Türkiye ve Dünya Gerçekleri

TransAnatolie Welcomes You  to Turkey

 

Türkiye ve Batı


 

 

Home ] Up ] Türkiye Gerçekleri ] Strateji ve Politikalar ] İçerik ] Ara ]

 

 

Batı Analizi ] ABD Gerçekleri ] Avrupa Gerçekleri ] AET'nin Evrimi ] [ Türkiye ve Batı ]

 

 

Up
AB ve Biz

Türkiye & Batı: Çok Yaşa AB, Çok Yaşa ABD!..

   

Bizim yapamadığımızı, sağ olsunlar Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri yapıyor!
Türkiye ister istemez her ikisinden de ve işin güzeli onların hataları, dangalaklıkları sayesinde kopuyor, uzaklaşıyor.

Burada okuyucunun aklına hemen AKAPE unsuru gelecek haklı olarak. Çünkü "Tamam ABD ve AB'den uzaklaşıyor ama şeriata da yaklaşıyor…" denebilir çok kolayca.

Emperyalistlikleri bakımından farkları yoktur elbette, al birini vur ötekine… Ama daha derine, daha özele inildiğinde gerek dünyaya gerekse Türkiye'ye bakışlarında ciddi farklar vardır. Olmak zorunda!

Avrupa'nın bir kültürü, sanatı var. Bu bakımdan Amerika tam bir köylü. Avrupa da beğenmez bu yönüyle Amerika'yı. Haklıdır da…

Buna karşılık Avrupa da ihtiyarlamıştır. Amerika gibi bir hayta ile en başta askeri açıdan başa çıkamaz. Sosyal yapıları çok farklıdır. İktisadi açıdan çıkarları yer yer ciddi biçimde çatışmaktadır artık.

Dolayısıyla Amerika'ya, adını Ilımlı İslam koyduğu, içeride istediği kadar mürtecileşebilecek bir Türkiye gerekli ve yeterlidir. Ama Ilımlı İslam'la şeriat arasındaki olmayan farkı Avrupa fark eder, ediyor… Avrupa'da AKAPE'yi de çok iyi okuyan çevreler var. Çok kuvvetli bir şeriatçı damar barındıran, sayıları çok hızlı artan 30 milyon Müslüman'ın yaşadığı bir Avrupa'da bu fark ediş hem doğal hem kaçınılmaz!..

Şeriatçılık, Siyasi İslam Avrupa için, Avrupa değerleri için de bir tehdit. Çünkü bu Müslümanlar, bulundukları ülkelerde kısa sürede vatandaş olmalarını sağlayacak haklara da sahip. Bu ise söz konusu Müslüman unsurların o ülkelerin karar mekanizmalarında gittikçe daha çok söz sahibi olması demek.

Yüzyıllarca kendi Hıristiyan şeriatçılığından yani Kilise bağnazlığından, despotizminden çok çekmiş, Kiliseyi kamu hayatından çıkarıp Kilisesine hapsedebilmek için az bedel ödememiş bir Avrupa, yağmurdan kaçarken doluya tutunmak istemeyecektir herhalde…

Bu nedenle Avrupa'nın içinde, yakınında, yanında yöresinde ve laik bir Türkiye Avrupa için de hayati çıkar demektir. Çünkü tamamen Amerika'ya yaslanmış, içeride alabildiğine İslamcı bir Türkiye, Avrupa'daki büyüyen Müslüman güç üzerinde çok olumsuz etkiler yaratacak bir kötü örnek olur. Laik ve modern Türkiye ise, aynı güç için bir frendir.

Ama, Avrupa'nın karar vericileri, Kıbrıs'tı, tam üyelikti, PKK'ydı, Ermeni iddialarıydı, TSK'nın pasifize edilmesiydi derken, hem Türkiye'yi çok yordu, hem de AKAPE'yi sadece istediği amaçlar için kolayca kullanabileceği ideal bir taşeron olarak gördü.

AKAPE'yi ve Türkiye'yi yanlış okudular. AKAPE, Avrupa'nın tam üyeliği engellemek için ileri sürdüğü bahaneleri, gerçekten Türkiye'yi AB'ye tam üye yapmak için yerine getirmiş değil. Çünkü tam üyelik gibi bir niyeti yok. Asla olmadı!

AB içinde de önemli ve etkin bir gurup aynı kanaatte: Türkiye AB'ye tam üye olmamalı!...

Ancak hangi Türkiye?!...

AB bir bakıma modern ve laik bir Türkiye'yi reddetmiş oldu. Ama AB'nin dışında kalacak olan Türkiye artık AKAPE'nin Türkiye İslam Cumhuriyeti, ABD'nin Ilımlı Türkiye İslam Cumhuriyeti!..

Türkiye'nin demokrasisi de, insan hakları düzeyi de, ekonomisi de, toplumsal yapısı da öteki Müslüman ülkelerin hepsinden teker teker ve toplam olarak çok daha iyiydi. AB'nin içinde daha da iyi olabilirdi; çok zengin bir potansiyele sahip olduğunu onlar da biliyor. Şeriat tehlikesi de olmazdı.

Oysa şimdi Türkiye en başta bu tehlikenin kıyısında, hatta içinde! Onlar AKAPE'yi değil, AKAPE onları kullandı. Darbeleri önlemenin yolu çok daha ağır bir başka darbeye çanak tutmak olmamalıydı. Kaldı ki TSK da zaten hiçbir defasında iyi işleyen, sağlıklı bir demokrasiye müdahale etmiş değil. Siviller işi ağızlarına yüzlerine bulaştırıp, çığırından çıkarınca müdahale ettiler… Türkiye'yi yöneten siyaset mekanizmasının bu vahim hatalarında da Avrupa'yı tamamen masum saymak mümkün değil. O gerici, dini her an siyasette kullanan, antidemokrat iktidarların tamamı hem Amerika hem Avrupa tarafından desteklendi. Bu ülkede demokrasinin olmazsa olmaz ayağı sayılması gereken sol, sendikalar, emek hakları yok edilirken, o medeni Avrupa, o Orhan Pamuk için, Elif Şafak için, PKK için yırtınıp duran Avrupa kös dinledi. Şimdi ise PKK'ya oynamaktan baksa çaresi yok. Kendileri, bir daha Çanakkale'ye gelemez çünkü. Halbuki dökme suyla da kuyu dolmaz. El pijamasıyla yatılmaz!..

Türkiye gibi bir ülke, bir dev potansiyel el pijamasıyla, taşeron kullanarak çökertilemez. Yorulur, yıpratılır, yaralanır ama çökertilemez.

Mustafa Kemal'in Türkiye'si nasıl bir Sovyetler Birliği buldu? 2007'nin Türkiye'si de Amerikasız bir dünya bulur, bulacaktır. Türkiye AB'siz de yapar, ama onlar Türkiye'siz ne yapar göreceğiz.

Aynı değerlendirmeler Amerika için de söz konusu.

Koskoca Amerika, koskoca Türkiye yerine PKK, Talabani, Barzani gibi çapulcuları tercih etmek zorunda kalıyorsa gerçekten zor durumda demektir.

Kıbrıs'ı, ambargoları, haşhaş yasaklarını, U-2 casus uçaklarını, yani geçmişi bir yana bırakalım. Son beş yılda bile nelere tanık olduk. Irak'ın işgalinden bu yana… Çuval olayından PKK'nın resmen desteklenmesine kadar!..

Türk-Amerikan ilişkilerinin bu yükü taşıması mümkün mü?

Türk ordusunun Irak'a girmesi, biz istemesek dahi, AKAPE geri kalmışlarının geveledigi gibi sadece Kandil dağıyla, sadece PKK ile hatta Barzani peşmergeleriyle sınırlı kalabilir mi? İran karışmayabilir mi, Amerika karışmayabilir mi?

Kaldı ki… Biraz daha geniş düşünelim. Türkiye'nin gıkı çıkmasa bile Amerika'nın bundan sonra özellikle Ortadoğu'da uslu durması mümkün mü?

Amerikan edepsizlikleri ve zorunlu saldırganlıkları yüzünden bütün dünya ve bize göre dünyanın eklem yeri olan Türkiye bir dönüm noktasında. Çünkü Amerika ve dünya bir dönüm, hatta kırılma noktasında.

Herkes kendisine yeni bir yön çizecek… Türkiye, siyasi karar vericileri ne düşünürse düşünsün, ne yaparsa yapsın ne Avrupa Birliği ile ne de ABD ile bu ilişkileri bu haliyle sürdüremez.

ABD ve AB bilinen kabalık ve dangalaklıklarıyla ve AKAPE'yi kullandıklarını sanarak Türkiye'yi yeniden dört başı mamur bir bölgesel güç olmaya, reflekslerini geliştirmeye, uyuşmuş eklemlerini açmaya, yeni tercihler yapmaya itmektedir. Ordusunu kullanmaya zorlamaktadır. Hatta tuhaftır, kör kör devam etmektedir bu zorlamaya…

Amerika da, PKK da, Talabani-Barzani de, hatta Avrupa da sonucunu bilmedikleri bir kumar oynuyorlar. Hem de her biri ellerinde içinde tek kurşun bulunan tabancaların tetiğini aynı anda çekerek, çekmeye hazırlanarak… Elbette oyunun Türkiye, Suriye, İran gibi diğer aktörleri de ister istemez aynı ölümcül kumara katılıyor. Bir başka anlatımla katılmak zorunda oldukları, katılmaya zorlandıkları kumar böyle bir kumar.

Talabani-Barzani Kürtleri, Amerika'nın, Irak'ın Amerikan karşıtı unsurların bulunmadığı tek bölgesi olan Kuzey Irak'ta kaos istemeyeceğini düşünüyor. Daha da önemlisi ezeli rüyaları Bağımsız Kürdistan için en ideal ortam içinde bulunduklarına inanıyorlar. Türkiye'nin kendisi için bu şekilde oluşacak büyük tehlikeyi görmeyeceğini, görse bile harekete geçemeyeceğini sanmak istiyorlar. Amerika'nın derdinin Irak'tan Türkiye'ye yönelik saldırıları durdurmaktan ziyade Kuzeyde düzeni sağlamak olduğunu, Türkiye'nin de Amerika'ya itiraz edemeyip kendi çıkarlarını onunkilere tabi kılacağını umuyorlar. Onların kumarı bu.

Kumar, çünkü eski camlar bardak oldu.Köprülerin altından sular aktı. Türkiye-ABD ilişkileri zaten hasarlıydı. Daha da yıprandı.. Üstelik bu artık fark ve kabul ediliyor.

Ama yine de herkes, sonucunu kestiremediği bu kumarda kendisi kazanmak için karşı tarafı "pas" demeye zorluyor.

İslam dünyası bir türlü Amerika'ya gerektiği gibi rest çekemiyor; onun için önemli bir tehdit oluşturmuyor. Ama Amerika'nın iti ite kırdırma politikaları da devam ediyor. Şimdi de Şiilere karşı Sünnileri kullanıyor. Çünkü Sünniler değil, Amerika için Şiiler ve İran bir tehdit. Bu nedenle İran'a karşı bir koalisyon oluşturmaya uğraşıyor.

Avrupa'nın, bu politikalara karşı mevcut ve olası tavrı elbette önemli; ama daha da önemlisi İran'ın komşuları ve tabi bunların en önemlisi olan Türkiye'nin tutumu.

Oysa Amerika burada da bir büyük hata yapıp Kürt kartına oynuyor. Böylece hem İran'ı ama hem de Türkiye'yi karşısına alıyor, hatta bu iki ülkeyi birbirine yaklaştırıyor. Türkiye-İran ittifakı ise, şu koşullarda Amerika'nın rüyasında bile görmek istemeyeceği bir ittifak..

Amerikalı özel istihbaratçı George Friedman, bütün bu değerlendirmelere özet olabilecek yorumu şöyle:


"El Kaide ve yüzyıllarca önemli bir etki alanı yaratamamış olan İran dışında, bölgeye düzen getirmeye soyunabilecek tek ülke olarak Türkiye'yi görürüz. Türkiye doğu Akdeniz, Kuzey Afrika, Arap Yarımadası, Kafkaslar ve Rusya'nın derinliklerindeki çeşitli noktalara hakim olan Osmanlı İmparatorluğu'nun varisi. İmparatorluğun çökmesi, Anadolu'da içine kapalı bir devlet gibi tuhaf bir durum yaratmış; İkinci Dünya Savaşında da son derece temkinli davranan, soğuk savaşta ABD ile ittifak kuran Türkiye, pasif bir rol oynamış; ya gidişatı başkalarının inisiyatifine terk etmiş, ya da stratejik topraklarının kullanılmasına izin vermişti.

Bu durum çok büyük ölçüde değişti. Türkiye 2006'da Suudi Arabistan dahil tüm Müslüman ülkelerininkinin üzerinde dünyanın en büyük 18'inci ekonomisine sahip; yüzde 5-7 arasında büyüyen bir ülke. Ürettiklerinin tamamını satmıyor, önemli bir kısmını tüketecek bir orta sınıfı da var. Güçlü ve kararlı bir orduya sahip; kurumlarla ideolojiler arasındaki gerilimleri iyi idare edebiliyor.

Buna karşılık çevresi tam bir sorunlar yumağı. Irak dışında Kafkaslarda, Balkanlarda, ciddi sorunlar yaşanıyor. Doğu Akdeniz'den Hürmüz Boğazsına kadar uzanan güneyi son derece gergin. Hüsnü Mübarek'in görevinden ayrılması halinde Mısır'ın ve Doğu Akdeniz'in geleceği de belirsizleşebilir. Yunanistan, artık eskisi gibi Türkiye'ye meydan okuyacak durumda değil. Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi reddetmesi de ülkeyi, tam üyelik umudunun dayatabileceği baskılardan kurtardı.

Bölge istikrarı konusunda Türkiye'nin köklü çıkarları var. Oysa Artık ABD'yi istikrar sağlayan bir unsur olarak görmüyor. Avrupa'yı ise tek tek ülkeler olarak da AB olarak da düşmanca ve iktidarsız bir varlık sayıyor. Rusya'nın Türkiye sınırlarına geri dönmesini, uzun vadeli bir tehdit olarak; İran'ı, Osmanlı ataları gibi kendi içine kapalı durgun bur su olarak görüyor. Suriye ve Irak'ın, müttefiki İsrail'in, Arap Yarımadasının geleceğiyle çok yakından ilgileniyor.

Türkiye'yi hızla yükselen bir bölgesel güç olarak, ya da en geniş anlamda, kökleri Anadolu'da bulunan ancak içine kapalı politik, ekonomik ve askeri güç planları yapan, muazzam stratejik güce sahip bölgesel bir egemen haline gelme sürecinin başlarındaki bir ülke olarak görmek gerekir. Ulusal güvenliğini sağlama konusunda ABD'ye yaslanma arzusu 2003 ile birlikte sona ermiştir. Karşılıklı çıkara dayalı konularda ABD'yle işbirliğine hazırdır, ama bağımlı bir güç olarak kalmak istememektedir.

Bu yükseliş henüz ilk aşamalardadır. Türkiye'nin ekonomisi de, iç politikası da, dış politikası da son beş yılda anlamlı değişimler yaşamıştır. Türkler, temkinli bir biçimde, bölge çapında etki yaratan olayları harekete geçiriyorlar. Irak'a müdahale, 1990'lardan beri izlenen siyasetin basit bir tekrarı gibi görülebilir; ama mevcut durumda, kendi doğal çıkarlarına ABD'den bağımsız bir biçimde doğrudan doğruya sahip çıkmayı istiyor da olabilir.

Yugoslavya'nın çöküşü, Türkiye'yi geleneksel çıkarlara sahip olduğu bir bölgeye doğru çekti. Rusya'daki gücün çöküşü ve yeniden doğuşu, Türkiye'nin Kuzey Kafkaslara bakmasına neden oldu. Arap dünyasında yaşanan kaos, Türkiye'yi güneye doğru çekti. Türkiye'nin atacağı adımlar üzerindeki ABD ve Avrupa kısıtlamaları, Batı stratejisinin sonuçları nedeniyle acınacak biçimde eridi. Türkiye, ABD ve Avrupa'nın Türkiye'nin çıkarları karşısında ya etkisiz ya da düşmanca tutum almasıyla birlikte, bu bölgelere düzen getirmesi gerektiğine inanıyor.

Bölgenin geleceği dikkate alındığında, kendi tutarlı varlığını ifade etme konumunda olan tek ülkenin Türkiye olduğu söylenebilir. En yakın rakibi İran, ne Türkiye ile rekabet edebilir, ne de nükleer güce sahip dahi olsa onunla eşit güçte değil. Türkiye tarihsel olarak bölgenin hakimi durumundaydı. Bu tarihsel rol, bölgesel kaostan geriye kalan parçaları tek tek toparlamak biçimine büründü. Bizce şimdi bu yönde harekete geçmiş durumda.

Kürt sorunu konusundaki mevcut tutumu, aslında basit bir ilk adım niteliğini taşıyor. Bu tutumu önemli kılansa, Türkiye'nin Avrupa ya da Amerikan çıkarlarını bir yana bırakarak kendi çıkarlarını ifade etmeye başlaması... Türkiye'nin Amerika ile olan bağımlılık ilişkilerine son vermesi, Irak'a girip girmemesinden çok daha önemli. Irak'taki ABD işgali, dünya çapında birçok süreci harekete geçirdi, birçok fırsat penceresi açtı. Türkiye'nin hamlelerini seyrederken, bu hamlelerin istikametinden çok, hırsının ne ölçüde sınırlandırılabileceğini merak ediyoruz."

Bu değerlendirmede Türkiye'ye yönelik olumlu tespit ve öngörüleri fazla iyimser bulabilirsiniz. Günümüz koşullarında fazlasıyla bir yılgınlığın söz konusu olduğu, yaratıldığı malum.

Ama bu bir "Amerikan" değerlendirmesi… Dünyada hadiselere, özelde Türkiye'ye çok farklı bakanların bulunduğunu da bilmek lazım. Hatta Amerikalıların bile!..

Öte yandan bu değerlendirmede en çok dikkati çeken husus, mevcut siyasi karar mekanizmasına, yani AKAPE'ye hiç değinilmemiş olması. Demek değerlendirme sahipleri, ki Amerikan karar vericilerinden tamamen bağımsız oldukları söylenemez, AKAPE'yi bir anlamda Türkiye'ye karşı kullanmakla birlikte, Türkiye konusunda onun hiç de belirleyici olmadığını saklama gereği duyulmamış. Yani Türkiye denince başka odaklar, başka dinamikler esas alınıyor.

İkincisi… Değerlendirme, AB'siyle ABD'siyle Batı'nın Türkiye'yi kaybettiğini ve daha önemlisi bu kaybedişteki vahim hataları "Türkiye artık AB ve ABD çıkarlarına göre değil kendi çıkarlarına göre hareket edecek" ifadesiyle ve büyük bir açıklıkla ortaya koyuyor…

Üçüncüsü… Türkiye mevcudu ve potansiyeliyle çok iyi değerlendirilmiş.

Dördüncüsü… Batı, itip kaktığını, bir takım ucuz işbirlikçiler aracılığıyla sömürgeleştirdiğini sanırken, işte bu Türkiye'yi kaybediyor. Düşünün ki; Türkiye, bir işlevinin kalıp kalmadığı hiç önemli değil, bir NATO üyesi. Avrupa ülkelerinin tamamı ve Amerika da… NATO'nun amacı, kuruluş tüzüğüne göre, üyelerden herhangi birine yönelecek bir dış saldırıya hep birlikte karşı koymak. Oysa bakın manzaraya! Türkiye dışarıdan gelen PKK saldırılarıyla karşı karşıya; ama bütün NATO ortakları, Türkiye'yle birlikte bu saldırılara karşı koymaları gerekirken, tam tersine saldırana sahip çıkıyor, hatta apaçık destekliyor; Türkiye tavır koyacağı zaman elini kolunu bağlayıp "sakın ha!..." diyor. Teşvik ediyor, para veriyor, silah veriyor o saldırgana…

Bu bir aldatma… Bu bir ihanet!..

Böyle bir ilişkinin devam etmesi mümkün mü!?..

Öte yandan…

Batı'nın tüm ukalalarının, ama çok daha önemlisi Amerika'nın çok ciddi iktisadi ve sosyal sıkıntıları var. Elbette akşamdan sabaha derin bir çöküşten söz edilemez; ama hepsinin de geleceğe dair, hatta yakın geleceğe dair çok ciddi kaygıları var. Sağlık, eğitim acınacak durumda. Yoksulluk, işsizlik diz boyu. Artık oralarda da kapkaç var. Oralarda da metro sistemleri, New York'taki gibi en güvenliksiz yerler. Oralarda da yaralanmış yerde yatan bir insana kimse dönüp bakmıyor. Yaşlılar alabildiğine sahipsiz. Doğum oranı düşük, nüfus son derece yaşlı. Ve artık eski kaba sömürü olanakları olmadığı gibi, sömürecekleri toplumlarda kan bırakmadıkları için kibar sömürü olanakları da çok sınırlı. Dünyanın büyük güçlerine kafa tutacak askeri güçleri yok. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kendi içlerinde oluşturdukları güvenlik ortamıyla, birbirlerine saldırmayacaklarının ve Rusya dışında dışarıdan saldırı gelmeyeceği garantisiyle idare ediyorlar. Yoksa kendilerinin öyle eskisi gibi silahlı külahlı emperyalistlik yapacak halleri yok.

Amerika ise, bütün kostaklanmasına rağmen gittikçe daha çok kağıttan kaplan haline geliyor. Cerbeze halinde tüketen o üç yüz milyonluk nüfusuyla Amerikan ekonomisi dolar basarak, yani düpedüz dünya çapında kalpazanlık yaparak ve dış krediyle, bir tür borçla ayakta duruyor. En büyük kredi alacaklısı da Çin!.. Lakin, muazzam üretim gücünü ancak çılgın tüketimle ayakta tutabilen Amerika, 11 Eylül 2002'den bu yana bir tüketim tutukluğu yaşıyor. Tıpkı bizdeki gibi, Amerikalılar da geleceği yeterince güvenli görmedikleri için daha dikkatli harcıyor. Bu ise tüketimin en hızlı olduğu dönemde bile fazla veren üretimi daha da sıkıntıya sokuyor. Ürettiklerini satmakta güçlük çeken firmalar başka ülkelere kaçıyor. Böylelikle belki firmaların sorunu çözülüyor, ama bu kez işsizlik artıyor.

Yani Amerika'nın derdi sadece enerji kaynaklarına sahip ülkeleri, gerekirse askeri saldırı, işgal pahasına kontrol altında tutmak değil. Asıl sorun içerideki iktisadi ve sosyal çöküş. Bunu önlemek için en başta doların krallığının devam etmesi gerekirdi. Oysa Amerika, bu konuda önce Avro'ya geçen, refaha alışmış, tüketim potansiyeli çok yüksek Avrupa'yı kaybetti. Bunu başkaları takip etti.

Daha geniş açıdansa, yukarıdaki nedenlerle, en temelde içerideki toplumsal düzenini koruyabilmesi için Amerika'nın imparatorluğunu sürdürmesi, bunun için de iktisadi, sosyal, siyasi, askeri açıdan bütün dünyanın onun güdümünde olması gerek. Irak'a saldırının, Büyük Ortadoğu Projesinin Ukrayna, Gürcistan, Orta Asya, Pakistan, Türkiye, vb., dünyanın çok çeşitli yerlerinde gittikçe daha çok ağzına yüzüne bulaştırarak da olsa debelenip durmasının nedeni bu; sadece petrol değil. Askeri, siyasi, sosyal açıdan ne adar geniş alana hakim olursa, o kadar "imparatorluk" olur; olacaktır. Ne kadar "imparatorluk" olursa, kendi halkını ve şirketlerini o kadar memnun eder.

İşte Amerika bunun için mızraktaki çuval gibi orayı burayı dürtüp duruyor. Evet mızraktaki çuval gibi. Yani kör!.. Yani görerek, bilerek, bilinçle, akıllıca değil. Artık her şeyi ağzına yüzüne bulaştırıyor. İzlediği politikaların bizim ve dünyanın zararına olmasını kast etmiyoruz burada. Kendi çıkarına da uygun değil. Türkiye 50-60 yıldır Amerika'nın çıkarlarına aykırı mı hareket etti ki, şimdi Türkiye'yi değil de el kramponuyla maça çıkardığı çapulcuları tercih etmektedir? Nasıl olur da Türkiye'yi veya başka bir bölge ülkesini değil de o çapulcuları desteklemeyi kendi çıkarlarına uygun bulur? O kadar yapay bir yapıyı?.. Kendisi bölgeden çekiliverince tarümar olması kaçınılmaz bir yapıyı?..

Efendim bölgeye ve petrole hakim olmak istiyor da ondan!.. Mış!

ABD bölgeye hakim değil miydi? Suudi Arabistan basta olmak üzere Körfez ülkelerine mi hakim değildi? Şah'ın İran'ına mı hakim değildi? Ürdün'e, Lübnan'a, Mısır'a, hatta Türkiye'ye, hatta hatta Irak'a mı hakim değildi?

Ufak tefek dik başlılıkları, kadim müttefiki İsrail yapmıyor muydu? Yapmıyor mu?... Zaman zaman Avrupa bile diklenmiyor mu? Müşerref Amerika'nın adamı; Benazir Amerika'nın adamı; Benazir'i Pakistan'a Amerika gönderdi; ama Butto hanım az kalsın parçalanmıyor muydu?

Kısaca Amerika'nın politikaları kendi çıkarları açısından da akılcı değil bize göre. Son derece tehlikeli adımlar atıyor.

Bunun başkaları tarafından hissedilmemesi, far edilmemesi, görülmemesi de mümkün değil. Nitekim herkes mevcut ve muhtemel Amerikan çılgınlıklarına kaşı kendi çıkarlarına ve güçlerine uygun tedbirleri alıyor.

Amerika nasıl Ukrayna'da, Gürcistan'da, Orta Asya'da, Türkiye'de, İran'da, Avrupa'da, Ortadoğu'da bir şeyler yapıyorsa, örneğin Çin de gidip Amerika'yı arka bahçesinde Latin Amerika'da kuşatıyor. Ekonomik açıdan kuşatıyor.

Rusya askeri, iktisadi ve giderek toplumsal açıdan hızla toparlanıp eski gücüne kavuşuyor.

Japonya zaten bir ekonomik dev.

Daha da önemlisi ve vahimi…

Bu güçlerin hemen hepsi askeri açıdan bir karşılaşmaya da hazırlandıkları izlenimini veriyor.

Dünya matbuatı ve onun hınk deyicisi Türk basını her ne kadar böyle şeylere karşı üç maymunu oynuyor iseler de, Amerika ve Rusya aynı tarihlerde geçen Ekim'in ikinci yarısında yani aynı anda çok ciddi askeri manevralar yaptılar. Rusya'nın tatbikatı topraklarının hemen tamamını kapsadı. Amerika'nın düzenlediği savaş oyunlarının adı Vigilant Shield (Tedbir Kalkanı) idi.

Rusya Devlet Başkanı Putin, geçtiğimiz Ağustos ayında, Sovyetler Birliğinin dağılışından sonra ilk kez olmak üzere, Pasifik ve Atlantik Okyanusları ve Kuzey Denizi üzerinde uzun menzilli Rus bombardıman uçaklarının uçmaya başlayacağını açıkladı.

Rusya ve Çin Şangay İşbirliği Örgütü çerçevesinde yine Ekim ayında, Rusya'nın Volga ve Batı Çin'deki Urumçi bölgelerinde, Doğu Avrupa ve Balkanların askerileştirilmesini de kapsayan NATO ve ABD tehditlerine karşı büyük askeri tatbikatlar gerçekleştirdi.

Resmi açıklamalara göre, ABD'nin Vigilant Shield tatbikatı, olası bir terör saldırısı veya doğal afete karşı bir hazırlık çalışması. Pentagon ve İç güvenlik birimlerinin yanı sıra Hava kuvvetlerinin de esaslı biçimde katılacağı bu tatbikat, bu özellikleriyle bir anti terör hazırlığından çok bir savaş hazırlığını andırıyor. Çünkü Kuzey Amerika'yı tamamen kapsayan manevralar batıda Pasifik Okyanusunun kuzeyini de içine alarak Rusya ve Çin'in uzak doğu sınırlarına kadar uzanıyor; hatta NATO anlaşmasının beşinci maddesine göre Kanada ordusunun da katılımıyla bu ülke topraklarını da kapsıyor. Ayrıca İngiltere ve Avustralya da katılıyor tatbikata.

Ve bu tatbikat, ABD'nin İran'a yönelik saldırısından yoğun bir şekilde söz edildiği bir döneme rastlıyor.

Bitmedi.

Amerika'nın bu tatbikatından hemen önce, 13-15 Ekim tarihleri arasında Japonya da, doğu denizlerinde Pasifik Kalkanı-07 adı altında Avustralya, Fransa, yeni Zelanda, Singapur, İngiltere ve ABD'nin de katılımıyla büyük manevralar düzenledi. Tatbikatın açıklanan amacı çok tanıdık: "kitle imha silahlarının yayılmasını engellemek!.."

Ancak, olası bir terör saldırısını ve/veya kitle imha silahlarının yaygınlaşmasını önlemek şeklinde açıklamalar, öyle anlaşılıyor ki yine tam anlamıyla bir aldatmaca. Asıl amaç, ürpertici bir yorum belki ama, daha geniş daha top yekun bir konfrontasyona hazırlık. Çünkü gizli askeri belgelerden söz eden Pentagon yetkilileri, 11 Eylül İkiz kuleler saldırısına atıfta bulunarak apaçık "İkinci bir terörist, İran, Suriye gibi bazı bilinen hedeflere bir misilleme vuruşu yapılmasına neden ve fırsat yaratabilir" diyorlar (Washington Post, 23 Nisan 2006)

Amerika'nın bir terör saldırısı veya bir doğal afet resmi gerekçesiyle açıklanan, Vigilant Shield Tatbikatı ise asıl Rusya ve Çin'le bir çatışma senaryosu üzerine kurulmuş. Bush yönetimi, Çin ve Rusya'nın, İslamcı terörizmi desteklemekle suçladığı İran'a arka çıktığını iddia ediyor. Nitekim geçen yılki Vigilant Shield tatbikatında büyük bir savaş senaryosu benimsenmiş ve Ruebek (Rusya, Churiaa (Çin), Irmingham(İran) ve Nemazee (Kuzey Kore olmak üzere dört düşman belirlenmişti. (Michel Chossudovsky, Global Research, 6/17 Ekim 2007, www.sendik.org)

Kısaca…

Hazır bu fırsat gümüş tepsi içinde bizzat kendileri tarafından sunulmuşken, Amerika ve AB yumuşakçalığından kurtulup kendi ayaklarımız üzerinde durmanın tam zamanı. Çünkü Türkiye, Chossudovsky'nin çizdiği o dehşet verici kapışma tablosunun en kritik noktalarından biri, hatta belki birincisidir.

Biz yazıp söyleyince ne faşistliğimiz, ne ırkçılığımız, ne milliyetçiliğimiz kalıyordu. Yaşasın AB ve ABD

Sağ olsunlar… Var olsunlar!...

 

Ali Tartanoğlu
 

   
   
   
 
 

 
   
   
   

 

 

 

Home ] Up ] Türkiye Gerçekleri ] Strateji ve Politikalar ] İçerik ] Ara ]

Batı Analizi ] ABD Gerçekleri ] Avrupa Gerçekleri ] AET'nin Evrimi ] [ Türkiye ve Batı ]