Türkiye ve Dünya Gerçekleri

TransAnatolie Welcomes You  to Turkey

 

Terör


 

 

Home ] Up ] Türkiye Gerçekleri ] Strateji ve Politikalar ] İçerik ] Ara ]

 

 

Kronoloji ] TR-AB ] Yol Haritasi ] Norm ] AB Faşizmi ] AB Süreci ] [ Terör ] Analiz ] Politika ] Oyun ] AB'ye red ] Kemalizme ihanet ] Ya AB, Ya TR ]

 

 

Up
AB ve PKK
Iste Ahlaksizlik

 

AB Üyeliği PKK'yı Değil, Türkiye'yi Bitirir

Bir tarafta Türkiye'nin AB'ye üyeliğinin PKK'nın sonunu getireceğini iddia eden bir emekli general, diğer tarafta "Türkiye'nin AB yolunda ilerlemesini istiyoruz" diyen terör örgütünün siyasi kanat lideri…

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Org. Hilmi Özkök'ün Milliyet gazetesinden Fikret Bila ile yaptığı söyleşide (Milliyet, 2.10.2007), özellikle "Kürt sorunu" ile AB üyeliği arasındaki ilişki bağlamında söyledikleri dikkat çekici niteliktedir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komutanlığını yapmış, MGK toplantılarına katılmış, kısacası ülkemizin güvenlik ve dış politikasının belirlenmesinde birinci derecede rol oynamış bir kişinin, PKK ile mücadelede bunca yıllık deneyime sahip olmasına rağmen, PKK terörünün bitmesini AB üyeliğinin gerçekleşmesine bağlı sayması en hafif deyimle talihsiz bir açıklama olmuştur. Milliyet gazetesi de Özkök'ün açıklamalarına "mal bulmuş Mağribi" gibi sarılmış ve "PKK'yı AB üyeliği bitirir" şeklinde manşete taşımıştır. Özkök'ün açıklamalarının değerlendirmesini yapmadan önce herhangi bir yanlış anlamaya neden olmamak için bu konuda söylediklerini aktaralım. Fikret Bila ile yaptığı söyleşide E. Org. Özkök şunları söylemektedir:

"1. Türkiye'de bir Kürt gerçeği var. Halkımızın bir bölümü kendini köken itibarıyla Kürt olarak tanımlıyor. Bu bir gerçek.
2. Ayrıca bir Kürtçülük ideolojisi ve/veya siyaseti var. Bu da bir gerçek.
3. Bir de silahlı bir hareket var: PKK"

Sorunu bu boyutları ile ortaya koyan E. Org. Özkök, çözümü Türkiye'nin kalkınmasında, AB üyesi olmasında görmektedir:

"Olay çok karmaşıktır ve bütün unsurlarıyla birbirine bağlıdır. Şimdi önemli olan şu: Kürt devleti kurma ümidi nasıl kesilir? Dış destek kesilirse… Bir müstakil Kürt devleti kurulsun diye kendimizi feda ediyoruz diyorlar. Kendi düşünceleri böyle. Ama bunun hiçbir zaman olmayacağını görürse ümit kesilir. İkincisi, öyle bir durum olur ki, artık bölgedeki Kürt kökenliler, hatta Kuzey Irak'takiler de "ayrı bir Kürt devleti kurmaya gerek yok" diyebilirler. Düşünün ki, Türkiye AB'ye girmiş, fert başına milli geliri 15 bin doları aşmış. O zaman böyle düşünülebilir. Özetlemek gerekirse "Türküm" demenin gururu, "Kürdüm" demekten fazla övünç getiriyorsa halk kendiliğinden PKK'ya desteğini keser."

PKK ve aynı çizgideki diğer siyasi partilerin Kürtlerin "kurucu unsur" olarak Anayasa'da belirtilmesi talebini kabul etmeyen E. Org. Özkök, "idari özerklik veya federasyon taleplerine nasıl bakıyorsunuz?" sorusuna ise, "o zaman salam gibi dilimlene dilimlene gidersiniz. Türkiye çok katı olmalıdır" şeklinde yanıt vermektedir. "Kürtçe eğitim asla" söz konusu olamaz diye E. Org. Özkök, "Ama Kürtçe'nin eğitimini yapmalılar. Ama eğitimin Kürtçe yapılması olmaz. Dil birliğini bozar." görüşündedir.

E. Org. Özkök'ün AB ile "Kürt sorunu" ilişkisi konusundaki söyledikleri bunlardır.

* * *

E. Org. Özkök, "Kürt devleti kurma ümidi nasıl kesilir?" diye sormakta ve "Dış destek kesilirse…" şeklinde yanıtlamaktadır. Daha sonra da AB üyeliğini ve bu çerçevede kişi başına milli gelirin artmasını sorunun çözümü için gerekli görmektedir. Ne var ki Özkök, kesilmesini talep ettiği o dış desteğin önemli bileşenlerinden birinin AB olduğunu nedense görmezden gelmektedir. Bugün PKK'nın neredeyse bütün AB ülkelerinde irtibat büroları vardır. PKK, AB'nin sağladığı imkanlardan sonuna kadar yaralanmaktadır ve PKK'nın sözde "Sürgündeki Kürt Parlamentosu" AB sınırları içinde bulunmaktadır. AB yetkilileri Türkiye'ye geldiklerinde "Kürdistan'ı ziyaret ediyoruz" diyerek Diyarbakır'a gitmekte, PKK'nın yasal uzantısı olan siyasi parti ve örgüt temsilcileri ile görüşmekte, bu kişi ve örgütlere ödüller vermekte, AB'de yapılan toplantılara davet edip muhatap olarak dinlemektedirler. Kısacası, bugün PKK'ya verilen en önemli "dış destek" AB'den kaynaklanmaktadır. Bu konuda sayısız örnek verilebilir. Dolayısıyla PKK terörünün ve PKK'nın ayrılıkçı amaçlarının son bulması için AB'yi umut olarak görmek, ciğeri kediye teslim etmekten farksızdır.

İkinci olarak Türkiye'nin AB'ye girmesi ve kişi başına milli gelirin 15 bin dolar seviyesine çıkmasını, Türkiye'nin Kürt sorununun (aslında söz konusu olan bir terör sorunudur!) halledilmesi için gerekli görmek de sığ bir yaklaşımdır. Genelde terörünün özelde ise PKK terörünün ortaya çıkması ve varlığını devam ettirmesinde ekonomik etkenler kuşkusuz göz ardı edilemez. Ama sorun salt bir milli gelir meselesi olarak da ele alınamaz. Eğer öyle olsaydı, sadece Türkiye'nin doğusunda değil, kişi başına milli gelirin hiç de tatmin edici boyutlarda olmadığı diğer geri kalmış bölgelerimizde de terör olaylarının yaşanması, ayrılıkçı hareketlerin ortaya çıkması gerekirdi. Oysa artık ortaya çıkmıştır ki, PKK'nın ayrılıkçı ve bölücü siyasal çizgisi sadece geri kalmışlıktan beslenmemektedir. İşin dış boyutlarının, Atlantik ötesi uzantılarının olduğu; Ortadoğu'dan Orta Asya'ya uzanan satranç tahtasında oynanan o "büyük oyun"da, PKK'nın nasıl bir piyon rolüne soyunduğu herkesin bildiği bir gerçektir. Örneğin PKK liderlerinden Murat Karayılan'ın, 7 Ekim 2006 tarihinde Newsweek dergisinde yayınlanan bir söyleşide (Bkz. Michael Hastings, "Into the Blacksnake's Lair", Newsweek, 7.10.2006 ) dile getirdikleri bu bakımdan hayli anlamlıdır: "ABD'nin müttefiki olabiliriz, düşmanlarımız aynı. ABD bizi hep düşmanlarımızın gözüyle gördü. Oysa biz, dost olarak algılanmak istiyoruz. Aksine, Kürtler fazlasıyla ABD sempatizanıdır. Eğilimleri, Amerikancılık yönündedir." ABD'nin, PKK'nın bu işbirlikçilik talebine nasıl yanıt verdiğini son bir yıldır yaşananlardan, PKK'lı teröristlerin üzerinde yakalanan ABD malı silahlardan, PKK kamplarını ziyaret eden ABD'li subaylardan ve benzer gelişmelerden biliyoruz.

Dahası E. Org. Özkök kişi başına milli gelirin 15 bin dolar seviyesine yükselmesini de, öyle görülüyor ki ekonomi konusundaki bilgisizliğinin beslediği bir iyimserlikle ele almaktadır. Zira bir ülkede kişi başına milli gelirin, diyelim ki, 15 bin dolar olması, o ülkede herkesin cebine yılda 15 bin dolar girmesi demek değildir. Liberal ekonomik sistem gelir dağılımını adaletli bir şekilde gerçekleştirememek gibi bir kusurla arazlıdır. E. Org. Özkök'ün umut olarak gördüğü ve halkımızın da bir "mutluluk adası", bir "refah diyarı" sandığı AB'de gelir dağılımının ve işsizliğin ne boyutlarda olduğu, artık AB'nin resmi istatistiklerinden ilan edilmektedir. (Bu konudaki son veriler için bkz. Serdar Ant, "Türkiye AB'ye Teslim Olmayacaktır.")

Ama E. Org. Özkök'ün asıl ilginç olan saptaması işin içine Kuzey Irak'ı da katmasıdır! Özkök'ün Türkiye'nin AB üyeliğini hayal ederken, "artık bölgedeki Kürt kökenliler, hatta Kuzey Irak'takiler de "ayrı bir Kürt devleti kurmaya gerek yok" diyebilirler" şeklindeki sözleri Kuzey Irak'ın şu veya bu şekilde AB'ye üye olmuş bir Türkiye'nin parçası olacağını ima etmektedir Bu yaklaşım, ABD'nin Kuzey Irak'taki kukla devleti, bir federasyon veya konfederal bir yapı şeklinde Türkiye'nin himayesine verme planını akla getirmektedir ki, en azından PKK'nın amaçları kadar Türkiye'nin egemenliği ve bütünlüğü için tehditler içeren bir açılımdır bu.

Bütün bunlara ek olarak E. Org. Özkök'ün "Türküm" demenin gururu, "Kürdüm" demekten fazla övünç getiriyorsa halk kendiliğinden PKK'ya desteğini keser." şeklinde bir ayrım ve derecelendirme yapması da en hafif deyimle sorumsuz bir yaklaşımdır. Emperyalizmin maşası olmuş bir avuç bölücü dışında Kürt kökenli hiçbir Türk vatandaşının PKK'nın teröründen ötürü bugün "övünç" duyduğu iddia edilemez.

* * *

Ne var ki, E. Org. Özkök'ün dile getirdiği gerekçelerin ve bakış açısının bir an için gerçeği yansıttığını ve bir an için Türkiye'nin AB üyeliğinin PKK'yı bitireceğini varsayalım. Bu durumda PKK'nın ve onun çizgisinde olan Kürtçü siyasal hareketlerin neden Türkiye'nin AB'ye üye olmasını istediğini açıklamak gerekmektedir?

Örneğin, PKK- Kongra Gel örgütünün lideri Zübeyir Aydar 2007'in Şubat ayı içinde, Yunanistan'da yayınlanan Elefterotipia gazetesine verdiği demeçte şunları söylemekteydi:

"Hedefimiz yerel parlamentosu ve özerk yönetimi olan İspanya'daki Katalonya modelidir. Doğu ve Güneydoğu'daki demokratik değişimler AB'nin desteği ve diretmesi ile atılan adımlardır. Kürtçe televizyonlar ve radyoların açılması olumlu ancak yetersiz. Türkiye'nin AB yolunda ilerlemesini istiyoruz." (Cumhuriyet, 14.2.2007)

Bir tarafta Türkiye'nin AB'ye üyeliğinin PKK'nın sonunu getireceğini iddia eden bir emekli general, diğer tarafta "Türkiye'nin AB yolunda ilerlemesini istiyoruz" diyen terör örgütünün siyasi kanat lideri… Ortada ilginç bir durum yok mu? Açıktır ki Zübeyir Aydar'ın demeci, AB üyeliği ile PKK'nın son bulmayacağının; PKK'nın kendi nihai amacı olan "bağımsız Kürdistan"a ulaşma yolunda aşmayı gerekli gördüğü ara aşamalar için AB üyeliğinin sağladığı imkanları nasıl bir basamak olarak gördüğünün en üst düzeyden ifadesidir. "Bağımsız Kürdistan" amacını 1999'a kadar silahlı mücadele ile gerçekleştirmeyi amaçlayan PKK, bu tarihten sonra Türkiye'nin AB üyelik sürecinin sağlayacağı olanaklardan yararlanarak belli aşamaların gerçekleştirilmesi ile bu hedefe adım adım ulaşmayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda sözde bir şiddet karşıtlığı ile "demokratik siyasetin önünün açılması" talebi sürekli dilendirilmektedir. Ayrıca bu tür ifadeler sadece yurtdışında dile getirilmemekte, PKK'nın yasal uzantısı olarak hareket eden, hatta artık TBMM'ye kadar girmiş siyasi parti temsilcileri de bir yandan inatla ve ısrarla PKK'nın bir terör örgütü olmadığını söylerken, diğer yandan Zübeyir Aydar'ın demeci ile benzer içerikte açıklamalar yapmakta, Türkiye'nin AB üyeliğini desteklemekte, ama uzun erimde ayrılıkçı-Kürtçü hareketin amaçları için bunu da yetersiz görmektedirler. Bu bağlamda ustalıkla ve toplumun gözünün içine bakarak yalan söylemek; "demokrasi", "barış", "akan kanın durması" gibi lafazanlıklarla kuzu postuna bürünmeye çalışırken, PKK terörünü kınamaktan ve lanetlemekten inatla kaçınmak sergilenen oyunun gerçek niteliğini gözler önüne sermektedir.

Örneğin DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, geçen yıl Radikal gazetesinde yayınlanan, kendisi ile yapılmış bir söyleşide şunları söylemektedir:

"Biz, Kürt sorununun Türkiye'nin üniter yapısı içinde çözülebileceğine inancımızı defalarca belirttik. İstenen nedir? Birinci aşamada kültürel, kimliksel taleplerdir. Yani farklılıkların birlikte yaşanması koşuluyla farklı kültürlerin, kimliklerin kendisini ifade etmesine "evet" demektir. İkinci aşama, dağdaki insanları topluma kazanacak bir genel affın çıkmasıdır." (Radikal, 17.4.2006)

"Biz demokratik siyasetin önünün açılmasını istiyoruz" diyen ve 2006 yılında "Kürt sorununun Türkiye'nin üniter yapısı içinde çözülebileceğine inancımızı defalarca belirttik." şeklinde konuşan Ahmet Türk, ne ilginçtir ki, Demokratik Toplum Partisi'nin, bağımsız adaylarla katıldığı 22 Temmuz 2007 seçimlerinde 24 milletvekili çıkararak TBMM'de temsil edilmeye hak kazanmasından sonra seçim sonuçlarını değerlendirirken, Leyla Zana'nın 20 Temmuz'da yaptığı "Türkiye'nin eyaletlere bölünme zamanı gelmiştir." açıklaması hakkında ise şunları söylemektedir:

"Bizim niyetimiz bu. Çalışmalarımız bu yönde. Bu söylediklerimizin gerçekleşmesi için hükümetin de devletin de iyi niyetli olması lazım." (Radikal, 23.7.2007)
Daha ilginç olan nokta da şudur ki, Ahmet Türk 2006 yılındaki konuşmasında "İstenen nedir?" sorunu yanıtlarken, taleplerini saymamakta, sadece "birinci aşama… ikinci aşama…" şeklinde ayrılıkçı Kürt hareketinin nihai amacına ulaşmak amacıyla gerçekleştirmek için önüne koyduğu evreleri ifade etmektedir. İşte ayrılıkçı Kürt hareketinin bu "aşamalar"ı gerçekleştirmesinde AB üyeliğinin sağladığı imkanlar yaşamsal önemdedir ve AB'ye üyelik PKK uzantılarının "demokratik siyasetin önünün açılması" şeklindeki taleplerinin koşullarını hazırlamaktadır. Ama yetersizdir. Çünkü ayrılıkçı Kürt hareketi için daha sonra gerçekleştirilecek başka "aşamalar" da vardır!

"Ben siyasetçi olarak AB sürecinin desteklenmesi gerektiğine inanıyorum" diyen Ahmet Türk, AB üyeliği konusunda şunları söylemektedir:

"AB üyeliği Türkiye'nin demokratikleşmesini getirir. Bu Kürtleri rahatlatır. Demokratik bir Türkiye'den Kürtler de yararlanır. Tartışılacak, çözümlenecek çok sorun var. "Türkiye AB'ye giriyor, mesele bitti" diye de düşünülmemeli. Türkiye'nin AB'ye girmesi için en az on beş yıl gerekiyor. Kürtlere "on beş yıl susun" demek doğru değil." (Radikal, 17.4.2006)

Ahmet Türk, E. Org. Özkök'ün aksine AB üyeliği ile Kürt sorununun son bulmayacağı kanaatindedir:

"Kürt sorunu çözülmeyecek. AB üyeliği her şeyi çözseydi Bask ve IRA'yı da çözerdi. İspanya AB'ye girdikten çok uzun süre sonra, diyalog sonucunda verilen bazı haklarla bu noktaya geldi. …AB üyeliği Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunun demokratik çözümü, Kürtlerin bazı haklarının güvenceye alınması konusunda önemli bir adım, ama yeterli değil."

"Türkiyelilik"in bir üst kimlik olmasını ve "Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde ana diliyle eğitim hakkının verilmesini" talep eden Ahmet Türk'ün "Kürtler bağımsızlıklar istiyor mu?" sorusuna verdiği yanıt ise çarpıcıdır:

"Kürtlerin gündeminde bağımsızlık yok. Avrupa vatandaşı olmak Kürtlerin lehinedir"

Görüldüğü gibi bağımsızlık şimdilik gündemde değildir. Diğer bir ifadeyle bugünkü "aşama"nın hedefi bağımsızlık değildir!

Bu bakış açısı, sadece, "en radikal Kürt'ten en ılımlı Kürde, PKK dahil, Kürtlerin büyük çoğunluğu AB'ye girilmesini istiyor" diyen Ahmet Türk'e özgü de değildir. AB üyeliğini desteklerken, nihai amaçlar açısından yetersiz gören ve ayrılıkçı Kürt milliyetçiliğinin bağımsızlık hedefi doğrultusunda sadece yaşamsal bir ara aşama olarak değerlendiren bu yaklaşım, bir çok Kürt siyasetçide egemen bir anlayıştır.

Örneğin eski DEP milletvekillerinden Hatip Dicle, "AB üyeliğinin sağladığı hukuki güvenceler, anayasal hak ve özgürlükleri Kürtler yeterli bulmuyorlar mı?" sorusunu şöyle yanıtlamaktadır:

"Hayır bulmuyorlar. Anadilde eğitim bizim asla vazgeçemeyeceğimiz bir konu. Bu, Kürtlerin kırmızı çizgisidir. Çocuklarımızın ana dilde eğitim hakkından vazgeçmeyiz.AB'nin bu konuda oluşmuş kesin kararı yok. AB "biz Kürtlerin kültürel haklarından yanayız" diyor, ama bunun detayına girmiyor. Mesela biz kendimizi yönetmek de istiyoruz. Türkiye'nin eyalet sistemine geçmesini istiyoruz. Etnik değil, coğrafi eyalet olacak bu. AB üyeliğinde bunların garantileri yok. AB'nin getirdiği haklar yetersiz. AB sadece bireysel haklar getiriyor." (Radikal, 25.9.2006)

Buna rağmen Hatip Dicle'nin, "AB'nin Kürt halkının yararına mı zararına mı olduğunu düşünüyorsunuz?" sorusuna verdiği yanıt yine de olumludur:

"Yararınadır. Tabii ki AB hukuku ve demokrasisi Türkiye'den yüz kat ileri. Biz AB üyeliğini destekliyoruz"

"Bağımsız Kürdistan" hedefi doğrultusunda AB üyeliğini ve sağladığı imkanlardan yararlanmayı yaşamsal bir ara aşama olarak gören bu anlayış, sadece PKK çizgisinde olan Kürt siyasetçilerinde görülmüyor. Hatta Hatip Dicle'den ve Ahmet Türk'ten farklı olarak eyalet sistemini bile yetersiz gören, federasyon ve Kürtçe'nin resmi dil olmasını talep edenler de var. Geçmişte Kemal Burkay ile de beraber çalışmış olan ve şu an Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Başkanı olan Sertaç Bucak, "Türkiye'de federasyon mu istiyorsunuz?" sorusunu şöyle yanıtlıyor:

"Tabii bizim programımızda da var bu. Avrupa'da İspanya, Belçika gibi federasyon biçimleri var. Belçika'da federasyon olmuş, bizde niye olmasın? Kürtlerin bir idari statüye kavuşması lazım. Bana göre bu statü de federasyondur. Ancak Avrupa standartları yaşama geçirildikten sonra Kürt sorununa idari anlamda nasıl çözüm getirebiliriz diye tartışabiliriz biz. Eğer Kopenhag Kriterleri tam anlamıyla uygulanırsa, Türkiye'de Kürt sorununun çözümü için önemli bir adım atılmış olur." (Radikal, 5.3.2007)

Peki, "Türkiye'nin hak ve özgürlükler konusunda AB standartlarına kavuşmasıyla Kürt sorunu çözülemez mi?" Bucak'a göre "tam anlamıyla çözülemez." Şöyle devam ediyor:

"Mesela Kürtlerin çoğunluk olduğu bölgelerde Kürtçe'nin de resmi dil olmasını istiyoruz. Bu AB'nin Kopenhag Kriterleri içinde yok…Kürt federe devletinin resmi dili Kürtçe olur. Türkçe de zaten bütün devletin resmi dilidir. Bu olabilir. Ayrıca diğer yerlerde, mesela İstanbul'daki Kürtler de isterlerse Kürtçe eğitim yapan okullarda okuyabilirler."



* * *

Görüldüğü gibi AB üyeliği Kürtçü siyasetçiler için Kürt sorununun çözümünde nihai bir durumu ifade etmemektedir. Sadece "bağımsız Kürdistan" hedefine ulaşma yolunda sağladığı olanaklardan yararlanılması gereken önemli ve yaşamsal bir aşamadır. Kürtçüler, ayrılıkçı yolculuklarının AB üyeliğinden sonra da devam edeceğini daha şimdiden ilan etmişlerdir.

Bütün bu veriler ışığında eski Genelkurmay Başkanı E. Org. Hilmi Özkök'ün Kürt sorununun çözümünü AB üyeliğinde ve Türkiye'de kişi başına milli gelirinin 15 bin dolar seviyesine çıkmasında görmesi nasıl izah edilebilir?

Öncelikle E. Org. Özkök, bu görüşlerinde gerçekten samimi ise, bir hayal aleminde yaşıyor demektir. Ne var ki yıllarca devletin en üst kademelerinden birinde görev yapmış, MGK toplantılarına katılmış, yıllardır PKK terörü ile mücadele eden TSK'nin geçmişte komutanı olmuş bir kişinin ayrılıkçı Kürt hareketinin siyasal temsilcilerinin bu görüşlerini ve hedeflerini bilmediği düşünülemez. O zaman Kürt sorununun çözümünü AB üyeliğine bağlı görmek en hafif deyimi ile bir sorumsuzluktur. Hele ki bir devlet adamı için ve emekli bile olsa…

Üstelik E. Org. Özkök'ün açıklamasında değindiği konular yıllardan beri ayrılıkçı-Kürtçü hareket adına konuşanların ısrarla vurguladığı konulardır. Bu çerçevede Özkök'ün nelerin olabileceğini, nelerin olamayacağını belirtmesi, kamuoyunda ayrılıkçı Kürt hareketiyle sanki gayri resmi bir diyalog ve pazarlık sürecinin başladığı görüntüsü de oluşturabilir. Bu durum, PKK'nın bir yandan terörist eylemleri ile bir Türk-Kürt çatışması yaratmaya çalışırken, diğer yandan bunu bir tehdit unsuru olarak kullanıp ayrılıkçı-Kürtçü hareketin siyasal temsilcileri ile bir diyalogun ve pazarlığın başlatılmasına çalışmasına katkı yapar içerikte yorumlanabilir. E. Org. Özkök'ün açıklamaları ayrıca bu bakımdan da sorumsuzluk örneği olmuştur.

Sonuç itibarıyla bugüne kadar yaşananlar, artık bir gerçeği apaçık ortaya çıkarmıştır: "AB üyeliği PKK'yı değil, Türkiye'yi bitirir" Aksini düşünmek gaflet içinde olmaktır!
 

 

S. ANT

 

   
   
   
 
 

 
   
   
   
 
 
 

 

 

 

Home ] Up ] Türkiye Gerçekleri ] Strateji ve Politikalar ] İçerik ] Ara ]

Kronoloji ] TR-AB ] Yol Haritasi ] Norm ] AB Faşizmi ] AB Süreci ] [ Terör ] Analiz ] Politika ] Oyun ] AB'ye red ] Kemalizme ihanet ] Ya AB, Ya TR ]