk
savaş sonrasında, daha da netleşti. “Türkiye’yi içine almadan
denetimi altına almak”, bu politikanın esasını oluşturuyor.
AB’nin Türkiye politikasında İngiltere özel bir konuma sahiptir.
Londra Washington’la birlikte “AB’nin de Türkiye politikasını
yönlendirmektedir”. ABD - İngiltere ikilisi, “Türkiye - AB sürecini
bir kaldıraç gibi kullanarak”, ülkeyi Batı kapitalizminin arka
bahçesi haline getirme çabasındalar. Aynen, Abdullah Gül’ün 8 Mart
1995’te TBMM zabıtlarına geçen konuşmasında belirttiği gibi.
İngiltere Türk kamuoyuna, “AB’nin gerçek politikasını gizleyen”,
farklı mesajlar verir. AB süreci tek yanlı olarak Türkiye’nin elini
kolunu bağlarken şunları söyler:
- Avrupa’nın Türkiye’ye ihtiyacı vardır.
- Türkiye’nin önünü kapatmamalıyız.
- Olumsuz şeyler söylemeye hiç gerek yok.
Çok haklıdırlar; İngiltere’nin, ABD’nin ve Batı’nın çıkarları,
“Türkiye’nin uyandırılmadan” denetim altına alınmasını gerektirir.
Aksi halde işgalin maliyeti Irak’ta ve Kafkasya’da görüldüğü gibi
çok yükselecektir.
Washington bu mesajları kimi zaman kendisi verir. “Avrupa üzerinden”
konuşması gerektiğinde, Londra’yı AB’nin sesi olarak kullanır.
Bush - Blair ikilisi AKP döneminde çok iyi çalıştılar. Bu üçlü
Batı’nın Türkiye ve Ortadoğu politikasını en verimli bir biçimde
yürüttüler. Ankara’nın BOP’a angaje edilmesinde de önemli
ilerlemeler sağladılar.
2000’li yıllarda AB’nin Türkiye politikası en açık haline ulaştı.
Önceki 6 Mart 1995 ipotek senedine, 17 Aralık 2004 ve 5 Ekim 2005
çerçeve belgelerini eklediler. “Türkiye’nin AB’ye alınmadan nasıl
Brüksel’in denetimi altına sokulacağını”, anlaşmalara madde madde
yazdılar.
Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’nin AB süreci, “Uyum adı altında
ülkenin sömürgeleştirme süreci olarak işletilmektedir”.
AKP’nin Brüksel’le işbirliği
Peki, AKP’nin AB politikası nedir? AKP’nin üst yönetimi uygulamaları
ve açıklamaları ile “AB’nin Türkiye politikasına” destek veren bir
duruş sergilediler. AKP üst yönetiminin bu duruşuna destek vermeyen
Abdüllatif Şener ve Nevzat Yalçıntaş gibi isimler tasfiye edildiler.
- AB bizi içine almak istemiyor. Biz de zaten, onun içine girip
onlar gibi yaşamak istemiyoruz; bizim Türkiye’de istediğimiz
yapılanma, onlardan çok farklı.
- Avrupa’nın, “Amerikan modeli ılımlı İslama sıcak bakması”, bize de
uyar, burada da anlaştık.
- Biz sizin “Türkiye politikanıza” destek vereceğiz; siz de bizim
yeni Türkiye politikamıza destek çıkın, arkamızda durun, önümüzdeki
engelleri temizleyin.
AKP, 2002 - 2008 döneminde AB’nin Türkiye politikasına destek vermek
için elinden geleni yaptı. Sıralayalım:
1) İktisadi olarak, Batı tekellerinin Türkiye’ye yerleşmeleri için
“Avrupa’da yapılmayan” özelleştirmeleri ve dış satışları yaptı.
2) AB’nin iktisadi, siyasi ve kültürel çıkarları doğrultusunda talep
ettiği her türlü yasayı TBMM’den geçirdi. Osmanlı’daki
kapitülasyonları büyük ölçüde geri getirdi.
3) Kıbrıs’ta, Irak’ta, Kosova’da, Gürcistan’da, Ermenistan’da ve
Karadeniz’de AB ve ABD taleplerini yerine getirdi.
AB yetkilileri şunu söylediler: “Cumhuriyet dönemi boyunca en uyumlu
çalıştığımız hükümet AKP iktidarıdır.” AKP üst yönetiminin
politikası ile AB’nin Türkiye politikası, “bir alışveriş meselesidir”.
AB’nin 22 Temmuz 2007 seçimlerinde, kapatma davasında ve
Ergenekon’da aldığı yanlı tutum, bu alışverişin doğal bir sonucudur.
AB ve ABD’nin özellikle son 10 yılda Türkiye’deki siyasal İslama
doğrudan destek vermeye başlamaları Türkiye’deki iç dengeleri
çatırdattı. Türkiye’deki “geleneksel Batıcı güçlerle”, Batıcı
siyasal İslam çatışmaya başladılar.
Tayyip Erdoğan - Aydın Doğan çatışmasının arkasındaki önemli
nedenlerden birisi budur. Buna, “Türkiye ve bölge üzerindeki küresel
çıkar çatışmaları da eklendi”.
ABD - İngiltere ikilisinin bölgede öne çıkması, Rusya ve Almanya’nın
tepkilerine yol açıyor. Bu tepkilerin ucu, Türkiye’nin iç
dengelerine yansıyor.
Ergenekon ve Deniz Feneri olayları buzdağının su yüzündeki küçük
uzantılarıdır.
|