Türkiye ve Dünya Gerçekleri

TransAnatolie Welcomes You  to Turkey

 

Vak’a


 

 

Home ] Up ] Türkiye Gerçekleri ] Strateji ve Politikalar ] İçerik ] Ara ]

 

 

Veled ] Diriliş ] İzlemler ] Egemenlik ] BOP ] Harekat ] Yalnız ] Hedef ] Çözüm ] İhanetler ] İçimizdekiler ] Kim ] Melezya ] Yağmâ ] Kurnazlık ] Kutuplar ] [ Vak’a ] Eşitlik ] Küstahlık ] Savaş ] Arkeoloji ] Şeriat ] Öngörü ] Tahmin ] Tanzimat ] Süreç ] Politikalar ] Türkolog ] Karne ]

 

 

Up

 

Patolojik Vak’a Sarkozy’ninki mi? Yoksa Bizimki mi?

 
 

Fransa’nın, “Türkiye-AB görüşmeler sürecine ilişkin metinden üyelik perspektifini çıkarması” Türkiye’de tepkiyle karşılandı.

TÜSİAD bu tutumu “patolojik bir vak’a” diye tanımlamış .”Patolojik olayın” gerçekte ne olduğunu ortaya koymamız gerekiyor.

Tam üye yapılmayacağımız “aklı başında ve namuslu olan” herkes tarafından biliniyor. Ancak önce, “şu patolojik meseleye” bir göz atalım: Türkiye’nin ileride de alınmayacağını bilerek , “Biz sadece görüşüyoruz” denilmesi için talepte bulunan Fransa mı “patolojik vak’a” nın konusu olur? Yoksa Türkiye’nin alınmayacağını çok iyi bildikleri halde “alınacakmış oyununu oynayanların yaptıkları aldatmacalar mı?”

Ortada patolojik bir olay varsa bu kesinlikle ikincisidir. Bizim oligarşinin içinde bulunduğu durumu en iyi Günter Verheugen kanıtlamıştı; “Biz Türkiye’nin AB’ye alınmayacağını akıllı insanların anlayacağı bir biçimde söylüyoruz” demişti.

Günter Verheugen’in yanında ikinci şahidim ise Abdullah Gül‘dür. 1994-1996 döneminde TBMM‘de yaptığı “bilgili ve dürüst” konuşmalarla, AB’nin bizi içeri neden almayacağını, arka bahçeye bir kuma gibi nasıl kapatacağını bilimsel bir biçimde ortaya koymuştu. (*)

Kanıt mı istiyorsunuz?
Bugün olayı hâlâ görmek istemeyen “patolojik Vak’a mensuplarına” aşağıdaki gerçekleri okurlarımdan özür dileyerek bir daha tekrarlamak durumundayım;

1) AB Türkiye’nin tam üyelik başvurusunu 1989′da reddetti. Bunun üzerine içimizdeki oligarşi ve Washington, “Türkiye’nin AB’nin arka bahçesi” yapılarak Batı kapitalizminin himayesi altına sokulmasına karar verdiler.

2) Devlet Planlama Teşkilatı’nın, konuyu bilen satılmamış akademisyenlerin ve aklı başında yazarlarımızın şiddetle karşı çıkmasına rağmen, “Türkiye AB’nin gümrük birliği yükümlülükleri altına tek yanlı sokuldu.”

Bu işi içimizdeki oligarşi ile Washington birlikte yürüttüler. Richard Holbrooke’un bizim başbakana gönderdiği notu bile yayımlamıştım. (**)

3) 1997 Lüksemburg doruğunda Ankara’nın rest çekmesi üzerine Washington ve Brüksel telaşa kapıldılar ve 1999′da “yapay ve sözde adaylığı” , hem de Ege ve Kıbrıs koşullarıyla kabul ettirdiler. Ecevit’e yalnız dışarıdakiler değil, “içerdeki oligarşi de dayatarak bu sindirilemeyecek şeyi zorla imzalattılar.”

4) Esas kıyamet AKP‘den sonra koptu: “ABD ve AB’yi arkasına alan yeni iktidar” tamamen ipotek altına girmişti.17 Aralık 2004 ve 5 Ekim 2005′te imzalanan çerçeve anlaşmaları, “Türkiye’yi , üyeliğe değil, üyelik dışında özel statüye” götürüyordu. Üstelik Türkiye’nin çözüştürülme yolları açılıyordu.

- AB, sadece görüşeceğiz.. işin ucu açık diyordu.

- Türkiye diğer aday ülkelerin tabi olduğu uygulamanın dışında olacak deniyordu; bekleme odasına hapsediliyordu.

- İşgücü dolaşamayacaktı.

- AB kurumlarının “Türkiye’ye ilişkin aldığı kararlar” (yani dayatmalar) görüşme sürecinin bir parçası oluyordu. Hani Büyükanıt’ın ve Genelkurmay İkinci Başkanı Saygun’un söylediği gibi; AB Türkiye’yi bölüyordu.

- Dahası.. Türkiye ağzıyla kuş tutsa sonunda referandum yapılacaktı. Fransa kanun bile geçirtti.

Bunlar Türkiye’nin alınmayacağının sadece bazı kanıtlarıdır . İmzalanan belgeleri “aklı başında ve namuslu” insanlarımız okuduğu zaman,Türkiye’nin alınmayacağını zaten görürler.

Gerçeklerin söylenmesinden korkanlar kim?

Sarkozy’nin ve Merkel’in Türkiye’nin alınmayacağını açık açık söylemelerinden ve metinlere koymalarından korkanlar kim? Karartma uygulanarak gerçeklerin gün ışığına çıkmasını kimler, neden engelliyor?

1) ABD ve AB’nin Türkiye ve bölge için biçtiği elbiseyi baştan kabul eden kimi sermaye çevreleri var. Onlar Türkiye’nin alınmayacağını; arka bahçe yapılarak bölüneceğini halktan gizlemek istiyorlar. Bütün sorunları, Batı ile karşı karşıya gelmemek; onların taşeronluğunu yaparak ayakta kalmak.

2) Dinciler “Cumhuriyete karşı, ABD ve AB’yi arkalarına aldıkları için” , görüşmeler sürecinin (ve aldatmacanın) aksamadan yürümesini istiyorlar. O sayede yeni anayasaların, tarikatların, cemaatlerin yolu açılıyor.

3) Bölücü odaklar “AB ve ABD’nin en stratejik ortakları” ; Irak‘ın kuzeyinde Barzani ,Türkiye’de bunlar…

Sarkozy ve Merkel’e teşekkür ediyorum. İçimizdeki sahtekârların maskelerini düşürdükleri için. Abdullah Gül‘ün 1994-96 döneminde söylediği gibi halkımızı uyarıyorlar!..

Türkiye’de korkunç bir karartma hüküm sürüyor. 6 Mart 1995′te ,”Türkiye’nin askersiz işgalinin” ilk adımı atılırken sömürgeciler de oligarşi de bayram yaptılar.

AB sürecinin aksamadan devamını yalnız hükümet istemiyor; Atina, Kıbrıs Rumları, Fener Patrikhanesi, Ermeni diyasporası, Barzani, Talabani.. kısacası Türkiye’den bir şeyler kopartmak isteyen herkes de bunun peşinde…

Bu cephe Sarkozy’lerin, Merkel’lerin boşboğazlık yaparak maskeleri düşürmesine fena halde bozuluyorlar…

Erol MANİSALI

 

(*) Avrupa’yla Derin Bağlar, sayfa 50-75,Truva, 2007

(**) Türkiye’nin Askersiz İşgali, sayfa 13,Truva, 2007

 

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 

 

Home ] Up ] Türkiye Gerçekleri ] Strateji ve Politikalar ] İçerik ] Ara ]

Veled ] Diriliş ] İzlemler ] Egemenlik ] BOP ] Harekat ] Yalnız ] Hedef ] Çözüm ] İhanetler ] İçimizdekiler ] Kim ] Melezya ] Yağmâ ] Kurnazlık ] Kutuplar ] [ Vak’a ] Eşitlik ] Küstahlık ] Savaş ] Arkeoloji ] Şeriat ] Öngörü ] Tahmin ] Tanzimat ] Süreç ] Politikalar ] Türkolog ] Karne ]